1956
YILI İSKİLİP’TEN NOTLAR- 3
DİL
DERDİ
Kasabanın,
yurdun hiçbir yerine benzemeyen bir özelliği var. Dilini yabancı memurlara
aşılamaktır. Kasabaya yerleşen memur, ister yerli, ister yabancı olsun, kısa
zamanda oranın dilini benimsiyor. Yerli gelenekler sarıveriyor insanları. Hani
kasabaya gelip’te dayanan, her çeşit tepkiye göğüs geren görülmemiş.
Gelenler
önceleri yerli dili yadırgıyorlar. Fakat kısa zamanda pek çokları şaka olsun
diye başladıkları işi, sonradan bırakamıyorlar. Şehir kulübü bu türlü yerli dil
şakalarının gerçek kaynağı. Tavla oynarken yapılan şakalar hep yerlice. Her
masadan gelen konuşmalara kulak verseniz, siz de yadırgarsız. Neredeyim diye
sorarsınız kendinize. İşittikleriniz bir başka dildir.
Memurların
kendi aralarında şaka olsun diye konuştukları yerli dil, bir bakıma o kadar
önemli değil. Etkisi konuşanın kendinde kalıyor. Ama öğretmenlerin vazife
başında da böyle konuşmaları hiç de iyi olmuyor.
Yerli
bazı öğretmen arkadaşlar bu dil konusunda gereği kadar ciddi değil. Kendini
yerli geleneklerin etkisine öyle kaptırmış, rahat yaşıyorlar ki sormayın.
Kasabadan hiç çıkmamışlar sanırsınız. Geçenlerde biri dersinin konusu gereğince
sınıfta topraktan söz açmış:
-
Çiftçiler,
toprağa gücünü artırsın diye mayıs dökerler, demiş.
Yerli
çocuklar, öğretmenlerinin dediklerin harfi harfine anlamışlar. Anlamışlar
anlamasına ama, sınıfta sadece yerli çocuklar yok tabi, yabancı çocuklar da
var. Bir afacan, mayıc sözünden bir şey anlamamış olacak ki, parmak kaldırmış,
sormuş:
-
Öğretmenim
ben bir şey anlamadım? Demiş.
-
Nasıl
bir şey anlamadın?
-
Ay
toprağa nasıl dökülür, onu anlamadım?
-
Ne
ayı oğul?
-
Toprağa
mayıs dökerler dediniz öğretmenim?
-
Heya..
mayıs dökerler.
-
Hımm.
Şo mesele. Sen Lundurada mı doğdun, büyüdün ne? Anladın anlamasına ya, kibarlık
taslıyon.
Bu
konuşmadan sonra çocuk yine bir şey anlamadan, öğretmende çocuğun kasten
sorduğuna inanarak, konuyu daha fazla açıklamadan kapar. Konu sınıfta kapanır
ama, sonra dışarıda genişler. Arkadaşları afacanın adını mayıs takarlar. Gel
mayıs, git mayıs. Bu bir zaman böyle gider.
Sonunda
çocuk yerli arkadaşlarından adının ne olduğunu öğrenir. İki gözü iki çeşme,
soluğu evde alır.
-
Anne
çocuklar bana mayıs diyorlar.
-
Desinler
oğlum, bundan ne çıkar?
-
Ama
mayıs kötü bir şeymiş.
-
Nasıl
kötü bir şey?
-
Mayıs,
şey anne, şey..
Ve
işte böylece, çocuklar ilkokuldan hemen hiçbir dil gelişmesi kazanmadan
ortaokula geliyorlar. Ortaokul da bu alışkanlıkları gideremiyor. Çocuk, çoğu
zaman evinden geldiği dille, evine dönüyor.
TELÂŞE
MÜDÜRÜ:
Kasabanın
en hareketli adamıdır. Gerçek adını hala bilmiyorum. Onu herkes telaşe müdürü
olarak tanıyor. Asıl mesleğinin berberlik olduğunu duydum. Kendisini hiç
berberlik yaparken görmedim. O herkesin can dostu, can yardımcısıdır.Bütün işi
gücü başkalarının yarım işlerini takip etmek, onları tamamlamaktır.
Uzaktan
size doğru geliyor görürsünüz. Acele içindedir. Sağına soluna bakmadan da
olamaz. Yaptığı işlerin bir tasvibini toplar gibi, bakar, selam verir,
gülümser, yürür. Bir yere dolmaya davet edilirsiniz, gidersiniz, bakarsınız ki oradadır.
Gelen misafirleri ağırlar. Ev sahibine yardım eder. Size hatır sorar. Gönül
alır, gülümser.
Bir
dernek kurulsa başkandır. Kasabaya hayırlı bir iş yapmak gerekse, içindedir.
Vilayete okumaya gidecek öğrencileri o götürür. Hastaları hastaneye o yatırır.
Ölüleri son durağına o bırakır.
Bazen
ona takılırlar:
-
Ne
var yine arkadaş derler. Daha çekemiyenleri alaylı söylerler
-
Ne
var yine müdür beğ.
O
hepsine aynı tatlı gülüşle karşılık verir:.
-
Hiç,
bir iş varda.
Hani
insanın bu adamcağız olmasa kasabanın bütün hayatının duracağına inanacağı
gelir. Çünkü her hareketli işin başında onu görürsünüz. Kasabadan ayrılan bir
memur şerefine verilen ziyafetin başında, yine onu bulursunuz. Üşenmez, şahıs
şahıs dolaşır, arkadaş toplar. Gidenleri uğurlar. Gelenleri karşılar. Kasabaya
gelen yabancı ile ilk o tanışır.
Onun birçok iyi ve başarılı işlerine şahit
oldum. Hiç birinde de kendinden söz ettiğini duymadım. Bu alçak gönüllü insanın
kasabalılara karşı yardım severliğine her zaman hayran oldum. Etrafındaki
çekemeyenlerin belli alaylarını dahi hiçbir tepki göstermeden işine koyuluşu,
her işe koşoşu gerçekten güzel bir şey. Kasaba telâşe müdürsüz olamaz sanırım.
Olsa bile enteresanlığından çok şey kaybeder.
KASABA
DEĞİŞİYOR
Kasabanın
kötü diyebileceğim bir coğrafi yapısı var. Yol üstünde değil. Bu yüzden
kabuğuna çekilmiş bir böcek gibi, yalnız kendi hayatını yaşıyor. Geleneklerin köklü oluşu da buradan geliyor. Dışta
yetişip gelmiş yabancı memurlar, kısa zamanda bu geleneklere kendini kaptırıp
oralı oluyorlar. Böylece kasaba da hayat hiç değişmiyor sanılır, ama değil.
Kasaba her gün biraz değişiyor.
Eskiden
kasabaya bir araba ya uğrar, ya uğramazdı. Kasabadan da iki arabanın çıktığı
pek az olurdu. Ama şimdi, kasabadan her saat başı bir otobüsün kasabadan
ayrıldığını görürsünüz. Kamyonlar gider gelir. Vilayete ne zaman inmek
isterseniz taşıt vardır. Bu gidiş geliş bolluğu kasabanın hayatında değişikliğe
yol açacağa benziyor. Kasabaya çok sayıda yabancı giriyor artık. Geçen gün evde
oturuyordum. Birden kendimi İstanbul da sandım. Bir” eskiler alurum” sesi beni
yerimden sıçrattı. Pencereden baktım. Tabak, çanak satan bir gezginci sokakta
dolaşıyor. Evlerden kadınlar çıktı. Satıcı ile karşılıklı pazarlıklar başladı.