24 Ağustos 2012 Cuma

ALİ KILCI


 


Ali Kılcı- 22.08. 2012

MY- Bize kendinizi tanıtır mısınız?

1951 Yılında İskilip, Büyüktaş Mahallesinde, Kayakoparan Camisine yakın, Çay Boyundaki ahşap bir evde doğdum. Bana dedemin ismini vermişler. Aslen Balıkesirli olan babam, İkinci Dünya Harbi sırasında askerliğini uzatmış, İskilip’te görev yaparken annemle evlenmiş. Bir müddet sonra da askerlikten ayrılmış, İskilip’te kalarak ticaretle meşgul olmuştur. Jandarma Mehmet diye anılmasının sebebi budur. Annem Temenne Mahallesinden, Gümüşlerdendir. Ben, beş kardeşten ailenin dördüncü çocuğuyum.

Okula, Taş Mektep diye bilinen Misakı Milli İlkokulunda başladım. İlk üç sene bize, rahmetli Ahmet Basmacı öğretmelik yaptı. Bir müddet sonra da emekli oldu. Osmanlı döneminde yetişmiş iyi bir öğretmen idi. İlkokulun son sınıfını, ağabeylerimle Ankara’ya geldiğimizden, Yıldırım Beyazıt İlkokulunda tamamladım. Ortaokulu Çorum ve Ankara İmam Hatip okullarında okudum. 1967 yılında lise açılınca, tekrar İskilip’e geldim. Çarşıdaki eski Ortaokul binasında hizmete giren, İskilip Lisesinin ilk mezunlarından birisiyim. Nurettin Tanay, Tahir Üstünel, Şahin Üstünel, Hüseyin Anaç sınıf arkadaşlarımızdan birkaçı idi. İskilip Lisesinin ilk defa açılmış olması ve öğretmenlerin çoğunun da yeni olmasına rağmen, iyi bir eğitim aldık. Mezunları yüksek öğrenimde başarılı oldu. Liseden sonra üniversiteye Dil-Tarih ve Coğrafya Fakültesi Arkeoloji Bölümünde başlayıp, 1975 yılında tamamladım.

Memuriyete başlarken kısa bir süre, Kredi ve Yurtlar Kurumu, Balıkesir yurdunda görev yaptım. “O sırada buradaki eğitim enstitüsüne, İskilip’ten kalabalık bir gurup öğrenci kayıt oldu. Bu yurtta kalarak, hepsi de öğretmen olup eğitim camiamıza katıldı.” Balıkesir’den askerlik için ayrılıp, Tuzla ve Babaeski’de askerliğimi yaptım. 1978 yılında askerden terhis olduktan sonra, aynı yıl Vakıflar Genel Müdürlüğünde memuriyete başladım. Hala aynı kuruluştayım. Sanat tarihçisi olarak, uzun yıllardır bu görevime devam etmekteyim.

MY- Size okuma zevkini kim aşıladı?

Bu konuda küçüklüğümde bana, etki eden birisini hatırlamıyorum. İlkokul sıralarında iken İskilip Halk Kütüphaneye gittiğimde, küçük olduğum için kütüphane memurunun beni içeri almadığını unutamıyorum. O zamanlarda kütüphanenin çocuk bölümü henüz açılmamıştı. Küçüklüğümüzde televizyon yoktu. Radyo da çok yaygın değildi. Uzun kış gecelerinde; Hz. Ali’nin Hayber Kalesi Cengi, Battal Gazi Destanı gibi kitapları, gaz lambası ışığında ev halkına okurdum. O zamanlar çocukların ilgisini çeken, daha başka şeylerde vardı. Tommiks, Teksas küçüklüğümüzün vazgeçilmez çizgi romanları idi. Bu kitapların kiraya verildiği bölüm, Şehir Parkının Park Kahvesi ve havuzdan sonra diğer önemli yeriydi. Sende burada kitap kiraya veriyordun. Senden de kitap kiralayıp okudum.

MY- Bu dönemler ile ilgili unutamadığınız hatıranız var mı?

Lisedeki öğretmenlerimizden tarih hocası Eyüp Eriş, beni okuma ve araştırmaya teşvik eden birisi olarak, hiçbir zaman unutmadığım bir kişidir.
 
Bir defasında, İskilip Tarihi konulu bir ödev vermişti. Ödev için Halk Kütüphanesinde, yeterli bilgi bulamamıştım. Arkadaşlarımdan birisi, bir köy okulunda bu konuda bir kitap olduğunu söyledi. Şayet gitmek istersem, beraberce köye gitmeyi teklif etti. Ben de kabul ettim. Çok soğuk olmayan bir kış günü, bayram tatili ertesi, okulların açık olduğu dönemde bu köye gittik. Otobüsten köy yolunda indik. Köye giden yola girmeden önce, yolun altında bir höyük bulunduğunu fark ederek, görmek istedim. Fazla uzak olmayan höyüğün tepesine çıktık. Daha önce definecilerin üst kısmını kazdıkları höyükten, biraz çanak-çömlek kırığı topladık. Höyüğün ilerisinde biriken gölcükte, yaban kazları sürüsü vardı. Burada işimiz bitince, köye gittik. Okulu bulup, içindeki öğretmenler odasına girdik. Birkaç öğretmen sobanın başında oturuyordu. Hoş beşten sonra, hepsi de İskilipli olan öğretmenlere meramımızı anlattık. İskilip tarihi konusunda kısa bir yazı olan küçük bir dergiyi bulup getirdiler. Dergideki dikkatimi çeken kısımları not aldım. Okulda işimiz bitince, öğretmenlere teşekkür ederek köyden ayrıldık. Geldiğimiz şekilde İskilip’e döndük. Ödevimi, bulabildiğim başka bilgilerle tamamlayıp, öğretmene verdim. Bir emek mahsulü olan bu ödevden, iyi bir not aldım. Bu olayın başka bir enteresan yönü olduğunu, yıllar geçtikten sonra fark ettim. Meğer benim yol arkadaşım, oraya yeni tayin olan bayan öğretmene sevdalı imiş. Biz onu görebilmek için gitmişiz, ödev bahane imiş.

MY- Geçmişe olan özlemlerden bahseder misiniz?

Çocukluk ve gençlik dönemlerindeki, henüz tarihi dokusu bozulmamış olan İskilip’in eski halini çok özlüyorum. Henüz sokaklarına beton yığını apartmanların dikilmediği, kireç sıvalı iki-üç katlı, ahşap evlerin ayakta durduğu zamanları, cadde ve sokaklarında, bahçelerinde çiçekleri ve meyve ağaçları olan evleri özlüyorum.
 
Bağ ve bahçelerinde mis kokulu, türlü meyve ve sebzelerin, elmanın, armudun, üzümün envai çeşidinin yetiştiği İskilip’i özlüyorum.

Çeşitli çiçekleri, gülleri olan parkı özlüyorum.

Osmanlı devrinde bölgesinde önemli bir ekonomik ve kültürel güç olan İskilip, değişen şartlar karşısında zamana ayak uyduramadığından, ciddi bir göç ile nüfus kaybına uğramıştır. İskilip’ten büyük şehirlere göçün yaygınlaşmadığı zamanlarda, İskilip daha canlı idi. Çarşıdaki çeşitli arastalarda faaliyet gösteren her çeşit esnafın yapıp ürettiği mallar, İskilip’ten dışarıya satılıyordu. Değişen şartlar sonunda, farklı bir İskilip meydana geldi. Bize de eski günleri hayal etmek kaldı.

MY- Meslek hayatınızı ve konuda bir hatıranızı anlatır mısınız?

Arkeoloji eğitimi almış birisi olarak, aslında Kültür Bakanlığında çalışmam gerekiyordu. Ancak ben o zamanın şartları gereği (koalisyon hükümeti vardı) Vakıflar Genel Müdürlüğünde işe başladım. Aslında burası için sanat tarihçisi olmak gerekiyordu. Vakıf eski eserler konusunda çalışmak, uzmanlaşmak, Türk Kültürüne olan ilgim sayesinde kolay oldu. Vakıflar Genel Müdürlüğü ülkemizin yeterince tanınmayan, Selçukludan Osmanlıya kadar var olan çok önemli ve köklü bir kuruluşudur. Esasen burada işe başlayana kadar, ben de Vakıflar Genel Müdürlüğünü pek tanımıyordum. Böyle bir kuruluşta çalışmış olmak büyük bir ayrıcalıktır.

Selçuklu ve Osmanlı devirlerinden, atalarımızın bıraktıkları kültür varlıkları olan medrese, cami, han, hamam, kervansaray, türbe gibi tarihimizin canlı varlıkları konusunda çalışmak, onların geleceğe aktarılmasında rol almak, gerçekten güzel ve önemli bir hizmet. Ülkemiz ve bütün Osmanlı coğrafyasında bulunan, vakıf eski eserlerle meşgul olmakla, kültürel mirasımızı tanımak ve tanıtmakla yıllarım geçti. Esasen sahip olduğumuz bu kültürel zenginliği, dünyanın hiçbir medeniyetinde bulmak mümkün değildir. Bu zengin mirasın, bakımsız ve boynunun bükük bırakılması düşünülemez. Her ne sebeple olursa olsun, toplum olarak ülkemizin tapusu sayılan tarihi eserlerimiz konusunda, sorumluluğumuz olduğunu bilmemiz gerekmektedir. Çalışan bir kişiye, mensubu olduğu kuruluş bir okul gibi olmalıdır. Bu sebeple Vakıflar Genel Müdürlüğünün, benim için bir okul olduğunu söyleyebilirim.

Yurdumuzu doğusundan batısına, bazen en zor şartlar altında, bazen de iyi imkanlarla, eski eserleri incelemek için yıllarca dolaştık. Çankırı ilinin tamamındaki vakıf eserleri incelemek için yaptığımız bir gezi sırasında, Kızılırmak kenarındaki merkez köyleri dolaşıyorduk. Karadayı ve Alıca köylerinden sonra, Ankara sınırındaki sonuncu köy olan Çatal elma’ya gittik. Köyün camisini inceledikten sonra işimiz bittiğinden, köyden ayrılırken, okulda Ankara’ya gitmek isteyen iki müfettiş olduğunu, onları da götürmemizi rica ettiler. Arabamızda yer olduğundan memnuniyetle kabul ettik. Misafirleri okuldan aldıktan sonra, köye hangi yoldan geldiğimize bakmadan, okulun önünden giden bir yola doğru yöneldik. Köyün öğretmenleri ve diğer insanları güzel bir şekilde bizi uğurladılar. Ama yol konusunda kimse bir şey söylemedi. Bu yolda köyden uzaklaşıncaya kadar ilerledik. Gittikçe yol daralmaya başladı. Nihayet bir tarla yolu haline geldi. Tepelere çıktık. Bozkırlarda ilerledik. Bu yolun bizim geldiğimiz yol olmadığını, bir müddet sonra anlamıştık ama geri dönmeyi de göze alamadık. Biraz da arabamızın cip olmasına güvenip, cesaretle batıya doğru giderek, Ankara- Çankırı yoluna çıkacağımızdan emin olarak ilerledik. Allahtan yakıt derdimiz yoktu. Biz gittikce, yol uzadı. Gittik gittik, Çankırı yolu karşımıza bir türlü çıkmıyordu. Çankırı’nın bozkır tepelerindeki yollarını bitiremedik. Bir taraftan da hava yavaş yavaş kararmaya başladı. Batıya doğru bir müddet daha ilerledikten sonra, bir ağılın yanından geçerek dereye indik. Issız bir yoldan, akşamın karanlığında gelen, yolunu kaybetmiş yolcuları gören çobanlara nerede olduğumuzu sorunca, Terme Çayına indiğimizi söylediler. Çaydan geçip biraz ilerleyerek ana yola ulaştık. Yarım saatlik yolu, uzun süren 4-5 saatte alabildik.

MY- İskilip konusunda yaptığınız çalışmalardan bahsedermisiniz?

İskilip Ulu Camisini yıkıp, yerine altı çarşı üstü kubbeli büyük bir cami yapmak için bize İskilip’ten bir heyet gelmişti. Böyle bir talebin gerçekleşmesinin hiçbir şekilde mümkün olmayacağını, bunun yerine caminin onarımının yapılmasının doğru olacağını anlattım. Görüşmelerimiz İskilip’te de devam etti. İskilip’in merkezini ve kimliğini teşkil eden bu caminin, şehrimiz için önemli bir unsur olduğuna ikna oldular. Sonunda Yeni Cami ile Ulu Cami onarım programına girdi. Vakıflar Genel Müdürlüğünce söz konusu camilerin 1990 yılında onarımları gerçekleştirildi.

Çocukluğumuzda Şeyh Yavsi Camii önünde ahşap bir şadırvan vardı. Caminin 1963 yılında yapılan onarımı sırasında, yıkılan bu şadırvanın yeniden yapılaması gerekirken bir türlü yapılmadı. Bu şadırvanın projelerini hazırlatıp koruma kurulundan gerekli izin alınmasını sağladım. Bir arkadaşımızın maddi ve manevi gayretleri ile mevcut şadırvan 47 yıl sonra yeniden yapılmış oldu. Şeyh Yavsi Camii önünde bir zamanlar çırçır evi olarak kullanılan türbenin onarımı konusunda, Metin Kalyoncu çaba sarf etti. Bu konuda kendilerine yardımcı olmaya çalıştım.

İskilip tarihi ve eski eserleri konusunda bir kitap ve bir kaç makalem yayınlandı. Bu konuda çalışmalara devam etmek istiyorum. İskilip’in Türk dönemindeki Eski Eserleri üzerine bir kitap üzerinde çalışıyorum. İskilip’le ilgili yayınlanmış olan kitap ve makalenin isimleri aşağıdadır.

-İskilip’te Suyun Hikayesi Tarihi Sular, Çeşmeler ve Diğer Tesisler, Ankara 2007.

-İskilip Şeyh Yavsi Camii Külliyesi, Rölöve ve Restorasyon Dergisi V, Ankara,1983.

-İskilip’te Vakıflar ve Ebussuud Efendi Vakfı, Türk Kültüründe İz Bırakan İskilipli Alimler Sempozyumu, Ankara 1998.

-İskilip’te Yaşayan Hacı Ali Çeşmeleri Vakfı, IX. Ortaçağ ve Türk Dönemi Kazı ve Araştırmaları Sempozyumu Bildirileri, Erzurum, 2006.

-Selçuklu Devrinde İskilip Şehri, Selçuklu Şehirleri ve Medeniyeti Sempozyumu, Konya 2008

- Fatihin Hocası Akşemseddin’in
İskilip’teki Ahşap Camisi, XV. Ortaçağ ve Türk Dönemi Kazı ve Araştırmaları Sempozyumu Bildirileri, Eskişehir, 2011


MY- Hemşerilerimize iletmek istediğiniz, mesajınız var mı?

Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde, vakıf hizmetleri zirveye çıkmıştır. Tarih boyunca bu şekilde İskilip, önemli eserler kazanmıştır. Geçmişte tabi afetler ve insan eliyle yapılan tahribatlara rağmen, şehrimiz vakıf eski eser yönünden oldukça zengin sayılabilir. Bunların tamamını birer şaheser olarak nitelemek mümkün olmamakla birlikte, çoğunluğu kendi çapında yöresel özellikler taşıyan, tarihi değerleri olan eserlerdir. Şehrin sivil mimarlık eserlerinin çoğu yok oldu. Ama dini ve tarihi yapılarımızın, geleceğe olduğu gibi aktarılması gerekir. Beş vakitte halkımızca kullanılan tarihi camilerin, bakım ve onarım ihtiyacı olduğunda, hayır sahiplerince hemen onarıma girişilmemelidir. Bunun için gerekli kanuni izin ve müsaadenin, alınması lazımdır. Bunun adresi Tokat Vakıflar Bölge Müdürlüğü ve Kültür Varlıklarını Koruma kuruludur.

İskilip’in tarih ve kültürünün yeterince tanıtılmamış olmasını, büyük bir eksiklik olarak görüyorum. Sözlü ve maddi kültür değerlerimizin, yeni nesile ve geleceğe derli toplu bir biçimde aktarılması çok önemlidir. İskilip’te yaşayan gelenek ve adetlerimizin unutulmamasının yanında, kültürel değerlerimizin de yaşatılması gerekir. Bu alanda yapılması gerekenlerden birisi, İskilip Müzesi kurulmasıdır. Bu konuda geçmiş yıllarda İskilip’in Sesi gazetesinde bir de yazı yazmıştım, Belediye başkanlarına teklifte bulundum. Fakat gerçekleşmedi. Ama bunun belediye şemsiyesi altında gerçekleşmesi bir zarurettir. İskilip’te bir şehir müzesi kurulmasına ihtiyaç vardır. Yazılı ve etnografik, kültürel belgelerin toplanacağı bu müze, şehrin kimlik boşluğunun doldurulmasının yanında, İskilip turizmine büyük katkı sağlayacaktır. Kurulacak bir dernek vasıtası ile halkımız, ellerindeki Osmanlı dönemine ait kitap, yazılı belge ve çeşitli eşyaları buraya bağışlamalı veya bir şekilde satın alınarak toplanmalıdır.

Kütüphanemizin ismi, İskilip Ebussuud Efendi Kütüphanesi olarak değiştirilmeli, burada bir “Ebussuud Efendi Araştırma Merkezi” kurulmalıdır.

Ali Bey kardeşimize, verdiği bu değerli bilgiler için teşekkür ediyor, gençlerimizin kendisini örnek alarak, eserler bırakmasını diliyorum.

Mustafa Yolcu




 

 

 

 

 

 

 

Başkalarına Kızacağımıza Kendimize Bakalım


BAŞKALARINA KIZACAĞIMIZA KENDİMİZE BAKALIM

Şehit haberleri geldiğinde haklı olarak üzülüyor, kahroluyoruz.
Teröre niye son verilmiyor? Buna niye göz yumuluyor, tedbir alınmıyor diyoruz.
Peki yıllarca biz ne yaptık?
Sınırlarımız yolgeçen hanı. Her türlü uyuşturucu, silah, kaçak mallar, sigara, çay ülkemize rahatlıkla giriyor. Bunun neması PKK ve hamilerinin cebinde.

Aldığımız savaş uçakları, uçan tabut. Suriye’de uçağımızı kim düşürdü? Üzerinde mermi izi yok. Darbe yok. Havada bir anda kilitlenip, demir yığınına dönüşüp denizin dibini boyluyor.

Basite aldığımız İran; şu anda teknolojide bizden ilerde. Uranyumu üretebilir, kendi uçağını, füzesini, arabasını yapabilir duruma geldi. Peki, biz hangi silahı yapabiliyoruz? Kendimize ait hangi aracımız, uzun menzilli füzemiz var?
İstihbaratta kendi işimizi görebiliyor muyuz? İnsansız hava araçlarımız var, buna rağmen ağır silahlar ile sınırdan geçenleri görüp önlem alamıyoruz.
Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgemiz ajan kaynıyor, bunlara burada ne işiniz var diye soruyor muyuz?
Üyesi olduğumuz NATO bizim için ne yaptı? NATO içinde müttefik olduğumuz ülkeler, PKK nın lojistik ve maddi destekçileri. NATO çercevesin’de bu ülkelerden aldığımız silahları, destekçisi oldukları PKK ya karşı kullanamazsınız diyorlar. Kendimiz üretemediğimizden, almak istediğimiz bazı silahları bize vermek istemiyorlar. Sonra da füze savunma sistemine dâhil olup, onların savunması için biz para ödüyoruz.
NATO konusunun bütün boyutları ile masaya yatırılıp, gözden geçirilmesi gerekmektedir. Müttefikimiz olan ülkeler bize düşmanca tavır takınıyorsa, bizim uçağımız düşürülüyorsa, şapkamızı önümüze koyup yeniden hesap yapmamız gerekmektedir.
Bizim içinde olmadığımız, Atlas okyanusunda Avrupa ülkelerinin katıldığı bir savaş olsa, ülkemizde PKK problemi falan kalmaz. Hamileri başlarının derdine düşünce, uşakları kaçacak delik ararlar.
Hangi düşünce ile Almanya’dan gelen kaleşinkofları Barzani’ye, Talabani’ye verdik. Şimdi o silahlar benim askerimi vurmuyor mu? Bu silahları onlara verenler bunu nasıl izah edecekler. Bu vebali nasıl taşıyacaklar?
Başta APO olmak üzere bölücüleri hapishanelerde niye besliyoruz? İsimlerini bizzat Öcalan'ın tesbit ettiği kişileri onun yanına niye arkadaş olarak koyduk. Onlar sınır dışı edilse, hasma karşı ülke dışında gereken mücadele yapılsa daha iyi olmaz mı? Böylece bir blöfte sona erer.
Sakın ola ki Kürt kardeşlerimizin hepsini PKK içinde görmeyelim. İstanbul un göbeğinde PKK ya haraç toplanıyorsa, Devlet olarak biz buna engel olamıyorsak, Kürt vatandaşımız kime sığınıp derdini anlatsın. Köyünü aşiretini PKK kuşatıyor, PKK ya katılmasını istiyor. PKK ile yaptıkları silahlı müsadere ye emniyet güçleri müdahale etmemişse vatandaşımız ne yapsın?
 
Seçim zamanı evler işyerleri dolaşılıp, PKK’nın partisinden başkasına oy verilmeyecek diye tehdit ediyorlarsa, vatandaş istediği partiye nasıl oy verecek? Seçim güvenliği nasıl sağlanacak? İstediğimiz partiye oy verince de yukarıda saydığımız yanlışlıklar düzeliyormu?
Yabancı ülke vatandaşlarına, ülkemizde mülkiyet edinme hakkını vermek yanlış değimli? Diğer ülkeler mülkiyette sadece kullanım hakkını verirken, biz yasal olarak yabancı ülke vatandaşlarının yüzlerce dönüm arsa arazi almalarına izin veriyoruz. Biz gidip Türk Vatandaşı olarak Almanya’dan, İngiltere den, Suudi Arabistan’dan mülkiyet alabiliyor muyuz?
Sonunda diyorum ki; biz başkalarına kızacağımıza, bu yanlışlıkları niye yapıyoruz diye kendimize bakalım. Yanlışlardan dönerek, önlemimizi alalım.
Mustafa Yolcu



 

19 Ağustos 2012 Pazar

İSKİLİP'TE RAMAZAN İLAHİCİLERİ


İSKİLİP’TE RAMAZAN İLAHİCİLERİ
İskilip’te ramazanla birlikte, teravih namazından sonra ve sahur vaktinde cami minarelerinden ilahi söylenirdi. Annelerimiz saclarda mayalı yapar, dışarıdan ilahi sesi sabahın mamurluğunda çınlardı. İlahi söylenen camilere’de evlerden sahur yemeği giderdi.
İlahiler ramazanın başında başka, ortasında başka, sonuna doğru elveda ramazan diye başlardı.
Bayramda ise sokaklarda bir tarafta topçular, bir tarafta nareciler, ilahicilerde sırığın ucuna bağladıkları havlu ile aşağıdaki manileri söyleyerek dolaşır, bahşiş toplarlardı. Gidilen evde isimler evin sahibine uygun olarak söylenir, bayram daveti olan evlerde davet yemeğine katılıp giderlerdi. Bazı evlerde sırığa havlu benzeri şeyler bağlanırdı.
Rahmetlik kambur Hamdi vardı. Kulağı az duyardı. Bayramlaşmak için bir eve yanındaki arkadaşı ile giderken “ Hasan bayramlaşmaya gidince, önümüze baklavu koyarlar.  Tabaktaki baklavunun ikisini yeme yelimde bırakalım. Sonra ayıp olur ha.” Diye bağırarak söylemiş. Hamdi kendine göre yavaş söylemiş ama onun bu konuşmasını gittiği ev halkıda duymuş, başlamışlar gülmeye. Bayramlaşmaya gelince, önlerine gelen baklavunun ikisini yemeyip bırakmışlar. O bembeyaz kıyır kıyır İskilip baklavusunu.  Birisi bir tabak baklava gönderse de geçmişine dua edip yesek değilmi. 
Ramazan Bayramı Manileri

Yeni cami direk ister
Söylemeye yürek ister
Benim karnım toktur emme
Arkadaşım börek ister
x x x
Çarşı cami baştan başa
Keklik seker taştan taşa
Sana derim Mustafa paşa
Bayramın mübarek olsun
x x x x
İlahici kapıya geldi
Ev kalkına selam verdi
Darılmayın ilahici
Bahşişi almaya geldi
x x x x
Tarlalarda olur deste
Kekliği kafeste besle
Sana derim Hasan usta
Bayramın mübarek olsun
x x x x
İşte geldik kapınıza
Selam verdik hepinize
Sana derim Nuriye teyze
Bayramın mübarek olsun
Mustafa Yolcu

28 Temmuz 2012 Cumartesi

MUSTAFA ÇALIK




Mustafa Çalık- 10.4.2012

MY- Bize kendinizi tanıtırmısınız?

Bizim kökenimizin Hacı Hamza’dan geldiği kanaati var. Oralarda dedemin adına iki bin dönüm arazi var.

5.6.1937 Yılında Ulaştepe de doğdum.  Ailemin dört çocuğu var. 2 Oğlan, 2 kız kardeşiz. Ben haksızlığa hiç tahammülü olmayan, atak birisiydim. Küçükken mahalle düğüşlerinin en önündeydim. Mahallede oyun oynarken, ben en baştayım. 1957 yılında askere gidinceye kadar, babamın işinde birlikte oldum. Bağ, bahçe, otelin işi ile uğraştım. Ortaokulu sonradan bitirdim. O zamanlar otelimiz İskilip’te tek idi.

İskilip’e birisi bir kamyon sızdırılmış kuyruk yağı getirdi. İskilip’te düğünlerde kuyruk yağı kullanılır. Ben kuyruk yağını aldım. Aldarağın Mehmet çavuş falan bana kızdılar. Babana danışmadan alma dediler. Aldığım kuyruk yağını, ekin pazarında kilosu 280 kuruşa satmaya başladım. Millet yağ kuyruğuna girdi. Böylece müstakil çalışarak ticarete başladım. Daha sonraları kestane, portakal sattım. 

MY- Ortaokulda yapılan boykot hadisesini anlatırmısınız.

Bir gün otele geldiğimde; Ulaştepe’den iki çocuğu, elleri yüzleri kan içinde dövülmüş olduğunu gördüm. Sizi kim dövdü dedim. Emniyet amirinin kızının yüzünden, polislerin karakola götürüp dövdüğünü söylediler. Ortaokul Müdürü Sadık Koçhisarlıydı. Çocukları alıp postaneye götürdüm. Valiye telefon açıp durumu bildirdim. Kaymakam Çoruma gidiyormuş, o yüzden durumu size bildiriyorum dedim. Valide çocukları götür, rapor al dedi. Bende çocukları hükümet tabibine götürdüm. Dr. Rıfat Önder den çocukların üçüne 13 gün, diğerlerine daha az rapor aldım. Tekrar valiyi aradım, durumu ilettim. Vali kaymakamın geldiğini, kendisine gerekli talimatı verdiğini, durumda terslik olursa kendisinin geleceğini bildirdi. Ondan sonrada birçok kişiye İçişleri Bakanına telgraf çektirdim. Çocuklar okula gittiler. Okul çıkışında “Olurmu böyle olurmu. Kardeş kardeşi vururmu.” diye hep birlikte bağırarak çarşıya çıktılar. Vatandaşlarda onların peşine düştü. Çarşıda bunlar olurken, bizde 15 kişi kirmanın lokantasında oturuyorduk. Lokantaya iki polis gelerek, beni karakola götürmek istediklerini bildirdiler. Niye götürmek istediklerini sorduğumda, emniyet amirinin istediğini bildirdiler. Bunun üzerine 15 arkadaşla birlikte kalktım. Karakola giderken, çarşıda biriken vatandaşlara işaret ettim, onlarda bizimle birlikte karakola doğru yürümeye başladılar. Osman Evlüce ile Hamza Şahinde burada idi.  Karakola gelince emniyet amiri-“ Dışarıda biriken vatandaşlara söyle de buradan gitsinler.”dedi. Karakolun balkonuna çıkarak dedim ki- “ İskilipli hemşerilerim. Ben memleket namına fedakârlık yapıyorum. Bunlar beni burada öldürebilirler. Sakın ola buradan ayrılmayın.”  Karakolun önünden, konağın önüne kadar vatandaşlar birikti. Durmadan slogan atıyorlardı. Bunun üzerine beni karakoldan bıraktılar.



Olaya İçişleri Bakanlığı müdahale etti. Emniyet amirini ve Ortaokul müdürü Sadık Koçhisarlıyı İskilip’ten başka yere tayin ettiler. Koçhisarlı aslında iyi adamdı. İskilip’te bu tip olaylara ben müdahil oldum.

 MY- Siyasete girişiniz nasıl oldu?

İskilip’te önceden elektrik yoktu. İskilip’in Ulaştepe mahallesinde dört ayrı yerinde köşe başlarında bulunan gaz yağı ile yanan feneri, Hasan lakabıyla bilinen biri yakardı. Rıfat’ta kafası çalışan birisi. İskilip’te sinema salonu açmak istiyor.  Bunun için yer lazım. Bizim evde bunun için toplantı yapıldı. Toplantı da halkevinin yanına, sinema salonu yapılmasına karar verildi. Yanına da jeneratör odası yapılacak. Oradan çarşı camisi ile Hanönü, Şıhyavsu camisine hat çekilecek.

Baha Koldaş ile birlikte Şıh Eteme gittik. Şıh Etem benimde ana tarafından akrabam olur. Beni tanımadı. Bu kim diye sordu. Çaloğun Ali ağanın oğlu Mustafa dediler. Bana “Allah seni daim başarılı etsin” diye dua etti.

Hamam Özünden bize her yıl, üç tona yakın pirinç gelirdi. Babam evde, 1- 2 kg gelen teneke kaplar ile torbalara pirinçleri koyar, bunları babamın dediği yerlere dağıtırdık. Fakir fukaraya pirinç dağıtma işi, babamı da ayakta tutan unsur idi.

Biz demokrat partiliyiz. Seçimlerde kâğıt dağıtılırdı. Bazen halk partililer ile kavga ederdik. Siyasete böylece girdik.

Babam bana altı bin liraya cip almıştı. Onunla şoförlük yapardım. Bir gün Jandarma Yüzbaşısı; beni Kara dereye götür dedi. Yüzbaşı ve yanındakileri, dedikleri yere götürdüm. Oradayken Uğurludağ’a acilen gitmek için haber geldi.  Cip’e atladık, bir saatte Uğurludağ’a gittim. Yüzbaşı sırtımı sıvazladı. Seni Jandarma Genel Komutanlığına şoför olarak göndereceğim dedi. Askerlik sıram gelip yoklama için şubeye gidince, beni jandarmaya ayırdılar. Jandarma daha uzun süre askerlik yapardı. Askerlik dağıtımında beni, Tunceli Hozat’a gönderdiler. Burada beş ay kaldım. Asya gribi diye bir hastalık geldi, hepimiz hastalandık. Orası hayat şartları zor yerdi. Bir gün beni binbaşı çağırdı. Cezamı verecek diye korkarak yanına gittim. Odasına girince binbaşı ayağa kalktı.” Oğlum Mustafa senin İstanbul a tayinin çıktı. Bu büyük iş, sana kim torpil yaptı. Ben üç yıldır tayinimi buradan başka yere yaptıramıyorum. Onlara söyleyin de benimde tayinimi çıkarsınlar.” Dedi.  Bende -Söyleyeyim komutanım dedim. İstanbul a gidince şöförlüğümü imtihan edip, beni jandarma albayının şoförü yaptılar.  Her sabah onu Teşvikiye’den alıp getiriyordum. Görevli olarak gidip gelirken, İskilip askerlik şubesinin eski albayı ile karşılaştım. Onu da arabaya aldım. Giderken cipe albayın düğmesi düşmüş. Ertesi günü bizim albayı birliğe getirirken, albay düğmeyi arabada buldu. Bana-“ bu düğme kimin, kimi arabaya aldın.” dedi. Bende tanıdığım piyade albayını cip’e aldığımı söyleyince, niye aldın diye beni dövdü. Ertesi günü, albayın şoförlüğünü artık yapmam dediğim için, bir hafta hapse atıldım. Hapisten çıkınca, şoförlüğü yapacaksın dediler. Bende yapmam dedim. İstanbul da Beşiktaş kaymakamı İskilipli Süreyya Serbest vardı. Ona gidip durumu aktardım. Oda albayı tanıyormuş. Onunla görüştü, beni Beykoz’a aldırdı. Orada da şoförlük, araba tamiri, telefon tamiri yaptım. Her altı ayda bir Jandarmanın atışı vardır. Atıcılığı ben orda öğrendim.

1961 Yılında babama dedim ki “ Bana onbin lira ver, cip alacağım.” Oda bana otelde çalış dedi. Ben otelde çalışmak istemiyordum. İki bin beş yüz lirayı kefalet kooperatifinden aldım. Ali Küyük ile ortak cip aldık. Her gün sabah namazını kılıp cipin başına geçip çalışıyorum. Bir senede arabanın borcunu bitirdim. Borç bitince Ali Küyüğe-“ cipi ya al, ya bana sat.” dedim.  Cipe 14 bin liraya pazarlık ettim. Ama verecek yedi bin lira para yoktu.  Eve gidip, rahmetlik hanımımın altınlarını alıp geldim. İsmail Kayılı benim halamın oğlu idi. Fehmi Vahapoğlunun da eniştesi. Kayılıya - “ Benim altınları al, yedi bin liralık kısmını sat.” Dedim. Oda dedi ki- “Mustafa hanımının altınlarını satma. Yarın başına kakılır problem olur. Ben sana o parayı vereyim. Eline geçince bana getir.” Dedi. Ziraat bankasına gittik ve bana, hesabından para çekme yetkisi verdi. Ben onun hesabından para çekmedim. Kargıda Sadık Tuzcu vardı. Ona dedim ki;-” Benim yedi bin liraya ihtiyacım var.” Oda cevaben- Tamam ben İskilip e gelirim dedi. Sadık Tuzcu İskilip’e gelip, Tuzcu oğlunun dükkânına oturup paça yerken, bana haber gönderip oraya çağırmış. Bende haberi alınca, Tuzcu oğlunun lokantasına gittim. Birlikte oturup yemek yerken, masanın üzerine yedi bin lirayı koydu. Parayı alıp Mustafa Küyüğün dükkânına giderek,  parayı Mustafa Küyüğe verdim. Cipi Ali Küyükten devir aldım. Ben Sadık Tuzcunun borcunu da ödedim. Daha sonra üç senede iki cip daha aldım. Üç cipim oldu.

1960 İhtilal’ından önce İskilip’e belediye başkanı seçilecek. Tarım Bakanlığında çalışan, Ziya Şensesi bağımsızdan belediye başkanı seçeceğiz dediler. Ben o kadar faal çalışıyorum ki. 1956 yılında Ziya Şensese çalışıp, belediye başkanı seçtirdik. Ben daha askere gitmemiştim.

Benim üç çipim var. Osman Çorumlu istifa etti. Hilmi Genç belediye başkanı oldu. Bir gün polis gelip, yazıhanemin önündeki cipleri kaldırmamı söyledi. Bende- “Memur Bey, burası cip yazıhanesi. Ben buradan cipleri nasıl kaldırırım.” dedim. Oda-“ Baş Komiserin talimatı var, kaldıracaksınız.” dedi. Bende –“ Hangi yiğit kaldıracaksa, benim ciplerimi buradan kaldırsın.” dedim. Bunlar siyasi zorlamalar idi.

Bir gün Kemal Çarkacı ile Kocaali gelip-“ Mustafa Kestek Kurşunlu da kaza geçirip vefat etti.  Gidip cenazeyi alalım dediler. Gidip cenazeyi İskilip’e getirdik. Sonrada Kocaali,  İminalın Nuri ağa, Kemal Çarkacı- ” Kesteğin arabasını sen al.” dediler. Almam dediysem de almamı ısrar ettiler. Kısmette varmış aldım. Böylece akaryakıt işine başladım.  Bazen İzmit’e, bazen Mersine gidip mal alıp getiriyorum.

Senato seçimi geldi. Süreyya Serbesi Çorumdan aday yaptık. Otelin yanındaki odayı parti binası gibi donattım. Seçimlerde sadece İskilip’ten, Serbeste oy alabildik.

Süreyya Serbesin isteği üzerine, İskilip’ten Belediye başkan adayı arıyoruz. Mehmet Tatarın yanına gittim, seni aday yapalım dedim. Kabul etmedi. Kıraathaneye gittim, Tahtakılıç tavla oynuyor. Seni Süreyya Bey istiyor dedim. Önce tereddüt edip, Süreyya beyin yanına gitmek istemedi. Çünkü Süreyya beye borcu vardı, parayı isteyecek zannetti. Süreyya Beyi yanına gidince, Tahtakılıça başkanlığa adaylığı teklif etti. Tahtakılıç – “Parasının olmadığını, bu işin masrafının altından kalkamayacağını” bildirdi.  Ona- ”Seçim masrafını ben karşılayacağım. Başkanlığa seçilirsen altı ay içinde bana borcunu ödersin. Kazanamazsan harcadığım parayı istemeyeceğim” dedim. Yazıhane de şoförlere  “ Hepimiz Tahtakılıça çalışacağız. Masrafımızı seçilince alırız.” Dedim. 1968 yılında Tahtakılıçı başkan seçtik. İkinci döneme geldik. Tahtakılıç yine bağımsızdan aday oldu. 

 İkinci seferde bende, belediye meclisine girdim. Başkan vekili oldum. Tahtakılıç İskilip’ten ayrılınca, başkanlığa ben vekâlet ediyorum. Tahtakılıç Ankara’ya gitmişti.  Hacı Karanide otobüs yazıhanesini yapıyorum. Ankara ya telefon edip Tahtakılıça demişler ki-“ Çaloğlunu başımıza bırakıp gittin. Burada bu gereksiz iş yapıyor. Tahtakılıç hemen İskilipe dönerek, yapılan yazıhane binasını yıkmaya kalktı, yıktırmadım. Yeni seçim dönemi gelince Hocaliyi, Nuri ağa, Küyüğü aldım belediyeye gittik. Tahtakılıça – “ Senden başarılı bir çalışma göremedik.” dedim. Tahtakılıç-  Daha iyisini bulursanız onu seçin dedi. Bunun üzerine seçimde bağımsızdan aday oldum, 113 oy ile seçimi kaybettim. Hilmi Genç başkan seçildi. Üç yıl reislik yaptı, 12 Eylül de başkanlıktan aldılar. Mustafa Yelkovan ile Metin Kalyoncuyu İskilip’e başkan yaptılar.

Özal Başbakan olduktan sonra, Merzifon Top tepede Özalı karşılamaya gittik. 25.03.1984 seçimlerinde belediye başkanlığına aday olup, ANAP’TAN seçimi kazandım. Yapılan seçimde; yurt genelinde % 65 Belediye başkanlıklarını ANAP kazanmıştı. Ankara’da Arı sinemasında başkanlar toplantısı düzenlendi. Toplantıda söz alarak- “  Çarşının içindeki ortaokul binasının başka yere taşınmasını, çiftçi malları koruma parası sorun oluyor, bunu kaldırın.” dedim. Bu konuşmam Özalın hoşuna gitti, bana teşekkür etti. Belediye başkanlığına seçildim ama belediyede çöp kamyonu yok. Çöpler vaktinde alınmıyor. Belediyede 28 memur, 43 işçi kadrosu var. Belediyenin çok sorunu var. Su yetmiyor, jeneratör ile üretilen elektirik yeterli olmuyor. Ankara da İller Bankasında daire başkanı olan Şükrü Serdara giderek, Genel Müdürün yanına çıktım. Sorunlarımızı anlatınca Genel Müdür - ” Başkan Türkiye’nin senin gibi başkana ihtiyacı var.” Dedi. Suyun temini için genel Müdürden söz aldım.  Rıhtım yapmak için çalışıyorum. Enerji Bakanı diyor ki” İzmir’de bizim elektriklerde yanmıyor. Meclise guruba gidip, Özalı görmek için kapıda beklemeye başladım. Özal ile karşılaştığım da Özal elini sırtıma koydu-“ Atatürk barajını bitireyim, senin tüm istediklerini yapacağım.” Dedi.

MY- Özal ile özel hatıranız var mı?

Özal beni seviyordu. Mecliste Milletvekili Ahmet Altıntaş ve Ahmet Soğancıoğlu ile oturup, Özal’ı bekliyorum. Mesut Yılmaz geldi, Özal’ın partiden çıkıp meclise geldiğini söyledi. Beklerken Özal meclise geldi. Sayın Başbakanım ben İskilip Belediye başkanı deyince “nerde o” dedi. Tokalaştık beni kucakladı. Ona dertlerimi anlattım.  Ben anlatıyorum, etrafta notları aldılar. Özal dedi ki-“ Çalık suyun yapılıyormuş, elektrik işinide halledeceğiz. Okul içinde sana 250 lira gönderiyorum bu işe de başla, kalanını sonra göndeririz.” Dedi. Onu İskilip’e davet ettim. 16 bin ilçe nüfusumuz vardı. Belediye hopörlerinden- “ çok değerli hemşerilerim. Türkiye’nin başbakanı ilk defa İskilip e geliyor. Hangi partiden olursan ol, belediyenin önüne gel.” Diye Özal’ın geleceğini duyurdum. Dolmaları yaptırdım. Gece saat 12 oldu ama kimse yerinden kıpırdamıyor, Özalı bekliyor. İskilip’e Osmancık’tan, Çorum’dan Çankırı’dan gelenler de oldu. Vali, Özal, ben Belediye den konuşmak için meclis salonundan çıkarken, bu arada top patlayınca Özal sarsıldı. Vali başkan ne oluyor deyince, bir şey yok şerefe top patlıyor dedim. Niye haber vermedin dediler. Özalı başkanlık koltuğuna oturttum. Bütün dertlerimi anlattım. Dokuz tane bakan var. Özal dedi ki- “ Çalığı mecliste görmek istiyorum. Ben Özal’dan Askeri malzeme üretim yeri istedim. Özal “ Sana on milyar lira vereceğim, fabrika kur.” dedi. Ankaradan 4-5 heyet geldi. Özalı konutunda bile görebiliyordum. Ben İskilip’in suyunu, elektrik konusunu hallettim. Belediye binasına ilave yaptım. Söke’ye gittiğimde yolların parke kaplı olduğunu gördüm. Oradan üç tane parke getirdim. İskilip’te parke üretip, yolları parke kapladım. Çarşı Camisine kalorifer yapmak için faaliyete geçtik. Vakıflar inşaatı durdurdu.

Kazım Oksay telefon ederek, başkan öyle yemeğini sende yiyorum dedi. Buyur bakanım dedim. Vatandaşı belediyenin yanına çağırdım. Kazım Oksay’a –“ Ruhsat alınmadığı için inşaatı durdurduklarını.” Söyledim.  Kayseri bölgeye gittim. Komisyon toplandı. Profesörler dedi ki-“ Tarihi camiye kalorifer yapılır mı? ”

Bende dedim ki-“ Sayın profesörler bizim memleket soğuk. Caminin ısınması için dört tane soba kurulması, her taraftan boru geçmesi lazım. Camide soba devrilir, borular etrafa saçılırsa ne olur?” dedim. Bölge müdürü dedi ki-“ başkan bir dışarı çık.” Dışarı çıkınca müdür yanıma gelip bunlar şu parayı yatırmanı istiyorlar. Bunu yatır bu iş olsun bitsin dedi. Bende olur dedim. Mehmet Atar bu parayı nereden bulacağız başkan dedi. Bende olsun, gerekirse cebimden karşılarım dedim. Bize kalorifer onayını verdiler, böylece çarşı camisinin kaloriferini tamamladık.

Özal bize İskilip e bir fabrika kur, ben onmilyar lira göndereyim dedi. İskilip te toplantılar yaptık. Nasıl bir fabrika yapacağımızı kararlaştırıp, Özal’ın söylediği fabrikayı kuramadık. Şirket kurup vatandaşların katılımını sağlayamadık. 

MY- Sayın başkan Genç nesil e bir mesajınız var mı?

Genç nesil e söyleyeceğim önce dürüst olmalarıdır. Ticari hayatta bu çok önemlidir. İskilip’te halen nerde bir sorun varsa, iki ortak arasında problem varsa çözmek için beni çağırırlar.

İkincisi çalışkan olmalarıdır. Ben çalıştım. Mersin, Kocaeli, İzmir’den İskilip’e gece gündüz demedim, akaryakıt taşıdım. Gelirken de iki paket sigara içiyordum. Ciğerleri mahvettim. Bırakalı 2,5 sene oldu ama halen sigaranın verdiği rahatsızlığı çekiyorum.

Bu güzel sohbet için size teşekkür ediyorum.



MUSTAFA YOLCU






5 Temmuz 2012 Perşembe

MUSTAFA HİDAYET VAHAPOĞLU




MUSTAFA HİDAYET VAHAPOĞLU 23.05.2012



MY- Bize kendinizi tanıtırmısınız.

1956 Yılında İskilip Sakarya Mahallesinde, Mısırlı hocanın mezarının bulunduğu çeşmenin karşısındaki evde doğdum. Babam Hacı Vahaplar sülalesinden, annem Yesirağa sülalesindedir.

İlkokula babamın memuriyeti nedeniyle Ağrı ilinin Tutak ilçesinde başladım. Bayatta devam ettim, Şırnak’ta bitirdim. Ortaokula İskilip’te başladım, Şırnak’ta devam ettim, Erciş’te bitirdim. Liseye Erciş’te başladım, Konya Karatay lisesinde bitirdim. Lise son sınıfta, ülkücü olduğum için ikmale bırakıldım.

İskilip’te ortaokulu birlikte okuduğumuz İsmail Özer, Mehmet Küyük olmak üzere çoğunu ismen hatırlamadığım, görünce tanıdığım arkadaşlarım var.



MY- Kürtçeye vakıf oldunuz mu?

Şırnak civarında konuşulan Kürtçeyi anlıyorum. O bölgede farklı lehçeler var. Şırnak’ta bulunan, Eruh’ta konuşulan Kürtçeyi anlamıyor. Bu sebeple Şırnak ta konuşulan Kürtçeyi anlıyor, birazda konuşabiliyorum. O bölgeden halen görüştüğümüz arkadaşlarım var.



Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesini bitirdim. Yüksek lisansımı Ankara Üniversitesinde, doktora eğitimimi ise Gazi Üniversitesinde 1987 yılında tamamladım. 

En büyük arzum pilot olmaktı. Silahlı kuvvetler imtihan açmıştı. İmtihana girerek 1979 Yılında Türk Silahlı Kuvvetlerine geçtim. Jandarma Okullar Komutanlığında eğitim uzmanı, plan program şube müdürlüğü, daha sonra Jandarma Genel Komutanlığında proje subaylığı görevlerini yaptıktan sonra, 1988 yılında MGK Genel Sekreterliği bünyesindeki görevime atandım.  Askerliğimin 2/3’si MGK genel sekreterliğinde geçti. 2007 Yılında da buradan, kendi isteğimle siyasete atılmak için emekli oldum.



MY- Küçüklüğünüzde size okuma zevkini kim aşıladı?



Bu konuda, rahmetli babamın hakkını hiç inkâr edemem. Babam ortaokul mezunu idi. Okumaya aşırı düşkünlüğü vardı. Ayrıca okumaya düşkünlüğümde, babam kadar üzerimde tesiri olan dedem ile amcamdır. Dedem Akşam gazetesi, amcam Cumhuriyet gazetesi okurdu. Onlar gazetesini okuyunca ben alır, gazeteleri okurdum. Halen haftada bir kitap okumasam, günde en az üç gazete okumasam rahatsızlık hissederim. Dedemin birçok hatırasını dinledim. Ailemizde erkek çocuğuna özel önem verilirdi. Bende ailenin en büyük erkek çocuğu idim. Bu yüzden bana özel önem verirlerdi. Sürekli dedemi ve amcamı dinlerdim. Dedemin lambalı bir radyosu vardı. Radyonun anteni avluya kadar uzanırdı. Bu radyodan ajans dinlenirdi. Dedem; aile ile ilgili hafızayı bana aktarmaya çalıştı ve askerliğini anlattı. Cumhuriyetin ilk yıllarında yaşanmış bazı olayları anlatırdı. Daha sonraki dönemlerde dedemin bana anlattıklarının, bire bir doğru olduğunu gördüm. Dedem Hasan Cemal in dedesinin idare ettiği 4. Ordu da Belh’te görev yapmıştı. 13.5 yıl askerlik yapmış. Suriye, Beyrut oraları çok iyi bilirdi. Tarihçi olmamama rağmen, tarih zevkini onlardan aldım. Bu devrede gazeteci Burhan Feleği tanıdım.



MY- Dedenizin anlattığı, unutamadığınız hatıranız varmı?

Dedemin anlattığı olaylardan; dedem Lübnan çıvarında bulunan Filistinlilere çok kızardı. Lübnan civarında birlikleri dağılıyor. İki arkadaş kalıyorlar. Burada Kral Abdullah’ın yaşattığı bir takım olaylar var. Dedem diyordu ki ”  Ben Arapçayı çok iyi biliyordum. Bizim askerler, Türkiye de konuştuğu gibi Arapça konuşuyordu. Türk askerlerinin karınlarının yarılması hadisesini anlatarak: Araplar soruyorlar “Paranız nerede” dedem cevaben-” parayı harcadık, paramız yok“ diyor. Başka askerler yanlış bir Arapça ile-” parayı yedik” diye cevap veriyorlar. Araplarda parayı yuttu sanarak, askerlerin parasını almak için karınlarını yararak öldürüyorlar, para da bulamıyorlar.

Bir bağ evine saklandıklarında, pişen et kokusu burunlarına geliyor. Kokunun geldiği tarafa gittiklerinde, çıldıran bir kadının çocuğunu kazana koyarak, pişirdiğini görüyorlar. Yanındaki arkadaşı bu durumu görünce çıldırıyor.



Rahmetli Atıf hoca ile ilgili şunları anlatmıştı. “Benim ismini taşıdığım Mustafa Hidayet  dedem, o tarihte İstanbul’da Bayazıt Camii imamı ve Şehzade mektebinin hocası imiş. İskilip’ te okuyan Atıf hocayı zeki bir talebe olarak görüyor. İskilip’te öğrenimi bitince okusun diye, Atıf hoca ile Vahap dedemi yani dedemin babasını İstanbul a götürerek okula yazdırıyor.  Dedem Kuvayı Milliyeci oluyor. Atıf hoca ise Patişahcı oluyor. Atıf hoca idam edildikten sonra, hanımı ve kızı bir süre İskilip’te bizim evde kalıyorlar.



Dedem bize-“ Komşuluk ilişkilerinde çok dikkatli olmamız ve komşu hukukuna riayet etmemiz gerektiğinden bahseder, şana şöhrete düşkün olmamamız gerektiğini nasihat ederdi. Arkadaşınız ile birlikte olduğunuzda, arkadaşınız bir elmayı ikiye bölerek büyüğünü size, küçüğünü kendisine bırakıyorsa; bu arkadaşınız değerli birisidir. Onunla arkadaşlık et, tersini yapandan uzak dur” diye öğüt verirdi.



MY- Meslek hayatınız ile ilgili hatıranızı anlatırmısınız.



Gece olup başımı yastığa koyduğumda,hiç bir zaman günün muhasebesini yapmadan uyumadım. Yaptığım işlerden vicdanen müsterih oldum. Allaha binlerce şükürler olsunki; bilerek çoluk çocuğumun kursağına  haram lokma koymadım.



Meslek hayatımda hep üst düzey yöneticilerle çalıştım. Görevim gereği Başbakanlıkla, Cumhurbaşkanlığı ile çalıştım.

İki şeyi yapmak istedim. Birincisi-“ Malazgirt ovasında, Anadolu’nun fethinin dolayısıyla Türk yurdu oluşunu canlandıracak bir görsel eser kazandırmaktı. Bu batılı ülkelerde örnekleri olan bir uygulama. Malazgirt savaşının geçtiği alanda, Türk ve Bizans ordusunun mücadelesini üç boyutlu, aslına uygun bir anlatım olacaktı. Yeni nesillere bu maket üzerinden Malazgirt Savaşının Türk ve İslam tarihi bakımından anlam ve öneminin anlatılmasını sağlamaktı. İkincisi ise –“ Van’da Ermenilerce yakılan ve halen toprak altında bulunan eski Van şehrinin kazılarak, yeniden ortaya çıkarılması ve buranın 2015 yılında Ermeni mezalimini sergileyecek şekilde, dünya kamu oyunun bilgisine sunulmasını sağlamaktı.” Van olayını Sayın Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’de onaylamış ve ödenek ayrılması için Başbakanlığa yazılmıştı ama bunun ile ilgili ne ödenek ayrıldı, ne kazma vuruldu. Öylece kaldı. Bu ikisini de gerçekleştiremedim. Maalesef ülkemizde politikaların devamlılığı yok. Birinin yaptığını, diğeri aynı partiden bile olsa bozuyor.

Ahlatta Selçuklu Mezarlığı vardır. Bu mezarlık dünyanın sayılı mezarlıklarındandır. Döneminde Londra, Paris, Moskova, Berlin, Roma gibi tarihi eski şehirlerin mezarlıkları ile eşdeğer büyüklüktedir. Yani Ahlat önemli bir nüfus ve medeniyete sahip Türk kentidir. Osmanlı gelmiş, Selçukludan kalan Ahlat mezarlığı mezar taşlarını, kale surları yapımında kullanmış. Cumhuriyet devrinde de bugünkü Van havaalanının yapımında dolgu maddesi olarak yine Selçuklu mezar taşları kullanılmış.



MY- Size siyasi şuuru kim verdi.

Babamla amcamın siyasi görüşü farklı idi. Amcam sol düşünceli iken, babam Rahmetlik Türkeş’in hayranı idi. Babam vatan, millet, din derdi. Bu değerleri ön planda tutardı. Bizi de bu şekilde yönlendirirdi. Erciş lisesinde edebiyat öğretmenimiz vardı. Bize Malazgirt savaşını konu eden müsamere yaptırdı. Tarih bilincini aşıladı. Sosyal çevremiz bunun devamını sağladı. Allaha şükürler olsun, çizgimizde kırık olmadan bu günlere geldik.



MY- Siz görevli olarak yurt dışına da gittiniz. Bu konuda anlatacaklarınız var mı?

Resmi görevli olarak 27 ülkeye gittim. Hükümeti temsilen de gittim. Görevlerimiz ülke güvenliği ile ilgili konulardı.

İsmini vermek istemediğim bir Avrupa ülkesinde,  büyükelçimizin ülkenin gündemdeki en önemli konudan habersiz olduğunu, Türkiye’den gönderilmiş koruma polisini kullanmadığını, Elçiliğin bulunduğu sokağın bölücü örgütün afişleri ile dolu olduğunu gördüm. Sokaktaki afişleri kendim indirmeye kalktım. Ankara’ya şikâyet edildim. Aslında bu tür Türkiye aleyhine afiş vesaire olaylarını elçilik engelleyebilirdi.



MY- Yurt dışında temsilde, boşluk olduğunu söyleyebilirmiyiz.

Tabiî ki. Elçilikler Türk evidir. Başı sıkışan vatandaşın, ihtiyaç sahibi kişilerin buraya başvurduğunda; sorunlarına sahip çıkılması gerekirken, tersine vatandaşlar elçiliklere giremez, sorunlarına muhatap bulamaz olmuştur. Bu söylediğim 1990 lı yıllardır.



MY- Monşer tabirine katılıyor musunuz?

Buna tam katılmıyorum. Siyasi iktidarlar yön gösterirlerse, güzel şeylerde oluyor. Görevinin bilincinde olan elçilerimizde vardı. Batılı ülke istihbarat örgütlerinin, oradaki Türk topluluklarının içine girerek, onları yanlış yönlere yönlendirdiğini, yanlış işler yaptırdığını gördüm. Buradaki faaliyetlerin kötü uzantıları, ülkemize kadar gelmektedir. Bölücü faaliyetlere destek oluyorlar. PTT damgası vurulmuş, patates mührü vurulmuş evrakları; “ ben Türkiye’de baskı görüyorum” un delili olarak kabul edildiğini gördüm. Maalesef bu ülkelerin, bize dostane davranışları yoktu. Ayrılıkçı örgütlerin, bu ülkelerin himayesinde büyüdüğünü gördüm.



MY- Alpaslan Türkeş le yakından tanışıyor muydunuz?

Rahmetlik Türkeş’in bir çok kez elini öptüm. İlk karşılaşmamız da dört beş gençtik. Bize nerede okuduğumuzu, ne olacağımızı sordu. Bende” Pilot Subay olmak istiyordum, ama bu imkanı kaçırdım .” dedim. Bana” Oğlum sen oku, üniversitede okurken imtihana girerek subay olabilirsin.” Dedi. Zaman zaman gençlerle toplantısı olur, bize tavsiyelerde bulunurdu. Mesafeli de olsa, aynı mekanda birlikte olmanın verdiği güzel duygularım var. Benim üzerimde büyük bir etki yarattı. Allah ondan razı olsun.



MY- Türk askeri nasıl olmalıdır?



Dünyaya yeniden gelsem, yine asker olurdum. Kamu hizmetinde Muharip asker olurdum..



1- İyi bir Türk askerinin taşıması gereken asgari özellikler; askerin kuvvetli bir maneviyat sahibi olması gerekir. Allah inancı, İslam inancı taşımayanın, iyi bir maneviyat sahibi olmayanın iyi asker olması mümkün değildir. Asker barış şartlarında savaş şartlarını yaşar. Askerlik mesleği para karşılığı yapılacak bir meslek değildir. Maneviyat sahibi olmak, olası bir savaş şartlarında kendinizi ve vazifenizi yapma imkanı doğurur. Askerin; öncelikle manevi yönü güçlü olması gerekir.



2- Güçlü bir adalet duygusu olmalıdır. Hiyerarşiden tutun, disiplin kurallarından tutun, size emanet edilen vatan evlatlarından tutun, sizden beklenen vazifeye kadar, adalet terazinizden sapma olursa istenilen yere varamazsınız. Bizim askerimiz sert komutanı sever. Sert komutanın da adaletli olanını sever. 



3- Devlet malını azami derecede koruyucu olması gerekir. Asker devletin kendisine emanet ettiği, o an kullandığı malzemeye dikkat etmezse, bunlara sahip olmazsa, vatana hiç sahip olamaz.  Vatan savunulduğu müddetçe somutlaşır, anlam ve önem kazanır.



4- Asker tarihi ve tarihi olayların günümüze kadar uzanan siyasi etkilerini bilmek zorundadır. Askerin toplumdan kopmaması gerekir.



5- Askerin iyi bir aile hayatının olması gerekir. Düzgün bir aile yaşantısını oluşturamayanların, yaşatamayanların, askerlik mesleğinde başarılı olması mümkün değildir. Başarı demek rütbe alıp, ordu komutanı olması şeklinde söylemiyorum. Hizmetini tam yapabilmesi manasında söylüyorum. Bir askerin nöbet ve diğer vazifelerle, aktif meslek hayatı boyunca evinden üç yıldan fazla ayrı kalması gerekiyor. Dolayısı ile evinden ayrı kaldığı sürede, gözünün ve aklının arkada kalmaması gerekir.



Mehmetçiğin ifa ettiği askerlik hizmeti, bizim dinimiz gereği vermemiz gereken, fitre ve zekâtın karşılığıdır. Askerlik sağlam bedenin zekâtıdır, fitresidir.  Allahın verdiği bu sağlığın karşılığı olarak, erkek evladı askerliğini yapar. Askerlik mesleği gençlerimize zor gelmemelidir. Burası irade eğitiminin yapıldığı yerdir. Babası söylediğinde yerinde durmayan çocuk, komutanı dediği için yerinden kıpırdamaz.  Anadolu evladı askerde, ölümün karşısında bile “ ölürsem şehit, kalırsam gazi” duygusunu hiçbir zaman yitirmeden, görevini gözünü kırpmadan yapar. Asker ocağı Peygamber ocağıdır. Bu duygudan uzaklaşılamaz. Bizim milletimiz, batılılarda olduğu gibi vicdani retçilerin taban bulamadığı bir millettir.



MY- Hemşerilerimize iletmek istediğiniz, mesajınız varmı?

Bir İskilipli olarak şunu söylemek istiyorum. Bizim çocukluğumuzda teneffüs ettiğimiz, İskilip’in o güzel atmosferini, o manevi havasını devam ettirsinler. Şöyle bir örnek vereyim; Ramazanda sofra da ortaya keşkek konmuş, topun atılmasını beklemenin duygusunu kaybetmesinler. Siyasi akımlar, iktidarlar gelip geçer. Onların eğer hizmet ettilerse eseri kalır. Onların etkisi ile guruplaşmasınlar, ayrışmasınlar. Bunu yapabilenler İskilipli, Çorumlu kimliğini kaybetmeyenler; Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olma, Türk olma duygusunu kaybetmezler.



İskilip in nüfusunda ciddi bir sirkülasyon var. Dışarıya göç var. İnsanlarımız çoluk çocuğunun rızkının peşinde memleketinden kopup, gurbete gitmek zorunda kalıyor. Bunlardan biriside benim. Ama İskilip’ten kopmadım. Yılda bir defa bile olsa, parkın dondurmasını yemek için, Ramazanda nareyi topu duymak için, düğünde dolma yemek için İskilip’e gidin. Büyük şehirlerde yaşanmayan komşuluk ilişkilerini özellikle çocuklarınıza, ailenize teneffüs ettirin. Komşularınızla tanıştırın. Mümkünse onların evlerine, akşam ziyaretlerine götürün. Ailenizi bağa, bahçeye götürün. Çocuklarınızı İskilip’e getirin. Hısım akraba ile kaynaşmalarını sağlayın. Özellikle de mezarlıkları ziyaret edin. Kız erkek ayrımı yapmadan çocuklarınızı mutlaka okutun. Yüksek öğrenim görmelerini teşvik edin.



Hidayet beye, verdiği bu değerli bilgiler için teşekkür ediyorum.





Mustafa Yolcu






27 Haziran 2012 Çarşamba

PROF.DR.ABDUL HALUK ÇAY

PROF. DR. ABDUL HALUK ÇAY
14.05.2012

MY- Haluk Bey bize kendinizi tanıtırmısınız.
23.12.1945 Tarihinde İskilip’te doğdum. Baba tarafım Çatlak dereden, efendi oğullarıdır. Ömer Efendi dedemdir. İsmail Çay babamdır. Anne tarafım Baha Bey mahallesinden, Gümrükçü oğullarından Nuriye hanımdır. Babam askerlik sonrası PTT memuru olmuş. Tayini Amasya ya çıktığından, Amasya ya taşınmışız.
Bir yaşından 8 y...aşına kadar olan devrem Amasya da geçti. İlkokul bir- ikinci sınıfı Amasya da okuduktan sonra, Çoruma tayin olduk. Gazi Paşa İlkokulunda dördüncü sınıftan itibaren eğitimime devam ettim. 1957 de ortaokula Amasya da başladım.
Erdoğan İnal, Mehmet Kale, İsmet Kasımcan, Mehmet Köse, Mustafa Namlı ortaokuldan arkadaşlarımdı. Geniş bir arkadaş çevremiz vardı. Başarılı bir öğrenci olduğumu söylerler.
1960 Yılında Lise birinci sınıfı Çorumda okudum. Tayinimiz Amasya ya çıkınca Lise iki ve üçüncü sınıfı 1961- 1963 Yıllarında Amasya da okuyarak bitirdim. Liseyi bitirdikten sonra, aynı yıl babamın tayini İstanbul Beylerbeyi PTT. Çıktı. İstanbul a taşındık. Edebiyat fakültesini kazandım.
1963 yılından (1974- 1975 yılları dışında) 1980 yılına kadar, İstanbul da kaldım. Bir yandan çalışarak, bir yandan okudum.
Okul yıllarında fikir hareketleri önemli idi. 1961 Anayasasının verdiği özgürlük ortamını, aydınlarımız hazmedemedi. Bu anayasa en demokratik anayasaydı. Ülkede kutuplaşma oldu. Bizde kendi yerimizi bulduk.1967 Yılında Kadıköy Türkçüler Derneği başkanı oldum. Bu devrede ben; fikir adamı Nihal Atsız, Nejdet Sancar, Necip Fazıl Kısakürek ile tanıştım. Seminer ve konferanslarına katıldım.
1967 Yılında Taha Akyol gurubu ÇKMP gençlik kolları başkanlığından çekilince, ben başkan oldum. Başkanlık 1969 kadar sürdü. Adana kongresinde MHP de bir kopma oldu. Türkçü gurup olan bizler MHP den çekildik.
1970 Yılında okul bitti. Doktora sınavını kazandım. 1972 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih bölümünde, Umumi Türk Tarihi Kürsüsünde başladığım doktora çalışmasını, pekiyi derece ile tamamladım. Okullardaki boykotlar ve huzursuzluk nedeni ile İstanbul’daki yaşama şartları zorlaşınca, öğretmenlik yapmaya karar verdim.
Öğretmenliğe müracaat ettiğimde listede, İskilip Lisesinde tarih öğretmenliğinde boş kadro vardı. Bende bu kadroya müracaat ederek, 1973 yılında İskilip Lisesi'nde Tarih Öğretmenliği ile meslek hayatına başladım. 1975 Yılı sonuna kadar, İskilip’te görev yaptım. 1975 yılı Haziran-Ekim döneminde Polatlı Top ve Füze Yedek subay Okulu'nda kısa devre askerlik görevini yaparak, 1976 Şubat ayında İstanbul Ortaköy Eğitim Enstitüsü Sosyal Bilimler grubuna, tarih öğretmeni olarak atandım. Aynı yıl Müdür yardımcılığı görevine getirildim. Bu görevde 1978 haziran ayına kadar kaldım.
Ortaköy Eğitim Enstitüsü görevim sırasında, üç defa teftiş geçirdim. CHP iktidarı beni görevden almak istiyordu. Bir teftişimde gelen müfettiş bana; utanç verici bir soru olarak “inkılâp Tarihi dersinde, Atatürk ün nutkunu neden ödev olarak verdin.” Diye sordu. Bende cevap olarak “ Türkiye Cumhuriyetinin Milli Eğitim Müfettişi, bana böyle bir soru soramaz. Sorunuzu cevaplamıyorum .” dedim. Ben Eğitim Enstitüsünün, tek doktoralı öğretmeni idim. Buna rağmen beni görevden almak istiyorlardı. Daha sonraki yıllarda, Bülent Ecevit’le aynı kabinede birlikte çalışırken, kendisine bu durumu aktardım. Ecevit hayret etti. Böyle soru nasıl sorulur dedi. Eğitim Enstitülerinden iki yıllık okul mezunlarını ilk biz mezun ettik.
1978 Eylül -1980 Ocağı tarihleri arasında İstanbul Eyüp Lisesi'nde, Ocak-Mart 1980 tarihleri arasında; Üsküdar Kız Lisesi Müdür Yardımcılığı ve tarih öğretmenliği görevlerinde bulundum. 1980 yılı Mart-Haziran aylarında İstanbul Atatürk Eğitim Enstitüsü Sosyal Bilimler grubu öğretim üyeliği ve müdür yardımcılığı görevine getirildim.

Hacettepe Üniversitesinde görev almak için, dilekçe ile başvurmuştum. Okuldan beni arayarak, göreve başlamamı istediler. 29 Haziran 1980 tarihinde, Hacettepe Üniversitesi Sosyal ve İdari Bilimler Fakültesi, Tarih Bölümü öğretim görevliliğine getirildim. YÖK Yasası'nın çıkmasından sonra, adı Edebiyat Fakültesi olarak değişen aynı Fakültenin Tarih Bölümü'nde, yardımcı doçentliğe yükseltildim. 1984 tarihinde "Sultan II. Kılıç Aslan ve Zamanı" adlı tez ile doçent olmuştum. 1989 tarihinde Profesörlüğe yükseldim
12 Eylül döneminden sonra Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği, Toplumla İlişkiler Başkanlığı'nda, 1983 yılından 1993 yılına kadar, Ermeni, Kürt meselesi, Türk Dünyası üzerine uzman ve daha sonra müşavir olarak görev yaptım. 1993 Haziranına kadar bu görev sürdü.
1994-1995 yıllarında, Hacettepe Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü Müdürlüğü görevine getirildim. Yine 1991-1995 tarihleri arasında Türk Tarih Kurumu Asli üyesi olarak seçildim.
24 Aralık 1995 tarihinde yapılan Milletvekilliği Genel Seçiminde, MHP'den Gaziantep birinci sıra milletvekili adayı oldum. Kürt dosyası kitabımdan dolayı, Refah Partililer, Ahmet ve Mehmet Altan kardeşler, Hüseyin Üzmez aleyhimde korkunç iftiralar ile kampanya başlatarak hedef gösterdiler. MHP'nin ülke barajını aşamaması sebebiyle, 43000 oy almama, seçilmiş milletvekili olmama rağmen TBMM'ye giremedim.

Seçimlerden bir gün sonra Gaziantepli gazeteciler bana “secim sonucu hakkında ne düşündüğümü “ sordular. Bende” Buraya kahraman Çorumlu olarak geldim, Gazi Antepli olarak gidiyorum.” dedim. Ertesi günü benim bu sözümü gazetelerinin baş manşetine çektiler.

1993 yılında Türkeş beyin isteği üzerine TÜDEV kurduk ve buranın genel sekreterliğini yürüttüm. Türkeş beyin vefatından sonrada genel başkanlığı görevini yürütüyorum.

Üniversite elemanlarının siyasi partilerin üst yönetiminde yer almasını sağlayan kanunun kabulünden sonra, MHP'ne üye oldum. 23 Kasım 1997 tarihli MHP Genel Kurulunda, kongre başkanlığı yaptım ve MHP Merkez Yürütme Kurulu'na seçildim. MYK toplantısı sonrasında, MHP Divan Üyeliğine ve Divanda'da MHP Genel Başkan Yardımcılığı görevine getirildim.
1999 Yılında yapılacak olan seçim nedeni ile emekliliğimi istedim ve emekli oldum. Seçimlerde Çorumda çok güzel çalışma yaptık. Milliyetçi Hareket Partisi Çorum da, tarihinin en fazla oyunu aldı. 96000 Oy aldık. 28 Nisan 1999 seçimlerinde, MHP'den Çorum Milletvekili seçildim. Türk Dünyasından sorumlu Devlet Bakanı oldum.
Bahçeli ile olan ihtilafımın sebebi; bakan olan arkadaşların, diğer bakan arkadaşının icraatları hakkında bilgisi yoktu. Bakanlar birbirinden uzak, milletvekilleri halktan, teşkilattan uzak bir pozisyon yaratıldı. Ben bunu dile getirerek; bakan arkadaşların 15 dakika bile olsa bakan arkadaşlarına, icraatları hakkında bilgi vermesini istedim. Bu olmadı. Teşkilatın bilgi sahibi olması sağlanmadı

Kazakistan da 1970 Yılında başlayan, Ahmet Yesevi külliyesinin yapımı konusu var. Bu türbeye 16 milyon dolar harcanmış, inşaatın %70 bitmişti. 10 yıldır inşaat devam ediyor. Kazak Türkleri arasında “Türkler verdiği sözde durmaz.” Sözü hâkim olmuş. Külliyenin tamamen bitmesi için sekiz milyon dolar istenilen inşaatı, 1,2 milyon dolar harcayarak bitirdim. Külliyenin açılışına Bahçeli gelmedi. Sezerle birlikte gittik. İskilip belediye başkanı, Çorum belediye başkanı, Çorum milletvekillerini açılışa davet ettim. Gelip gördüler. Ahmet Yesevi bizim için, Türk İslam dünyasının tarikat ve mezhebinin piridir. Bütün tarikatların manevi önderi Ahmet Yesevidir.

2001 yılında, Orhun anıtlarında arkeolojik kazı yaptırdım. Cumhuriyet tarihinde ilk defa; ülke sınırları dışında, üç yıl arkeolojik kazı yapıldı. Bilge kağanın hanımına ait, 4500 tane altın ve gümüş hazine bulundu. Burada bulunan anıt mezarların birebir kopyası yapılarak, asılları müzeye alındı. Kopyaları dışarıda sergilendi.

TİKA kanununu ben çıkardım. Türk Cumhuriyetlerine ait çok güzel çalışmalar oldu. Ülkemize 28000 tane Türk Dünyasından öğrenci gelip, ülkemiz üniversitelerinde okudu. Bunların 3-5 bini mezun oldu. Burada mezun olan çocuklar, şimdi ülkeleri yönetimde bir yerlere geldiler. Türkiye ile entegrasyonu güçlendirmek için çok güzel çalışmalar yapıldı.

1993 Yılında Türkeş beyle beraber başlattığımız, Türk kurultaylarından 9. Kurultayı yapmaya çalıştık. Sayın Bahçeli; Türkmenistan da beraber olduğumuz zaman kurultayın ödenek kararını imzalayacağını söyledi. Türkiye ye döndükten sonra, ödenek konusundaki kararı imzalamadı. Ama Noel Baba şenlikleri ile ilgili kararı imzaladı.
Bu kurultay ile ilgili Demirel in girişimi ile sponsor bulundu. 1999 yılı 23 Aralık ta, Polat rezonansta bu kurultayı gerçekleştirdik. Kurultay dönüşü, Bahçelinin isteği üzerine görevden alındım.
Görevimin başında iken, Çankırı- İskilip- çorumu birbirine bağlayacak demiryolu yapılması için teşebbüse geçtim. Ulaştırma bakanlığınca bu konuda proje çalışmalarına başlanarak, bir yere kadar gelindi. Görevden alındığımda; hem bu proje iptal edildi, hemde benim vasıtam ile göreve gelen İskilipli hemşerilerim, mevcut yerlerinden alınarak başka yere tayin edildi.

MY- Küçüklüğünüzde size okuma alışkanlığını kim verdi.
İlkokul 2. sınıfta “Barbaros Hayrettin geliyor, Yavuz Sultan Selim ağlıyor” adlı Feridun Fazıl Tülbetcinin kitaplarını okudum. Babamla PTT de çalışan Adil çavuş vardı. Bu kitapları o temin etmiş. Kitapları ben onlara okurdum. Adil çavuş, ben kitap okurken ağlardı. Buradan bende kitap okuma zevki oluştu. İlkokulda Emin hoca tarih dersini, bana anlattırırdı.

Önceden İskilip’te iyi bir aile dayanışması vardı. Elektrikler gece 11 de kesilirdi. Akrabaların evlerinde toplanılır, kadınlar kendi aralarında oyunlar oynardı. Bende onlara çeşitli kitaplar okurdum.
İskilip’te aşçı Mori vardı. Aşcı Mori 31 Mart hadisesinin olduğu zamanda, İstanbul da askermiş. Bunların birliği 31 ayaklanması hadisesine destek vermemiş. Abdülhamit in hallinden sonra, birliklerini ceza olarak Makedonya ya sürmüşler. Aşçı Mori Makedonya lokantalarında, oranın yemeklerinin yapılmasını öğrenmiş. İskilip’e Döndükten sonra lokanta da, orada öğrendiği yemekleri yapmış. Ramazanda demirciler çarşısındaki Hüsnünün kahvesinde; 30 gün boyu iftardan sahura kadar hikâye, masal, fıkra anlatırdı. Bende bazı akşamları oraya gider, onu dinlerdim. Aşcı Morinin anlattıklarının banta alınmasını çok istedim. Ama bu gercekleşmedi. Kütüphaneye gider orada kitap okurduk. Akşam beş olunca bizi kütüphaneden zorla çıkartırlardı.

Evimizin önünde ağaç vardı. Bu ağaçtan dal kestim. O sırada yoldan eşeği ile geçen birisi beni yanına çağırdı ve dalı niye kestin diye tokat yapıştırdı. Bir şey diyemedim. O zamanlar toplum murakabesi vardı. Durumu aileme bildirsem, bir tokatta onlardan yerdim.

MY- Devletin içinden gelmiş olan birisi olarak soruyorum. Türkiye’nin derin devleti varmı?
Hayır, Türkiye’nin hiçbir zaman derin devleti olmadı. Ama başka ülkelerin derin devletlerinin, ülkemizde faaliyetleri oldu. Nato ya girmeden, biz ülkemizde uçak üretiyorduk. Bazı silahları üretiyorduk. Amerika bu üretimleri durdurmamızı, bize bunları daha ucuza kendisinin vereceğini söyledi. Bu üretimleri durdurduk. Neticede teknolojik olarak geri kaldık. O üretim devam etseydi, şimdi daha ileri konumda olurduk.

MY- Kürtçülük hadisesi hakkında ne düşünüyorsunuz?
Kürtlerin nüfus meselesi var. Bunlar nüfusunu ne kadar abartırlarsa abartsınlar, Kürt nüfusu ülke nüfusunun % 10 ancak yer alırlar. Bu nüfusunda büyük bir kısmı, Türklerle evlilik yaparak akraba olmuşlardır. Ayrılmaya yönelik faaliyet yürütenlerin sayısı cüzidir. Bunların dil birliği yoktur. Suriye’deki, Iraktaki, İran’daki, Beyrut’taki Kürtlerin dilleri ayrı ayrıdır. Nitekim PKK Lübnan’daki kamplarında, Türkçe eğitim vermiştir. Fakat bunların arkasında yer alan İngilizler bunlara, tarihin değişik dönemlerinde değişik görev biçmiştir. Özal döneminde başlayan politika ile teşvik adına bu bölgeye verilen krediler, Ankara da İstanbul da, sahillerde yatırıma dönüşmüştür. Böylece Kürtlerin elinde sermaye birikimi sağlanmaktadır. Bu yanlışlık yine devam etmektedir

MY- İskilipli yeni kuşağa ne iletmek istersiniz.
İskiliplilerin; yeni yetişen aydın kuşağına sahip çıkması gerekir. Yazarçizer takımı ile öğretim görevlisi olmuş birçok gençlerimiz var. Bunlara sahip olup, bunları gençlere örnek olması için tanıtmamız gerekiyor. Yazılı eserlerinin basımı konusunda, yardımcı olmamız gerekiyor. Bu gün Çankırı’da, Kırşehir’de ahilik geleneği uygulanıyor. Bizde bunlar 60 yıl önce vardı. Arasta ağalarımız vardı. Bizde usta, kalfa, çırak geleneği vardı. Biz bunları kaybettik. Kobi geleneği devam ettirilebilirdi. İskilip’te üretilen mallar, Madein Germany damgası vurularak İskilip’e geri geliyordu. Şimdi İki kardeş bile İskilip’te yan yana gelip, ortaklık yapamıyor. Ceviz kütüklerimiz kesilerek, cevizcilik bitirildi. İskilip’in cevizi dünya çapında ünlü idi. Nahçivan da ve Kıbrıs ta ceviz reçeli yapıyorlar. İskilip’te sanatkârlığı öldürdük. Bağ bahçeciliği öldürdük. Bunları yeniden ayağa kaldırmamız gerekiyor.

MY- Abdul Haluk beye, bize verdiği bilgiler için teşekkür ediyoruz.

Mustafa Yolcu
  •