20 Ekim 2020 Salı

 


TARİH ÖĞRETMENİ EYÜP ERİŞ- 3

İSKİLİP LİSESİ ÖĞRENCİLERİM 

YÜKSEL TEMELCİ 

İskilip Lisesi’ne tayin olunca, Tanay Oteli’ne yerleştiğimi söylemiştim. Gündüzleri kantinden, Necek Usta dediğimiz ünlü aşçının çalıştığı lokantadan, bazen kendi kendimize yaptığımız yemek ve kahvaltılarla yemek ihtiyacımızı gideriyorduk. Necek Usta ve garson Ahmet’le akraba gibi olmuştuk. Bazı akşamlar Fuat beyle gittiğimizde bize çilingir sofrası kurar, acılı et sote yapardı ki parmağını yersin. Nedense Necek Usta beni çok severdi. Yanıma gelir sohbet eder, bana yemeklerinden kıyak geçerdi. 

Neyse Ramazan-ı Şerif mübarek kapıyı çaldı. Kutlu günlerde orucumuzu eda edeceğiz, Allah ne verdiyse çay, peynir ekmek daha ne olsun, sahur vakti atıştırıyoruz. Genciz de açlık pek koymuyor. Allah ağır işte çalışanlara kolaylık versin diye, günleri teşbih gibi çekiyoruz. Bir gece saat 03’te kapım çalındı. Yüksel Temelci kardeşim çıka geldi “Hocam, oruç tuttuğunuzu öğrendim, annem size bu mayalılarla şu kızılcık şurubunu gönderdi. Lütfen kabul et, bu mübarek günlerde âdettendir. Sakın yanlış anlama, kabul edersen ziyade memnun edersin” dedi. 

“Bak şimdi beni mahcup ettin, üç lokma iki zeytin yetiyor be aslanım, ama seni bu güzel adetinizden ötürü kıramam. Ancak bu ikramını öğretmen-öğrenci ilişkisi içinde görme. Bundan ötürü de benden iltimas, kayırmacılık bekleme. Allah rızası için kabul ediyorum” dedim. Yüksel bulanık sesiyle “hocam, zaten sizin derslerinizden en başarılı öğrenci benim. İsterseniz notlarıma bakın, beni yanlış anlamayın” dedi. 

Gerçekten de Yüksel çalışkan, üretken, işbilir bir öğrencimdi. Hem öğrencim, hem arkadaşım oldu diyebilirim. Beni Ramazan gecelerinde sık sık ziyaret etti. Anacığının yaptığı sahurluk menüleriyle bahtiyar etti. Hiç unutmadım onu ve kız kardeşini. Anadolu insanının civanmertliğini ben onlarda gördüm. Geçenlerde ona bir ferman gönderdim, o da benim için yazdığı şiirle cevap verdi. Ya işte böyle, Yükselim öğretmen olmuş, emekliye ayrılmış, boğuk bulanık sesiyle hala nazire okuyor. Canım benim, gülüm benim, aslanım Yüksel’im…

MUSTAFA YÜKSEL 

İskilip Lisesi’nin bahçesinin karşısında, öğrenci Pansiyonu vardı. Pansiyon yönetim kurulu beni, pansiyon yönetimine uygun görmüş, ben de hayır diyemedim. Her şeyinden sorumlu olarak, çarşı pazar işi, yemeklik sebze, meyva, et, bakliyat ne eksikse tedarik ediyorduk. Ayrıca yemekhane, yatakhane, çamaşır, banyo, yakacak, dirlik, düzen, disiplin benden soruluyordu. Ben de otelden Pansiyondaki odama yerleşmiştim. 

Öğrencilerimiz genellikle köylerden ve lisesi olmayan ilçelerden gelen, genelde yoksul ailelerin çocuklarıydı. Eh biz de ayni koşullarda okuduğumuz için, insan halinden anlıyorduk.  

Bir gün Mustafa Yüksel öğrencimin ceketini, eski ve kısalmış gördüm ve eski günlerim aklıma geldi. Mustafa da iri yarı, ben gibi cüsseliydi. Benim de ceketim tam ona uygun diye düşündüm. Yeni ceketimi ona verdim ve iç cebine de 50 TL koydum. Bunlar söylenir mi bilmem ama salt örneklik olsun yeni yetmelere diye yazıyorum. Mustafa Yüksel’den de özür dilerim.  

Mustafa’m mahcup, ama bana olan saygısından kabul etti. Ben de rahatladım. Neyse gidip giymiş, sanki ölçmüş gibi tam olmuş. Ama çıktı geldi “ Hocam çok teşekkür ederim, çok beğendim, Allah razı olsun. Yalnız cebinde 50 TL unutmuşunuz” dedi. Mustafa’cım, unutmadım, vermekte sıkıldım, bu şekilde vereyim dedim. Ne olur kabul et, ihtiyacın varsa gör diye teskin ettim ve kabul etti. Yine affınıza sığınarak ve timsal olsun, gençlere örnek kalsın diye söyleyeceğim, o zaman ki maaşım 450 TL idi. Tekrar Mustafa’dan özür dilerim. İyilik aşikar edilmemeli, sağ elin verdiğini sol el görmemeli ama, burada kastım öğretmenlere, amirlere, memurlara, iş adamlarına, varsıllara, muktedirlere, durumu komşusunda iyi olanlara, güçlü olanlara, etkin ve yetkin olanlara.. 


Sevgiler, saygılar

Derleyen- Mustafa Yolcu

Hocam elinize, ağzınıza sağlık. Okurken duygulandım. Eyüp Eriş hocamdan bu yazıları istemekle ne iyi etmişim dedim. Saygılarımı sunuyorum.

 


12 Ekim 2020 Pazartesi

TARİH ÖĞRETMENİ EYÜP ERİŞ

 


Tarih Öğretmeni Eyüp Eriş 

Lise'de okuduğumuz dönemde, bize tarih dersini sevdiren, tarihin anlamını öğreten öğretmenimizdi. Basma kalıp ders anlatma yerine, tarihi gözümüzün önünden filim şeridi gibi geçiriyordu. 

Aradan geçen onca yıla rağmen kendiisini unutmamış, arkadaşlarla bir araya geldiğimiz' de kendisini anıyorduk.

En son telefon ile görüşmemiz'de, İskilip Lisesine ait hatıralarını yazmasını rica ettim. Oda beni kırmadı . Bana gönderdiği aşağıdaki yazısını sizlere sunuyorum. Yazı bir kaç parçada yayınlanacaktır.

Mustafa Yolcu


İSKİLİP LİSESİ

               TARİH ÖĞRETMENİ EYÜP ERİŞ YAZIYOR


1968 yılı Ankara D.T.C.F. Tarih Bölümünden mezun olduğumda 22 yaşımdaydım. Burslu olmam nedeniyle Bakanlıkta kura çektiğimde Çorum İskilip Lisesi beni sevindirdi. 

1968-69 Öğretim Yılı başında İskilip’e geldiğimde Park’ın karşısındaki Tanay’lar Otelinde bir odaya yerleştim. İçim pırpır ediyordu, heyecanlıydım. İskilip Lisesi de karşıda görünüyordu. Okuldan ders programımı aldım, otele dönüp nasıl ders anlatacağıma ilişkin prova yapmaya başladım. Aynada da jest-mimik ve vücut dili temrinleri yapıyordum. Ne yapsam 45 dakika sürecek ders 15 dakikada bitiveriyordu. Tanışma faslı vs ile dersi doldurabilir miyim telaşı içim içimi yiyordu.

Sabah erkenden okula geldim ve Öğretmenler Odasının bir köşesine oturdum. Öğretmen arkadaşlarla tanışırken de ayrı bir heyecan yaşadım. Ayla (Küyük) hanım bana çok yardımcı oldu. Fuat (Peker) bey ilk yanıma oturan ve bana güven aşılayan kişiydi. Sonraları da en büyük ustam, örnek aldığım kişi oldu, bana öğretmenliğin sırlarını (Disiplin, Özveri, Özgüven, Öğretme Metodu, Sevgi ve Saygı Yaratma, Öğretmen Öğrenci Diyaloğu, Öğrenciye Rehberlik, Sorun Tarama ve Çözme) gibi nicelerini onu izleyerek öğretmiş oldu. Ayrıca iki arkadaş, iki kardeş, iki kafa dengi olduk ki yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmez oldu. Fuat beyden daha sonra yine söz ederim, diğer arkadaşlardan da İskilipçe öğreniyordum (Bıldır, Göbel, Elleem, Neyn vs.)

Neyse zil çaldı, Ayla hanım beni sınıfa götürdü; 6 Edebiyat C miydi, içeriye girdiğimde, şaşırdım, bazıları benim yaşıma yakın hatta yaşlı olan bile vardı. Lise yeni açılınca kayıt yaptırma fırsatı bulmuşlar. Oğlanlar yakışıklı, bıçkın, ama efendi; kızlar boylu poslu, alımlı ama çok terbiyeli. Tahtayı kullanarak heyecanımı yendim, kendimi tanıttım, dersi işlemeye başladık, öyle kaptırdık ki bu kez konuyu bitiremedim. İlk tanıdığım ve iz bırakan öğrencilerim ; Yüksel Temelci, Şaban Dingil, Ahmet Tor, Ömer Şen, Mustafa Namlı, Mustafa Kılıç, Mahinur Ünlü, Şeyda Kalyoncu, Ali Kılcı, Mustafa Mazlum, Yusuf Sağlam, Zübeyir Kemelek,  Mehmet Suakıtıcı, Mustafa Karaaslan, Mustafa Arlı, Mehmet Ağzıkara, Perihan Petek, Mustafa Yüksel ve yüzlerce hatta binlerce hepsi hatırımda..

Öğrencilerimi çok sevdim, sevgi karşılıklı ya onlar da bana sevgi ve saygı ile yaklaşıyorlardı. Öğretmenliği çok sevdim, gençlere benlik, kimlik, özgüven, araştırma, sorgulama, mücadele, değer bilinci, ülke sevgisi, tarih bilgisi, kültürel zenginlikleri görme, Cumhuriyet ve Demokrasi erdemi, tarihe mal olmuş örnek şahsiyetler, Atatürk ilkeleri ve çağdaş Türkiye süreci, ayrıca tartışma, fikir üretme, analaiz ve sentez, iyi yurttaş, yararlı insan yani birey olma, dünyayı tanıma, teknolojik gelişmeleri izleme (örneğin edebiyat derslerine de girdiğimde kompozisyon sınavında “1969 Uzay Yolculuğu ve Aya İlk Adım Atma” konusunu insanlık adına, Bilim adına ve Türkiye adına nasıl değerlendirirsiniz diye sormuştum) konularını da amaç, araç, sorun, çözüm açılarından damıtmak gerekiyordu. Böylece öğrenciler ezberci tavırdan önem ve sonuç çıkarma, yorumlama yöntemine geçiyorlardı. Tarihi bir olayı neden ve sonuç ilişkisi içinde incelerken soru sorardım; Ahmet Torun ayağa kalkar, çok vurgulu, uzun açıklama yapardı ve ona Senatör adını takmıştım. Bu ona yapıştı ama bundan mutluydu, hala beni aradığında “tanıdınız mı hocam, ben Senatör Ahmet” diyor.

                                                                                                                        (Devamı var)



26 Eylül 2020 Cumartesi

BİR SUBAYIN HATIRASI

 

BİR SUBAYIN HATIRASI 

 

Sizlere subay emeklisi bir arkadaşımın bana anlattığı, hatırasını paylaşmak istiyorum. 

Arkadaşım teğmen olarak tuzla piyade okuluna tayin olmuştu. Daha sonrasını kendi anlattıklarından okuyalım: 

 “Yemekhaneye yemeğe gitmiştik. Yemek yerken birisi yemekhanenin giriş kapısının önünü geldi. Topuk selamı verip bağırdı “MERHABA ARKADAŞLAR”. Yemek haneye girerken, böyle bağırarak selam verme gibi bir durum yoktu. Bu kişiyi de ben tanımıyordum.

 

Bağıranın kim olduğunu, yanımdaki arkadaşlara sordum. Dediler ki bu MT’dir. Kıbrıs harbine de katılan, böyle bir arkadaştır dediler. O sırada üsteğmen rütbesinde idi. M.T bu şekilde tanımıştım. 

Bir cumartesi izin günü, sivil olarak İstanbul’da hırkayı şerif camisine gitmiştik.

Namazdan çıkarken, bir köşede yedek subay okulu talebesi birinin hıçkırarak ağladığını gördüm.

Yanına gidip niye ağladığını sordum.

Bize cevaben- “Okulda eğitimde mola verilmişti. Bir kenarda vakit namazını kılarken, komutanımız M.T yanıma gelerek, kızgın bir şekilde ne yaptığımı sordu. Bende “komutanım namaz kılıyorum” dedim. Bana, gerici yobaz burası namaz kılacak yer mi? Burada nasıl namaz kılarsın. Senin yedek subaylığını yaktım. Sen er olarak kalacaksın dedi. Talebe devam ederek; ben askerliği çok seviyorum. Bu elbiseyi çok seviyordum. Yedek subay olmanın hayali ile yaşıyor, çocuklarımı yanıma getirmek istiyordum. M.T benim bu hayalimi yıkacak. Dilerim Allahtan onu’ da bu elbiseden mahrum etsin. Bu ELBİSESİ GİYME ZEVKİNİ TADAMASIN” der. Talebeye ağlamamasını, metin olmasını, her şeyin geçeceğini söyleyerek yanından ayrıldık. 

 O talebenin yedek subay yapılmadığını, er olarak askerliğini sürdürdüğünü öğrendim “dedi. 

Daha sonraki yıllarda M.T , Tuzlada Yüzbaşı rütbesindedir.

Nöbetçi subayı olduğu bir günün akşamında, birliğinden 5–6 teğmen o civarda bulunan içkili bir lokantaya giderler.

İçkilerini içip yemeklerini yedikten sonra, hesaplarını isterler.

Hesapları bir hayli kabarık olarak gelir. Hesaba itiraz ederler.

Lokantanın fedaileri, subayları orada kötü bir şekilde döverler. 

Dayak yemiş bir şekilde birliğine gelen subayları, nizamiye de nöbetçi olan Muzaffer Tekin görünce adeta çıldırır ve ne olduğunu sorar. Onlarda olanları anlatır.

 M.T emir vererek, birlikte ne kadar teğmen varsa, buldukları kazma kürekle gelmesi talimatını verir. Bir askeri kamyona binerek, başlarında Muzaffer Tekin olmak üzere o lokantaya giderler. Lokantayı yıkın diye emir verir.  Lokanta yerle bir edilir. 

Daha sonra olay mahkemeye intikal eder. Mahkeme sonucunda içlerinde M.T olduğu bir kısım subayın, ordudan ihracına karar verilir. 

M.T nihayetinde birliğinden ağlayarak ayrılır. Ve nizamiyede derki “BEN BU ELBİSENİN AŞIĞI İDİM. BENİ BU ELBİSEDEN MAHRUM EDENLER ALLAHINDAN BULSUNLAR “ 

Hani derler ya “ALMA MAZLUMUN AHINI. ÇIKAR AHESTE, AHESTE” 

Mustafa Yolcu- 20.05.2005

13 Eylül 2020 Pazar

İSKİLİP İLÇEMİZDE TÜRK BOYLARININ İSİMLERİNİ TAŞIYAN YERLER

 



İSKİLİP İLÇEMİZDE TÜRK BOYLARININ İSİMLERİNİ TAŞIYAN YERLER:

 

Türk boyları Anadolu'nun çeşitli bölgelerine yerleşmiştir. Bir ili ele aldığımız ’da en fazla üç Türk boyunun olduğunu görürüz.

 

İskilip’ te ise 10 yakın Türk boyu bulunmaktadır. Bayat ve Oğuzlar daha önce İskilip’ e bağlı olduğu için, hepsi de birlikte anılmıştır. İskilip’ e bu kadar Türk boyunun gelmesinin nedenini, tarih araştırmacılarının araştırması gerekir.

 

Bu durum İskilip’ in farkındalığını ortaya koymaktadır. Bağrından yetişenlerin, tarih boyunca yüksek yerlere gelmesi’ de, farkında lığını ortaya koymaktadır.

 

İskilip’ imiz 1970 li yıllardan sonra unutulmuş, gözden uzak bir konuma gelmiştir. Cumhuriyetin kurulmasından itibaren, her dönem en az iki milletvekilline sahip olan ilçemiz, yıllardır bir milletvekiline bile sahip olamamaktadır.

 

-Bayat (ilçe) boyu

 -Oğuzlar boyu

-Çetmi (İskilip ilçesine bağlı bir köy) boyu

-Evlik

-Karaevli (Karaevliya) (Uğurludağ ilçesinde bir köy)

· Kargın (İskilip İlçesi Evlik köyüne bağlı bir mahalle)

· Kargın (İskilip İki pınar köyünde bir mahalle)

· Kargın (İskilip ilçesi Kavak köyünde bir mahalle)

· Kargın yaylası (İskilip Deveci dağında bir yayla)

· Kayı (Kayı boyu ) köyü

-Salur (Çorum merkezde bir köy) boyu

- Yavu (İskilip ilçesinde bir köy)

 - Avşar boyu büyük bir kısmı

 - Bayat- beydili köyü (Beydili boyu)


 

Mustafa Yolcu-


2 Eylül 2020 Çarşamba

İSKİLİP EĞİTİM KÜLTÜR VAKFI

 


 İSKİLİP KÜLTÜR VE EĞİTİM VAKFI- 21 EKİM 2010

 

1975 Yılı idi. Çocukluk arkadaşım olan rahmetli Ömer Söylemez, Ankara da İktisadi Ticari İlimler Akademisi'nde okuyordu. Kendisi ile karşılaştığımızda

 “Ankara da bulunan İskilip Kültür ve Yardımlaşma Derneğinin, kanuni varlığının devam edebilmesi için yıllık genel kurulunun yapılması gerektiğini“ bildirdi.

 

O zamanlar Derneğin başında, kuaför olan rahmetli Mustafa bilgen vardı. Ankara da bulduğumuz 5–6 İskilipli arkadaşımız ile Mustafa Bilgenin dükkânına giderek derneğe üyelik kaydı yaptırdık. Daha sonrada derneğin genel kurulunu yaparak, fesih duruma düşmesini engellemiştik.

 

Derneğin 1972 yılında aldığı Balgat ta arsası vardı. Bu arsa;  Ankara’da gece düzenleyerek, Ramazan'da İskilip’te kıraathane ’de tombala çekilerek toplanılan para ile “ANKARA DA YURT YAPMAK” İÇİN ALINMIŞTI.” İskilip’teki faaliyetleri Recep şanlı, Şükrü Şeref Şanlı, İbrahim Altop, Yılmaz Demirel, DR. Zekeriya bey organize etmişti. Balgat’ta alınan arsayı Rahmetli Ahmet İkiz ağabey bulmuş, arsayı görmeye; Abdulkadir Alpaslan, Fazıl Onat, Ahmet İkiz üçü gitmişler. O zamanlar Balgat’ta arsanın bulunduğu bölge gecekondu bölgesi imiş. Arsanın bir köşeside de gecekondu tecavüzlüymüş. Rahmetli Fazıl Onat arsayı beğenmiş ve almaya karar vermişler. Rahmetli Fazıl Onat arsanın üzerine yapılan binayı görmüştü.

 

Fazıl Onat ağabey vefatından kısa bir süre önce, Ankara’daki büroma gelmiş, İskilip için yaptıklarını, oğlunun kendisi ile ilgilendiğini övgü ile anlatmıştı. Mustafa Bilgen den sonra derneğe başkan seçilen Ahmet Bodutcu’nun zamanında, İzmir caddesinde Büyükhanlı apartmanının en üst katında, dernek merkezi için daire kiralandı. Bu zamana kadar dernek toplantısını Mustafa beyin dükkânında, genel kurulu da Kuaförler derneğinde yapıyorduk. Bu devrede, Balgat’ta bulunan arsayı kat karşılığı müteahhide vermek gündeme getirildi. Bunun için genel kuruldan yetki alınacaktı. Bu arada Dr. Abdulkadir Alpaslan ağabey ile tanıştım. Bana dernek yönetiminde faaliyet göstermek istediğini, kendisi ile birlikte dernekte faaliyet gösterip, göstermeyeceğimi sordu. Bende iyi şeyler yapılmasını istediğimi, kendisi ile birlikte olacağımı bildirdim. Tarih 1984­ 1985 arası idi.

 

 Dernekte yapılan genel kurul toplantısında: Derneğin yönetim kuruluna­ 1­ Abdulkadir Alpaslan 2­ Yılmaz Demirel 3­ Mustafa Yolcu 4­ Saim Barutçu 5­ Necdet Demirel seçildi. Denetim kuruluna ise Ahmet Evlice seçildi. Kirası zor ödenen derneğin kullandığı daire tahliye edilerek, eşyaları İskilip devlet hastanesine gönderildi.

 

Toplantılarımızı Abdulkadir ağabeyin, Küçük Esat ta bulunan muayene hanesinde yapıyorduk. 1990 yılında derneği vakfa dönüştürme kararı aldık. Abdulkadir Alpaslan ve Saim Barutçu nun kurucu üye olarak müracaatı ile Vakıf kurma teşebbüsü başladı. İskilip Kültür ve Yardımlaşma Vakfı, 21.01.1991 tarihinde tescil edilerek faaliyete geçti. Vakfın beş nüsha olarak tüzüğünü daktiloda yazıp notere tasdik ettirdik.

 

Kurucu mütevelli heyeti üyeliğinde 1­- Abdulkadir Alpaslan 2­- Saim barutçu 3-­ Mustafa Yolcu 4-­ Yılmaz Demirel 5­- Necdet Demirel 6-­ Yaşar Söyler yer aldı. Derneğin Genel kurul toplantısını yaparak “Balgat ta bulunan arsanın aynı hizmeti yapacak olan Vakfa bağışlanması kararını” aldık. Arsanın tapusunu vakfın üzerine devrettik. Daha sonra İçişleri Bakanlığınca Bakanlıktan izin alınmadan arsayı Vakfa niye devrettiniz diye sorgulandık. Bakanlığa bu konudaki savunmamızı verince Bakanlık bu konuyu kapattı.

 

 Vakıf merkezimiz Abdulkadir ağabeyin muayene hanesi idi. Burada yaptığımız toplantılara, rahmetli Yaşar Söyler ağabey rahatsızlığına rağmen aksatmadan katılırdı. Kadir ağabeyde çayımızı kuru pastamızı eksik etmez, yeri gelir karnımızı doyururdu. Genellikle akşam yaptığımız yönetim kurulu toplantılarının bazen saat 22-­ 23 kadar sürdüğü olurdu.

 

Vakıf olarak arsamızın üzerine bina yaptırma kararını aldık. Bina yaparak gelir temin edecek, gelirimiz ile İskilipli talebelere burs verecektik. Yılda bir kez yaptığımız geceler ile bağışlarla vakfa gelir getirmeye çalışıyorduk.

 

Vakıf yönetiminde bazı arkadaşlarımız “ İnşaat işine girmeyelim, bu işin altından kalkamayız.” Dediler. Kadir ağabey arsanın üzerine bina yapılmasını çok istiyordu. Bu kararından geri adım atmadı. Bina yapılması kararının arkasında durdu. Ahmet Evlice­ “ İnşaata başlayalım. Nasıl olsa ölü ortada kalmaz. Biri gelir kaldırır.” Dedi. Bunlar önemli destekti. Hepimizde bina inşaatını tamamlayabilir miyiz diye kara kara düşünüyorduk.

 

Binanın proje etüdünü rahmetli Ahmet Şiranlı yapmıştı. Projesini de mimar Zeynel Halıcıya çizdirerek inşaat ruhsatını almıştık.

 

Hafriyatını başladığımız ilk gün hafriyatın başında Abdulkadir Alpaslan, Mustafa Yolcu, İnş. Müh. Hemşerimiz Sururi Şahinbaş vardı. Temeli atma safhasında ön cepheden su çıkmaya başladı. Oraya çukur kazarak, çıkan suyu çukura topladık. Kurduğumuz pompa ile suyu çukurdan dışarı attık. Önde bulunan bağ hatıllarını da genişleterek, ilerde binada oturma olmamasını temine çalıştık. Temeli atıp su basman kalıbını kurduğumuzda, temel atma töreni yapma kararı aldık.

 

İskilip ten Belediye başkanı Mustafa Çalık Bey geldi. O gün dua ile kurban keserek tabliyenin bir kolonuna ilk harcı attık. Necdet Demirel in yaptırarak getirdiği tereyağlı mayalı, ayran, meyve suyu gelen misafirlerimize ikram edildi.

 

Hemşerimiz Edip Alpsar’ın kızı rahmetli Necla Alpaslan, babasından kalan Etlikteki daireyi vakfa bağışladı. Bu daireyi satarak parasını inşaata harcadık. Bu paranın inşaata çok büyük katkısı olmuştu. Birçok mücadele ile zor şartlar altında binanın betonarmesi bitirilerek tuğla duvar seviyesine gelindi. Bu devrede Kemal, Muharrem Kuşgöz kardeşlerin çok katkıları oldu. Nefesin kesildiği, para bulunamadığı zamanlarda, Kemal Kuşgöz kendi cebinden ödeme yaptı. Sıkıntı atlatılınca bulunan para Kemal Kuşgöz e verilerek, borç kapatıldı. Rahmetli Hasan Diler de inşaat sırasında birkaç kez parasal katkıda bulundu.

 

Binanın duvarı, sıvası, sıhhi tesisat boru ferşi bitmişti. Hastane işletmesi ile uğraşan bir firma, binamızı kiralayarak hastane yapmayı teklif etti. Tüm bina da değişiklik yaparak, yeniden düzenleyeceği projeye göre hastane yapacaktı. Firma ile anlaşma yapıldı. Anlaşmada belirtilen süreden sonra binadan kira alınmaya başlanıldı.

 

Yüksek öğrenimde okuyan İskilipli çocuklarımıza burs verilmeye başlanıldı. Ayrıca Gazi mahallesinden ikinci arsa alınarak, arsanın üzerine 280.000.­ TL harcanıp 6 dairelik ikinci bina yapıldı. Bu binada Kemal Kuşgöz hemşerimizin yönetimi yönlendirmesi ile İbrahim Karamemiş hemşerimizin inşaatın başında durması, Yılmaz Demirel in idari ve mali işleri halletmesi ile tamamlanıp YAPI KULLANMA İZİN BELGESİ alınmıştır. Bu bina toptan kiraya verildi.

 

Talebeliğinde Devletin verdiği kredi ile okumuş birisi olarak, çocuklarımıza verilen bursun ne anlama geldiğini, nasıl işe yaradığını çok iyi biliyorum. Bu çocuklarımızda yarın bu Vakfa katkıda bulunacak, oluşacak diğer imkânlarla Vakfımız daha çok çocuğumuza, daha çok burs verme imkânına kavuşacaktır.

 

Eleştirmek kolaydır. Bazıları Vakfın yaptıklarını yeterli bulmayarak eleştirebilir. Başka hizmetlerin yapılmasını isteyebilir. Mevcut Vakıf bu hizmetleri yapıyor. 165 çocuğumuza aylık 75­TL karşılıksız burs verilmektedir. 2009 yılında 80.000.­TL tutarı burs verilmiştir. Her yıl dolma gecesi yapıp İskiliplileri bir araya getiriyor. Dileyen hemşerilerimizde geri kalan hizmetleri yapabilirler. Vakfa katkıda bulunup emeği geçen, şu anda ebedi âlemde bulunan burada adını sayamadığımız kadar çok olan hemşerilerimize ALLAHTAN RAHMET DİLİYORUM. Bu işe gönül vermiş, çorbada bir kaşık suyu bulunan hemşerilerimize de SAĞLIK, SIHHAT, AFİYETLER DİLİYORUM.

 

Dr. Abdulkadir Alpaslan beyin vakfın kuruşuna sahip çıkıp, zamanını harcayarak, hiçbir fedakârlıktan kaçınmadan, Başkanlığını yürüttüğü “İSKİLİP KÜLTÜR EĞİTİM VAKFI” Ankara da örnek vakıflardan birisidir. DR. ABDULKADİR ALPASLAN AĞABEYİMİZE emeklerinden dolayı teşekkür ediyor, VAKFA KAZANDIRDIĞI ESERLERDEN DOLAYI TAKDİRLERİMİZİ BÜTÜN İSKİLİP LİLER ADINA SUNUYORUM.

 

Mustafa yolcu

 

Not- Bu yazıyı yedi sene önce yazdım. Aradan geçen süre içinde, bu yazıda ismi geçenlerin çoğu vefat etti. Hepsine Allahtan rahmet diliyor, kalanlara sağlık ve afiyet temenni ediyorum.

 

2.9.2020 Tarihi itibarı ile Abdulkadir Alpaslan abi vefat etti. Kadir abimi anmak, hatıraları yad etmek maksadı ile bu yazıyı tekrar yayınladım.

 

Abdul Kadir abime  alllahtan rahmet diliyor, onun eseri olan vakıf yaşarken, onun adı anılacaktır.

16 Ağustos 2020 Pazar

NATODAKİ VETO HAKKIMIZ

 



 NATO’DAKİ  VETO HAKKIMIZ- BİR YAZI

Televizyon programlarında sıkça duyduğumuz ve gazete köşelerinde nerdeyse her gün okuduğumuz bir hurafe var: ABD, bizim müttefikimizdir, ABD bize saldırmaz, ABD’den Türkiye’ye askerî tehdit gelmez!    

SALDIRDI AMA!

15-16 Temmuz 2016 gecesi Genelkurmayımızın, Jandarma Komutanlığımızın ve Özel Kuvvetler Komutanlığımızın işgali, Emniyet Genel Müdürlüğü’nün ve Meclisin bombalanması, ABD saldırısı değil de neydi?

PKK’nın terör eylemleri nedir, ABD’nin “Kara Gücü”nün saldırıları değil mi?

Doğu Akdeniz’de Noble Dina ve Nemesis tatbikatlarında namlularını Türkiye’ye doğrultan 6. Filo, Patagonya Donanmasının 6. Filosu mu?

Ergenekon-Balyoz tertipleriyle Türk Silahlı Kuvvetleri’nin komutanlarını tek kurşun atmadan esir alan ABD’nin FETÖ Gladyosu değil de kimdi?  

NATO tatbikatlarında düşman kapsamında fotoğrafları asılan Atatürk ve Tayyip Erdoğan acaba hangi ülkenin devlet başkanları?

ABD tarihinin en büyük askerî tatbikatı olan Millenium Challenge2002 tatbikatında 96 saatte işgal edilen ülke Avusturalya’da mı?

İtalya’daki NATO tatbikatında duvara asılan haritada parçalanmış olarak gösterilen ülke, Moğolistan mı, yoksa Zimbabve mi?

10 Mayıs 2020 gününden beri ABD’nin askerî yığınak yaptığı Aynelarap, Meksika sınırında mı?

NİÇİN VETO ETMEDİNİZ

Bir de “NATO’da veto hakkımız var” dedikleri safsata var.    

ABD’nin NATO’Gladyosu var, uçak filoları var, füzeleri var, Basra Körfezi ve Akdeniz donanmaları var, bizim beyefendilerimizin de veto hakkı var!

O veto hakkını 15-16 Temmuz gecesi ABD Gladyosunun tankları paletlerini döndürdüğü zaman, FETÖ Gladyosunun uçakları üslerden havalanınca, Gladyonun kara gücü Genelkurmay nizamiyesinden içeri girince niye kullanmadınız?

Veto hakkınızı, İncirlik’in Ankara’yı ele geçirmek için bir darbe üssü olarak kullanıldığı gün niçin hatırlamadınız?

Veto hakkınızı PKK’nın mayın döşemesini önlemek, pusu kurmasını engellemek için kullansanıza!

Veto hakkınızı kullanıp Ergenekon-Balyoz operasyonunu durdursaydınız, hayırlı bir iş yapmış olmaz mıydınız?

12 Mart ve 12 Eylül darbelerini durdurmak, Kahramanmaraş katliamını önlemek, 1 Mayıs 1977 Taksim katliamını engellemek için kırmızı kartınızı niçin çıkartmadınız?

Veto etseniz ne yazar!

TÜRK MİLLETİNİ KANDIRMA HAKKI

Hangi veto hakkından söz ediyorsunuz, bu milletle alay mı ediyorsunuz?

Bulgaristan, Romanya vb NATO’ya alınırken veto hakkınız varmış!

Aman ne müthiş bir kudret, ne muazzam bir yetki!

Ne var ki, o “veto hakkı” ancak ABD’nin oluruyla kullanılıyor. Fiilî durum bu!

Sizin “veto hakkı” dediğiniz, kağıt üzerinde, hayatta bir geçerliliği yok!

Türkiye’yi hedef alan eylemlerde veto hakkınızın esamesi okunmuyor!

Sizin “veto hakkı” dediğiniz, Türk milletini kandırma hakkı!

NATO: ABD’NİN NATO ÜLKELERİNİ DENETLEME ÖRGÜTÜ

NATO, bir müdafaa örgütü değildir.

NATO tarihinde, NATO’nun ABD dışındaki NATO ülkelerini savunmak için herhangi bir icraatta bulunduğu görülmemiştir.

NATO, ABD’nin elinde bir saldırı, darbe, komplo, tehdit ve operasyon örgütüdür.

NATO, Fransa Devlet Başkanı General De Gaulle’ün 1960’larda çok güzel açıkladığı gibi, ABD’nin NATO ülkelerini denetleme örgütüdür.

NATO, İtalyan Cumhurbaşkanı Cossiga’nın Nur Batur’a anlattığı gibi, Stay Behind Nets (SBN) denen gizili örgütlenme aracılığıyla bağlı ülkelerin cumhurbaşkanlarını dahi örgütler ve ülkesinin başına ABD bekçisi olarak oturtur (Sabah, 17 Şubat-21 Şubat 2009).

Yakın tarihimiz de NATO’nun Türkiye’ye karşı bir operasyon örgütü olduğunu defalarca kanıtlamıştır. Özetlersek: NATO, bağlı ülkelerin boynuna vurulan bir ABD boyunduruğudur.

TÜRKİYE NATO’DAN AFOROZ EDİLDİ

Kafamızı kumdan çıkartalım: Türkiye NATO’dan aforoz edildi.

Türkiye, NATO’nun şemsiyesi altında değil, NATO’nun operasyon yaptığı ülkeler listesinde.

NATO, bağrımıza PKK ve FETÖ hançerlerini dayamış, siz NATO’dan müdafaa bekliyorsunuz.

Türkiye’de darbe tehdidinden söz ediliyor, CIA’nın Rand Corporation raporlarındaki planlar tartışılıyor, bir yandan da NATO’ya bağlılık yeminleri yapanlar var.

Türkiye, NATO operasyonlarıyla şehit olanlar için anıtlar dikerek, Şehitler Köprüsü adları vererek, 15-16 Temmuz yıldönümleri anmalarıyla savunulamaz. 15-16 Temmuz darbesine karşı kalıcı ve güvenli uygulama, ABD Gladyosuna ve NATO’ya tavırla mümkündür.

15-16 Temmuz adını yaşatmak mı istiyoruz, İncirlik üssünü Türk Silahlı Kuvvetleri’nin denetimine alırız ve oradaki ABD ve NATO personelini ülkelerine uğurlarız, işte ülke böyle savunulur.

Türkiye’de darbeye karşı durabilmek için öncelikli tavır, NATO denetiminden çıkmaktır!

Artık hiçbir NATO hayranı Türk milletini aldatamayacaktır!


1 Ağustos 2020 Cumartesi

ARİFE GÜNÜ

ARİFE GÜNÜ 

İskilip’ten uzakta bir arife gününü daha yaşıyorum. Çocukluğumdan bu tarafa Arife günü deyince aklıma gelenler; Sabah erkenden kalkıp, sabah namazından sonra mezarlığı ziyaret ederdik. 

Ziyaret sırasında mezarlıkta kimse konuşmaz, huşu içinde ziyaret yapılırdı. İskilip’ e dışarıdan gelenler ile ilk mezarlıkta karşılaşılır, uzaktan selam verilirdi. Mezarlıktan çıkınca, fakirlerin açtığı sergiye sadaka bırakılırdı. 

Arife Gününün rutin işleri ise, bayram alışverişini tamamlamak, bayrama hazırlanmaktı. Evlerde ise hummalı çalışma olur, baklavaların şerbetlenme si, misafirlere verilecek ikramların hazırlanması, evin temizliği tekrar gözden geçirilirdi. 

Bayram günü yapılacak pilav için, evde yoksa pirinç alınır. Tavuğu olanlar tavuk keser, tüyleri yolunarak tencereye konulurdu. Tavuk pişerken çıkan nefis kokusu, dışarıdan bile hissedilirdi. Tavuklar şimdiki gibi saman gibi, tatsız tuzsuz olmazdı. 

Leblebicilere gidilerek, iri taneli leblebi alınırdı. Çocukluğumuzda bayramlık elbiselerimiz günler öncesinden alınır, bayramda giyilecek olan bu elbiseleri evde koyacak yer bulamazdık. Arife günü akşamı yeni alınan ayakkabıyı yatağın baş ucuna koyar, sabah olunca ayakkabıyı sevinçle giyerdik. 

Bu sene iki bayramdır İskilip'e gidemedim. Arife günü mezarlık ziyaretini yapamadım. Dostlarımı göremedim. Böyle eskileri anarak, kendimizi avutur olduk. İskilip'te olanlar baklavayı, kıymalı’ yı, tepsi etini benim yerime de yesinler. Dost ziyaretine, benim yerime de gitsinler. 

HERKESE AĞIZ TATLILIĞI İLE ,HAYIRLI BAYRAMLAR DİLİYORUM

 

Mustafa Yolcu- 30.07.2020