19 Eylül 2008 Cuma

TREN GARI – ANKARA


Ankara da yolum tren gar’ına düşmüştü. Önündeki otobüs durağında otobüs bekliyordum.

Bu bekleme sırasında beyaz sakallı bir ihtiyarın elinde bulunan simidi kuru kuruya yemeye çalıştığını gördüm. Yanına yaklaştım ve: “baba canın simit mi yemek istedi “ diye sordum.

Yaşlı emmi bana gülümsedi ve “ dişim yok karnımı bunun ile doyurmaya çalışıyorum” dedi.

Biraz dana konuşunca- "Memleketinin Erzurum olduğunu, Ankara’ya oğlunun yanına geldiğini, tren ile Erzurum’a döneceğini " söyledi.
Tren ile Erzurum’un bir güne yakın bir süre alacağını tahmin ediyordum.
Yaşyı emmi yarı aç, yarı tok Erzurum’a gidecekti.

Çorba içermisin dediğimde "sen bilirsin "diye cevapladı.

Birlikte gar lokantasına girerek bir masaya oturduk.
Benim karnım toktu. Yaşlı emmiye önce mercimek çorbası, arkasından da sulu köfte ile yoğurt ısmarladım. Çorbayı beklerken trenin kalkış saatini sordum. Bana tren bileti uzattı ve oradan trenin kalkış saatini öğrendim. Aynı zamanda istismar edilip edilmediğimi bilet ile teyit etmiş oldum.

Çorbanın ve yemeğin içine ekmekleri doğrayarak güzelce yumuşattı ve yavaş yavaş yiyerek karnını güzelce doyurdu. Bende onu zevkle izledim.
Yemiyordum ama manevi olarak haz alıyor adeta doyuyordum.

Bana Allah senden razı olsun diyor, memnuniyetini dile getiriyordu.

Masadan kalkarken yolda harçlık etmesini söyleyerek birazda para verdim.

Dışarı çıkıp vedalaşırken bana “ SENİ BÜYÜTEN ANAN BABANDAN ALLAH RAZI OLSUN” dedi. Ben en büyük karşılığımı almıştım.

Benim gönlümde yaşlı emmi tren ile hala ERZURUM’ a gidiyor. Yolculuk devam ediyor.

Mustafa Yolcu

BİR SESLENSE




Bir devlet dairesinde çalışıyor, HALKA HİZMETİ HAKKA HİZMET olarak görüyordu.
Arzusu statükonun devam etmesi değil, bir takım yenilikler getirmekti.

Çalıştığı iş konusu insanların içinde oturdukları, dünyada mekanın sembolü olan evleriydi.
Binaların sağlam olması, işlevlerini yerine getirmesi, uzun bir süre sağlıklı olarak ayakta kalmasını sağlamak istiyordu.

Bu arada bunların yapımı ile ilgili kanun, yönetmelik, teknik şartnameler vardı. Bunlara’ da taviz verilmeden uyulması gerekiyor, bazen cumartesi – Pazar günü bile inşaatları kontrol ediyor, birlikte çalıştığı insanlarda da bu özelliklerin olmasını istiyordu.

Bir gün çalıştığı işyerine bir müteahhit gelir. “ Sizinle görüşmek istiyorum der. Buyurun deyince söze başlar: Biz buralarda paramızı verip işimizi gördürmeye alıştık. Size para veremiyoruz, siz bizim işimizi resmiyete koyuyorsun. Böyle olunca’ da işimiz uzuyor. Açık söyleyrum sen bizim işimize gelmeysun.”

İşyerinde kapısı herkese açıktı. Kapısına vurulmadan içeri giriliyordu. Vatandaşın olacak işi varsa hemen oluyor, olmayacak işe ise olumsuz cevap veriliyordu.

Bir gün aynı bölgede inşaat yapan bir arkadaşı ziyaretine gelir. Derki: “ Burada senin dışında çokları dünyalığını buluyor. Müteahhitler aramızdaki ilişkiden dolayı bizim işimizi hallettir diye bana geliyorlar. Gel ben senin adına onlardan gerekeni alayım, sende onların işini hallet. “

Teklifi hemen reddedince” hemen karar verme. Düşün sonra kararını bana bildirirsin” diyerek yanından ayrılır.

İşyerinde elemanlarının arabası, kendilerine ait evleri, ceplerinde de harcayacak çok paraları vardır.
Amir olmasına rağmen onun arabası, harcayacak çok parası yoktur.

Arkadaşına verdiği olumsuz cevaba rağmen nefsi ile mücadele halindedir. Teklifi kabul etsem mi, etmesem mi?.....

Arkadaşı iki defa daha gelerek teklifini yeniler. Ona açıkça gel enayilik yapma teklifimi kabul et der.

Bu safhada, kendi kendine mücadele halinde iken bir rüya görür. Rüyasında kendisi asker ve koğuş nöbetçisi.
Hava kapalı ve içinde büyük bir sıkıntı var. Adeta koğuşa sığamıyor. Bir ranzaya oturuyor. Hafif doğrulunca başını üstteki ranzaya vuruyor ve başı acıyor.
Tam o anda yukarıdan iki el onu şakaklarından tutuyor. Birden etraf aydınlanıyor, rahatlıyor. Başını kaldırdığında yukarıda nur yüzlü bir ihtiyarın bulunduğunu görüyor. Ona diyorki ( OĞLUM
BİLDİĞİN YOLDAN ŞAŞMA) Birden uyanıyor, bakıyor’ ki rüya imiş. Gözünü yumup nur yüzlü ihtiyarı tekrar görmek istiyor ama nafile. Mesaj verilmiş ve bitmiştir. Anlayanın bu mesaja uyması gereklidir.

Daha sonraki gün arkadaşı kararını öğrenmek için tekrar geliyor. Karar verilmiştir. Cevap rettir.
Arkadaşı “sen enayisin arkadaş” diye yanından ayrılır.

Şu anda bunu anlatan yalan dünyada, arkadaşı gerçek dünyada. Ah bir gelse’de, bir görünse de kim haklı imiş diye yalana tapanlara BİR SESLENSE.

MUSTAFA YOLCU - 1994

3 Eylül 2008 Çarşamba

PROF.DR.SAYIN CELAL ŞENGÖR

Radikal de çıkan mektubunu esefle okudum.

Yine ayrı bir yazınızda kendinizi bu memlekete ait olarak görmediğinizi , bu ülkede yetişmediğinizi , bu ülkeye ait olmadığınızı yazıyorsunuz.

Sayın…size hocam demiyorum; siz böyle denilme sinede karşısınızdır Sayın mösyö benim ülkemde olup , ülkemin imkanlarını kullanıp , benim insanımın yüksek değerlerine sataşıp , benim mahallemde salyangoz satıyorsunuz.

Sizin düşüncelerinizin azınlık olmasına rağmen benim insanımın baskı altına alınması, horlanması , küçük görülmesi için mi ; benim ecdadım kurtuluş mücadelesini verip , Çanakkale harbinde yamyam Avrupa sına karşı savaşını edip kanını akıttı. Binlerce şehidim senin hayalindeki düşünceler uğruna mı gözlerini kırpmadan hayatlarını feda ettiler. Halen sınır boylarında nöbet bekleyen binlerce Mehmetçik sizin kafanızdaki idealler uğruna mı oralarda bekliyorlar ?..

Birde sayın üniversite profesörleri sizi YÖK üyeliğine seçmişler. Bur ova onlara bula bula sizin gibi yazılarınızda kendinizi özetlediğiniz özellikte birisini bulmuşlar.

Mösyö size Ankara hukukta olmuş bir olayı anlatacağım.

Yıl 1975 . Ders Anayasa hukuku . Hoca;Bülent Nuri Esen . Sene başında dersin çağdaş hocası sınıfa geliyor ve diyor ki :( Arkadaşlar dersimizin başında size bir konuyu açacağım. Ben Allaha inanmıyorum. İçinizde inanan var ise onunla tartışalım. Allah varsa bana varlığını ispatlasın. İspatlayamıyorsanız benim dediğimi kabul edeceksiniz. Benim anlattıklarımı kabul edeceksiniz. Ben dersimi ataist bir çizgide anlatırım.)

Yer 250 kişilik anfi. Bir talebe ayağa kalkıyor ve ( Bu konuyu ben sizinle tartışmak istiyorum ) diyor.Karşılıklı konuşma başlıyor.

Talebe: Hocam bir nar ağacını ele alalım. Bu ağaç kışın yapraksız kupkuru kalır . Dibine beslensin diye hayvan pisliğini gübre olarak sererler. Bahar olur , yaz gelir dallarından nar meyveleri sallanmaya başlar. Peki o kupkuru , dibinde hayvan pisliği olan ağaçtan o nefis meyve nasıl meydana geliyor. Diye sorduğumda ( tabiattan ) dedi. Tabiat ne diye sordum. O ağaca şifresini kim veriyor. Kim vazifelendiriyor. O muhteşem meyve nasıl oluşuyor.O ağaçta elma armut muz olmuyor da niye hep nar meyvesi çıkıyor?.........

Olgunlaşmış bir narı dalından koparalım. Bıçak ile narı ikiye bölüp size versem sizin gibi düşünen bütün ilim adamlarınız yan yana gelse , dünyanın bütün tekniğini birleştirse , narın zarlarını birleştirip kabuğunu bütünleştirip; hiç kesilmemiş şeklinde eski haline getirebilir mi ? diye sordum. Getiremezler dedi.

Bende : Bunun sahibi yaratıcısı Allah o kuru daldan , hayvan gübresi ve su nimeti ile hayata can veriyor . Sizin bu büyük güce allaha inanmanız gerekir dedim.
O sırada ders zili çaldı ve hoca konuşmamızı kesip dersten çıktı.

1975 Yıllarında okul solcuların kontrolünde idi.Sınıfta etrafımı çevirdiler , gerici yobaz bir daha bu okula gelme defol git. Bir daha bu okula gelirsen bu okuldan senin ölün çıkar diye beni ite kaka okuldan çıkardılar. Bende derslere giremez oldum.

Ama Bülent hocada rahatsızlanmış. Ailesi hasta haneye yatırmış. 1975 Yılında vefat etmiştir.

Evet sayın mösyö. Tarih Firavunların, Nemrutların ,Ebu Cehillerin,Lenin, Stalin , Karl Marx , Mao ların kıssaları ile dolu.

Siz diyorsunuz ki ( ÜNİVERSİTE DE OKUYAN , BİTİREN DOĞMALARA İNANMAZ ) Ben ise okudukça , pozitif ilimleri öğrendikçe yaratıcının gücünü daha çok görüp anladım. İnsan aklının açziyetini daha ışığı yer yüzüne ulaşmamış gezegenlerin olduğunu öğrenince fark ettim. Genetik denilen her canlının ayrı ayrı şifresini , ve bu şifreyi koyan gücü , tuzlu ve tuzsuz denizin birbirine karışmamasını , ana karnındaki üç karanlığı , en küçük zerredeki harikalığı fark ettiğimde anladım.

Bir şey daha anladım ki ; Nuh tufanında Nuh peygamber inandırıp oğlunu gemiye bindirememiş. Peygamberler oğlunu karısını inandıramamış. Hz. Muhammet amcası Ebu Lehep’i inandıramamış.

Bir şey daha anladım ki ; gözleri kör ,kulakları sağır , hissi olmayan insanların inanmaları kabul etmeleri de imkansız.

Aşık Veysel demiş ki( KİM OKURDU KİM YAZARDI. KOYUN KURT İLE GEZERDİ. BU DÜĞÜMÜ KİM ÇÖZERDİ FİKİR BAŞKA BAŞKA OLMASA.)

Şu anda Avrupa da bir kavram var. Gerçek bir Avrupalılık İyi bir hıristiyan olmakla olunur.

Siz ise: ALLAH’A İNANAN, İNANANLARIN OLDUĞU ÜNİVERSİTEYİ KAPATMAK kararı veriyorsunuz.

Bizim toplumumuzda başı örtülü olanlar ile örtüsüz olanların arasında bir problem yok.

Problem : HIRSIZLAR İLE,SOYSUZLAR İLE,BU ÜLKEYİ BÖLMEK , AİLE DÜZENİMİZİ YIKMAK İSTEYENLER İLE VAR.

Mösyö rahat olun , huzurlu olun. Kendi kendimiz ile barışık olduğumuz sürece bu ülke herkese yetecek kadar büyük.

MUSTAFA YOLCU - ANKARA

2 Eylül 2008 Salı

MÜHENDİS VE KAMU YÖNETİMİ-ANKARA

Ülkemizde kamu yönetimi bürokratlar tarafından yürütülmektedir.

Bürokratlar teknik olmayan okul mezunu olup bunlar devletin “ idari , mülki , emniyet iç işleri , dış işleri , işletme ,finans , teftiş , adli “ görevlerinde karar mekanizmalarında yer almaktadırlar.
Teknik okul mezunu olan memurlara mühendis mimar denilmekte olup bunlar devletin “ teknik hizmetlerinin yürütülmesinde ve az sayıdada teftiş görevlerinde “ yer almaktadırlar.

Kamuda bazı çalışma alanlarını ele aldığımızda :

1- İÇ İŞLERİ BAKANLIĞI: Merkez teşkilatı; Mülkiye müfettişleri ve illerde Valilikler, ilçelerde Kaymakamlar vasıtası ile Başbakan , Bakanlıklar adına görevlerini yürütürler. Görev alanları idari ve tekniktir. Mülkiye müfettişleri idari ve teknik konularda teftiş görevlerini yerine getirirler. Valiler görevlerini vali yardımcıları ile birlikte yaparlar. Görevleri idari ve teknik alanları içine almasına rağmen; mülkiye ve hukuk mezunu olan valiler teknik görevleri de yerine getirmeye çalışırlar.

Valilerin teknik olan görevlerini mühendis olan bir vali yardımcısı ile birlikte yürütmesinde yapılan işlerin sağlığı açısından yarar bulunmaktadır. Mülkiye müfettişleri mülkiye ve hukuk fakültesi mezunudurlar . Görev alanlarında bulunan dairelerin teknik denetimini de yapmaktadırlar. Teknik olmayan birisinin teknik teftiş ve denetimi yapması yanlıştır. Bir çok yanlışları meydana getirmektedir. Bu tür teknik denetimlerin mimar ve mühendislerce yapılabilmesi için bu kadrolara mimar ve mühendislerde atanmalıdır.

2- ADALET BAKANLIĞI: Adaletin temini için kurulan bu bakanlığın asli unsuru olan hakim ve savcılar hukuk nosyonuna sahip hukuk fakültesi mezunu bürokrattırlar. Bu görevlerini yerine getirirken dosyalardaki bir takım konuları bilirkişilere havale ederek bu raporlar doğrultusunda davaları karara bağlarlar. Dava konuları : kişilik hakları , ceza , ticaret , iş , kadastro , gayri menkul , inşaat , kamulaştırma , borçlar , devletler arası hukuk konularında yer almaktadır. Burada da görüldüğü gibi dava konularının bir kısmı teknik bilgi ve nosyonu gerektirmektedir. Bunların sadece bilirkişi raporu ile sonuçlandırması sorunu çözmemektedir. Kaldı ki bilirkişilik konusu da bütün boyutları ile masaya yatırılıp yeniden düzenleme yapılması gerekmektedir.

Mahkemeler ve yüksek mahkemeler ihtisas mahkemeleri haline dönüştürülerek, davalar ihtisas mahkemelerine yönlendirilmeli ve teknik nosyonu gerektiren mahkemelerde çift hakim görev yaparak bu hakimlerden bir tanesinin mimar veya mühendis olması sağlanmalıdır. Böylece daha bilinçli ve hukuk + teknik gözle davalar incelenerek karar safhasına gelinebilir. Adaletin kusursuz olarak temini için bu gerekli ve şarttır. İhtisas Mahkemelerine mimar ve mühendis kökenli hakimlerinde atanması davalara ve mahkemelere yeni bir bakış tarzı getirecektir.

3- TEFTİŞ – DENETLEME KURULLARI VE MÜFETTİŞLER: Bu kurullarda görev alan denetleyici ve müfettişler teknik ve idarı konularda denetim yapmaktadırlar. Teknik nosyona haiz olmayan müfettişlere teknik konularda denetim yetkisi verilmektedir. Bu yanlıştır. Teknik olmayan birisine teknik denetim verilmemeli, bu görevler mimar veya mühendis olan müfettişlerce yapılmalıdır. Bu konularda hassasiyetle durulmalıdır. Aksi takdirde çok yanlış raporlar verilmekte veya raporlar sürüncemede kalmaktadır. Bu konu kural haline gelmelidir.

4– Devletin yönetimi sadece bürokratların elinde olmamalı , karar mekanizmalarında mimar ve mühendislerde yer almalıdır.

MUSTAFA YOLCU

SIR KAPISI - OSMANCIK


SIR KAPISI -OSMANCIK
Size bir arkadaşım tarafından bana aktarılan yaşanılan bir hadiseyi naklediyorum :

Yıl 1970 - yer Çorum – Osmancık ilçesi. İskilip’te Orta okulda okurken okul hayatım başarılı geçmiyordu. Babam ölmüş annemle birlikte İskilipte kalıyordum. Okul hayatım başarısız olunca benim Osmancıkta dişcilik yapan ağabeyimin yanına gitmem kararlaştırıldı.

Abiyim İskilip’e geldiğinde benide yanına alarak birlikte Osmancık ilçesine gittik. Ağabeyim bekardı. Dişçiliği oda ustasından öğrenmiş idi. Kendisine ahşap bir evden birinci kattan bir yer kiralamış, buranın bir odasında biz yatıyoruz diğer kısımlarında dişçilik işimizi yürütüyorduk. İşimiz pekiyi gitmiyordu. Ağabeyim düzenli olarak çalışmıyor, eline para geçerse arkadaşları ile içki kaçamakları yapıyordu. Ben ise hem Osmancığa uyum sağlayamamış, hem de ağabeyimin düzensiz olan hayatından sıkılıyordum.

Kış mevsimi geldi çattı. Bir sobamız vardı ama doğru dürüs yakacağımız yoktu. İşlerimiz ise hiç iyi gitmiyordu. İş yapar para kazanırsak zar zor ihtiyaçlarımızı gideriyor, karnımıza sıcak bir çay çorba giriyor idi. Para kazanamadığız günlerde bakkaldan borç yazdırıyorduk. Ama borcumuzu zamanında ödemediğimizden bakkalda borca mal vermek istemiyordu.

Sıkıntılı olduğumuz günlerden birinde akşam ekmekle pirinç çorbası içip erkenden yattık. Sobada yakacak odun ve kömürümüz yoktu. Ancak yatağın içinde yorgana sarılarak ısınmaya çalışıyorduk.

Sabah oldu ama ne ekmeğimiz, nede yiyecek bir şeyimiz vardı. Ağabeyim uyanmış ama uyanık olarak yatağın içinde yatıyordu. Bana yataktan çıkmamamı üşüyeceğimi söyledi. Bende itirazsız yatakta yatıyordum. Ama karnım acıkmış adeta midem zil çalıyordu. Ağabeyime karnımın çok acıktığını söylediğimde, yatta uyumaya çalış uyursan açlığın gider diyordu. Ama nafile uyuyamıyor, adeta kıvranıyordum.

Ağabeyim çarşıda işinin olduğunu söyleyerek evden ayrıldı. Bende yataktan çıkıp, üstümü sıkı sıkı giyinerek kendimi bir şeylerle oyalama çalışıyordum. O sırada kapı çalındı , kapıyı açtım bir müşteri gelmişti. Bana “dişlerinin çürüdüğünü kendisine takma diş yaptırmak istediğini. Bir takım takma dişin fiyatının ne olduğunu “ sordu. Bende dişin fiyatını tam olarak bilmediği , çarşıya giden ağabeyimin birazdan geleceğini , onu bekleyerek ağabeyim ile görüşmesini söyledim. Bunun üzerine bana “ sana kaparo olarak bir miktar para bırakayım. Ben sonra gelir ağabeyin ile görüşür dişlerimi yaptırırım “ dedi ve bana para bırakıp gitti.

Ben adeta uçuyordum. Bir yandan da hem ağlıyor hem de allaha şükrediyordum. Hemen çarşıya inip ekmek, peynir, zeytin, çay alıp eve geldim. Ocağa çay koyup kaynatırken ağabeyim geldi. Baktı ki kahvaltı masası kurulmuş , bunları nerden aldın dedi. Bende olanları kendisine anlattım . Ağabeyim “allah allah böyle şeyle de ilk karşılaşıyorum . Daha dişini görüp fiyatını kararlaştırmadan bu adam nasıl para bırakıp gitti “ dedi .

Bana para bırakan adamı bir daha hiç görmedim, dişini yaptırmaya gelmedi. Ama onun bıraktığı para bizi açlıktan kurtarmıştı. Bu hadiseyi her hatırlayışımda duygulanır, sahibimizin bizi unutmadığını, sıkıştığımızda ve her zaman yanımızda olacağını düşünür ona iyi bir kul olmaya çalışırım.

Mustafa Yolcu -23.11.2003

22 Ağustos 2008 Cuma

SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI

SENDİKALAR - KURUM - ODA – DERNEK ve VAKIFLARIN GENEL

KURULLARI - YÖNETİM KURULU SEÇİMLERİ :

Sivil toplum örgütleri demokrasinin vazgeçilmez unsuru olup, bunların sayesinde toplumun, insan haklarının, mesleki oluşumların, çalışma hayatının sorunlarının çözülebilmesi yolları aranmaktadır. Bu çalışmalar başarılı bir şekilde devam etmesi halinde devletin yükü bu kuruluşlarca paylaşılmakta, halkın dinamikleri harekete geçirilmektedir.

Osmanlı toplum biçimi içinde oluşan Lonca teşkilatı bunun eşsiz örneklerindendir. Bu sayede toplum kendi kendini murakabe edebilmekte, olağan üstü afet ve hallerde toplumda dayanışma meydana gelmekte, kurtarma ve her türlü yardım yapılmasında başarılı çalışmalar yapılmaktadır.

Gelişmiş olan ülkelerde sivil toplum örgütleri örgütlenmesinde büyük gelişmeler olmuş, devletin yapılanmasında sivil toplum örgütleri de yerini alarak birçok alanda faaliyette bulunmaktadır.

Devlet ile sivil toplum örgütlerinin münasebetleri nasıl olmalıdır:
Gelişmiş ve demokrasiyi özümsemiş ülkelerde devlet maddi ve manevi olarak bu kuruluşların çalışmalarını desteklemiş, kolaylıklar getirmiştir. Yalnız yolsuzluklara taviz vermeyerek, kuruluş amaçlarının gerektirdiği çalışmalar dışına çıkılmasına müsaade etmemiştir.
Devletlerin her zaman usulsüzlükleri görme ve tespit etme imkanı vardır. Bu sayede sivil toplum kuruluşları son derece başarılı çalışmalar meydana getirmişlerdir.

Ülkemizde ise sivil toplum örgütleri yapılanmalarında ve faaliyetlerinde birçok sapmalar suiistimaller meydana gelmiştir.
Kumar oynamak için kurulan dernek ve vakıflar, afetlerde görev alması gereken ama bu konuda gerekli performansı gösteremeyen Kızılay, meslektaşlarının sorunlarının üzerine gidip mesleki gelişmelerini, dayanışmayı, hak aramayı sağlayamayan meslek örgütleri, sendika ağalığı yapmakla üyelerince suçlanan sendikalar.

Dernek ve vakıflara kontrole gelen maliye mensupları buralarda kuruluşların kira, personel gideri gibi rutin bazı giderler ile üyelerin gıda ihtiyaçlarını karşılamak için satışı yapılan çaya sandviç’e müdahale ederek bunlara fiş kesilmesini, kazancın vergisinin ödenmesini talep etmektedirler.
Bu kurumların her açıdan desteklenmesi gerekirken bunlara destek değil güçlük çıkarmak isteyen zihniyet ülkemizde mevcuttur. Bu yanlıştır. Buralarda kuruluşların cari masrafları ile gayelerine ulaşmak için yapılan harcamalardan kalan gelir var ise ancak bu kısım vergilendirilme yoluna gidilmelidir.

Bütün bu istenmeyen gelişmelerin nedeni nedir? Nereden kaynaklanmaktadır?

Sivil toplum örgütleri niteliğindeki oluşumların seçimlerinde seçime katılan guruplardan hangisi fazla oy alırsa yönetim tamamen bu gurubun eline geçmektedir.
Bu durum ise bu örgütlerde tek sesliliğe yol açmakta, yıllarca bu gurup tek başına yönetimi götürmekte, ne rekabet ortamı oluşmakta nede başarılı çalışma meydana gelmemektedir.
Hatta bu tek seslilik buralarda su istimal yollarını açmakta, bunun hesabı sorulamamaktadır.


Yönetimler on yıllarca aynı gurubun elinde tutulmakta, adeta sulta oluşturulmaktadır.
Bu oluşum ise sivil toplum örgütlerinin gereği ilkesine, demokrasiye aykırıdır.

Bu Durumda Ne Yapılmalıdır:
1- Genel Kurul ve seçimlerde seçime katılanların %20 si baraj alınarak bu barajı geçen her gurup aldığı oy oranında yönetime ve denetime temsilci seçmelidir.

Yönetim kuruluna seçilenlerde kendi aralarında yönetim kurulu başkanı ile varsa kurulları seçmelidirler.

Yönetim kurulu başkanlığına seçilen kişi iki dönemden fazla başkanlığa seçilmemelidir. Böylece kuruluşlara yeni katılan ve diğer üyelere yol açılacak, onların dinamiğinden’de faydalanmış olunacaktır.

Eski yönetim kurulu başkanları onur kurulu denilen bir kurulda görev yaparak burada bilgi ve tecrübelerinden faydalanılır.

2-Bu kuruluşlar hem denetçilerince hemde ilgili bakanlık tarafından sarf ve harcamaları kontrol edilmelidir.
Yalnız genel kurullardaki aklanma esas alınarak, kuruluşlar kontrol dışı bırakılmamalıdır. Mantalite olarak bu kurumların faaliyetleri devlet tarafından desteklenmeli, teşvik edilmeli. Hiçbir zaman yolsuzluğa ve su istimale göz yumulmamalıdır.

3-Sivil toplum kuruluşları kuruluş amacı doğrultusunda faaliyet göstermeli, bu durum teşvik edilmelidir.
Kuruluş amacı dışında faaliyet gösteren kuruluşlar hakkında yasal işlem yapılmalı, bu konuda müsamaha gösterilmemelidir.
Bu kuruluşların başarılı çalışmaları demokrasinin ülkede iyi işlemesini sağlayacak, devlet karşısında bireyler korunacak, mesleki dayanışma ve kontrol tesis edilecek, çalışma hayatı ve şartları iyileştirilecektir.

Bütün bunlar için sivil toplum kuruluşlarının kuruluş esası üzerinde iyi durulmalı, bunun gerekleri yerine getirilmelidir.

Böylece herkes görevini yapacak, tek seslilik yerini çok sesliliğe bırakacak, insanlarımızın birlikte yaşamak, paylaşmak, sorunlarına birlikte sahip çıkma refleksleri gelişecektir. Birçok konuda denetimi, oto kritiği toplum kendi kendine yapabilme özelliğine kavuşacaktır.
Mevcut durumdaki tek seslilik kuruluşların birçok konudaki asli görevlerini yapmama, mevcut durumunu kanıksama, atalet içine düşmesine yol açmaktadır.
Devlet asli görevlerine dönecek, herkesin devleti olacaktır. Demokrasi standardımızda böylece çağdaş standardı yakalayacaktır.

Verimli sivil toplum örgütü çalışmaları ülkemiz politik hayatına da yeni insanları kazandıracak, onların burada bilgi ve tecrübe edinmelerine yol açacaktır.
Yasama tarafından ele alınan kanun ve yönetmelik teklifleri bu kuruluşlarında incelemesine sunulacak böylece daha sağlıklı kanun ve yönetmelik teklifleri sunulacaktır.


MUSTAFA YOLCU

18 Ağustos 2008 Pazartesi

MARMARA DEPREMİ