Suriye Sorunu
Türkiye Suriye ilişkileri yıllardır sorunlu olmuştur. Baba Hafız Esad döneminde ayrı sorunlar yaşanmış, oğul Beşar Esad döneminde ayrı sorun yaşıyoruz.
Baba Esat ülkesinde Öcalan’ı barındırmış, PKK faaliyetlerine müsaade etmiştir. Hatay’ı kendi topraklarında göstermiş, ülkemize karşı hasma ne tutum takınmıştır. 400 Yıl boyu imparatorluk sınırlarında kalan topraklar, bize yabancı hale getirilmiştir. Suriye ye gidip gelmek, Suriye den transit olarak başka bir ülkeye gitmek sorun hale gelmişti.
Komşular ile sıfır sorun politikası gereği, Suriye’deki Beşar Esad yönetimi ile iyi ilişkiler dönemi başlatıldı. İki ülke liderleri karşılıklı ziyaretlerde bulunuyor, iki ülke ilişkilerinde bahar dönemi yaşanıyordu.
Suriye’de başlayan iç karışıklıklarda, Türkiye Beşar Esad yönetimi ile diyaloga girerek, karışıklıkların önlenmesi için yönetimle görüş alış verişinde bulundu. Dışişleri Bakanı Davutoğlu, defalarca Şam’a gitti. Genel seçim yapılmasını teklif etti. Halkın seçtiği yönetim etrafında, sorunlara çözüm aranmasını tavsiye etti. Suriye derin devleti, iktidarı bırakmaya yanaşmadı. Sorunun çözümü noktasında adım atmadı.
Gelinen nokta da Suriye’de 30 bin kişi öldürüldü. Şehirler bombalandı. Ülkemizde, Lübnan da, Ürdün’de 400 bine yakın sığınmacı var. Ülke içindeyse 2,5 milyon kişi evlerinden çıkmış, göçmen durumundadır. Suriye’de sınırımıza yakın yerlerde ormanlar yakılıyor, müdahale edilmeyen yangınlar bizim ülkemize sirayet ediyor.
Bir takım güçler, ülkemizin savaşa katılması için ortam hazırlıyor. Amaçları Türkiye, Irak, İran, Suriye’nin karşı karşıya geleceği bir savaş. Bu savaştan İsrail, Amerika, İngiltere, Fransa, Rusya kazançlı çıkacaktır. Önemli bir hususta; İran’ın Suriye’ye sağladığı silah ve mühimmat desteğidir. Nedense Türkiye’nin, muhaliflere desteğini dile getirenler, İran’ın özellikle Irak üzerinden sağladığı silah desteğini görmezden geliyor.
Mecliste teskere ye karşı çıkan CHP'ye şu soruyu sormalıyız: Siz iktidarda olsaydınız, bu tür tahrikler karsısında eli kolu bağlı durur muydunuz? Suriye, tahriklerini daha da ileriye götürür ve sözde Kürdistan Halk Tugayları Ordusu (YPG) sınırlarımızdan içeriye girmeye kalkarsa, Türk Silahlı Kuvvetleri buna dur demeyecek mi? Gerekeni yapmayacak mı?
Mevcut Suriye yönetiminin yerini koruması, İsrail’in işine geliyor. Dolayısı ile Amerika’nın, Rusya’nın da işine gelmektedir. İsrail uzun süredir Suriye yönetimi ile sorun yaşamamıştır. Golan tepeleri, yıllardır İsrail’in işgalinde olmasına rağmen, Suriye buna ses çıkarmamaktadır.
Bölgemizde geleceğin en önemli ülkelerinden biri Türkiye olacaktır. Türkiye, bölgesel barış için anahtar ülkedir. Bölgede Türkiye’nin ağırlığı öne çıkarsa, Türk dünyası, İslam coğrafya’sı da öne çıkacaktır. Bunu gerçekleştirecek Türkiye istenir mi? Dolayısıyla İsrail ve müttefiklerinin, İran’a bir müdahaleden daha çok, İran ile Türkiye’yi, Suriye üzerinden karşı karşıya getirme hesabı bulunmaktadır.
Mesele Suriye’deki Esad rejiminin devrilmesi meselesi değildir. Dünyanın en kritik ve stratejik bölgesinde güç oyunu oynanıyor. Bu oyunlar ile büyüyen Türkiye’nin önünün kesilmesi hedeflenmektedir. Türkiye ve İran, asla karşı karşıya gelmemelidir. İran, Suriye’nin tahriklerine engel olmalıdır. Suriye’nin tahrikleri sonucu gerilim tırmanır, savaş boyutuna gelinirse, bunun vebali İran’ın olacaktır.
Keşke 50 yıl öncesinden milli savunma sanayimizi kurabilseydik. Tank tamiri için İsrail’e, Heronlar, elektronik kumanda sistemleri, istihbarat için Amerika’ya muhtaç olmasaydık. Başkasının ajandasını değil, kendi ajandamızı uygular olsaydık. O zaman ağırlığımız daha başka olur, varlığımız dosta güven, düşmana korku salardı.
Mustafa Yolcu
11 Ekim 2012 Perşembe
1 Ekim 2012 Pazartesi
BALYOZ DAVASI
BALYOZ DAVASI
Türkiye 27 Mayısı, 12 Mart muhtırasını, 12
Eylül’ü, 28 Şubat olaylarını yaşadı. Bu olaylardan sonra hapishanelere
doldurulan binlerce insanı, bunlara yapılan sayısız işkenceleri unutmadı.
12 Eylül sonrası Mamak ceza evine konularak altı
yıl boyu hapis yatan, işkenceleri
yaşayan çilekeş bir insanımız, şunları anlattı:
“Bize her gün sistematik olarak işkence ettiler.
Günlük en az 40 cop yiyorduk. Filistin askıları, elektrik şokları, kafes olayı
vb. işkenceler.
İşkence sırasında diyorlardı ki-” Bizi Türkeş
azmettirdi diye ifade verin yeter. Bizde sizi hemen serbest bırakalım.” Bir
arkadaşımız dahi, bütün işkencelere rağmen böyle bir ifade vermedi.
Dayak yiyip koğuşa gelen arkadaşlarımızın, acıdan
inlemesi ses çıkarması yasaktı. Koğuştan inleme sesi duyarlarsa; ses çıkaran
arkadaşı koğuşun önüne çıkararak, ortalarına alıp copla dövüyorlardı. Bizde
gelen arkadaşımızın sesi duyulmasın diye üzerine battaniye örtüyorduk.
Yemek için sıraya giriyorduk. Sırada beklerken,
yanımızdan geçen gardiyanlar bizi coplayarak yürüyorlardı. Yemek alma sıramız
gelince “ Ahmet Güneş Ankara. 3. Koğuş, 5. Ranza yemek almaya hazırdır
komutanım. Karşıdan bağırıyorlar” Ne dedin duymadım lan.” Bizim adımız lan, onların adı komutan. Böyle
birkaç kez tekmilden sonra hakaret duyarak, yemeği alabiliyorduk. Yemeklerin
içinden genellikle taş çıkardı.
Zorunlu banyo ihtiyacını, kışın bile dışarıda
soğuk su ile yapıyorduk. Amaçları, hastalanıp ölmemizdi.
Hapishaneye gönderilen askerler, birliklerinden
özel olarak seçilmiş, sadist yapılı insanlardı. Bunlar özel olarak işkence
yapma eğitiminden geçirilmiş, bizim bu vatanın düşmanı olduğumuz şeklinde
şartlandırılmışlardı. Bazı askerler bizi coplamak istemediğinde, başındaki
komutan onu copla dövüyordu.
İşkenceden ölen, askıda beli kırılan, sakat kalan
arkadaşlarımız oldu. İşkence görmenin sağcısı solcusu olmadı. Herkes aynı
muameleye tabi tutuldu.
İranlı bir Azeri de bizim koğuşa atıldı. Ona 30
adet marşı yarına kadar ezberleyeceksin demişler. Adam gece gözünü kırpmadı, az
ışıklı lambanın altında sabaha kadar marşları ezberledi. Sabahleyin koşar adım
ile cop yiyerek toplanma alanına geldik. Bu Azeri’yi çağırdılar. Koşarak
gardiyanların karşısına gitti. Şu marşı oku diyorlar, söyledikleri bütün marşları okuyunca-“ Aferin
böyle adam ol.” dediler. Bunun üzerine Azeri” Vallah komutan, siz İran’da benim
elime düşerseniz, size bir gecede Kuranı ezberlettiririm.” Dedi.
Konuşurken gardiyanların yüzüne bakmak yasaktı.
Göz göze gelirsek copu yiyorduk. Devamlı havaya bakmamız isteniyordu.
Darbe mantığı bu işte. Balyoz harekâtı
gerçekleşseydi, yapılacak olanda bunlardı. Konuşmalar kayıtlara geçmiş,
toplantılar yapılmış, planlar hazır ama Allah onlara bu fırsatı vermemiş.
Bu millet, askeri darbeleri tüm acılarıyla
yaşamıştır.
Bu
millet, askerin yıllardırı siyaset üzerine koyduğu ipoteği, demokrasi ve hukuk
devletini nasıl ikinci sınıflığa mahkûm ettiğini bilen bir millettir.
Bu ülke askerin yıllardır, devletin üstünde devlet, eli silahlı siyasal parti gibi davrandığına acı örnekleriyle şahit olmuş bir ülkedir.
Türkiye, askerin kendini yıllar yılı hukukun üstünde görerek, demokrasiye aykırı şekilde kendi hukukunu yaratmış olduğu bir ülkedir.
Asker bu ülkede kendini hep”‘ayrıcalıklı, kendini her zaman kurtarıcı gibi gördü.
Ayrıcalıklarını, kurtarıcı konumunu abarttıkça abarttı. Halkın oyuyla seçilen sivil iktidarların alanını sürekli daraltıp, onlara talimat verir hale geldi.”
Yaptığı darbelerle kırmızıçizgiler çekip, bunları yasalaştırdı.
Sivil müttefikleriyle birlikte millet İradesi’nin üzerinde, kendi “Askeri Vesayeti’ni tesis etti.”
Bu ülke askerin yıllardır, devletin üstünde devlet, eli silahlı siyasal parti gibi davrandığına acı örnekleriyle şahit olmuş bir ülkedir.
Türkiye, askerin kendini yıllar yılı hukukun üstünde görerek, demokrasiye aykırı şekilde kendi hukukunu yaratmış olduğu bir ülkedir.
Asker bu ülkede kendini hep”‘ayrıcalıklı, kendini her zaman kurtarıcı gibi gördü.
Ayrıcalıklarını, kurtarıcı konumunu abarttıkça abarttı. Halkın oyuyla seçilen sivil iktidarların alanını sürekli daraltıp, onlara talimat verir hale geldi.”
Yaptığı darbelerle kırmızıçizgiler çekip, bunları yasalaştırdı.
Sivil müttefikleriyle birlikte millet İradesi’nin üzerinde, kendi “Askeri Vesayeti’ni tesis etti.”
Kendisine yakın ve uzak gazetecileri, aydınları,
yazarları deklare etti.
Sermayeyi bile yeşil ve kırmızı diye ikiye
ayırdı. Yeşil sermaye olarak kabul ettiklerinden, alış veriş yapılmamasını
istedi. Toplumu kamplara ayırmaya çalıştılar. Yönetim kurulu üyesi oldukları
bankalar, ülkemizin milyarlarca lira parasını hortumladılar.
Cumhuriyet mitingleri ile bayrağımızı kendilerine
mal edip, İstiklal Marşının yerine 10. Yıl marşını ön plana çıkarttılar.
Artık yeni bir sayfa açılıyor. Özellikle Balyoz ve Ergenekon
davalarının ordu bünyesindeki sonuçları, Yaş’ta yapılan tasfiyeler, bu gelenek
ve ordu anlayışının açık biçimde cezalanması, yeni bir safhayı işaret
etmektedir.
Balyoz davası; “ 24 muvazzaf generali, çok kısa bir süre önce emekliye
sevk edilmiş 40 generali, 2002 sonrası Genelkurmay 2. Başkanlığı, kuvvet ve
ordu komutanlığı yapmış 6 simge ismi” değişim sürecine kalkışma suçundan mahkûm
ederek, bir döneme simgesel olarak son vermiştir.
Yargıtay safhasında yapılacak düzeltmeler ne olursa olsun, milletimizin açıkça farkına vardığı balyoz ve
Ergenekon türü siyasi mahkûmiyet hali; hiçbir zaman ortadan kalkmayacaktır.
Mustafa Yolcu
19 Eylül 2012 Çarşamba
BAŞBAKANIM ŞEHİT HABERLERİ NE ZAMAN BİTECEK
BAŞBAKANIM ŞEHİT HABERİ NE ZAMAN BİTECEK?
Gün geçmiyor ki yeni bir şehit haberi duyulmasın. Haince saldırılar devam ediyor. Analar ve tüm milletimiz gözyaşı döküyor.
Bu nasıl iştir ki; iki yüz askerimizi bir şehirden alıp, sağ salim birliğine teslim edemiyoruz. Bunun mesullerinden, bunun hesabı sorulmayacak mı?
...
Daha kaç cephaneliğimiz patlayacak. Mesullerin rütbeleri sökülmeyecek mi?
İstihbaratımız ne yapıyor? Bu hain saldırı bir anda yapılabilecek saldırı değil. Günler öncesinden hesaplanmış, planlanmış bir saldırı. Bu konuda istihbarata hiç bilgi ulaşmadı mı? Tedbir alıp, karşı eylem yapılamaz mı idi. Konvoy havadan niye takip edilmedi? İnsansız uçak kameralarına, hiç bilgi görüntüsü düşmedi mi?
Bingöl “PKK’nın halktan zemin oluşturamadığı” bir ilimiz. Burada yapılan saldırı, gözdağı vererek halkı kendi yanlarına çekmek için mi yapılıyor?
Hainlerin hamileri mecliste salınarak geziyor. Adeta devlete kafa tutuyor. Bizde buna göz yumuyoruz.
Bu devletin ekmeğini yiyip, devlete kafa tutmanın hesabını bunlardan kim soracak?
En kıyak teşvik, ayrıcalıklı olarak Güneydoğu Anadolu bölgesine veriliyor. Buraya verilecek paralar, daha önceden olduğu gibi Ege ve Akdeniz bölgesinde gayrimenkul alımı için kullanılacak. Bizde teşvik yaptık diye kendimizi avutacağız.
Sayın Başbakan bu kanı durdurun. Durması için ne gerekiyorsa, onu yapın. Siz şikâyet edecek yerde değil, uygulama yapacak konumdasınız. Duyun, incelettirin ve gerekeni yapın.
Bu kaçıncı istihbarat zafiyeti? İstihbaratımızın içinde köstebekler mi var? Birlikte istihbarat yaptığımızı sandığımız kurumlar, bizi karşı tarafa mı istihbar ediyorlar?
Sonrada deniliyor ki “ PKK ya birileri yoğun olarak istihbarat iletiyor.” Varsa böyle birileri, bizde karşı tedbirlerimizi koyup, onlara dostumuz gözü ile bakmayalım. Onlarla istihbarat ilişkisini keselim. PKK kamplarında ölenlerden İsrail vatandaşı da olduğunu, cenazelerinin İsrail’e götürüldüğünü unutmayalım.
Yeni anayasa çalışmalarını kılı kırk yararak yapın. Eğer yapmaya çalıştığınız “Anayasa çalışması” bölücülerin ekmeğine yağ sürecekse, bu vebali yedi nesliniz taşıyamayacaktır. Tarihe bir leke olarak düşecektir. Hiçbir zaman efendiler memnun edilemez. Onların istekleri devam edip gidecektir.
Sayın Başbakanım. Bölücülüğü, PKK’yı gerçekten bitirmek istiyorsanız; “ Bu işi önce İstanbul da bitirin.” Bu iş İstanbul da biterse Türkiye’de biter.
İstanbul Türkiye’yi besler.
Türkiye İstanbul’u besler.
Mustafa Yolcu
Gün geçmiyor ki yeni bir şehit haberi duyulmasın. Haince saldırılar devam ediyor. Analar ve tüm milletimiz gözyaşı döküyor.
Bu nasıl iştir ki; iki yüz askerimizi bir şehirden alıp, sağ salim birliğine teslim edemiyoruz. Bunun mesullerinden, bunun hesabı sorulmayacak mı?
...
Daha kaç cephaneliğimiz patlayacak. Mesullerin rütbeleri sökülmeyecek mi?
İstihbaratımız ne yapıyor? Bu hain saldırı bir anda yapılabilecek saldırı değil. Günler öncesinden hesaplanmış, planlanmış bir saldırı. Bu konuda istihbarata hiç bilgi ulaşmadı mı? Tedbir alıp, karşı eylem yapılamaz mı idi. Konvoy havadan niye takip edilmedi? İnsansız uçak kameralarına, hiç bilgi görüntüsü düşmedi mi?
Bingöl “PKK’nın halktan zemin oluşturamadığı” bir ilimiz. Burada yapılan saldırı, gözdağı vererek halkı kendi yanlarına çekmek için mi yapılıyor?
Hainlerin hamileri mecliste salınarak geziyor. Adeta devlete kafa tutuyor. Bizde buna göz yumuyoruz.
Bu devletin ekmeğini yiyip, devlete kafa tutmanın hesabını bunlardan kim soracak?
En kıyak teşvik, ayrıcalıklı olarak Güneydoğu Anadolu bölgesine veriliyor. Buraya verilecek paralar, daha önceden olduğu gibi Ege ve Akdeniz bölgesinde gayrimenkul alımı için kullanılacak. Bizde teşvik yaptık diye kendimizi avutacağız.
Sayın Başbakan bu kanı durdurun. Durması için ne gerekiyorsa, onu yapın. Siz şikâyet edecek yerde değil, uygulama yapacak konumdasınız. Duyun, incelettirin ve gerekeni yapın.
Bu kaçıncı istihbarat zafiyeti? İstihbaratımızın içinde köstebekler mi var? Birlikte istihbarat yaptığımızı sandığımız kurumlar, bizi karşı tarafa mı istihbar ediyorlar?
Sonrada deniliyor ki “ PKK ya birileri yoğun olarak istihbarat iletiyor.” Varsa böyle birileri, bizde karşı tedbirlerimizi koyup, onlara dostumuz gözü ile bakmayalım. Onlarla istihbarat ilişkisini keselim. PKK kamplarında ölenlerden İsrail vatandaşı da olduğunu, cenazelerinin İsrail’e götürüldüğünü unutmayalım.
Yeni anayasa çalışmalarını kılı kırk yararak yapın. Eğer yapmaya çalıştığınız “Anayasa çalışması” bölücülerin ekmeğine yağ sürecekse, bu vebali yedi nesliniz taşıyamayacaktır. Tarihe bir leke olarak düşecektir. Hiçbir zaman efendiler memnun edilemez. Onların istekleri devam edip gidecektir.
Sayın Başbakanım. Bölücülüğü, PKK’yı gerçekten bitirmek istiyorsanız; “ Bu işi önce İstanbul da bitirin.” Bu iş İstanbul da biterse Türkiye’de biter.
İstanbul Türkiye’yi besler.
Türkiye İstanbul’u besler.
Mustafa Yolcu
4 Eylül 2012 Salı
İskilip’te
iki devre Belediye başkanlığı yapmış, eski başkanımızdır.
MY-
Mehmet bey. Bize kendinizi tanıtırmısınız.
1.2.1954
İskilip Ulaştepe doğumluyum. İlkokulu Ulaş ilkokulunda, Ortaokul liseyi İskilip’te
okudum. Üniversite de 1973 yılında girdiğim Ankara iktisadi Ticari İlimler
Akademisi, Başkent Yüksek okulu iktisadi ilimler bölümünü, 1978 şubat’ta bitirdim.
İki sefer bankaların müfettişlik imtihana girdim. İmtihanı kazanamayınca, dokuz
ay Çorumda muhasebecinin yanında staj gördüm.
15.7.
1979 yılında İskilip’te muhasebeciliğe başladım.
Talebelik
yıllarında da babamın kamyonunda fiilen çalıştım. Şoförlük yaptım. Yük taşıdım.
Hem de tahsilime devam ettim.
İlkokul
döneminde mahalleden, okuldan arkadaşlarla birlikte oldum. Bu arkadaşlarımdan
bana en yakını komşumuz Ünal Sucu idi. Eski arkadaşlardan bir kısmını
kaybettik. Mahallede kışın kayık kaynardık. Gece aşağı taslı oluğundan suyu
salardık. Sabaha kadar yol boydan boya buz olurdu. Gündüz belediyeden de gelip
buzu kazarlardı. Büyüklerimiz de caminin önündeki kalasları bağlayarak
kayarlardı. Mahalledeki dibeklerde çağrılınca dibek dövmeye giderdik.
Biz
başak yapmaya bahçeye gitmedik ama ortaokul sonda bir iftira ile öğretmenimiz
Müberra Akçalı tarafından tek dersten sınıfta bırakılarak, bir sene gezdik.
Öğretmenin oturduğu sandalye ye çivi çakmışlar, bunda hiç alakamız olmamasına
rağmen, bizim üzerimize yıktılar. Bu iftiraya uğramasaydık, öğretmen olacaktım.
Gezdiğimiz
bu dönemde, Yüksel Temelci, İzzet Hayırlı ben; kahve alışkanlığımız olmadığı
için bahçelere başağa giderdik.
MY-
Çocukluk yıllarında geleceğe dönük olarak seni etkileyen oldumu?
Benim
gönlümde makine mühendisi olmak vardı. Gazi makineyi de kazanmama rağmen, dedem
istemediği için bu bölüme gidemedim. Bitirdiğim okula kayıt yaptırmıştım. Devam
mecburiyeti de yoktu. Böylece bu okulu bitirdim.
MY-
Siyasi yönünün belirlenmesinde ne etkili oldu?
Babamın
arkadaşı Çil Osman vardı. Buna Hürriyeti seçtim diye, Rus yazarın Rusya da komünizmden
kaçışı anlatan, kalın ve ağır bir kitap vermişti. Bu kitabı okuyunca çok
tesirinde kaldım. Bu kitabı arkadaşlarıma da tavsiye ettim.
Rahmetli
dedem hoca idi. Daha kuran okumaya başlamadan, dedem bana amme cüzünü ezbere
okumayı öğretti. Hüdüt hoca diye bilinen
dedem, çağıl suyu satardı. Daha sonra tavukçu hocaya giderek kuranı iki kere
hatmettim. Dini temelleri aileden çevreden, tavukçu hocadan aldım. Tavukçu
hocadan dayak yemeyen, ender talebelerden birisi bendim. Ben şunu yaptım da
kıymetim bilinmiyor anlayışı yanlış.
MY-
Talebelik dönemi hakkında ne anlatırsınız?
Bizim
liseyi bitirdiğimiz 1973 yıllar, siyasi olayların en hararetli olduğu
yıllardır. O dönemler hiç tasvip etmediğim dönemlerdir. Ben siyasi
düşüncesinden dolayı, hiç kimseyi dışlamadım. Sol görüşlü arkadaşlar ile birlikte
aynı evde kaldığımız dönemler oldu. Ev arkadaşlarımız İskilipli ve
dışarıdandılar. Siyasi olaylar senin benim düşündüğüm gibi olmuyor. Olaylar siyasilerin
ve döneme yön verenlerin tavırları ile oluştu. 13 Eylülde her şey bitti. O
dönemler kitsin bir daha gelmesin. O dönemde siyasette hoşgörü yoktu.
Öğrenciliğimizi yaşayamadık. Okuldan çıkıp, siyasalın önünden dolmuşa
binemiyordum. Eğitim fakültesine kayıt olduk, bize saldırdılar. Bizde okula ilk
gittiğimiz gün okulun penceresinden kaçtık. Bir daha da Eğitim fakültesine gidemedik.
Üniversitede okurken hem okudum, hem de İskilip’e gelip arabada çalıştım. O
dönemden kalan arkadaşlıklarımız devam ediyor. Her arkadaşımla görüşmem
gerektiği kadar, ilişkilerimiz devam etmektedir. Arkadaşlığımı hiçbir zaman,
fikre siyasete alet etmedim. Arkadaşlarımın iyi ve kötü günlerinde yanında
olmaya çalıştım.
MY-
Siyasete nasıl girdiniz.
Ben
Belediye başkanlığına kendim aday olmadım. Çevremden aday olmam için baskılar
oldu. Ankara’da Okuduğumuz dönemlerde, Çankaya bölgesinde Ülkü Ocaklarında ve kitaplıklarda
nöbet tutardık. Nöbet tuttuğumuz gecelerde, Başbuğ kitaplıkları gezmeye gelir,
hal hatır sorar giderdi. İskilip’te muhasebecilik yaparken, Rahmetlik Türkeş
telefon edip, başkanlığa aday olmamı istedi. Bende durumumu anlatıp, iş
dolayısı ile müsait olmadığımı bildirdim. Oda bir dahaki dönemde aday olmamı
söyledi. Devlet bey benim fakülteden hocamdı. Sonraki 1994 yılı seçimlerinde devlet
bey telefon edip” başbuğun selamı var, İskilip’te başkan adayımız sensin “ diye
söyleyip telefonu kapattı. Arkadaşlarla istişarelere başlayıp, Belediye
Başkanlığına adaylığımızı ilan ettik.
MY-
Belediye başkanı olmadan önce hangi hedefleriniz vardı?
Türkiye
de belediyecilik dâhil çok şey birilerinin istediği kadar yapılıyor. Yani
belediyeler kendilerine verilen para kadar hizmet yapabiliyorlar. Bu durum
babasından aldığı para kadar, harcama yapan çocuğa benziyor. Yaz gelirken
belediyelere üç dört ay kesinti yapmadan para veriliyor. Bu para ile yatırım yapılmaya çalışılıyor. Sonrada
para olmadığı için elin kolun bağlanıyor. Bazı konularda görüş istiyorlar. Görüş
veriyorsunuz ama buna uymuyorlar. Belediyeler borçlu. Borcunu yatırmayan
Belediyeler karlı çıkıyor. Borçlar affediliyor, cezalar alınmıyor. Borcunu
ödeyen belediye cezalı çıkıyor. Belediyecilik genelin vesayetinde, genelin istediği
kadar hareket ediyorsunuz. İsterseler hiç çalıştırmayıp, cezalandırırlar.
Yapılan her iş suç, göbekten bağlısınız.
Kanun
gereği Belediye meclisine yetkiyi veriliyor, meclis kararı alıp uygulama yapınca, yanlış
karar almışsın diye belediyeye ceza geliyor. Hem imar yapma yetkisini bana
veriyorsun, sonrada yanlış karar almışsın diye ceza veriyorsun. Belediyede
yapılan her iş suç. Merkez belediyeyi istediği kadar çalıştırır, istemese
çalıştırmaz.
Doğrusu
şu: Meclis karar aldıktan sonra, kararın Valiliğe gidip, buradaki denetleme
mekanizmasından geçerek onaylanıp, ondan sonra uygulamaya geçilsin. Böylece
olması muhtemel yanlışın önüne geçilsin.
Belediyeler
maliyeye SSK ya borçlu. Benim bu konuda teklifim oldu. Dedim ki belediyede
çalışanlar bordu raya bağlı. Belediye ye para gelmeden, SSK ve vergilerini
kesin, kalanını gönderin. Daha sonrada bunlardan borç çıkmasın. Bu teklifime
hiç yanaşmadılar.
3194
sayılı imar kanunu küçük belediyelerin kaldırabileceği kanun değil. Ben başkan
olduğumda ifrazı, tevhidi bilmiyordum. Bütün bunları başkan seçildikten sonra,
kendi gayretimle bir şeyler öğrenmeye çalıştım. Herkesin bu işi bilmesi mümkün
değil. Bu sebeple imar uygulamalarında yanlışlıklar yapılıyor.
Ben
başkan seçildiğimde, bir hafta sonra beş nisan kararları oldu. Belediye
kasasında yüz lira vardı. Bu para ile bir ekmek bile alınmıyordu. Önceki
dönemde belediye ye büz alınmış, aradan dokuz ay geçmiş, büz parası ödenmemiş.
Bunu taksit ile ödeyeyim dedim. İtiraz
edip, hemen ödeme yapılmasını istediler. Para yok ki ödeyeyim. Büzü satan
firmaya dedim ki;” Dokuz ay sesini çıkarmadan beklemişsiniz. Şimdi biz gelince
niye sıkıştırıyorsun. Bize süre vermezsen, paranı istediğin yerden al.” Dedim.
İlk ay maaşı esnaf arkadaşlardan ödünç alarak ödedim. Hizmetleri en ucuz nasıl
yaparımın hesabını yaptım.
İlk
dönemde partim meclis dışında kaldı. İskilip’in turizm merkezi olmasını
istedim. Önümüze çok engel çıktı aşamadık. Kalenin üzerindeki evleri kaldırayım
dedim, burası yaşayan kale kaldıramazsınız dediler. İskilip’te turizm gününü
kutladık. O gün İskilip e gelen Ahmet Ertekin abimiz “ kalenin dibinde
düzenleme yaptım deme, çöpleri temizledik deyin. Burası sit sahası el
dokunulmaz.” dedi. Türkiye’de bazı şeyleri yapmak çok zor. Kalenin dibinde kazı
yapılırsa, başka mağaralarda çıkar.
Kaçakta
ortaya çıkan Dinazor konusu vardı. Dinazor dişlerini Almanya ya gönderdik,
burada araştırma yapılmasını istediler. Bu durum ortaya çıkınca denildi
ki;” Bu konuyu fazla kurcalamayın.
Oradaki sanayi çarşısının kalkması söz konusu olabilir. Böyle olursa esnafı
karşına alırsın.” Bizde konuyu kapattık.
Deri
hamamını alalım müzeye dönüştürelim dedik. Mülk sahipleri korkunç paralar
istediler, elimizi dokunamadık. Bizde vakıf hamamının onarımını yaptık. Hamamın
hava bacaları tıkanmış, iki defa patlama meydana geldi. Onarım sırasında
vakıflardan müfettişler geldiler. Yapılanları görünce beğenerek “ Biz buraya
gelmedik, bir şeyde görmedik. Siz işinizi bitirin” dediler. Bu onarımı
yapmasaydık hamamın çökme durumu vardı.
MY-
Bundan sonra Belediye başkanlığına aday olacaklar için ne tavsiye edersiniz?
Partiler
ve siyaset bu işte amaç değil araçtır. Seçim döneminde bir partiyi destekler veya
aday olabilirim. Seçimden sonra kim seçilirse o benim başkanım olur. Seçim
bittikten sonra siyaset bitmeli, hizmet başlamalıdır. Yanlış olan seçilenin,
önceki yapılanları bir tarafa itip, sadece kendinin yaptıklarını esas almasıdır.
Mesela hastanenin meydan mahallesine gitmesi
doğru değildi. Buna karşı çıktım. Kayacığın oraya yapılabilirdi. Bunu başkana
da ilettim.
Belediye
başkanı seçilecek insan ilçeyi iyi tanıyacaktır. İlçenin insanını iyi
tanımalıdır. Biz İskilip in sorunları diye sempozyum yaptık. Orada söz alanlar sorunları dile getirdiler.
O gün konuşulanlar, o zamana ait idi. Şimdi daha başka sorunlar var. Bu tür
sempozyumlar la sorunlar tespit edilerek, çözüm yolları aranmalıdır. Her devri,
kendi koşullarında değerlendirmek lazımdır.
MY-
Belediyeciliğin sırasında ziyaretçileriniz de olmuştur. Bunun ile ilgili
hatıranız varmı?
Bir
keresinde İskilip’e üç bakan ile büyükelçiler geldiler. Bunlar gelmeden önce, ne
yapacağız, nasıl yapacağız diye kaymakam telaşlandı. Bende “Sayın kaymakamım
telaşlanmayınız, biz hallederiz.” dedim. Geldiler dolmalar yapıldı,
arkadaşlarım gerekli ikramı yaptılar. Gittiklerinde kaymakam çok memnun kaldı.
Tataristan
Aloboğa valisi Çoruma gelmiş. Çorum Valimiz misafir Valinin İskilip’e
geleceğini, ilgilenmemi söyledi. İskilip e geldi, yemek sırasında Vali “ Sizde Başkan
Başkan da Kaymakam ne oluyor.” Dedi. Gülüştük. Benim şu kadar tarlam, fırınım,
traktörüm var dedi. İskilip’te çok güzel şeyler yapmaya çalıştık.
MY-
Mehmet Bey gençlere diyeceğiniz neler var.
İskiliplilerin
doğduğu yere borçları var. Elinde hizmet imkânı varsa, doğduğu yere hizmet
edecek. İskilip’i düşünecek. İskilip ile ilgisini kesmeyecektir. Böylece
borcunu ödemiş olacaklar. Her kez İskilip için elinden geleni yaparsa birçok
sorunda çözümlenmiş olacaktır.
Mustafa
Yolcu
24 Ağustos 2012 Cuma
ALİ KILCI

Ali Kılcı- 22.08. 2012
MY- Bize kendinizi tanıtır mısınız?
1951 Yılında İskilip, Büyüktaş Mahallesinde, Kayakoparan Camisine yakın, Çay Boyundaki ahşap bir evde doğdum. Bana dedemin ismini vermişler. Aslen Balıkesirli olan babam, İkinci Dünya Harbi sırasında askerliğini uzatmış, İskilip’te görev yaparken annemle evlenmiş. Bir müddet sonra da askerlikten ayrılmış, İskilip’te kalarak ticaretle meşgul olmuştur. Jandarma Mehmet diye anılmasının sebebi budur. Annem Temenne Mahallesinden, Gümüşlerdendir. Ben, beş kardeşten ailenin dördüncü çocuğuyum.
Okula, Taş Mektep diye bilinen Misakı Milli İlkokulunda başladım. İlk üç sene bize, rahmetli Ahmet Basmacı öğretmelik yaptı. Bir müddet sonra da emekli oldu. Osmanlı döneminde yetişmiş iyi bir öğretmen idi. İlkokulun son sınıfını, ağabeylerimle Ankara’ya geldiğimizden, Yıldırım Beyazıt İlkokulunda tamamladım. Ortaokulu Çorum ve Ankara İmam Hatip okullarında okudum. 1967 yılında lise açılınca, tekrar İskilip’e geldim. Çarşıdaki eski Ortaokul binasında hizmete giren, İskilip Lisesinin ilk mezunlarından birisiyim. Nurettin Tanay, Tahir Üstünel, Şahin Üstünel, Hüseyin Anaç sınıf arkadaşlarımızdan birkaçı idi. İskilip Lisesinin ilk defa açılmış olması ve öğretmenlerin çoğunun da yeni olmasına rağmen, iyi bir eğitim aldık. Mezunları yüksek öğrenimde başarılı oldu. Liseden sonra üniversiteye Dil-Tarih ve Coğrafya Fakültesi Arkeoloji Bölümünde başlayıp, 1975 yılında tamamladım.
Memuriyete başlarken kısa bir süre, Kredi ve Yurtlar Kurumu, Balıkesir yurdunda görev yaptım. “O sırada buradaki eğitim enstitüsüne, İskilip’ten kalabalık bir gurup öğrenci kayıt oldu. Bu yurtta kalarak, hepsi de öğretmen olup eğitim camiamıza katıldı.” Balıkesir’den askerlik için ayrılıp, Tuzla ve Babaeski’de askerliğimi yaptım. 1978 yılında askerden terhis olduktan sonra, aynı yıl Vakıflar Genel Müdürlüğünde memuriyete başladım. Hala aynı kuruluştayım. Sanat tarihçisi olarak, uzun yıllardır bu görevime devam etmekteyim.
MY- Size okuma zevkini kim aşıladı?
Bu konuda küçüklüğümde bana, etki eden birisini hatırlamıyorum. İlkokul sıralarında iken İskilip Halk Kütüphaneye gittiğimde, küçük olduğum için kütüphane memurunun beni içeri almadığını unutamıyorum. O zamanlarda kütüphanenin çocuk bölümü henüz açılmamıştı. Küçüklüğümüzde televizyon yoktu. Radyo da çok yaygın değildi. Uzun kış gecelerinde; Hz. Ali’nin Hayber Kalesi Cengi, Battal Gazi Destanı gibi kitapları, gaz lambası ışığında ev halkına okurdum. O zamanlar çocukların ilgisini çeken, daha başka şeylerde vardı. Tommiks, Teksas küçüklüğümüzün vazgeçilmez çizgi romanları idi. Bu kitapların kiraya verildiği bölüm, Şehir Parkının Park Kahvesi ve havuzdan sonra diğer önemli yeriydi. Sende burada kitap kiraya veriyordun. Senden de kitap kiralayıp okudum.
MY- Bu dönemler ile ilgili unutamadığınız hatıranız var mı?
Lisedeki öğretmenlerimizden tarih hocası Eyüp Eriş, beni okuma ve araştırmaya teşvik eden birisi olarak, hiçbir zaman unutmadığım bir kişidir.
Bir defasında, İskilip Tarihi konulu bir ödev vermişti. Ödev için Halk Kütüphanesinde, yeterli bilgi bulamamıştım. Arkadaşlarımdan birisi, bir köy okulunda bu konuda bir kitap olduğunu söyledi. Şayet gitmek istersem, beraberce köye gitmeyi teklif etti. Ben de kabul ettim. Çok soğuk olmayan bir kış günü, bayram tatili ertesi, okulların açık olduğu dönemde bu köye gittik. Otobüsten köy yolunda indik. Köye giden yola girmeden önce, yolun altında bir höyük bulunduğunu fark ederek, görmek istedim. Fazla uzak olmayan höyüğün tepesine çıktık. Daha önce definecilerin üst kısmını kazdıkları höyükten, biraz çanak-çömlek kırığı topladık. Höyüğün ilerisinde biriken gölcükte, yaban kazları sürüsü vardı. Burada işimiz bitince, köye gittik. Okulu bulup, içindeki öğretmenler odasına girdik. Birkaç öğretmen sobanın başında oturuyordu. Hoş beşten sonra, hepsi de İskilipli olan öğretmenlere meramımızı anlattık. İskilip tarihi konusunda kısa bir yazı olan küçük bir dergiyi bulup getirdiler. Dergideki dikkatimi çeken kısımları not aldım. Okulda işimiz bitince, öğretmenlere teşekkür ederek köyden ayrıldık. Geldiğimiz şekilde İskilip’e döndük. Ödevimi, bulabildiğim başka bilgilerle tamamlayıp, öğretmene verdim. Bir emek mahsulü olan bu ödevden, iyi bir not aldım. Bu olayın başka bir enteresan yönü olduğunu, yıllar geçtikten sonra fark ettim. Meğer benim yol arkadaşım, oraya yeni tayin olan bayan öğretmene sevdalı imiş. Biz onu görebilmek için gitmişiz, ödev bahane imiş.
MY- Geçmişe olan özlemlerden bahseder misiniz?
Çocukluk ve gençlik dönemlerindeki, henüz tarihi dokusu bozulmamış olan İskilip’in eski halini çok özlüyorum. Henüz sokaklarına beton yığını apartmanların dikilmediği, kireç sıvalı iki-üç katlı, ahşap evlerin ayakta durduğu zamanları, cadde ve sokaklarında, bahçelerinde çiçekleri ve meyve ağaçları olan evleri özlüyorum.
Bağ ve bahçelerinde mis kokulu, türlü meyve ve sebzelerin, elmanın, armudun, üzümün envai çeşidinin yetiştiği İskilip’i özlüyorum.
Çeşitli çiçekleri, gülleri olan parkı özlüyorum.
Osmanlı devrinde bölgesinde önemli bir ekonomik ve kültürel güç olan İskilip, değişen şartlar karşısında zamana ayak uyduramadığından, ciddi bir göç ile nüfus kaybına uğramıştır. İskilip’ten büyük şehirlere göçün yaygınlaşmadığı zamanlarda, İskilip daha canlı idi. Çarşıdaki çeşitli arastalarda faaliyet gösteren her çeşit esnafın yapıp ürettiği mallar, İskilip’ten dışarıya satılıyordu. Değişen şartlar sonunda, farklı bir İskilip meydana geldi. Bize de eski günleri hayal etmek kaldı.
MY- Meslek hayatınızı ve konuda bir hatıranızı anlatır mısınız?
Arkeoloji eğitimi almış birisi olarak, aslında Kültür Bakanlığında çalışmam gerekiyordu. Ancak ben o zamanın şartları gereği (koalisyon hükümeti vardı) Vakıflar Genel Müdürlüğünde işe başladım. Aslında burası için sanat tarihçisi olmak gerekiyordu. Vakıf eski eserler konusunda çalışmak, uzmanlaşmak, Türk Kültürüne olan ilgim sayesinde kolay oldu. Vakıflar Genel Müdürlüğü ülkemizin yeterince tanınmayan, Selçukludan Osmanlıya kadar var olan çok önemli ve köklü bir kuruluşudur. Esasen burada işe başlayana kadar, ben de Vakıflar Genel Müdürlüğünü pek tanımıyordum. Böyle bir kuruluşta çalışmış olmak büyük bir ayrıcalıktır.
Selçuklu ve Osmanlı devirlerinden, atalarımızın bıraktıkları kültür varlıkları olan medrese, cami, han, hamam, kervansaray, türbe gibi tarihimizin canlı varlıkları konusunda çalışmak, onların geleceğe aktarılmasında rol almak, gerçekten güzel ve önemli bir hizmet. Ülkemiz ve bütün Osmanlı coğrafyasında bulunan, vakıf eski eserlerle meşgul olmakla, kültürel mirasımızı tanımak ve tanıtmakla yıllarım geçti. Esasen sahip olduğumuz bu kültürel zenginliği, dünyanın hiçbir medeniyetinde bulmak mümkün değildir. Bu zengin mirasın, bakımsız ve boynunun bükük bırakılması düşünülemez. Her ne sebeple olursa olsun, toplum olarak ülkemizin tapusu sayılan tarihi eserlerimiz konusunda, sorumluluğumuz olduğunu bilmemiz gerekmektedir. Çalışan bir kişiye, mensubu olduğu kuruluş bir okul gibi olmalıdır. Bu sebeple Vakıflar Genel Müdürlüğünün, benim için bir okul olduğunu söyleyebilirim.
Yurdumuzu doğusundan batısına, bazen en zor şartlar altında, bazen de iyi imkanlarla, eski eserleri incelemek için yıllarca dolaştık. Çankırı ilinin tamamındaki vakıf eserleri incelemek için yaptığımız bir gezi sırasında, Kızılırmak kenarındaki merkez köyleri dolaşıyorduk. Karadayı ve Alıca köylerinden sonra, Ankara sınırındaki sonuncu köy olan Çatal elma’ya gittik. Köyün camisini inceledikten sonra işimiz bittiğinden, köyden ayrılırken, okulda Ankara’ya gitmek isteyen iki müfettiş olduğunu, onları da götürmemizi rica ettiler. Arabamızda yer olduğundan memnuniyetle kabul ettik. Misafirleri okuldan aldıktan sonra, köye hangi yoldan geldiğimize bakmadan, okulun önünden giden bir yola doğru yöneldik. Köyün öğretmenleri ve diğer insanları güzel bir şekilde bizi uğurladılar. Ama yol konusunda kimse bir şey söylemedi. Bu yolda köyden uzaklaşıncaya kadar ilerledik. Gittikçe yol daralmaya başladı. Nihayet bir tarla yolu haline geldi. Tepelere çıktık. Bozkırlarda ilerledik. Bu yolun bizim geldiğimiz yol olmadığını, bir müddet sonra anlamıştık ama geri dönmeyi de göze alamadık. Biraz da arabamızın cip olmasına güvenip, cesaretle batıya doğru giderek, Ankara- Çankırı yoluna çıkacağımızdan emin olarak ilerledik. Allahtan yakıt derdimiz yoktu. Biz gittikce, yol uzadı. Gittik gittik, Çankırı yolu karşımıza bir türlü çıkmıyordu. Çankırı’nın bozkır tepelerindeki yollarını bitiremedik. Bir taraftan da hava yavaş yavaş kararmaya başladı. Batıya doğru bir müddet daha ilerledikten sonra, bir ağılın yanından geçerek dereye indik. Issız bir yoldan, akşamın karanlığında gelen, yolunu kaybetmiş yolcuları gören çobanlara nerede olduğumuzu sorunca, Terme Çayına indiğimizi söylediler. Çaydan geçip biraz ilerleyerek ana yola ulaştık. Yarım saatlik yolu, uzun süren 4-5 saatte alabildik.
MY- İskilip konusunda yaptığınız çalışmalardan bahsedermisiniz?
İskilip Ulu Camisini yıkıp, yerine altı çarşı üstü kubbeli büyük bir cami yapmak için bize İskilip’ten bir heyet gelmişti. Böyle bir talebin gerçekleşmesinin hiçbir şekilde mümkün olmayacağını, bunun yerine caminin onarımının yapılmasının doğru olacağını anlattım. Görüşmelerimiz İskilip’te de devam etti. İskilip’in merkezini ve kimliğini teşkil eden bu caminin, şehrimiz için önemli bir unsur olduğuna ikna oldular. Sonunda Yeni Cami ile Ulu Cami onarım programına girdi. Vakıflar Genel Müdürlüğünce söz konusu camilerin 1990 yılında onarımları gerçekleştirildi.
Çocukluğumuzda Şeyh Yavsi Camii önünde ahşap bir şadırvan vardı. Caminin 1963 yılında yapılan onarımı sırasında, yıkılan bu şadırvanın yeniden yapılaması gerekirken bir türlü yapılmadı. Bu şadırvanın projelerini hazırlatıp koruma kurulundan gerekli izin alınmasını sağladım. Bir arkadaşımızın maddi ve manevi gayretleri ile mevcut şadırvan 47 yıl sonra yeniden yapılmış oldu. Şeyh Yavsi Camii önünde bir zamanlar çırçır evi olarak kullanılan türbenin onarımı konusunda, Metin Kalyoncu çaba sarf etti. Bu konuda kendilerine yardımcı olmaya çalıştım.
İskilip tarihi ve eski eserleri konusunda bir kitap ve bir kaç makalem yayınlandı. Bu konuda çalışmalara devam etmek istiyorum. İskilip’in Türk dönemindeki Eski Eserleri üzerine bir kitap üzerinde çalışıyorum. İskilip’le ilgili yayınlanmış olan kitap ve makalenin isimleri aşağıdadır.
-İskilip’te Suyun Hikayesi Tarihi Sular, Çeşmeler ve Diğer Tesisler, Ankara 2007.
-İskilip Şeyh Yavsi Camii Külliyesi, Rölöve ve Restorasyon Dergisi V, Ankara,1983.
-İskilip’te Vakıflar ve Ebussuud Efendi Vakfı, Türk Kültüründe İz Bırakan İskilipli Alimler Sempozyumu, Ankara 1998.
-İskilip’te Yaşayan Hacı Ali Çeşmeleri Vakfı, IX. Ortaçağ ve Türk Dönemi Kazı ve Araştırmaları Sempozyumu Bildirileri, Erzurum, 2006.
-Selçuklu Devrinde İskilip Şehri, Selçuklu Şehirleri ve Medeniyeti Sempozyumu, Konya 2008
- Fatihin Hocası Akşemseddin’in İskilip’teki Ahşap Camisi, XV. Ortaçağ ve Türk Dönemi Kazı ve Araştırmaları Sempozyumu Bildirileri, Eskişehir, 2011
MY- Hemşerilerimize iletmek istediğiniz, mesajınız var mı?
Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde, vakıf hizmetleri zirveye çıkmıştır. Tarih boyunca bu şekilde İskilip, önemli eserler kazanmıştır. Geçmişte tabi afetler ve insan eliyle yapılan tahribatlara rağmen, şehrimiz vakıf eski eser yönünden oldukça zengin sayılabilir. Bunların tamamını birer şaheser olarak nitelemek mümkün olmamakla birlikte, çoğunluğu kendi çapında yöresel özellikler taşıyan, tarihi değerleri olan eserlerdir. Şehrin sivil mimarlık eserlerinin çoğu yok oldu. Ama dini ve tarihi yapılarımızın, geleceğe olduğu gibi aktarılması gerekir. Beş vakitte halkımızca kullanılan tarihi camilerin, bakım ve onarım ihtiyacı olduğunda, hayır sahiplerince hemen onarıma girişilmemelidir. Bunun için gerekli kanuni izin ve müsaadenin, alınması lazımdır. Bunun adresi Tokat Vakıflar Bölge Müdürlüğü ve Kültür Varlıklarını Koruma kuruludur.
İskilip’in tarih ve kültürünün yeterince tanıtılmamış olmasını, büyük bir eksiklik olarak görüyorum. Sözlü ve maddi kültür değerlerimizin, yeni nesile ve geleceğe derli toplu bir biçimde aktarılması çok önemlidir. İskilip’te yaşayan gelenek ve adetlerimizin unutulmamasının yanında, kültürel değerlerimizin de yaşatılması gerekir. Bu alanda yapılması gerekenlerden birisi, İskilip Müzesi kurulmasıdır. Bu konuda geçmiş yıllarda İskilip’in Sesi gazetesinde bir de yazı yazmıştım, Belediye başkanlarına teklifte bulundum. Fakat gerçekleşmedi. Ama bunun belediye şemsiyesi altında gerçekleşmesi bir zarurettir. İskilip’te bir şehir müzesi kurulmasına ihtiyaç vardır. Yazılı ve etnografik, kültürel belgelerin toplanacağı bu müze, şehrin kimlik boşluğunun doldurulmasının yanında, İskilip turizmine büyük katkı sağlayacaktır. Kurulacak bir dernek vasıtası ile halkımız, ellerindeki Osmanlı dönemine ait kitap, yazılı belge ve çeşitli eşyaları buraya bağışlamalı veya bir şekilde satın alınarak toplanmalıdır.
Kütüphanemizin ismi, İskilip Ebussuud Efendi Kütüphanesi olarak değiştirilmeli, burada bir “Ebussuud Efendi Araştırma Merkezi” kurulmalıdır.
Ali Bey kardeşimize, verdiği bu değerli bilgiler için teşekkür ediyor, gençlerimizin kendisini örnek alarak, eserler bırakmasını diliyorum.
Mustafa Yolcu
Başkalarına Kızacağımıza Kendimize Bakalım
BAŞKALARINA KIZACAĞIMIZA KENDİMİZE BAKALIM
Şehit haberleri geldiğinde haklı olarak üzülüyor, kahroluyoruz.
Teröre niye son verilmiyor? Buna niye göz yumuluyor, tedbir alınmıyor diyoruz.
Peki yıllarca biz ne yaptık?
Sınırlarımız yolgeçen hanı. Her türlü uyuşturucu, silah, kaçak mallar, sigara, çay ülkemize rahatlıkla giriyor. Bunun neması PKK ve hamilerinin cebinde.
Aldığımız savaş uçakları, uçan tabut. Suriye’de uçağımızı kim düşürdü? Üzerinde mermi izi yok. Darbe yok. Havada bir anda kilitlenip, demir yığınına dönüşüp denizin dibini boyluyor.
Basite aldığımız İran; şu anda teknolojide bizden ilerde. Uranyumu üretebilir, kendi uçağını, füzesini, arabasını yapabilir duruma geldi. Peki, biz hangi silahı yapabiliyoruz? Kendimize ait hangi aracımız, uzun menzilli füzemiz var?
İstihbaratta kendi işimizi görebiliyor muyuz? İnsansız hava araçlarımız var, buna rağmen ağır silahlar ile sınırdan geçenleri görüp önlem alamıyoruz.
Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgemiz ajan kaynıyor, bunlara burada ne işiniz var diye soruyor muyuz?
Üyesi olduğumuz NATO bizim için ne yaptı? NATO içinde müttefik olduğumuz ülkeler, PKK nın lojistik ve maddi destekçileri. NATO çercevesin’de bu ülkelerden aldığımız silahları, destekçisi oldukları PKK ya karşı kullanamazsınız diyorlar. Kendimiz üretemediğimizden, almak istediğimiz bazı silahları bize vermek istemiyorlar. Sonra da füze savunma sistemine dâhil olup, onların savunması için biz para ödüyoruz.
NATO konusunun bütün boyutları ile masaya yatırılıp, gözden geçirilmesi gerekmektedir. Müttefikimiz olan ülkeler bize düşmanca tavır takınıyorsa, bizim uçağımız düşürülüyorsa, şapkamızı önümüze koyup yeniden hesap yapmamız gerekmektedir.
Bizim içinde olmadığımız, Atlas okyanusunda Avrupa ülkelerinin katıldığı bir savaş olsa, ülkemizde PKK problemi falan kalmaz. Hamileri başlarının derdine düşünce, uşakları kaçacak delik ararlar.
Hangi düşünce ile Almanya’dan gelen kaleşinkofları Barzani’ye, Talabani’ye verdik. Şimdi o silahlar benim askerimi vurmuyor mu? Bu silahları onlara verenler bunu nasıl izah edecekler. Bu vebali nasıl taşıyacaklar?
Başta APO olmak üzere bölücüleri hapishanelerde niye besliyoruz? İsimlerini bizzat Öcalan'ın tesbit ettiği kişileri onun yanına niye arkadaş olarak koyduk. Onlar sınır dışı edilse, hasma karşı ülke dışında gereken mücadele yapılsa daha iyi olmaz mı? Böylece bir blöfte sona erer.
Sakın ola ki Kürt kardeşlerimizin hepsini PKK içinde görmeyelim. İstanbul un göbeğinde PKK ya haraç toplanıyorsa, Devlet olarak biz buna engel olamıyorsak, Kürt vatandaşımız kime sığınıp derdini anlatsın. Köyünü aşiretini PKK kuşatıyor, PKK ya katılmasını istiyor. PKK ile yaptıkları silahlı müsadere ye emniyet güçleri müdahale etmemişse vatandaşımız ne yapsın?
Seçim zamanı evler işyerleri dolaşılıp, PKK’nın partisinden başkasına oy verilmeyecek diye tehdit ediyorlarsa, vatandaş istediği partiye nasıl oy verecek? Seçim güvenliği nasıl sağlanacak? İstediğimiz partiye oy verince de yukarıda saydığımız yanlışlıklar düzeliyormu?
Yabancı ülke vatandaşlarına, ülkemizde mülkiyet edinme hakkını vermek yanlış değimli? Diğer ülkeler mülkiyette sadece kullanım hakkını verirken, biz yasal olarak yabancı ülke vatandaşlarının yüzlerce dönüm arsa arazi almalarına izin veriyoruz. Biz gidip Türk Vatandaşı olarak Almanya’dan, İngiltere den, Suudi Arabistan’dan mülkiyet alabiliyor muyuz?
Sonunda diyorum ki; biz başkalarına kızacağımıza, bu yanlışlıkları niye yapıyoruz diye kendimize bakalım. Yanlışlardan dönerek, önlemimizi alalım.
Mustafa Yolcu
19 Ağustos 2012 Pazar
İSKİLİP'TE RAMAZAN İLAHİCİLERİ
İSKİLİP’TE RAMAZAN
İLAHİCİLERİ
İskilip’te
ramazanla birlikte, teravih namazından sonra ve sahur vaktinde cami minarelerinden
ilahi söylenirdi. Annelerimiz saclarda mayalı yapar, dışarıdan ilahi sesi
sabahın mamurluğunda çınlardı. İlahi söylenen camilere’de evlerden sahur yemeği
giderdi.
İlahiler
ramazanın başında başka, ortasında başka, sonuna doğru elveda ramazan diye
başlardı.
Bayramda
ise sokaklarda bir tarafta topçular, bir tarafta nareciler, ilahicilerde
sırığın ucuna bağladıkları havlu ile aşağıdaki manileri söyleyerek dolaşır,
bahşiş toplarlardı. Gidilen evde isimler evin sahibine uygun olarak söylenir,
bayram daveti olan evlerde davet yemeğine katılıp giderlerdi. Bazı evlerde
sırığa havlu benzeri şeyler bağlanırdı.
Rahmetlik
kambur Hamdi vardı. Kulağı az duyardı. Bayramlaşmak için bir eve yanındaki
arkadaşı ile giderken “ Hasan bayramlaşmaya gidince, önümüze baklavu
koyarlar. Tabaktaki baklavunun ikisini yeme
yelimde bırakalım. Sonra ayıp olur ha.” Diye bağırarak söylemiş. Hamdi kendine
göre yavaş söylemiş ama onun bu konuşmasını gittiği ev halkıda duymuş,
başlamışlar gülmeye. Bayramlaşmaya gelince, önlerine gelen baklavunun ikisini
yemeyip bırakmışlar. O bembeyaz kıyır kıyır İskilip baklavusunu. Birisi bir tabak baklava gönderse de
geçmişine dua edip yesek değilmi.
Ramazan Bayramı
Manileri
Yeni cami direk ister
Söylemeye yürek ister
Benim karnım toktur
emme
Arkadaşım börek ister
x x x
Çarşı cami baştan başa
Keklik seker taştan
taşa
Sana derim Mustafa
paşa
Bayramın mübarek olsun
x x x x
İlahici kapıya geldi
Ev kalkına selam verdi
Darılmayın ilahici
Bahşişi almaya geldi
x x x x
Tarlalarda olur deste
Kekliği kafeste besle
Sana derim Hasan usta
Bayramın mübarek olsun
x x x x
İşte geldik kapınıza
Selam verdik hepinize
Sana derim Nuriye
teyze
Bayramın mübarek olsun
Mustafa Yolcu