6 Ağustos 2018 Pazartesi

İSKİLİP TAŞ MEKTEP HATIRASI

İSKİLİP TAŞ MEKTEP HATIRASI

ANAP’tan, 1987-1991 tarihleri arasında Çorum Milletvekili olan Mustafa Namlı, İskilip’te bulunan taş mektep ile ilgili hatırasını anlattı.

Milletvekili olduğu dönemde, Çorum ve İskilip’e bir şeyler kazandırmaya çalışan Mustafa Namlı, dönemin Milli Eğitim bakanı olan Hasan celal Güzel’den, İskilip’e bir şeyler kazandırabilmek için yatırım talebinde bulunuyor. Hasan bey, Mustafa Namlı beyi dinledikten bir süre sonra, Cumhur Başkanı Kenan Evren’den gelen bir talimatı, Mustafa Bey’e iletiyor.

Talimatta – “Taş Mekteplerin yıkılarak, yerine yeniden okul yapılması.” Yer alıyor. Hasan bey –“Sizin İskilip’te bulunan taş mektebi yıkalım, yerine yeni okul binası yaptıralım.” Diyor.

Mustafa bey de taş mektebi yıkmayalım, yanın ’da müsait arsa var orayı satın alıp, okulu oraya yaptıralım diyor.

Hasan bey- “O zaman bu işe sen öncülük et. Gidip o arsayı alın, okulu oraya yaptıralım.” Diyor. Bunun üzerine İskilip’e giden Mustafa Bey, ilk olarak İskilip’in Milli Eğitim Müdürü olan Adnan Pabuççu ile diyalog kuruyor. Sonra kaymakamlığa gidip, Kaymakam Mal Müdürünü çağırıyor. Birlikte konuyu konuşarak, taş Mektebi’n bitişiğinde bulunan arsanın sahibi Ethem Tatarla buluşuyorlar. Ethem bey 10.000.-TL karşılığında, arsayı vermeyi kabul ediyor. Mustafa bey “bu paranın 1000-TL sini ben karşılarım.” Diyor.

Mustafa Bey, Kaymakam, Mal Müdürü, Adnan Pabuççu ile birlikte, esnaftan para toplamaya çıkıyorlar. Neticede Mustafa Bey’in kattığı 1000.-TL ile birlikte, 4000.-TL para toplanıyor.

Mustafa bey Ankara’ya gelerek, durumu Hasan Celal Güzel Bey’e iletiyor. Milli Eğitim bakanlığı arsayı kamulaştırarak, bu alana yeni okul binasını yaptırıyor. Böylece TAŞ MEKTEP’İMİZ yıkılmaktan kurtularak, kendini korumuş oluyor. Bir akıllı ’da gelip, Taş Mektep ’in duvarlarına sıva yaptırıp, orijinalliğini bozmuştur. Bir an evvel duvarlardan sıvaların kazıtılarak, okulun eski haline dönüşmesini tüm hemşerilerimiz arzu ediyor.

Aynı dönemde, Abdul Hamit Hanın ülkemize kazandırdığı taş mekteplerden, Çorum’ da iki taş mektep, diğer illerde ’de taş mektepler yıkılarak, yerine beton binalar yapılmıştır.

Mustafa Bey’den bu kadar bahsettikten sonra, TBMM ‘de Mustafa beyin anlattığı bir olayı ’da sizlerle paylaşmak istiyorum. Mustafa Bey, kendisine gelen hemşerilerimizin isimlerini defterine not eder, hangi konu için geldiğini ’de yazardı. Bir hemşerimiz yanına, dört ayrı konu için gelmiş. Mustafa Bey’de yardımcı olmuş. Aynı kişi beşinci kere Mustafa beyin yanın geldiğinde bende orada idim, Mustafa Bey hemşerimize “Ahmet Bey, dört ayrı iş için geldin yardımcı oldum. Müsaade ette, bir başka hemşerimize yardımcı olalım artık.” Dedi.

Mustafa Bey’in mecliste her gün odası dolar, öğleyin olunca ’da kalabalık bir gurup olarak gelenleri yemeğe götürürdü. Aynı dönemde ANAP’ lı diğer milletvekilleri ’de, yemek masrafı çıkmasın diye öğleden sonra odalarına gelirlerdi.

45 Yıldır Ankara’dayım. Çorum’dan birçok milletvekili geldi geçti. Mustafa abi ile kurduğum diyaloğu, diğer milletvekilleri ile kuramadım. Bu dönemde seçilen Milletvekili EROL KAVUNCU Bey, inşallah sorunlarımıza çözüm bulmaya çalışacaktır.

Taş Mektebi’mize sahip çıkıp, yıkılmaktan kurtardığı için, eski Milletvekilimiz Mustafa Namlı abimize teşekkür ediyor, Memleketime yöremize taş üstüne taş koyandan Allah razı olsun diyorum.

Mustafa Yolcu- 05.08.2018

5 Ağustos 2018 Pazar

YAVUZ ASLAN ARGUN ABİ İLE HATIRALAR



YAVUZ ASLAN ARGUN ABİ İLE HATIRALAR

Yavuz abi Mücadele hareketinin pratisyeni idi. Sorunlara çözüm bulan, birleştirendi.
1973 yılı memleketim İskilip’te idim. Akşam vakti evimizin kapısı çalındı. Kapıyı açtığım ’da Ahmet keskin arkadaşımı karşımda buldum. Sevinç içindeydi. Hayırdır diye sorduğumda, gazete kupürünü göstererek- “Yavuz abi hapisten çıkmış.” Dedi. İkimizde çok sevinmiştik.

Aynı yıl üniversiteyi kazanıp, Ankara’ ya geldiğim de Bahçeli evler 1. Durakta OÇOK yurdunda kalıyorduk. Akşam, Yavuz abi yurda gelecek dediler. Bir yere gitmeden, Yavuz abiyi bekledik. Kendisini merak ediyordum. Yurda geldi ve hapishane de yaşadıklarını, ülke gündemini anlattı. Bu arada onunla yurda gelen, rahmetli GÖMÜLÜ ÇOBAN “FAİK ERYILDIZ”, Sorme mene nazlı gardaş, dönirem ağlayı ağlayı! şiirini okudu. Hepimizde çok etkilenmiştik.

Yavuz abinin, yavaş ve oturaklı bir ses tonu vardı. İnsana güven veriyordu. Daha sonraki yıllarda, değişik vesilelerle kendisiyle karşılaştım.

Turgut Özal Yavuz abiye haber göndererek, bir yere gideceklerini buluşmalarını bildirmiş. Söylenen saatte, İstanbul’da Turgut beyle buluşmuş. Yavuz abi bundan sonrasını şöyle anlatmıştı. – “Turgut Bey bana boş bir çanta teslim ederek, bu sende dursun dedi. Birlikte arabaya binerek, bir fabrikaya gittik. Fabrikanın sahibi bizi kapıda karşılayıp, idari binanın yukarı katına buyur etti. Kahvemizi içerken, birisi gelip yanımdaki çantayı alıp gitti. Bir süre sonra çantayı tekrar getirip, yanıma koydular.

Sohbetimiz sona erdi, kalkıp giderken çantayı da aldım. Çanta kurşun gibi ağırdı. Merdivenden inerken, Turgut Bey çantayı benim elimden alarak “Yavuz artık ben götürürüm.” dedi. Dolu çantayı, artık kendisi taşıyordu

 ANAP iktidarının ilk döneminde, İstanbul’ da bulunan kuzenimi Yavuz abinin yardımı ile Eminönü Belediyesine aldırdım. Teyzem Yavuz abiye çok dua etmişti.
Yavuz abi ceza evinde iken, kendisinin avukatı olan Mehmet Altınsoy’u çok sever, kendisinden Mehmet abim diye bahsederdi. Vefasını her zaman gösterirdi.

Yavuz abi Mehmet Altınsoy’un, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı olduğu dönemde, BELKO işletmesinin başına geçmiş, Ankara’nın kömür ihtiyacını temin ediyordu. BELKO ya   Ziyaretine gittiğim’de sekreteri olan yeğeni, telefonda “UĞUR DÜNDARIN BEKLEDİĞİNİ, GÖRÜŞMEK İSTEDİĞİNİ “bildirdi. Yavuz abi- “Görüşmek istemediğini, yok demesini.” Söyledi. Bu iki sefer tekrarladı. Uğur Dündar ısrarla görüşmek istediğini söylüyordu. Yavuz abi en sonunda yiğenini azarlayarak, telefonu kapattırdı. Ben Yavuz abiye, niçin görüşmek istemediğini sorduğumda- “Ermenilere ait bir şirketin, kömür ithalinde usulsüzlük yaptığını. Bunu da kendilerinin tespit ederek, konunun üzerine gittiklerini. Bu konuyu haber alan Uğur Dündar’ın, konunun üzerine gitmek için değil, konuyu öğrenip daha sonra konuyu kendilerine koz olarak kullanmak istediğini. Bunu bildiği için, Uğur Dündar’la görüşmek istemediğini söylemişti.

1986 Yılı’nda Yavuz abiyle, çalıştığım kurumda karşılaştım. Kurumun başında bulunan kişiyle görüşmek istediğini ama görüşemediğini bildirdi. Bende Yavuz abiyle, karşılaşmak istediği kişiyi karşılaştırdım. Görüşmeleri bitip oradan ayrılan Yavuz abiyi, üzgün ve düşünceli buldum. Niye üzgün olduğunu sorduğumda- “Arkadaşın bu göreve gelmesini, ben sağladım. Şimdi ise bu arkadaş bana yardımcı olmadı.” Dedi.

1 Mart 2003 tarihin de TBBM de Amerikan askerlerinin Türkiye üzerinden Irak’a girmesi için oylama yapılacaktı. Kamuoyu ikiye ayrılmıştı. Halkın çoğunluğu buna karşı çıkıyordu. Mecliste ne olacağı belli değildi. 1 Mart günü Yavuz abiyle, bir arkadaşımın işyerinde karşılaştık. Yavuz abi teskereye şiddetle karşı çıkıyor, teskere meclisten geçerse, ilerde Irak halkına bunun cevabının verilemeyeceğini söylüyordu. Tanıdığı bütün milletvekillerini telefonla arayarak, hayır oyu kullanmalarını tavsiye ettiğini bildirmişti. Sonuç Yavuz abinin dediği gibi olmuş, büyük sürpriz yaşanmıştı.

Mücadele hareketi dağılmış, her kez farklı bir kulvara gitmişti. Ben  Yavuz abinin, mücadele hareketinin içinde bulunduğu durum hakkındaki düşünceleri merak ediyordum.
Kendisi ile bir arada olduğumuzda yavuz abi, Aykut beyden “AYKUT BEY KARDEŞİM” diye söz ediyor, kendisi hakkında menfi bir şey söylemiyordu. Bu durumu kendisine- “Sizi bazı konular da mağdur etmiş birisine, Aykut Bey kardeşim diyorsunuz. Bunun nedeni nedir?” diye sorduğumda; kol kırılır, yen içinde kalır. Böyle söylemek zorundayız demişti.

Anlattığı başka bir anekdot da “Aykut Bey kardeşim ve bazı arkadaşlarla birlikte oturuyor, sohbet ediyorduk. Meyve yerken, bir arkadaşımız elmayı soyup, Aykut beyin ağzına uzatmaya kalktı. O arkadaşımızın eline vurdum ve elmayı yere düşürerek, bir daha böyle yapmayın. Soyduğunuz elmayı kendisine ikram edebilirsiniz dedim.” diye anlatmıştı.

Ankara da vefat eden Ayaşlı kardeşimiz, kısa bir süre Muhsin beyin partisinde bulunmuş, Muhsin beyle çalışmıştı.  O arkadaşımız vefat ettiğinde Muhsin Bey, Ayaş ta cenazesine katılmış, evine gitmiş, vefasını fazlası ile göstermişti. Daha uzun süre Aykut beyle çalışmasına rağmen, Aykut Bey bu arkadaşımızın ölümünde taziye bile göndermemişti.

Asıl vefa gösterecek kişi Aykut Edibali, YAVUZ ABİNİN cenazesine bile katılmadı. Aykut Bey, cenazeye katılsaydı kazanırdı. Katılmadı kaybetti. Hiç kimsede bu durumu savunamaz, mazeret gösteremez. Yavuz abiyi sevenler, sayanlar cenazesinde de onun yanın da idi. Yavuz abiye Allahtan rahmet, yakınlarına baş sağlığı diliyoruz.

Mustafa Yolcu










6 Temmuz 2018 Cuma

ÇALIŞMAYAN ORGAN YOK OLUR


ÇALIŞMAYAN ORGAN YOK OLUR

Otobüs durağında beklerken, 78 yaşlarında birisi ile sohbet ettik.   Konuşmamız sırasında   bu kişi dedi ki- “çalışmayan organ yok olur.”

Bu ne demek diye sorduğumda” Eğer organlarımızı çalıştırmazsak, tembelleşir özelliğini kaybeder ve yok olur. Mesela ayağımız, gerektiği kadar yürüyüş yapmazsak, merdiven çıkmazsak, yürümemiz zorlaşır yürüyemez oluruz” dedi.

Bu misalleri çoğaltabiliriz. Beynimizi gerektiği kadar çalıştırmazsak, hesap yapıp kitap okumazsak, beyin özelliğini kaybetmeye başlar. Bunun ilk safhası unutkanlıktır. İsimleri, eşyaları koyduğumuz yerleri, şahısları unutmaya başlarız. Sonunda en yakınımızdakileri tanımaz hale geliriz.

Vücudumuzun tamamını sistematik olarak çalışmak, sağlıklı olmasını sağlamak durumundayız. Kendimizi geri çekersek, iş göremez psikolojisine düşersek, kendimizi yok olma kompleksine sokarız.

Bu durum hayatın, bütün evreleri için geçerlidir. Dernek, vakıf, sivil toplum örgütleri ’de böyledir. Bu çalışmalar ’da aktif bir durum yoksa, etkinliğini kaybetmişse yok olmaya mahkumdur.

Devamlı yeni proje üretilip, güç kazanıp çalıştırılması gerekir. Yeni fikirlere açık olmalı, karşılıklı fikir alışverişi yapılmalıdır. O zaman bütün organları harekete geçer, yok olmaktan kurtulur.

Bir devlet düşünün. Bu devlet bütün organları ile çalışıyor, hizmet üretiyorsa o devlet baki olur. Ayakta kalır, güçlü olur. Durum tersine ise bu kötüye işarettir. Şu anda, kamu kurumlarında çalışan personelin çok azı çalışıyor, diğerleri bankamatik memuru olmuşlar. Ay başı gelince maaşını alıyorlar, iş yaptıkları yok. İş takibine gelen vatandaş, bugün gitsin yarın gelsin. Kimsenin umurunda değil.

Gölbaşında bulunan arsamın üzerinde, belediyenin imar harcı takyitadı vardı. Bu borcu, 2011 yılında ödedim. Takyidatı kaldırma yazısını Belediyeden alarak, aynı gün tapuya getirdim. Tapu ya yazıyı teslim ettiğimde” tamam siz gidebilirsiniz, biz takyidatı kaldırırız dediler. 20 Haziran 2018 tarihin ’de tapuda bu arsa ile ilgili işlem yapmak istediğimde, bahsettiğim takyidat yine karşıma çıktı. Belediyeden yine yazı getirdim, Tapu Müdürüne ilettim. Müdür beyin görev verdiği elemanlar, yine ipe un serdiler. Benim ısrarım üzerine takyidat kalktı. Ben az çok bu işi bildiğim için ısrarcı oldum, işimi bitirdim. Peki sade vatandaşlar ne yapacaklar? O zaman işin bitirilmesi için başka yollar aranıyor.   

Bu benzetme, bütün kamu kurumları için yaygınlaştırılabilir. Fransa’da çalıştığını söyleyen bir işçimiz diyor ki; “Fransa da kamu kurumuna işiniz düştüğünde, evrakınız tamamsa evrakınızı teslim ediyorsunuz, işiniz takıntıya uğramadan sonuçlanıyor.

Demek ki “ORGANLARIMIZI ÇALIŞTIRMAMIZ GEREKİYOR. AKSİ TAKDİRDE ÇALIŞMAYAN ORGANIMIZ YOK OLUYOR”.

Bedeni, maddi, manevi bütün organlarımızı iyi çalıştıralım. Sağlıklı olsunlar, verimli olsunlar, yok olmasınlar.
Mustafa Yolcu- 04.07.2018

7 Haziran 2018 Perşembe

ELMALILI M. HAMDİ YAZIR


ELMALILI M. HAMDİ YAZIR merhumun kuran meali ön sözünde bulunan yazıyı sizlerle paylaşıyorum.

ALLA HI bilmeyen
Dünya ya sarılır
Dünyayı bilmeyen
Hülya ya sarılır
Hülya ya sarılan
Hakikate darılır
Yiğit'i görmeyen
İsmine bayılır
Önünü görmeyen
Sonunda ayılır
Kanunu tanımayan
Kanun'da ayılır
Kitabı tanımayan
Hesapta uyanır
Kuranı anlamayan'da
Tercümesine sarılır.
Rahmetlinin bu yazısından her
kez kendine göre bir hisse çıkarır inşallah.

1 Nisan 2018 Pazar

ŞEKER FABRİKALARININ ÖZELLEŞTİRİLMESİ


ŞEKER FABRİKALARININ ÖZELLEŞTİRİLMESİ

Dünya da şeker ihtiyacının %72 şeker kamışı ve mısır nişastasından, %28 şeker pancarından elde ediliyor. Yurdumuz ’da ise yıllardır şeker ihtiyacımız, şeker pancarından karşılanıyordu.Yıllık şeker ihtiyacımız 2,5 milyon ton olup, kişi başı yıllık 30-35 kilo şeker tüketilmektedir.

AB ülkelerinde nişasta bazlı şeker için ortalama %2 lik kota uygulanırken, Fransa ve Almanya’da %0,5- 0,9 civarında iken, ülkemizde bir ara % 15 nişasta bazlı şeker üretimine izin verilmiştir. Nişasta bazlı şeker üretimi ucuz olduğu için, gıda sanayiinde tatlandırıcı olarak, yoğun şekilde kullanılmaktadır.

Yüksek früktoz içeren mısır şurubu doğal değildir. Bu tatlandırıcılar alındığında, vücutta insülin salgısı olmaz. Şeker direk kana karışır. Bu sebeple diyabet, şişmanlık, tansiyon hastalığı, damar hastalıkları meydana gelir.

Kristal Şeker alındığında ise vücut insülin salgılar. İnsülin şekeri dengelemeye çalışır. Tokluk hissi oluşur. Kullanılması uygun olan şeker, kristal yani pancar şekeridir.

Yeni kabul edilen torba yasada mısır tatlandırıcısı olan, nişasta şekerine %5 kota getirilmiştir. Fakat ülkemiz ’de ihracat amaçlı kurulan nişasta şekeri fabrikalarının üretiminin ne kadarı ihraç oluyor, yoksa bir kısmı yurt içinde mi kullanılıyor, bu düşündürücü konudur. NBS fabrikalarına mısırın büyük kısmı Amerika’dan gelmektedir.

 

Mısır tatlandırıcısı üretimi fazla olup, piyasa da daha fazla kullanıldığında, kristal şekerin kullanımı azalmakta, şeker fabrikalarında stok oluşmaktadır. Bu sebeple fabrikalar, pancar alımını azaltmakta, bu durumda pancar üreticilerini zora sokmaktadır.  Bizim üreticimiz zora girerken, yurt dışından mısır alınmaktadır!...

Pancardan şeker üretiminde ’de şu hususlar vardır. Yurdumuz ’da şekerin elde edilme yüzdesi en fazla olan pancarlar, İç Anadolu bölgesinde yetişmektedir. Bunun sebebi de bu bölge de gece ve gündüz sıcaklıklarının en fazla olduğu bölge olmasıdır. Bu bölge de rakım 1000 metre civarındadır. İç Anadolu bölgesinde bir kilo şeker, 90 kuruş civarında mal olmaktadır.

Sakarya tarafı çok yağış olduğundan, pancarlar iri olmakta, şeker elde etme yüzdesi düşmektedir. Dolayısı ile bu bilgede şeker yaklaşık iki liraya mal olmaktadır.

Doğu Anadolu bölgesinde, havaların soğuk olması sebebi ile pancarın yetişme mevsimi kısa olmakta, fabrika da üretim 1-2 ayda bitmekte, şekerin kilo su 5 liraya mal olmaktadır.

Bu durumda iç Anadolu bölgesi dışında pancar ekimi, pancardan şeker üretimi ekonomik olmamaktadır. 

Şeker pancarından şekerin dışında alkol, ispirto, küspe elde edilmekte, hayvan yetiştiricilerinin yem ihtiyacı karşılanmaktadır. Ayrıca şeker fabrikaların atölyelerinde, şeker fabrikalarının ihtiyacı olan makine üretilebilmektedir.

Şeker fabrikaları tarımsal üretim, istihdam, fabrikalarda üretim ve sağladığı istihdam ile ülke ekonomisine katkı sağlamaktadır. Ekonomik olan, ekonomiye katkısı olan şeker fabrikalarında özelleştirmeye gitmek doğru değildir.

NBS (Nişasta şekeri şurubu) üretimi kısıtlanmalı, insanımızın çeşitli hastalıklara yakalanması önlenmelidir. Batı ülkelerinde NBS şekeri üretimi yok denecek kadar azken, ülkemizde NBS tatlandırıcısı üretiminin %5 olması çok fazladır. İhracat yapmak üzere kurulan NBS fabrikalarının üretimi iyice denetlenmelidir. Basın ve yayın yolu ile nişastalı tatlandırıcıların zararları, halkımıza iyice anlatılmalıdır.

Mustafa Yolcu

26.03.2018

 

 

12 Mart 2018 Pazartesi

ÇORUM LİSESİ 1954- 1958


İsmail Beşikçi hemşerimizin, bu nostalji dolu yazısını sizlerle paylaşıyorum. Yazıda Çorum Lisesi, Çorum’a dair birçok konu anlatılıyor. Unutulanları yeniden hatırlamak, unutulmamasını sağlamak ne güzel. O yıllarda yaşanılan güçlükler ile, şimdi bol bulunan imkanları karşılaştırdığımız’ da, şükretmemiz gereken ne kadar çok şey var, onu hatırlamış oluyoruz.
ÇORUM LİSESİ 1954-1958
Liseye 1954-1955 öğrenim yılında kaydoldum. O yıl ortaokulu bitiren arkadaşların birçoğu liseye kayıt yaptırıyordu.  Aynı yıl Çorum’da İlk öğretmen Okulu açıldı.  Bu arkadaşların bir kısmı İlk öğretmen Okulu’na kayıt yaptırdı. Orada eğitime başladı. Bu arkadaşların bazıları da Bolu İlk öğretmen Okulu’nda eğitime başladı.
O dönem, İskilip-Çorum yolu 65 km. çekiyordu. Haremi Geçidi’nde yol, kıvrımlar yaparak tepeye ulaşırdı. Araba çoğu zaman arıza yapar, ‘Su kaynattı’, ‘Fren tutmuyor’, ‘Teker patladı’ vs. denerek yolcular arabadan dışarı çıkarılırdı. Arıza giderilinceye kadar yolcular dışarıda bekler, arızanın giderilmesi yarım saat kadar sürerdi.  İskilip-Çorum seferinde bazen, birden fazla arıza da olurdu.  65 km’lik yol, iki saati aşkın bir zaman ’da alınıyordu.
İskilip’ten Çorum’a günde bir otobüs seferi yapılırdı. Sefer, sabahın erken saatlerinde yapılır, bileti muhakkak birkaç gün önceden almak gerekirdi. Ankara’ya otobüs seferi her gün olmaz, haftanın bazı günlerinde olurdu. Yol Çorum, Sungurlu, Kırıkkale üzerinden Ankara’ya ulaşırdı. İstanbul’a vs. gitmek isteyenler, Ankara’da yeniden bilet alırlardı. Ankara’ya yolculuk, sabahtan akşama kadar bir gün sürerdi. Son durak Etlik Garajlarıydı.
İskilip-Çorum yolu, Yalak çayı Köyü’nden sonra Karaburun Köyü’ne ulaşıyor, oradan Kızılırmak üzerindeki bir köprüden Salur Köyü tarafına geçiyordu.  Yolu bu kesim de uzatıyordu. Köprü, tahtadandı. Tahtaların arası açılmıştı. Kırık, çatlamış, bükülmüş, çukurlaşmış tahtalar da vardı.  O zaman Kızılırmak çok gür akardı. Suları çoktu. Araba köprüye girdiği zaman, çok büyük sarsıntı olurdu. Bu sarsıntı, araba köprüden çıkıncaya kadar sürerdi. Otobüs köprüye girdiği zaman, otobüsteki yaşlı kadınlar dua etmeye başlarlardı.  Otobüs köprüden çıkınca Oh…! derlerdi.
Osmanlı’nın son döneminde ve Harami Geçidi’ndeki eşkıyalık olaylarının, Çorum-İskilip yolu üzerindeki diğer gelişmeleri, Kemal Tahir’in (1910-1973) romanlarında çok etraflı bir şekilde anlatıldığını gördüm.  Kemal Tahir’in Yedi Çınar yaylası, Rahmet Yolları Kesti, Kör duman, Büyük Mal, Sağır dere gibi romanlarında bu tür olaylar çok anlatılıyor. Kemal Tahir, 1940’larda, Çorum Cezaevi’nde yatarken, İskilip’ten, Osmancık’tan, Sungurlu’dan vs mahkumlarla tanışmış. Çorum-İskilip izlenimleri, bu mahkumlarla yaptığı sohbete dayanıyor. Teyzemin eşi Ali Çalık, Kemal Tahir’i çok yakından tanırdı. Ali eniştenin Ulaş Tepe’de, Yukarı Taslı’daki evinin kütüphanesinde, Kemal Tahir’in bütün romanları vardı. Ali Çalık enişte, kanaryalara düşkün bir kişiydi. Ali enişte için kitaplar da önemliydi.
Ethem İzzet Benice de (1903-1967), Yakılacak Kitap isimli romanında, Osmanlı’nın son dönemlerinde, Birinci Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında, İskilip’teki insan ilişkilerini, Çorum-İskilip Yolu’nu, çevresini ayrıntılı bir şekilde anlatmaktadır.
O zamanlar yükler, çeşitli araçlarla, çeşitli malzemelerle taşınırdı. Çitler, seleler, çuvallar, torbalar, bohçalar, bavullar, valizler…vs. Tahta bavullar da vardı. Bavul açılmasın, dağılmasın diye iplerle,  kınnaplarla, ince urganlarla bağlanırdı. Yataklar, yorganlar kilimler, keçeler vs. de önemli yüklerdendi. Bu yükler otobüsün üst tarafına yerleştirilirdi.  Düşmesin, dağılmasın diye bu yüklerin üzerine branda çekilir, brandanın üzerinden de sıkı bir şekilde urganla bağlanırdı.  Şoför muavini bazen, ‘yükün fazla, fazla yük ücrete tabidir…’ derdi. Bu konuda uzun tartışmalar olurdu.
Çorum’a gelince, otobüsün son durağı Veli Paşa Hanı’ydı. Burası aynı zamanda garajdı. İskilip otobüsleri, buradan hareket ederdi. Yolculuk sırasında otobüs, köylerin girişinde de durdurdu. Burada otobüse binenler, otobüsten inenler olurdu. Bu yolcuların yükleri de otobüsün içinde oraya-buraya sıkıştırılırdı.
İnsanlar, yüklerini otobüsten indirdikten sonra, yakınlarının gelip kendilerini alıp götürmesi için Saat Kulesi’nin dibine giderler, orada bekleşirlerdi. O zamanlar,  şehir içi ulaştırma aracı faytonlardı.
O dönemde, lisede eğitim gören yatılı öğrenciler için bir yurt vardı. Bu yurt, kadın Doğum Hastanesi’nin bulunduğu sokaktaydı. 1954 yılında, İskilip’ten liseye kayıt yaptıran arkadaşlardan bir kısmı bu yurtta kalıyorlardı.  Bir kısmı da, birkaç arkadaş bir arada ev kiralamışlar, evde kalıyorlardı.  Ben de İskilip Hanı’nda kalıyordum. Çorum’a ilk gidişimizde, Yaşar Çizikci ile birlikte, bu handaki bir odada kalacaktım. Ama Yaşar, Bolu İlk öğretmen Okulu’na gidince, ailesi 1951 yılında Bulgaristan’dan göçle gelen, bir arkadaşla kalmaya başladım.  O arkadaşın ailesi, Çorum’a yakın bir köye yerleşmişti.
İskilip Hanı’nın sahibi Mustafa Nurdoğan’dı. Osmancıklıydı.  Mustafa Nurdoğan, lise ’de velim de olmuş, okula kayıt yaptırırken, bana çok yardımcı olmuştu. Lisede okul numaram 466’ydı.
İskilip Hanı, Veli Paşa Hanı’na çok yakındı. Veli paşa Hanı’nın hemen arka sokağında yer alıyordu. Hanın giriş katında, hayvanlar için ahırlar vardı. Çorum civarındaki köylerden gelenler, hayvanlarını bu ahırlara koyarlardı.

Yolcular için üst katta, geniş odalar vardı. Her odada 5-6, birkaçında 7-8 karyola bulunurdu. Ranzalı odalar da vardı.  Tuvalet kabinleri, han içinde müşterekti. Hanın giriş katındaydı. Girişte ortada, çok geniş bir boşluk vardı. Yazıhanenin bulunduğu küçük odanın önünde de bir çeşme vardı. Çeşme de müşterekti. Suyu her zaman akardı.  Hayvanlar, bu çeşmenin oluğunda biriken suları içerdi. Hanın odalarına, tuvalet, çeşme, musluk vs. yoktu. Kışın odalar, odun kömür yakılan sobalarla ısıtılırdı. Ama sobalar, her zaman yanmazdı.  Yazıhanede, gelen-giden yolcuların kaydını yapan, onlarla ilgilenen görevli bazen sobaları da yakardı.
Çorum’un çarşı kısmında, çeşitli semtlerde, birkaç tane daha han vardı. Yeni yeni oteller de yapılıyordu.
İskilip Hanı, haftanın birkaç günü çok kalabalık olurdu.  Merdiven altındaki odada, cam üzerine yağlı boğa ile resimler yapan, hırpani kılıklı bir ressam kalıyordu.  Bu ressamın, uzun süre mekânı burası olmuştu. Bu ressam, pazarlarda resimlerini satarak geçimini sağlardı.
1954-1955’de İskilip Hanı’nda, epey zorluk çektim. Ders çalışma imkânı vs. kısıtlı idi. Odada masa, sandalye yoktu. Soba da yoktu. Sene sonunda iki dersten bütünlemeye kaldım. Eylül’de bu sınavlara yetişemediğim için, bir yıl kaybettim.
                                                     ***
Çorum Lisesi, Ankara-Çorum-Samsun yolunun, şehirden çıkarken sol tarafında yer alıyordu. Liseden sonra Çorum Parkı ve bitişiğinde, Çorum Devlet Hastanesi vardı. Çorum Lisesi, yola paralel olarak uzanan ince, uzun bir binaydı.  Ortaokul, lise, aynı binada eğitim görüyordu.  O zaman liseler dört yıldı. Bizlerin kayıt yaptırdığı 1954 yılında üç yıla indirilmişti. Dersliklere I’den VII’ye kadar numara verilmişti.  İskilip Ortaokulu’ndan farklı olarak I/A, I/B, II/A. II/B gibi bölümler de vardı. 1954, de ben IV/B sınıfına yazılmıştım.  Lise bir, o zaman iki sınıftı. Ama Lise iki (V) bir sınıftı. Lise sonda Fen bölümü, Edebiyat bölümü olarak ikiye ayrılma söz konusuydu.
Liseye, öndeki yol kapısından da, arkadaki bahçe kasından da giriliyordu. Ön kapıdan girildiğinde, sağda, öğrenci İşleri Bürosu vardı. Buradan sağa dönüldüğü zaman, bir koridor uzayıp gidiyordu. Koridorun Sağ tarafına derslikler dizilmişti. Dersliklerin pencereleri bahçeye, yola bakıyordu.  Giriş katında, Türkçe, Matematik, Tarih, Coğrafya derslikleri vardı. Müzik atölyesi de bu kattaydı. Müdür odası, Öğretmenler Odası, giriş katının üstündeki kattaydı. Bu katta, Edebiyat, Felsefe, Yabancı Dil derslikleri vardı. Sosyoloji, Psikoloji, Felsefe grubu adı altında okutuluyordu. Biyoloji, Kimya, Fizik derslikleri de bu kattaydı. Fizik dersliği amfi şeklinde düzenlenmişti. Fizik dersliğinin içinden bir kapı laboratuvara açılıyordu. Bu laboratuvarın kullanıldığını hiç hatırlamıyorum.  Bu dersliklerin çoğunun penceresi bahçeye, yola açılıyordu. Kimya dersliğinde de laboratuvar vs. yoktu. Resim Atölyesi de bu kattaydı.  
Lise 1’den itibaren, seçmeli dersler de konulmuştu. Resim, Müzik, Yabancı Dil, seçimlik derslerdendi. Öğrenci, bu derslerden istediğini seçebilirdi. İskilip Ortaokulu’nda Fransızca okutuluyordu. Lisede, , seçimlik ders olarak İngilizceyi almıştım. Anfi şeklinde düzenlenmiş Fizik dersliği, L şeklindeki binanın kısa olan koridorunun ucundaydı. Resim Atölyesi de onun bitişiğindeydi. Müzik Atölyesi de bu kesimin altındaki kattaydı. Fizik dersliğinin pencerelerinin bir tarafı bahçeye, bir tarafı da mahallelere bakıyordu. Lisenin kütüphanesi, giriş katının altındaki bodrum katındaydı. Kütüphane, alaca karanlık bir mekandı.
Çorum Lisesi’nin kapalı spor salonu da vardı. Kışları bu salon çok kullanılırdı. Kapalı spor salonu, bahçenin yanında yer alıyordu. Bahçe ile kapalı spor salonu arasında küçük bir yol vardı.
Lisede, Türkçe, edebiyat, Matematik, Cebir, Geometri, Yabancı Dil, Tarih, Coğrafya, Fizik gibi derslerin birkaç hocası vardı. Lise ’de Edebiyat hocası Handan Bakırcı’ydı. Lise II, III de Edebiyat hocası Nurcan Tanverdi’ydi. Cebir-Geometri öğretmeni, Mustafa Rona’ydı. Lise II de Mehmet Altan’dı, Lise III de Ali Ersöz’dü, Ali Ersöz, aynı zamanda Lise’nin müdürüydü.
Tarih hocası, Mahir Keleştimur’du. Mahir hoca, Elazığ, Ağın’lıydı. İskilip’ten Meydan Mahallesi’nde, Borucular Ailesi’nin damadıydı. Eşi Kız Sanat Enstitüsü’nde öğretmendi. Mahir Keleştimur hoca, 1960’ların sonlarında, İstanbul İl Milli Eğitim Müdürlüğü görevine tayin oldu.
Coğrafya hocalarından birine “Tass” tabir ediliyordu. Hoca böyle anılırdı. Fransızca öğretmeni Meliha Atok. İngilizce öğretmeni Suna Yoğurtçu’ydu. Leman Altan Biyoloji öğretmeniydi.  Leman hoca, Mehmet Altan hocayla evliydi. Lise I de iken, Biyoloji dersinde birkaç defa, mikroskop kullanılarak bazı konular anlatılmıştı. Kimya dersine daha çok, Çorum’daki eczacılar giriyordu.
Fizik hocasına ‘Badi’, ‘Badik’ tabir ediliyordu. Kısa boylu bir hocaydı. Bu hoca, yatılı öğrencilerin kaldığı yurtla da yakından ilgileniyordu. Öğrencilerin disiplininden sorumluydu. 1957-1958 yıllarında, Lise binasına bitişik bir şekilde yeni bir yurt binası yapıldı. Hoca, bu binanın yapılışıyla çok ilgiliydi. Ders sırasında, sık sık, ‘teskere öyle taşınmaz’, ‘harç öyle karılmaz’, ‘o malzemeye iki kişiyle taşımak gerekir’ vs. diye bağırarak işçilere, müteahhitlere müdahale ederdi. Resim öğretmeni Hasan Sağlam’dı.
Beden Eğitimi hocası, üç senede de Ali Yalçın’dı. Beden Eğitimi dersi çoğunlukla, kapalı spor salonunda yapılırdı.
Çorum Lisesi 19 Mayıs, Gençlik ve Spor Bayramı’na da katılıyordu. Hoca, bir kere kışın sınıfı, Çorum’da kayak alanına da götürmüştü.  Nakaratı, ‘Coşkundur, taşkındır, gürleyen sesi/İdeal kaynağı Çorum Lisesi’ marşı zaman zaman söylenirdi.
                                                           ***
Ahmet Şiranlı, Mahir Keçeci, İsmet Köstekçi, Emin Ergün, Celal Kocabay, Mustafa Derici, Bahattin Hazineci, Orhan Uysal, Kemal Ilıcak sınıf arkadaşlarımdı. Çeşitli zamanlarda ve yerlerde, çeşitli görevlerdeyken vefat eden bu arkadaşlara, rahmet diliyorum. Orhan Uysal, 1954’de vefat ettiğinde öğrenciydi, Kemal Ilıcak, 1958’de Amasya Lisesi’nden nakil gelmiş bir öğrenciydi.  1990’larda, Bursa Özel Tip Cezaevi’ndeyken,  Kemal Ilıcak’ın Tercüman Gazetesi’nin sahibi olduğunu öğrendim. Gazeteci Nazlı Ilıcak’la evliydi.
 Meftun Oduncu, Osman Daldal, Başar Sabuncu, Nuran Sabuncu, Ülker Uğur, Tümay Tüzün, Ercan Bozdoğan, Edibe Ilgaz, Ülkü Ecer, Hüseyin Güler, Abdullah Ahıskalı, Mustafa Durak, Yücel Baykara, Filiz Mergen, Ayten Burgut, Atila Laçin, Mustafa Çörekçi, İlhan Ilgaz, İlhan Bezgin, Münir Bellek, Orhan Şener sınıf arkadaşlarımdı. Gülay, Gülser Tuncer, Tahir Perek sınıf arkadaşlarımdı. Gülser’ in babası, Çorum İlk öğretmen Okulu Müdürüydü. İl Milli Eğitim Müdürü, Tahir Perek’in dayısı oluyordu… Bu arkadaşlara sağlık ve uzun ömür diliyorum. Tümay Tüzün’le, Ercan Bozdoğan’la, Münir Bellek’le, Orhan Şener’le, Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde de öğrenime devam ettik. İlhan Bezgin, 1955 yılında, Çorum Lisesin den, Çorum Sanat Okulu’na nakledilmişti. İlhan Bezgin, 1960’ların ortalarında, İskilip’ten bizim bir akrabamızla evlenmişti.
                                                        ***
Meral Çelen’i, Çorum Lisesi’nden hatırlıyorum.1954-1955 ders yılına Çorum Lisesi’ne başladığımda, o da üçüncü sınıftaydı.  Sanırım 1955 yılında, mezun oldu. Aziz Nesin’le evliliği de kanımca aynı yıl gerçekleşti.
                                                  ……………………
1955 kışında, Lise’nin kütüphanesinde sahne kurulmuş, Namık Kemal’in, Vatan Yahut Silistre oyunu oynanmıştı.  Meral Çelen bu oyunda, Zekiye rolündeydi. Olay, 1853-1854 Kırım Savaşı sırasında geçiyordu. İslam Bey Gönüllü olarak cepheye gidiyordu. Ona karşı duygusal bağları olan Zekiye de, onu takip ediyordu…  Oyunu izleyenler, öğrenciler ve öğrenci velileriydi. 1955 yazında, Ahmet Kutsi Tecer’in Köşe başı oyunu oynanmıştı. Bu oyun Çorum’daki, Yalçın Sineması’nda oynanmıştı. Bu oyunun izleyicileri daha kalabalıktı. Meral Çelen’in Güllü Güzel isimli bir  öykü kitabı da vardı.
Ahmet Nesin’le, Prof. Ali Nesin’le, zaman zaman kitap fuarlarında, imza günlerinde karşılaşıyorum. Ama bu küçük anımı da henüz onlara anlatamadım.
İsmail Beşikci
18 Şubat 2018
Derleyen- Mustafa Yolcu                                                                       








                                                                                                    

6 Mart 2018 Salı

7 DÜVELLE HARP ETMEK


7 DÜVELLE HARP ETMEK

Afrin’de savaşıyoruz. Suriye, Irak sınırı boyunca tertibat alıyoruz. Karşımızda tek düşman yok, yedi düvele karşı savaşıyoruz.

Abdülhamit han demiş ki “Bir harbe giriyoruz. Bu harpte dostumuz yok, müttefikimiz yok. Bir tek Allah’ımız var. Yedi düvele karşı savaşıyoruz. Allah’ın izniyle, devletimizi kimseye teslim etmeyiz. Lakin harpteki kayıplar, istikbalimizi yaralar. Gençlerimizi yitiririz. Yetişmiş subaylarımızı yitiririz. “

Abdülhamit’in zamanında da, diğer harplerde ’de durum aynı idi. Biz hep yedi düvel ile harp ettik, içimizdeki hainlerde bizi içerden vurmaya çalıştılar.

Şu anda Afrin’de, İstiklal harbi vermiyoruz ama İSTİKBAL HARBİ veriyoruz. Orta Doğu coğrafyasındaki bu sıkıntıyı alt edebilirsek, geleceğimize kurulmak istenen tuzakları bozmuş olacağız. Bize düşman olanların hayallerini, boşa çıkaracağız. Askerimiz karşısında Amerikan, Fransız, Alman, Çinli, Hollandalı, İngiliz özel kuvvet askerleri ’de var. YPG militanlarını eğitip, teçhiz edip karşımıza çıkarıyorlar.

Fransız Lafarge çimento firması betonu üretiyor, Almanlarda beton ile yer altı sığınaklarını yapıyorlar. Sözde bunlar müttefiklerimiz. NATO çerçevesinde gerekirse, biz onlar için harbe gireceğiz. NATO’nun en büyük ikinci ordusuyuz. Ama müttefiklerimizin, başta Amerika olmak üzere yaptıkları Orta’da.

Amerikalı bir general ülkesinde “Türk askerleri, Araplar ve diğer ülke askerlerine benzemiyor. Türkler ’de geri gitmek gibi bir davranış yok. Ölesiye savaşıyorlar.” Diye beyanat veriyor. Hiçbir ülkenin anası evladını, düğüne gider gibi askere göndermez. Ana evladına derki “SÜTÜM SANA HELAL OLMAZ, SALDIRMAZSAN DÜŞMANA.”  Bu anaları, dünyanın hiçbir milletin de bulamazsınız.

İşte bu manevi kuvvet, bizi biz yapıyor. Bizi güçlü yapıyor. İşte bu sebeple, yedi düvel karşımıza dikiliyor. İçten ve dışarıdan bizi çökeltmeye çalışıyorlar.

Amerika ve Batılılar, dünyanın en barbar, kan dökücü, sömürgeci ülkeleridir. Barış ve özgürlük getireceğiz, DEAŞ ile savaşacağız diye gittikleri yerlerde, sivil çocuk demeden, insanları öldürmüşlerdir.

Irak’ta bir milyon, Afganistan ve Pakistan’da 300.000 kişi olmak üzere, bir milyon üç yüz bin sivil, Amerika ve batılılar tarafından öldürülmüştür. 
1. Ve 2. Dünya harbinde ölen insan sayısı, 75 milyondur. Bunların anladıkları, barış ve demokrasi anlayışı bu işte. Bu anlayış, aynen devam etmektedir.

Metotları makyevalist metot, gayeleri emperyalizm. İnsanı makinanın tamamlayıcısı olarak görüyorlar. Bu sebeple, belirledikleri hedefe varmak için, her şeyi yapıyorlar. Her türlü vasıtayı kullanıyorlar. Bu anlayış için, insanların kitle halinde ölümü, aç kalmaları, şehirlerin yıkılması, tabiatın zarar görmesi sorun olmuyor.

Dünya’da kamuoyu oluşturma, propaganda vasıtaları ile insanları istedikleri gibi düşündürüyor, kanaat sahibi yapıyorlar.

Amerika Irak harbi sırasında, denizde yağlara bulaşmış kuşların, sudan çıkmaya çalışması ve bu arada verilen fon müziği ile insanları etkilemiş, insanlarda kuşların bu duruma gelmesine Saddam neden oldu kanaati oluşmuştu. Daha sonra anlaşıldı ki, bu tamamen Amerika’nın senaryosudur.

Aynı zihniyet, Doğu Guta ’da binlerce sivilin ölümüne ses çıkarmazken, Afrin’de siviller öldürülüyor diye, Türkiye aleyhine propaganda yapmaya kalkıyor.

Türk asıllı devletlerin, Afrin konusunda ne düşündüğünü merak ediyorum. Azerbaycan dışın ‘da, Türk devletlerinden ses yok. Beyanat yok. Türkiye olarak bizim, nasıl kuşatıldığımızın göstergesidir bu. Rusya kardeş devletlere talimat vererek, Türkiye ile ilişkinizi soğuk tutun demiştir. Bu sebeple olacak ki, bu kardeş devletlerden ses çıkmıyor. Bunun Altın’da, bu ülkeler ile bizim dış politikamızın yanlışı var mı bilmiyorum.  Ama insan kardeş bildiği ülkeleri, yanında görmek istiyor. Afrika açılımı gibi bir açılım, Türk devletleriyle de kısa süre de olur inşallah.

Afrin ve diğer başarılar, bizim kendi imkanlarımız ile ayakta durabilmemiz, önümüzde duran birçok kapıyı açacaktır. Hamaset bir tarafa, bizde oyunu kurallarına göre oynamak durumundayız. Dış politika ’da önemli olan, çıkar ilişkileri olduğu için, her açıdan güçlülük sorunları çözecektir.

Allah ordumuza, askerimize, güvenlik güçlerimize güç ve kuvvet versin. İSTKBAL MÜCADELESİNİ BAŞARI İLE ATLATALIM.

Mustafa Yolcu
06.03.2018