31 Aralık 2021 Cuma

İSMAİL ERİŞEN- MUSTAFA YOLCU ROPORTAJI

 

İSMAİL ERİŞEN- MUSTAFA YOLCU RÖPORTAJI- 30.12.2021


 

Hacipiri Mahallesinden yıllardır tanıdığım, Mustafa Yolcu abi ile sizler için bu röportajı yaptım. 15.02.2021 

İsmail Erişen- Mustafa abi bize kendinizi tanıtırmısınız.

Mustafa Yolcu- Ben 1953 yılında, İskilip’ in Hacıpiri mahallesinde Hanönü camisinin yanındaki evde doğdum. Mahallemiz’ de iki halamın, iki dayımın evleri vardı. Sokakta oynarken bile, devamlı onların gözü önünde idim. Bekir dayımın evi’ de Hotmanların evinin karşısında, köşe başında bulunan ev idi. Burada 1963 yılında vefat eden anneannem (Ayşa anam) bulunuyordu. Sokağa bakan evin penceresinin önünde oturur, sokağa bakardı. Ne zaman sokağa çıksam “oğlum Mustafa” diye bağırarak, beni çağırırdı. Pencerenin önüne gidince de” Anan nasıl ne yapıyor “diye annemi sorar, bende bilgi verirdim. Elinin altında tuttuğu mevsimin meyvesini veya parayı bana uzatır, almamı söylerdi. Ayşa anamın geliri yoktu. Ama elinde parası noksan olmazdı. Bu sebeple, ondan para almak istemezdim. Buna rağmen bana zorla para verirdi. Anne annemgil Çorumlol sülalesindendi. Dedem Tabahna camisinin imamı imiş. Babadan oğula, bu görevi 200 yıl sürdürmüşler.

 

Babam Abit Yolcu, annesi ve babası kardeşleri, 1915 yılında Rusların Bayburt’a saldırması ile muhacir olarak Bayburt’tan- İskilip’e üç ay yol yürüyerek gelmişler. Ayakkabıcı İsmail (Kirişçi) Uçuranın babası dedemgile yardımcı olmuşlar. İki odalı, zemin kat bir eve yerleşmişler. Yatak, yorgan, kap kacak getirmişler. Yani kuru yere ocak yakmışlar.

 

Babaannem dermiş ki “BİZE NE ETTİ İSE KÖR URUS ETTİ. BİZİ EVİMİZDEN YUVAMIZDAN ETTİ.” Ailemizde bu sözcük hep söylenir, bizde Ruslara karşı kin ve nefret oluşurdu.

 

1960 İhtilalinin olduğunda yedi yaşında idim. Sokağa çıkma yasağı vardı. Evimiz çarşının kenarında olduğundan, çarşıyı merak edip konağın önüne kadar geldim. Postanenin ve hükümet binasının önünde askerler, nöbet tutuyordu. Beni görünce düdük çaldılar. Korkup evimize kadar koşarak geldim. O zamanlar aileler CHP veya DEMOKRAT partili idiler. Benim ailem ve akrabalarım, dayımlar hariç CHP idiler. Bizim evde, parti hiç konuşulmazdı. Okulda ise Yurt Bilgisi kitabında Adnan Menderesi kötü olarak yazar ve bize böyle öğretilirdi. Adnan Menderes hayranı olan, saraç Bekir dayımın evine gittiğimde 1960 ihtilalinin konusunu açar, Adnan Menderesi eleştirirdim. Dayım konuşmama kızar, söylediklerimin yanlış olduğunu söylerdi.

 

İ.E- Bize okul hayatınızı anlatırmısınız.

M.Y. – İlkokula 1959 yılında Azmi millî İlkokulunda başladım. O zamanlar okulumuz, yıkılan eski lise binasının bahçesinde idi. Okulun yanında hapishane binası, karşısında ise Hükümet binası vardı. İlkokul üçüncü sınıfa geldiğimizde, Azmi milli ilkokulunun şimdiki yerindeki yeni binasının inşaatı başlamış, müdürümüz rahmetlik Mehmet Kaymaz, okulumuzu törenle Misakımillî ilkokuluna götürmüştü. Burada sabahçı- öylenci olarak ilkokulu 1965 yılında tamamladık. 4. Sınıfta Özden Uzel, 5. Sınıfta Ümit Uzel sınıf öğretmenimiz oldu.  Ümit hocam benim hayatıma damga vuran birisi oldu. Bizi kasaba çocuğu olmaktan kurtarıp, düşündüğünü söyleyen, alnı açık başı dik birisi olmamızı telkin ederek yetiştirdi. Gurup çalışması ile dersi bize anlattırırdı.

 

İskilip ortaokulu, İskilip Endüstri meslek lisesi derken 1973 yılında ADMMA inşaat bölümüne girdim. Okuduğumuz dönem, sağ sol hadiselerinin yoğun olduğu zamandı. Sık sık hadise oluyor, evde annem yüreği ağzında beni merak ediyordu. Talebelik dönemimde benim en büyük desteğim, Ankara da bulunan ablam oldu. Hafta ’da, 15 günde bir olsa’ da ona gidiyor, ev özlemimi gideriyordum. Ablam ana yarısı olmuştu. 

Okuldaki siyasi gerilime rağmen, sınıfımızda hiçbir olay olmuyordu. Bu açıdan şanslı idik. Okulda solcuların ileri gelenlerinden olan sınıf arkadaşım Ömer Faruk Akınbingöl ile halen görüşür, eski günleri yad ederiz. 

İ.E.-Sizin yetişmenizde kim etkili oldu.

M.Y.- Benim dünya görüşümün oluşmasını, okuma alışkanlığımı ağabeyim Yaşar Yolcu sağladı. Ta ilkokul yıllarında ağabeyim Ufuk diye bir gazetenin abonesi idi. Hafta da bir evimize bu gazete gelirdi. Ağabeyimin üzerinde de mahallemizden İsmail Beşikçi’nin etkisi olmuş. Kendisi bol kitap okur, okuduğu kitabı ağabeyime anlatırmış. Babamın çarşıda dükkânı vardı. Evimiz de dükkâna yakın olduğundan, sık sık dükkâna gider, büyüklerimin yaptığı sohbetleri dinlerdim. Dükkanımızın karşısında aşçı Nuri’nin lokantası vardı. Burada kuyu kebabı, İskilip helvası yapardı. Bunları yaptığı günler’ de beni gördüğünde çağırır, ekmeğin arasına koyar gönderirdi. Daha sonraki yıllarda bunu babama söylediğimde, benden de parasını alırdı dedi.

 

Dükkanımızın yakının’ da Sefer Güler eniştemin dükkânı vardı. Hafta içi ikindi namazından sonra, İsmet Hafız, Borucu, başka esnafların katılımı ile dükkânda günün konularının sohbetini yaparlar, Hüseyin Güler ağabeyimde onlara çay servisi yapardı. Bende bu güzel çaydan içmek için bu dükkâna giderdim. 

İ.E.- İskilip’te unutamadığınız olaylar nelerdi? 

M.Y.-İskilip te unutamadığım olaylar şunlardı.

1-1961 Yılında gelen sel ile, Akçay’ın yanında bulunan dükkanların yıkılması.

2- 1972 Yılında gelen sel ile Çarşıyı Hacipiri mahallesine bağlayan çelik profil taşıyıcılı köprünün yıkılması

3- 1960 ihtilali ile sokağa çıkışın yasaklanması. Bu devrede konağın önüne kadar giderek, konağın önünde ve PTT’nin önünde nöbet bekleyen askerleri görmüştüm. Askerlerin düdük çalması üzerine koşarak, evimize geldim.

Daha sonraki zamanda ise, Çorum’da bulunan alayın askerleri İskilip’ e gelerek, çarşıda yürüyüş yapmışlardı.

 

4-Hacıpiri mahallemizin üzerinde bulunan düz kaya da mahallemiz ile, Ulaştepe mahallesi arasında mahalle kavgası olmuştu. Her mahallenin lideri olan kişiler vardı. Kavgayı bu liderler yönetirdi. Kavga da sapan ve kuş lastiği ile karşı tarafa taş atılırdı.

5- Çarşıda bulunan dükkanımıza hırsız girmiş, tavşan ve tilki postlarını çalmıştı. Hırsız derileri satmak isterken çarşı da yakalanmış, polisler hırsızı tatbikat için dükkâna getirmişti. Babam davacı olmayınca, hırsız serbest bırakılmıştı.

6- Orta okulda trampet çalıyordum. Bir bayram günü, okulda bulunan bir öğretmenimiz gelerek benim trampeti olup, babası ilkokul öğretmeni olan arkadaşa vermişti. Bu olayı’ da hiç unutamadım. Benden trampeti alan öğretmeni de hiç affedemedim.

7- Bahçe sulamak, mahallemizde komşularımıza gelen samanın, kömürün evlerine taşınması, Bağdan üzüm bahçeden meyvelerin eve taşınması unutamadığım olaylardı.

8- Bir sabah kıymalı yaptırmak için tepsiyi alıp fırına giderken elimdeki bulunan bir lirayı kaybetmiştim. Para olmayınca pideyi yaptıramamış, eve geri dönmüştüm. Bizim mahalleden gelirken köprüyü geçip çarşıya giderken bu olayı hatırlarım.

9- Halamın oğlu Hüseyin Güler ağabeyimin düğünün de o kadar çok helva yemiştim ki, helvadan bana tiksinti geldi, 7-8 yıl hiç helva yemedim. 

Bunlar ve bunlara benzer olaylar zihnimde yer ettiği için, bu olayları yazı haşine dönüştürüp, büyük kısmı hakkında yazı yazdım. Yazdığım bazı yazıların şahidi olan arkadaşlarıma bu olaylardan bahsettiğimde genellikle hatırlamadılar. Bazı arkadaşlarımız da vefat etti.

İlkokul, sanat okulu, üniversiteden arkadaş guruplarımız var. Facebookta bulunan guruplardaki arkadaşlar ile senede bir defa da olsa toplanıp, geçmişi yad ediyoruz. 

İskilip bizim yaşadığımız zamana göre çok erozyona uğradı. Eski yaşanmışlıklarımızı artık bulamıyoruz. Ama İskilip’ e gelip hatırladığımız nostaljiler beni mutlu ediyor. Yukarda bahsettiğim olayları, sanki yeniden yaşamış gibi oluyorum. 

Yazılarımdaki amacım, bizden sonraki nesillere ders vermeye çalışmak, onlara ufuk açmaktır. Bunda başarılı oluyor muyum bilmiyorum. İki kişiye bile ulaşabilirsem, bundan mutluluk duyarım.
 

İ.E- Mustafa abi verdiğin bilgiler için teşekkür ederim.

Bende bütün okuyuculara selamlarımı sunarım.

 

İSMAİL ERİŞEN

10 Aralık 2021 Cuma

ANKARA RÜZGARI

 


 

 

 

ANKARA RÜZGÂRI

Ankara’ya ilk 1966 yılında geldim. Ortaokul 2. sınıfa geçmiştim. Ankara’yı sinemalar ’da gördüğümüz gibi, bir şehir olarak düşünüyordum. Çorum- İskilip’ten gelen otobüsümüzün Ankara da son durağı, Ankara hastanesinin önündeki, şimdi yüksek binanın olduğu yerdi. Babam otobüsün şoförüne tembih etmiş, oda beni bir taksiye bindirmişti.

Ulusa geldik, ilk meclisin önünden geçiyoruz. Şoföre sordum “Ankara’ya geldik mi?” Şoförde dedi ki Ankara’nın ortasındayız. Ben daha canlı, renkli bir şehir bekliyordum. Kameralardaki gibi. Sonra da Yenimahalle 5. Durak Cengiz sokak No- 90 da bulunan binaya geldik. Ankara’ ya gelmiştim artık. 

Sonraki gün eniştemle çıkarak, Meclisin karşısında bulunan Tapu Kadastro Genel Müdürlüğüne geldik. Eniştem bura da çalışıyordu. Kızılay da bulunan araç yoğunluğu dikkatimi çekmişti. Yolda

Troleybüs çalışıyor, büyük kavşakların ortasında bulunan zıvana denilen korunaklı yerden trafik polisince trafik elle idare ediliyordu. 

İlkokul 3. Sınıf hocamız bize “Ankara’ ya gidib’te, Anıtkabir’i ziyaret etmeden gelirseniz, size hakkımı helal etmem.” Demişti. Anıtkabir’e gitmeliydim.  Anıtkabir’in yerini sorarak, DSİ Genel Müdürlüğüne ulaştım. Oradan Anıtkabir’i kolaylıkla buldum. Önce giriş katını, müze bölümünü gezdim. Hayranlıkla arabalara baktım. Atatürk’ ün eşyaları müzede saklanıyordu. O günleri yaşıyormuşçasına eşyaları seyrettim. En son mozoleye çıktım. Mozolenin önünde  dua etmeye başladım. Bize öğretilen mevtalara dua edilirdi. Ama buraya gelenler, sessizce saygı duruşunda durup, geri dönüp gidiyorlardı. Bende herhâlde yanlış yapıyorum diye, duayı bırakıp geri dönüp ayrıldım. Vazifemi, öğretmenimizin söylediğini yapmıştım.

Daha sonraki günler’ de Tandoğan meydanında, Türk İŞ genel başkanı Seyfi Demirsoy’ un miting ini izlemeye gittik. Alan dolmuştu. İlk defa böyle bir miting görüyordum. Eniştem, Süleyman Demirel bu miting in baskısına dayanamaz, istifa eder demişti.  Öyle de olmadı. Hükümet olduğu yerde kaldı.

Orman çiftliğindeki hayvanat bahçesine gittik. Hayran kalmıştım. Bu kadar hayvanı, nasıl toplamışlardı? En çok da aslanı, kaplanı, fili, piton yılanını görmek hoşuma gitmişti.

 

Kader beni üniversite yılları içinde, Ankara’ ya getirdi. Okuyup İnşaat Mühendisi olacaktım. En çok da baraj inşaatında çalışıp, baraj mühendisi olmak istiyordum. 1973- 1979 Yıllarındaki öğrencilik dönemin de, sınıf arkadaşlarımın sağ duyulu davranışı ile sınıfımızda olay olmadı. Her iki tarafta derslerine girdi. Daha sonraki yıllar da bir araya gelince, hatıralarımızı, aldığımız dersleri anlatır olduk. 

4. Sınıfta iken İçme suyu kanalizasyon dersi hocamız MUAMMER Yavuz “TALEBELERİME ÖĞÜTLERİM “diye bize teksir dağıttı. Bu teksirin bir maddesinde   diyordu ki “YARIN HAYATA ATILDIĞINIZ DA, DEVLETİN HAZİNESİNİN MUSLUĞU OLACAKSINIZ. SİZ HAZİNENİN MUSLUĞU NE KADAR AÇARSANIZ, HAZİNENİN PARASI O KADAR AKACAKTIR.” 

Hocamızın bu sözünü hiç unutmadım. Devletin kuruşuna sahip olmaya çalıştım.

İmar İskân Bakanlığın’ da iken, anlı şanlı müteahhidin inşaatlarını denetlemeye gittik.  Yanımıza gelen müteahhit- “sizin mesleğinizin sonu müteahhitliktir. Benim ayağıma basarsanız, bu memlekette size müteahhitlik yaptırmam.” dedi. Biz raporumuzu verip, müteahhide yapılan fazla ödemeyi tespit ettik. İdare işi tasfiye etti. Fazla ödemeyi geri istedi.   

1984- 1987 Yılları arasında, Keçiören Belediyesinde Yapı Kontrol Müdürü ve İmar Müdür Yardımcılığı yaptım. Bu devre kamu da severek çalıştığım dönem olmuştu. Yapı Kontrolünü tavizsiz uyguluyor, Ankara tarihinde en yoğun, yapı kontrolünü sağlıyorduk. Demir vizesini ben başlattım. Bu sayede demirler, projesine uygun döşenmesi temin ediliyordu. Ayrıca demir vizesinin ilk kontrolünü yapan şantiye şefi’ de, kontrol etmesi gereken inşaatının yerini öğrenmiş oluyordu. Bu uygulamayı önce Ankara’ da diğer ilçe belediyeleri, sonraki zamanda’ da yurt çapında tüm belediyeler uygulamaya başladı. 

Ben yapmam gerekeni yaptım ama, yaptıklarımla kimseye de yaranamadım. Partinin ilçe başkanı ile sürtüşmemiz sonucu, görevimden alındım.

Ankara rüzgârı beni bir yerlere atsa’ da ben yaptıklarımın huzurunu yaşıyorum.

 

10.08.2021

Mustafa Yolcu

 

 


5 Aralık 2021 Pazar

ARAMIZDAKİ FARK 150 KURUŞ AĞAM

 



 

ARAMIZDAKİ FARK 150 KURUŞ AĞAM 

Salı günü İskilip’teydim. Benim için nostalji olan İskilip’in çarşısında, sokaklarında gezerken, çocukluğumdan itibaren geçen 20 yılı hatırlar, adeta o günlere dönerim.

Üzerinde yürüdüğüm yollar, evlerin duvarları bana bir şeyler söyler, söylenenleri duyar gibi olurum. Karşılaştığım tanıdıklar, film şeridini başa alır, onlar ile ilgili yaşadıklarımızı hatırlamaya çalışırım. Her gidişimde İskilip’te yaşayan tanıdıklarım biraz daha azalmakta, mezarlıkta tanıdıklarım çoğalmaktadır. 

Ailem Hacıkarani mezarlığında bulunmaktadır. Ayrıca çocukluk arkadaşım Ömer Söylemez, Cemil Çorumluda bu mezarlıktadır. Zübeyir Kemelek kardeşimde Hacıkaraniye defin olur diye düşünmüştüm ama o Gülbaba mezarlığına defin olundu. 

Pirinç pazarında bulunan dükkânımız, Kocali eniştemin otobüs yazıhanesi, Sefer eniştemin kasap hali girişindeki üzüm incir sattığı dükkânı, dayımın din görevlileri lokali altındaki saraç dükkânı, dayımın oğlu Osman Çorsuzun nalbur dükkânı hepsi tek tek hafızamda bulunmakta, dükkânların önünden geçerken geçmişi, yaşadıklarımızı hatırlıyorum. 

Önceden fırın olarak kullanılıp, şimdi kullanımı değişen, eski sahiplerinden eser kalmayan dükkânlar, eski zenginliğinden iz kalmayan insanlar,  gözümün önünden geçip giderler. 

Babası vefat eden Nurettin Kulalı arkadaşımın evine baş sağlığına gittim. Nurettin Bey, rahmetlik babası Ahmet Bey hakkında çok güzel şeyler anlattı. Hayırlı evlat olan Nurettin, her gün en az üç kere babasını telefonla arar, hatırını sorarmış. Ben oldum olası, anne babasına hayırlı olan insanlara hayranlık duyarım. Anamız babamız gönül tahtımızın sultanıdırlar. Onları kaybedince, değerlerini daha iyi anlıyoruz. 

Bir dostum, İskilip’te yaşanmış olan bir olayı anlattı. Mahallelerinde ağa olarak anılan bir zat, çarşıda pazarda karşılaştığı insanlara selam sabah vermeden, yoluna devam edermiş. İnsanlar onunla konuşmaya da çekinirlermiş. Aynı mahalleden nüktedan bir komşuları, anılan ağanın yanından geçerken-“ Ağa aramızda 150 kuruş fark var. Uğurlar ola.”  Demiş. Ağa bu konuşulanı hiç duymamış gibi yoluna devam edip, evine gitmiş. Kendisine hitaben söylenen, aramızda 150 kuruş fark var sözü içine büyümüş. Komşu bu lafı bana niye söyledi, sebebi neydi diye düşünmeye başlamış. Hanımına- “ yarın sabah birisini kahvaltıya çağıracağım, ona göre hazırlık yap .” demiş. 

Ertesi günü sabahleyin çocuğunu komşusunun evine göndererek, kahvaltıya davet etmiş. Komşusu eve gelince birlikte kahvaltıya oturmuşlar. Kahvaltı sırasında komşusuna- “ Dün bana bir laf söyledin, söylediğini aklımdan çıkaramadım. Aramızda 150 kuruş fark var demekle neyi kastettin?” Demiş. 

Komşusu’da- “ Ağam, ben ölünce bana metresi 25 kuruşluk, altı metrelik patiskadan kefen yaparlar. Sen ölünce metresi 50 kuruşluk altı metre patiskadan kefen yaparlar. Mezara girerken aramızda 150 kuruşluk fark olur. Sen karşılaştığın insanlara selam sabah vermeden, geçip gidiyorsun. Ağam bu mağrurluğun sebebi ne?” demiş. Ağa, derin derin düşünmüş ve haklısın komşum,  sen bana hayat dersi verdin demiş. 

İskilip’te önceden aileler geniş aile düzeninde yaşar, bir öğünde iki üç sofra kurulup yemek yenilirdi. Bu aileler ile ilgili çok hoş tespitlerim var. Daha sonraki yazılarımda bu tespitlerimi sizlerle paylaşacağım.  

Şimdi boş duran evlerde, önceden 20- 30 kişilik geniş aileler otururdu. O evlerin önünden geçerken, kalabalık ailenin seslerini duyar gibi oluyorum. Şimdi geldiğimiz noktada, bir evde iki kişi kalmış, karı koca birbirlerinin yüzüne bakıp oturuyorlar. İnsanlar önceden mi mutlulardı? Şimdimi mutlular? Eskiye göre daha iyi yaşam tarzı içindeler ama bu insanları mutlu ediyor mu? Komşuluk ilişkileri, akraba ilişkileri, büyük küçük davranışları nasıl? Bu sorulara olumlu cevap alamıyoruz. 

Yukarıdaki hatırada anlattığım gibi, zenginle fakirin arasındaki fark 150 kuruş. Bu dünya’da oyun oynadığımızı unutup, gerçek sanıyoruz. Bu dünyayı bitmeyecek sanıyoruz. Ölümden ibret almıyoruz. Bu dünyanın malını biriktirmeyi maharet sanıyoruz. Ne kadar hırslanırsak hırslanalım, zenginle fakirin arasındaki fark 150 kuruştur unutmayalım. 

Mustafa Yolcu

 

 

 

 

 


1 Kasım 2021 Pazartesi

MEHMET ÖZUTKU- ROPERTAJI

 


  

MEHMET ÖZUTKU ROPERTAJI

14.04.2012

 

Bu röportajı eski AP. Afyon Milletvekili olan Mehmet Özutku ile Ankara’da 2012 yılında, Araştırma Kültür Vakfının Mithat Paşa caddesinde bulunan dairesinde yapmıştım. Şimdi rahmetli olan Mehmet abime Allahtan rahmet diliyorum.

 

Mustafa Yolcu – Mehmet abi bize kendinizi tanıtırmısınız?

Mehmet Özutku- 10.02.1940 yılında Afyon Ören bağ mahallesin ’de doğdum. Orta okul ve liseyi, şimdiki Afyon lisesi binasında okudum. 1958 yılında, İstanbul Hukuk fakültesine girdim. Burada üç sene okuduktan sonra, 1962 yılında askere gitmek üzere okuldan ayrıldım. Fakültenin ilk yıllarında MTTB bünyesinde hareket ediyorduk. Babam hem mahallemizin muhtarı hem de müteahhitlik yapardı. Yedek subay olarak Konya’nın köylerinde öğretmenlik yaptım.

 

M.Y.- Sizi milli duyguları kazanmanız konusunda kim etkiledi.

M.Ö.- Lise de Dr. Haluk Nur baki dışarıdan okula gelerek, fizik kimya dersimize girerdi. Dersini verir, sonra da metafizik olarak konuları açarak, Allah’ın varlığını birliğini izah ederdi. Üzerimizde çok güzel tesir bıraktı. Ben ve arkadaşlarım, derslerinden çok etkilenirdik. Lise yıllarında futbol oynamamızın nedeni, kötü alışkanlıklar edinmemek, kötü yerlere gitmemek içindi.

 

M.Y.- Mücadele hareketine ne zaman katıldınız?

M.Ö.- Afyon’ da bu hareket, 1963 yılında başladı. Ben dinleyici olarak harekete katılırdım. Bu süre zarfında, gelip gidenleri izledim. Harekete katılanlar, dürüst samimi insanlardı. Ben 1968 yılında Yavuz Aslanın teşviki ile harekete katıldım. 

 

M.Y.- Bu devre ile ilgili hatıranız var mı?

M.Ö.- Öğretmenlik yaparken, yaz tatilinde Afyon’ a geldim. Çarşıda Yavuz ile karşılaştım. Ne yapıyorsun diye hâl hatır sordum. Otelde kalıyorum dedi. Ne oteli len dedim. Yavuz’ da Aykut ile dargın olduklarını, görüşmediklerini söyledi. Bende dargınlık olmaz, ikinizi de barıştıracağım dedim. Aykut’u çağırttırdım, bir yerde buluştuk. İkisi kucaklaşıp barıştılar.

 

1971 Yılında Afyonda, Ali Yıldırım ve üç arkadaş ile bakkaliye işine girdik. 1973 yılına kadar bu işe devam ettik. 1973 yılında Afyon’ da Milliyetçi Öğretmenler birliğini kurduk.

 

M.Y.- Aykut Bey ve Yavuz Aslan Argun abi ile ne zaman tanıştınız?

M.Ö.- Ben Yavuz ile Orta okul 2. Sınıftan itibaren birlikte okuduk. Samimi arkadaştık. Aykut ile lise birinci sınıfta aynı sınıfta idik. İkimiz de futbol oynardık. Bu vesile ile arkadaş olduk. Aykut ta o zamanlar, kobararak yürürdü. Liseyi bitirdikten sonra, İstanbul’ da üniversiteyi kazanan 10 arkadaş ile İstanbul a gittik. Bende Hukuk fakültesini kazanmıştım.

 

Fakülteye girdiğimiz yıllar, Demokrat Parti dönemi idi. Demokrat Partinin baskıcı tutumu bizi de sıkıyordu. 1960 İhtilali olunca, CHP’ de işi azıtıp, terör estirmeye başladı. Kaldığımız yurtta, yurt temsilcisi için seçim yapıldı. Seçimi biz kazandık. O gün akşama doğru İstanbul Emniyet 1.  şubeden polisler gelerek, bizi 1.şubeye götürdüler. Dediler ki- “Yurt temsilciliğini bırakacaksınız. Sıkı yönetim komutanlığı bunu böyle istiyor. “Bizde temsilciliği bıraktık ama, yurtta çoğunluk bizim arkamızda olduğu için, yeni göreve gelenleri teker teker çağırarak, bir ay sonra görevden istifa edeceksiniz dedik.

 

Bize İstanbul’ da eve çıkmamız söylendi. Üsküdar Kısıklı ‘da eve taşındık. Bu eve hafta’ da bir gün Ziya Uygur gelerek, bizimle sohbet eder. Siyonizm’i anlatırdı. Daha sonra ilmihal ve tefsir konularına girdik.

Aykutların evinde Mehmet Bozkurt abi ile bir araya geldik. Sohbetimiz sonunda üç adet kitap bırakarak, kitapları incelememizi söyledi. Bu üç kitap daha sonra ortaya konulan KADROLARIN VAZİFELERİ- İLMİ SAĞ- GERÇEK EMPERYALİZM kitaplarının esin kaynağı olmuştu.

 

M.Y.- Siyasi oluşum ne zaman başladı?

M.Ö.- Vatandaşlarımız bize devamlı, seçimlere girmemiz konusunda baskı yapıyordu. Seçime katılmam konusunu İstanbul a götürdüm. 1977 yılında AP. bünyesinde seçime katılmam talimatı geldi. O zamana kadar AP. ile hiçbir ilişkim olmamıştı. Arkadaşlarımız bizi böylece denize atıverdiler. Bir dostum dedi’ ki – “Partinin delege listesini bulup, delegeler ile irtibat kurun. Bunun üzerine Afyon İl merkezinden delege listesini aldım. Ben ve arkadaşlarımız, ulaşabildiğimiz delegeler ile konuştuk. Yapılan ön seçimde 4. Sıradan milletvekili adayı oldum. “Böylece seçime katıldım ama bir netice beklemiyordum.”

Son gece saat 12.00 da yattım. Sabahleyin saat sekiz de seçimi kazandığımız haberi geldi. Üç buçuk yıl milletvekili olduktan sonra, 1980- 11 Eylül gecesi, ihtilal olacağı haberi geldi. Haber gelince düşünmeye başladım.  Beni tutuklamaya gelirlerse, direnmeyi düşündüm. Daha sonra- “Ben kimseye bir şey yapmadım ki, niye direneyim dedim. Sonra hanımı kaldırıp, ihtilalin olacağı haberini verdim. Ne yapacağız diye konuştuk. Demirel’i, Afyonlu diğer milletvekillerini aradım. Telefonları kesikti Hiçbirine ulaşamadım.

Hanıma dedim ki temizlenip tıraş olayım, hazırlanıp bekleyelim dedim. Milletvekili olan arkadaşlardan bir kısmı içeri alındı.  Ali İhsan abi ile kendi aramızda konuşurken, diğer arkadaşlar içerde biz dışardayız diye, bu durumu da garipsedik. Arkadaşlarımız beş ay tutuklu kaldılar. Dışarı çıkınca bir arkadaşımız dedi ki- “Mehmet sen mecliste kavgaların en önünde idin. Sen dışarı da kaldın, biz tutuklandık. Bunu anlayamadık.”

 

M.Y.- Hareketin dağılma döneminde neler oldu.

M.Ö.- Ben mecliste iken, Ankara’ da toplantı olacağı söylenildi. Çankaya’ da Millet Partisinde bir araya geldik. Gelenlerin çoğu İstanbul’ dan idi. Seyit Ahsen, İhsan Ramiz’de bura da idi. Aykut bey Melih’i ele alarak, onun yanlış işler yaptığını, aramızda bulunmasına gerek olmadığını anlattı. Ben Aykut’u dinledikçe eriyor, üzülüyordum. Konuşması bitince söz alarak – “Melih’i daha dün överek, takdir ederek Ankara’nın sorumlusu yaptınız. Dün söyledikleriniz doğru ise, bugün söyledikleriniz yalan. Bugün söyledikleriniz doğru ise, dün bize niye yalan söylediniz? Başını kaldıranın başını kesiyorsunuz” deyince ortalık buz gibi oldu. Meclise gitmek için partiden ayrıldım. O gün akşam olunca, Seyit hocamı arayarak sonuç ne oldu diye sordum. Melih Gökçeğin hareketten tart edildiğini söyledi. İhsan Ramiz, Seyit hocam ve ben kendi aramızda konuşarak, bu adam başını uzatanın başını kesiyor. Bu iş bugün Melih’e, yarın’ da sıra bize gelecek. Herhangi birimizin hareketten tart edilmesini duyurmak üzere bize gelen olursa, geleni geldiği gibi geri gönderelim dedim.

 

İki hafta sonra akşama doğru, evime üç arkadaşımız geldi. Evime buyur ettim ve oturduk. Bir arkadaşımız- “Aykut abinin size selamı var. İhsan Ramiz hareketten tart edildi. Bundan sonra kendisi ile görüşülmeyecek.” Dedi. Niye görüşülmeyecekmiş dedim, Aykut abi öyle dedi. O ne dediyse o. Biz kararı yargılayamayız deyince, ayağa kalktım tamam arkadaşlar gidebilirsiniz, ben arkadaşım ile irtibatımı hiçbir zaman kesmem dedim. Benden sonra Seyit hocama gitmişler, oda benimkine benzer şeyler söyleyip, gelenleri evinden göndermiş.

 

M.Y.- Mehmet abi, bizden sonraki kuşağa ne söylersiniz?

M.Ö.- Bizden sonraki kuşağa derim ki, Allah için birbirinizi sevin. Yaptığınız işte Allah rızasını arayın. Bunun için islamı temel kaynağından öğrenin. Biz islamı Ali’den Veli’ den duyduk, islamı o zannettik. Dolayısı ile güvendiğiniz kaynaklardaki tefsir ve mealleri okuyarak, islamı öğrenin. Ananızdan Babanızdan duyduğunuzu değil, gerçek islamı öğrenin. Allah’ın bizden istediğini, nefislerdeki isteklerle değiştirmemiz gerekir. Dünya malından kaçalım mı hayır. Ama helal olanı tercih edelim. Birbirimizle istişare edelim.

 

Abi bu güzel sohbet için teşekkür ederim.

 

MUSTAFA YOLCU

26 Eylül 2021 Pazar

GÖMÜLÜ ÇOBAN- FAİK ERYILDIZ

 

 

GÖMÜLÜ ÇOBAN- FAİK ERYILDIZ

 

Faik abiyi ilk defa 1973 yılında, Bahçeli evlerdeki yurdu Yavuz Aslan abinin ziyaretinde, okuduğu şiirle tanıdım. Daha sonraki yıllar ’da Keçiören Belediyesinde birlikte olduk. Faik abi hukuk işleri müdürlüğünde görev yapıyordu. Yanına uğrar, sohbet eder, eskileri yad ederdik. Kardeşi Yasin de belediyenin satın alma müdürlüğüne bakıyordu.

 

Ben bulunduğum müdürlükte, görevimin gereğini yaptığım için bazen rahatsız oluyor, imama da papaza da yaranamıyordum. Bu konuları Faik abi ile dertleşiyor, birbirimizi teselli ediyorduk. İkimizde lojmanda kalmıyor, makam aracımız da yoktu. Dolayısı ile belediye de kalmakta zorunlu değildik.

Bir gün başkanın sekreteri bizi telefon ile arayarak, akşam saat 21.00 da başkanlık makamında olmamızı istedi. Belediye de çalışan 20 yakın arkadaşımız vardı. Hepimizde denilen saat de başkanlık makamına giderek, başkanın odasın da toplandık.

Daha sonra odasına, Melih Bey’de geldi. Bize çay ikram edildi.  Melih bey söze başlayarak- “Yarın cumartesi ve pazar günü …. Partisinin kongresi yapılacakmış. Bura da bulunan hiçbir arkadaşımızın bu kongreye katılmasını istemiyorum. Kongreye giden olursa aramız bozulur.” Dedi. Bu emredici talebi çok yadırgamıştım. Sonra da bütün arkadaşlara sırası ile sorarak, katılıp katılmama konusun da düşüncesini sordu.

Sıra bana geldiğinde- “Bana kongreye git deseniz de gitmem. Burada bulunan arkadaşlarımız çocuk değil. Böyle emrivaki olarak değil ’de, rica etseniz daha uygun olmaz mıydı dediğimde, hayır gidilmemesini istiyorum dedi.

Faik abiye sıra geldiğinde- “Melih seninle aynı yaşta, aynı seviyeden gelmiş insanlarız. Bu konu da bana emir veremezsin. Ben yarın kongreye katılacağım. Çünkü eşim, partinin yönetim kurulu üyesi. O kongreye katılmak durumunda, bende onu yalnız kongreye gönderemem.” Dedi.

Melih Bey’de, katılırsanız aramız bozulur diye cevap verdi. Netice de kongreye Faik abi katıldı. Kongreye katılan birisi, belediyeden gelenleri Melih beye ispiyon etmiş. Bu tarihten sonra Faik abi, belediye de huzurlu bir çalışma ortamı bulamadı. Görevinden istifa ederek belediye den ayrıldı.

Evini Bursa’ya taşıdı. Ora da avukatlık yapmaya başladı. Kardeşi Yasin de belediye den ayrıldı. Başka bir kamu kuruluşun da çalışmaya başladı. 

Bir günde duydum ki; Faik Eryıldız vefat etmiş. Faik abi Allahtan başka kimseye kulluk etmeden, dünyasını değiştirdi. Her Afyona gittiğim de Faik abi aklıma gelir, kendisine rahmet okurum.

Faik abinin şiirinin bir kıtası ile satırlarıma son veriyorum.

Sen mene gardaş misen?

Yoksa, bi gara daş misen?

Sağır misen, sarhoş misen?

Sorirem ağlayı ağlayı?

 

MUSTAFA YOLCU


3 Ağustos 2021 Salı

ZİYA GÜNGÖR

 

 

 

 

ZİYA GÜNGÖR (DİŞ HEKİMİ) ROPORTAJI

 

Diş HEKİMİ olan Ziya Güngör ağabeyimiz 1947 yılı İskilip, Temenne mahallesi doğumludur. Yaptığım röportajı yayınlıyor, kendisi ile baş başa bırakıyorum. 29.07.2021 

Mustafa Yolcu- Ziya abi bize kendinizi tanıtırmısınız.

Ziya Güngör- 1947 Yılı Temenne mahallesi doğumluyum. Babam kasap Mustafa idi. Ailemiz buraya 1. Cihan harbinden sonra, Kandıra’dan gelmiş. Yerleşme mahalli olarak bize bu mahalleyi göstermişler. 1915 ten sonra gelen Erzurum muhacirlerine’ de Temenne nin kale tarafından giriş tarafını göstermişler. Mimar Kemal Onat’ın babasıgil, marangoz Şevket usta gil aynı muhacirlikten gelmedir. Mahallemizde bu Kısımın adı muhacirler mahallesi idi. Bizim mahallenin diğer adı’ da ağaçlık imiş. İskilipliler buradan ağaç keser, evlerine götürüp yakarlarmış. Aynı zamanda alt taraf mezarlıkmış. Bu sebeple ailemiz bize, o mahalle gitmeyin derlerdi.

 

İlkokulu Azmi milli ilkokulunda, ortaokulu da İskilip Ortaokulun’ da okudum. Küçüklüğüm de mahalle arkadaşlarımla, mahallede oynardık. İhsan – Baha Baranın çocukları , dayım Mehmet ve İsmail Sallur’un çocukları, İhsan Tatargil mahalle arkadaşlarımızdı. Mahallemize yaz tatillerinde gelen Gülseren Budayıcı’ da bizim arkadaşımız idi. Gülseren cana çok yakındı. Öbür kız kardeşi Yükselen biraz soğuktu.  Pek bizimle oynamazdı. Bizim evin önü, oyun için toplanma ve oyun alanı idi. Gülseren’ in dedesi her gün eşeğine biner, bağına giderdi.

Mahallemizin diğer renkli siması, Yılmaz Yükseldi. Birçok Türk sanat müziği bestesi vardı. İskilip’ e gelince Yılmaz ve arkadaşlar ile pikniğe gider, Yılmazın şarkılarını dinlerdik.  Mahallemizin diğer bestecisi,  İhsan tatarın eniştesi olan Erdoğan Berker’di.  O da küçükken yaz tatillerinde. Dede siğilin evine gelirdi. Erdoğan beyin babası Konya kökenli idi. İskilip’ e malmüdürü olarak geldiğinde, İskilip’ ten evlenmiş.,

M.Y.- Çocukluk yıllarında, sizin üzeriniz de iz bırakan oldu mu?

Z.G.- Annem biraz rahatsızdı. Dr. İsmail Alpaslan’ da babamın yakın arkadaşı idi. İskilip’ e geldiğinde, annemi muayeneye bizim eve gelir, benim ile ilgilenir, bana doktor olmamı öğütlerdi. İsmail abinin bu tavsiyesini hiç unutmadım. 

İlkokula başladıktan sonra, sabahleyin babamla dükkâna gelir, dükkândan okula giderdim. Öyle tatilin’ de ve akşam okuldan çıkınca da dükkâna gelir, dükkânın işlerine yardım ederdim. 

Liseyi İstanbul Kabataş lisesinde okudum. Üniversite imtihanı sonucu, İstanbul Hukuk fakültesine girdim. Fakülte o yıllarda hem çok değerli, hem de sorunlu idi. Sorunları giderebilmek için okul bahçesinde çok kere yürüyüşler gerçekleştirdik. Ama bir başarı elde edemedik. Boğaza gemilerini demirleyen, 6. Filo ve askerlerini protesto ettik. Askerlerini kovalıyorduk. Dolma Bahçe kıyılarında Amerikan askerlerini, Amerikan tekneleri toplayıp götürüyordu. Okulumuz da Orhan Münir Çağıl, bizim siyaset başlangıcı dersimize girmişti. 

Hukuk Fakültesinden ayrılıp, Nişantaşı Özel Diş Hekimliğine girdim. Kiraladığımız bekar evinde Nejat Salur, Ahmet Çarkacı, Tekin Demirel ve ben birlikte kalıyorduk. Evimize diğer hemşerilerimiz de ziyarete gelirdi. 

Bu yıllar’da, İskilipli Yüksek Talebe derneği adı altında, iki kere   gece yaptık. İkinci gecede İskilip’ ten bir kamyon ile dolma kazanları, dolma malzemelerini, Dolmacı Bekir ustayı Mustafa abim İstanbul’ a gönderdi. O zamanlar, Beşiktaş Kaymakamı olan Süreyya Serbest Bey, bize her konuda yardımcı oldu. Çok güzel bir dolma gecesi olmuştu, Yıllardır dolmaya hasret olanlar, severek dolma yediler. Geceyi yaptığımız Tepe Gazinosu sahibi, dolmamıza hayran kalmıştı.

M.Y.- İskilip’e muayeneyi ne zaman açtınız?

Z.G.- 1971 Yılın’ da okulu bitirerek eski kaymakamlık binasında muayene haneyi açtım. 1980 yılında Antalya’ya taşınarak, işlerimi orada devam ettirdim.

Ben küçükten bu tarafa, kasap dükkanımız da babamın arkadaşları ile yaptığı sohbeti dinler, bilgi sahibi olurdum. Babam buna müsaade ederdi.

İşten çıkınca, akşamları şehir kulübüne gitmeye başladım. İskilip’in ağaları Kop Koplar, Alp sarlar, Üstüneller, kaymakam, hakimler, üst bürokratlar kulübün müdaimi idi. Sohbet ederlerken beni’ de masalarına oturturlar, sen babanın bura da temsilcisisin derlerdi. Sohbetlerinde konuşulan bazı yanlışları düzelttiğimde, senin yaşın küçük sen bilmezsin derlerdi. Bende babamın sohbetlerinden öğrendiğimi söylerdim. 

Babam kasap Mustafa, yeğenleri kardeşleri ile İskilip’ e kasap dükkanı açınca, İskilip’ in bir numaralı kasap dükkânı olmuştu. Günde 15 tane koyun kesilir ve satılırdı. Memurlar öğleyin dükkâna gelip, et siparişi verirler, kumbaraya ’da 25 kuruş atarlardı. Ben etleri alır, evlerine götürürdüm. Et götürdüğüm evlerin aile halkını da böylece tanırdım. İsmet ağabeyimin düğününde, Hacı piri mahallesinde, Han önü camisinin önünde cirit oynanmıştı. 

Ziya abinin hafızasında, geniş bir İskilip hatıraları var. Size bu hatıraların bir kısmını aktardım. 

Ziya abiye teşekkür ediyor, sağlık sıhhat afiyet diliyorum. 

Mustafa Yolcu

3.8.2021

 

 

24 Temmuz 2021 Cumartesi

YAŞAR TAMİRCİ ( BETON YAŞAR )

 

 YAŞAR TAMİRCİ (BETON YAŞAR) 

10.07.2021 İskilip’ te Yaşar tamirci abi ile bu röportajı gerçekleştirdik. Hoş bir seda olarak, röportajı yayınlıyorum.

Mustafa Yolcu- Yaşar abi bize kendinizi tanıtır mısınız?

Yaşar Tamirci- 1940 yılında Pazarbaşı mahallesinde doğdum. İlkokula, Sakarya İlkokulunda başladım. Devremizde Mustafa Dudu ve çok adamlar vardı ama hepsini unuttum. İlkokuldan sonra, baba mesleği olan mutaf lığa başladım. Mutaftık o zamanlar iyi bir meslekti. Babam rahmetli Ali Tamircidir. Dükkanımız Mutaflar arastasında idi.  Çul, çuval, hebe, torba, kolan, başlık yapar kıl atardık. 

Askere İzmir- Bornova ya gittim. Sonra Kırklareli’ne dağıtım oldum. Kırklareli’n de eğitici şoför kursuna katılmak isteyen var mı? Dediler. Bende, ben varım dedim. Orada önce şoförlüğü öğrendim. Sonra’ da şoför eğiticiliğini öğrendim. Birlikte üç devre, şoför yetiştirdim. Askerlik bitince İskilip’ e geldim. 

İskilip’ e gelince cip aldım. Çaloğlu’nun yazıhanesinde çalıştım. 1973 Yılında reno aldım. Taksiciliğe başladım. 2000 yılında taksiciliği bıraktım.

Benim esas adım Mehmet Ali’dir. Ancak kimse bu ismi bilmez. İskilip halkı, Yaşar olarak bilir. Çocukken babamın yanın da mutaftık yaptım. Daha sonra sırası ile sergicilik, cip çillik, taksicilik, zücaciye ve bakkallık, mis ve tesbih satıcılığı yaptım. 

Bugün ise evimin yanındaki yola cepheli dükkânda, eskiden kullanılan ev eşyalarının ve teşbih koleksiyonculuğunu yaparak zamanını geçiriyorum.

Bura da kendimi oyalamaya, beni ziyarete gelenler ile vakit geçirmeye başladım.

Burada biriktirdiğim koleksiyon parçalarını satmıyorum. Sadece daha iyi parça bulunca değiş yapıyorum. Dükkanımı Çorum’dan, Ankara’dan görmeye gelenler oluyor. Antika zevki bende küçük yaşlar dan itibaren vardı. İskilipliler beni, beton Yaşar, cipçi Yaşar, taksici Yaşar lakabı ile tanır. 

M.Y.- O yıllarda yaşadığınız hatıraları anlatırmısınız.

Y.T- Beton Yaşar- 1958- 1965 yıllarında, o zamanki adıyla İskilip Gençlik Spor kulübünde futbol oynadım. Namı değer beton yaşar olarak bilinirdim. Defans sağ bek oynar, Üzerime gelen topu arkama geçirmez, top geldiği gibi giderdi. Rakip oyuncuyu geçirmezdim. Çorum’ da herkesin favori gösterdikleri Çorum Esnaf Sporla oynadığımız maçı 2-1 yenmemiz unutamadığım maçtır. İskilip spor da bizim devre de top oynayan, Dura loğun Hacı, havuz ağa (Hüseyin Güler), İmdat, Mürsel Sümer, Ahmet Dursun vb. vardı. 

Cipci Yaşar- 1965 Yılında JEEP (cip) aldım. O zamanlar taksi yoktu. Sadece Çaloğlu’nun 1956 Şavrole si vardı. Ciple köylere, Çorum’a yolcu taşırdım. Bir gün Uğurlu dağa yolcu götürdüm. Köpeş köyünden birisi geldi. Karısı doğuramıyormuş. Onu aldım, Çorum’a götürdüm. Ancak Çorum’da hastane de doğum doktoru yokmuş. Merzifon’a yönlendirdiler. Adam param yok, Merzifon’a gidemem dedi. Ben de para istemiyorum, götüreceğim dedim. O zamanlar da benzinde kıtlıkta vardı. Merzifon’a gitmek üzere yola çıktık. Merzifon’a 15- 20 km. kala kadın ağırlaştı. Cipi yolun kenarına çektim. Kadın araba da doğum yaptı. 

İskilip de mal pazarından, Çorum’a yolcu götürüyorum. Arabanın içi yolcu ile doldu. Sonra bir kişi daha gelerek, “Çorum’a beni de götür” dedi. Ancak araba da yer yoktu. Araba da yer yok diyerek o yolcuyu alamadım. Yola çıktım. Çorum’a gidene kadar, beni yolda hiçbir araba geçmedi. Çorum da kahvehanenin önünde yolcuları indirdim. Bir anda o adam karşıma çıktı. “Sen beni Çoruma getirmedin ama ben gelemedim mi” dedi. Şaşırdım. Halbuki yolda hiçbir araba beni geçmemişti. Bu nasıl olabilirdi. İskilip e dönünce 3-5 gün sonra, ulemadan birine bu durumu sordum. O adam ermişlerdendir dedi. 

Taksici Yaşar- 1974 Yılın da cipi satarak Reno taksi aldım.1980 yılına kadar taksicilik yaptım. Hükümet konağı karşısında ümit taksi durağında, Halk eğitimin yanında taksicilik yaptım. Yazıhanede benden başka Cındım Bekir, Taksici dilaver, Necip Gerçek, Tok tok Kadir (Kadir Güleç), Sabahattin, Hakkı Ağzı kara vardı. 

M.Y. – Yaşar abi dükkandaki bu koleksiyonunuz dan özel olan var mı?

Y.T. – Hepsi de aynı. Hepsini de çok seviyorum. 

M.Y.- Sizden sonra, bu koleksiyon ne olacak?

Y.T- benden sonra ne olur bilemem. Bak karşıdaki yazıda ne diyor?

(Çerçeve içinde dört satır yazı)

 

EDEMEZ ÂDEM EHLİ TAYİN

BU DA DARIM ŞU DA DİYARIMDIR.

VARSA MALİK OLDUĞUM BİR ŞEY

YERİ MEÇHUL OLAN MEZARIMDIR.

Malik olduğum tek şey mezarım. Başkasına gücüm yetmez.

 

M.Y.- Yaşar abi verdiğiniz bilgiler için teşekkür ederim.

Y.T.- Bende teşekkür ederim.

 

MUSTAFA YOLCU

24.07.2021

 

 

20 Temmuz 2021 Salı

İSKİLİP TE GEÇEN HAFTA

 

 

İSKİLİP TE GEÇEN HAFTA 

Temmuzun 15’inde Mehmet Altun ile İskilip’ te idik. Önce Hacı Karani de bulunan mezarlığı ziyaret ettik. Sonra semerciler çarşısın da bulunan Ömer’in dükkanına, Mehmet Ankara’dan getirdiği kitapları teslim etti.  Dükkanlar çok güzel olmuş. 

Bayram için İskilip’e gelenlerin dükkanları ziyaret ederek, canlılık getirmelerinde yarar var. Bu güzel teşebbüsün desteklenmesi lazım. 

Parkın içler acısı hali, devam ediyor. Parkı her gördüğümde içim sızlıyor. Çorum ilinin en güzel parkı, gecekondu park haline gelmiş. Güller çiçekler gitmiş, çim ekili alanlar masa sandalye ile doldurulmuş. Park konusunu üç senedir, değişik zamanlar da yazdım. Maalesef hiçbir iyiye gidiş olmadı. İşleten memnun, belediye memnun. Bizde boşuna uğraşıyoruz. 

İskilip Kaymakamı Muharrem Eligül Bey hakkında ’da performans eksikliği
konusunda şikayetler aldım. Muharrem beyden önceki kaymakamlar, İskilip için çok çaba gösterdiler. Başarılı da oldular.  Muharrem beyin ele aldığı İskilip için yeni bir proje yok. Bu durumları ilgili yerlere iletmeye çalıştım.
 

Bu ara da Çorum Milletvekili Ahmet Sami Ceylan beyden, danışmanı vasıtası ile randevu almaya çalıştım. Konu İskilip’ in sorunu olunca randevu alamadım. İnşallah İskilipli milletvekilimiz olur da sorunlarımıza dört elle sarılır. Bunu sabırsızlıkla bekliyoruz.   

İskilip Kütüphanesinin önüne, aracımızı park etmiş bekliyorduk. 15 yaşlarında İki kız, iki oğlan konuşuyorlardı. Oğlanın biri iki lafının birinde küfrediyor, kızlarda gülümsüyordu. Yanlarına giderek oğlanlara- “siz utanmıyor musunuz, burada iki tane bayan var. Yanlarında küfrediyorsun. Size anneniz babanız okulunuz böylemi öğretti “dedim. Bir tanesi ben okumuyorum, diğeri de okul da bir şey öğretmiyorlar ki dedi. Üzülerek yanlarından ayrıldım. İskilip ne hale gelmiş, içler acısı. 

En mutlu olduğum hadise, Evliği ziyaretimiz ve AK Şemsettin hazretlerini de ALİ KILCI kardeşimin AK ŞEMSETTİN KİTABI İLE yerinde görmek, anlamak oldu. Bütün hemşerilerimiz Ali Kılcı’nın  bu kitabını alıp okusunlar. Mübarek zatın oğlunun ve yakınlarının mezarlarının burada olduğunu, AK ŞEMSETTİN HAZRETLERİNİN 7 sene İSKİLİP’ TE kalıp, hastaları tedavi ettiğini öğrensinler. Her sene 4-5 otobüs dolusu Gönenlinin burayı ziyarete geldiğini bilsinler. 

Değerli hemşerilerim, hepinizin Kurban Bayramı’nı kutluyor, sağlık ve afiyet diliyorum. 

19.07.2021

Mustafa Yolcu

  

7 Temmuz 2021 Çarşamba

GELİNLİKLE GİTTİĞİN EVDEN, KEFENİNLE ÇIKARSIN

 

 

GELİNLİKLE GİTTİĞİN EVDEN, KEFENİNLE ÇIKARSIN 

Bu cümleyi duyunca çok duygulandım. Evlenen kızlarına, babaları böyle nasihat ederek evinden gönderirmiş. 

Şimdi ise boşanmak adet oldu. Ceviz kabuğunu doldurmayan sebeplerle, eşlerinden boşanıyorlar. 

Asliye hukuk hâkimi bir arkadaşım ile boşanma davalarını konuştuk. Boşanma sebepleri ne diye sorduğum’ da;

 Düğün davetiyesine, kız veya oğlan tarafının önce yazıldığı. Birisinin harflerinin daha büyük olduğu, Gelin arabasının, markalı veya markasız oluşu, Evlerinin perdesinin renginde anlaşamamak, eşya konusu, takı konusu, evde bulunan kişiler (anne, baba, kardeşler) 

Anne evlenecek kızına nasihat ediyor- “Kızım senin ekonomik özgürlüğün var. Koçan olacak adama katlanmak zorunda değilsin. En ufak anlaşmazlıkta ayrılıp gelirsin.”  Eşlerinden en çok ayrılanlar da üniversite mezunları ile iyi gelir getiren bir işte çalışanlar oluyor.” Ekonomik sorunlarını halledince, en küçük sorunda ayrılıyorlar. 

Anlaşarak ayrılan ciflerden, bu ayrılığı kutlama yemeği düzenleyip, yemek sırasında kavga edenler de oluyor. Yemekten ayrılıp evlerine giden taraflardan birisi, evin anahtar göbeğinin değiştirildiğini görüyor. Oda evi çilingire açtırarak, evdeki eşyalarını alıp götürüyor. Sonradan eve gelen, evi boşaltılmış olarak buluyor. 

Olması gereken, taşların yerine oturup, evlilik gibi ciddi bir müessese de kimsenin macera aramaması gerekiyor. Evlilik gösteriş evliliğinden çıkarılıp, akıl ve mantık evliliğine dönüşmesi, çiftlerin evlilik okuluna giderek, birbirlerini daha iyi tanımaları gerekir. 

Karı koca doktorlar. Üniversite’ de ihtisas yapıyorlar. Öyle olunca da evde de ders çalışıyorlar. Gelin hanım evde, çorba bile pişirmiyor. Acıkınca, lokantaya yemek siparişi veriliyor. Evde temizlik, düzen hak getire. Aynı Bina’da, ayrı bir daire de oturan oğlanın annesi, sabahları oğlunun evine kahvaltı tepsisi hazırlayarak, sessizce mutfaklarına götürüp bırakıyor. Sonra’da gelip, boş tepsiyi alıp evine götürüyor. Gelin hanım bu durumdan memnun olacağına, eşine diyor ki- “annen erkenden evimize gelip gürültü yapıyor. Bundan sonra bize bir şey getirmesin.” Oğlan hanımının söylediğine üzülüyor ama bir şey demiyor. 

Annesine durumu anlatarak, eşinden ayrılmak istediğini bildiriyor. Annesi’ de-“ oğlum ben senin kararına saygı duyarım. Bende durumuna üzülüyordum ama sana bir şey söylemiyordum.” diyor. 

Evlilik yorgan ipliği değil ki kesip koparasın. Kalın zincirdir, istediğin zaman koparamazsın.  Koparken de her iki taraf içinde zararlar verir. Bir de çocuk varsa, zarar ve problemler artar. Bu problemin maddi imkanlar ile ortadan kalkacağını sanmıyorum. Maddiyat sadece geçici bir çözüm olur. 

Çorum’da bir anekdot anlatmışlardı. Eşler birbirlerinden ayrılıyorlar. Erkek her ay, ayrıldığı eşine nafaka ödüyor. Erkek bir gün Çorum’a gelerek, leblebici olan arkadaşının dükkanına uğruyor. Dükkân’ da otururken, bir kız çocuğu dükkâna gelerek 200 gram leblebi alıyor. Çorumlu hemşerimizin çocuğa içi ısınarak, adını soruyor çocukta cevaplıyor. Bir kilo leblebi alıp çocuğa veriyor. Kız dükkândan uzaklaşınca, leblebici soruyor- çocuğu tanıdın mı? Hayır cevabını alınca cevap veriyor. Bu çocuk senin kızındı. Anne ve babanın içine düştükleri bu durum da binlerce liraları olsa, dünya onların olsa ne yazar!.. 

Ayrılıklar, yeni evlenecek kişiler üzerinde de olumsuz etki yaratıyor. Bizde ayrılır mıyız diye, evlenmekten korkar hale geliyorlar. Bunun başka bir olumsuz yanı da nikahsız yaşamaktır. Batıdan kopya edilen bu yaşantı, dini ve toplumsal sakıncalarını da birlikte getiriyor. Millet olarak en güçlü bağımız aile iken, maalesef derin sancıları yaşar hale geldik. Evlilik oyuncak oldu. Bazı yörelerde boşanan çiftlerin ailelerini, memleketinden başka yere gönderirlermiş. Memleketinde kötü örnek olmasın diye. 

Günümüz şartlarında bozulma, her yönü ile devam ediyor. YAĞ KOKARSA TUZLARSIN. TUZ KOKARSA NE YAPARSIN!... 

MUSTAFA YOLCU

6.7.2021

27 Haziran 2021 Pazar

TAASSUP VE ÖN YARGI

 



 TAASSUP VE ÖN YARGI

İnsanlarda küçükken az, yaşı büyüdükçe çoğalan bir duygu.

Takım taassubu, parti taassubu, ideolojik taassup, din taassubu vs.

Taassubun temelinde insanın benliği yatmaktadır.

Biz ve ötekiler.

BİZ ( iyiyiz, biliriz, görürüz, güçlüyüz, doğrusunu biliyoruz.)

Ya ötekiler?

ONLAR ( kötü, bilmiyorlar, görmüyorlar, zayıflar, yanlış biliyorlar.)

 

Bu duygular ile kendinden başkaları ötekileştirilmektedir.

Bu sebeple güzellikler görülmemekte, olumsuz şeyler gündeme getirilmektedir.

Birileri toplumda bulunan farklılıkları, ayrılık sebebi olarak göstermekte, ayrılığı gerçekleştirmek için her şeyi yapmaktadır.

 

Âşık Veysel ne demişti:

Kim okurdu, kim yazardı.

Bu düğümü kim çözerdi.

Koyun kurt ile gezerdi.

Fikir başka başka olmasa. 

Farklı olmakta güzellikte var. Önemli olan bu güzellikleri bulup keşfedebilmektir.

Yaşadığımız dünyada farklı dillerde, renklerde, özelliklerde, coğrafyada insanlar bulunmaktadır.

Bazı insanlar maraton koşusuna katılır.

Bazı insanlar tekerlekli sandalye ile yaşar.

Kimimiz zengin, kimimiz fakir.

Bazı insanlar çok zeki, bazı insanlar az zekidir.

Avrupa da, Asya da, Amerika da yaşayabiliriz.

Eğer ÖNYARGILI olursak bu dünyayı kendimize zindan ederiz. 

Ama ayrılıkları bir tarafa iterek:

Aynı dünyada yaşıyoruz, aynı havayı teneffüs ediyoruz.

Aynı mevsimleri, soğuğu sıcağı, aynı zamanı birlikte yaşıyoruz.

Diyebilirsek.

Farklılıkları değil de, birliktelikleri paylaşırsak daha güzel olmaz mı?

Bir insan ömrü, yaşadığı zamanı kendisine zehir edecek kadar uzun mu?

 

Erzurum Gazetesi yazarı İsmail Bingöl Bey makalesinde diyor ki: 

’’Birbirimize hep önyargıyla yaklaşmanın, hep kendi söylediklerimizin doğru olduğuna inanmanın, birbirimizi dinlememenin, karşıt düşüncelere önem vermemenin bizi taşıyacağı yerlerde mutluluk, saadet ve huzur olduğunu iddia etmek, kuru bir lafızdan başka nedir ki? 

Kavgalarımız ve kiminle, ne için kavga ettiğimiz üzerinde hiç kafa yormuyoruz ne yazık ki...

Birinde ya da bir şeyde hoşlanmadığımız bir yan bulduğumuzda, onu hepten bir kenara koyup, bütünüyle terk ediyoruz. Verdiğimiz tepkilerin çoğunun ya yeri yanlış ya da zamanı… 

DOĞRULARI, ÖNCE KİMİN AĞZINDAN ÇIKIYOR DİYE BAKIP, ONDAN SONRA DOĞRU OLDUĞUNA İNANIYORUZ.

Kesinkes doğru olduğunu bildiğimiz konularda bile, eğer bunu bizim tasvip ettiğimiz, bizim taraf olduğumuz biri söylüyorsa doğrudur diyoruz. 

Bizim açımızdan bu özellikleri taşımayan birinin söyledikleri her ne kadar kayda değer olsa da; önemsizdir, eksiktir ve doğru değildir diye düşünüyoruz. 

ASLINDA DÜŞÜNMÜYORUZ; BU BÖYLEDİR DİYE KESİN VE KESKİN BİR İNANÇLA YAKLAŞTIĞIMIZ İÇİN, DÜŞÜNMEDEN HEMEN REDDEDİYORUZ. “ ( 1 ) 

Ama gönlünü herkese açabilmek insanın derinliğini artırmakta, Yüceleştirmektedir.

Aksi olduğunda:

Dünya iki padişaha az gelir.

Bir padişaha çok gelir.

Varın kararı siz verin. 

( 1 ) İsmail Bingöl- Erzurum Gazetesi 6.12.2009
 

 

MUSTAFA YOLCU- Ankara