28 Kasım 2018 Çarşamba

1858 YILLARINDA İSKİLİP'TE MİSAFİRLİK

1958 YILLARINDA İSKİLİP’TE MİSAFİRLİK

İskilip’te Hacipiri Mahallesinde, Hanönü camisinin bitişiğinde evimiz vardı. Mahallede bizden başka, iki dayımın evi, ikide halalarımın evi vardı. Yazın geceler kısa olduğu için, pek misafirliğe gidilmezdi. Kışın geceler uzun olduğu için eve misafir gelir veya biz misafirliğe giderdik.

Bizim evin yanında bulunan Mesutlarla, akrabadan ileri ilişkilerimiz vardı. Mesutların çocukları anneme “hala” diye hitap ederlerdi. Biz yaz, kış sokakta oynardık. Ama kışın sokağa nadir çıkar, evde kalıp ders çalışırdık. Babamın sağlığında, çoğunlukla akrabalar bize misafirliğe gelirlerdi. Babamla çok nadir, halalarıma giderdik. Babamın vefatından sonra, sık sık akrabalarımız bizi evlerine çağırırlardı.

Jeneratör ile elektrik elde edilen elektrik, İskilip’e 1953 yılın ’da gelmiş. Bizim eve elektrik, 157 abone no ile 1953 yılında alınmış. 1965 Yılında bile bizim mahallede, evinde elektrik bulunmayan ev vardı. Evlerde elektrik genellikle, aydınlanma amaçlı kullanılır, ütü dahi kömürlü ütü ile yapılırdı. Tepsi çörekleri ekmek fırınında, meşhur su böreğimiz soba üzerinde pişirilirdi. Baklavanın pişirilme yeri ‘de ekmek fırını idi. Fırınlar camlarına” PAKLAVU BİŞÜRÜLÜ” yazısını asarlardı. Evler ’de buzdolabı, çamaşır, bulaşık makinası, fritöz vb. elektrikli araçlar kullanılmazdı. 

Bu yıllarda bir akşam, annemin akrabası olan Ali Kalın’gilin (Ethem emmilerin) evine gidilmesine karar verilmiş. Dayımın hanımını’ da alarak Naciye teyzelere gittik. Gece elektrik lambaları yolu aydınlatıyordu. Gündüz akşama kadar, sokakta oynadığımızdan misafirliğe gittiğimiz de hemen uykum geldi. Minderin üzerine kıvrılıp uyumuşum. Üzerimi örtüp, başımın altına yastık koymuşlar. Naciye teyzeler, ta küçükten annemle birlikte büyüdükleri için, ortak yaşadıkları çok fazla idi. Akrabalar arasında bir sorun da yaşanmadığından, birbirlerini çok severlerdi.

Naciye teyzelere Ulaş tepe mahallesinde, Ak dayılar denilir, babası annemin dayısı olurdu. Ak dayının sanatı saraç imiş. Bekir dayım, dayısı olan Ak dayının dükkanına çırak olarak gönderilmiş. Dayım, dükkâna bir süre gitmiş. Daha sonra   çıraklığa gitmek istememiş. Ak dayı, dayımların evine gelir, kapılarını çalar, anne annem kapıyı açınca “Yeğenim dükkâna niye gelmedi” diye sorarmış. Anne annem dayım için “çıraklığa gitmem diyor.” Deyince, Ak dayım aşağıdan bağırırmış- “Bekir, aslan dayısının, hadi dükkâna gel. Sen olmadan, ben çalışamıyorum.” Diye dayımın gönlünü alır, dükkânın anahtarını dayıma verir, dükkâna giderlermiş. Dayım şekilde çalışarak SARAÇLIĞI öğrenmiş.

Buna benzer, anlatacakları çok şeyleri vardı. Anlatırlar, yeri gelir gülerler, yeri gelir üzülürlerdi. Ali’de bende, uyumaya devam ederdik. Çerez sofrası kurulur, Allah ne verdi ise sofraya konurdu. Sofra kurulunca bizi kaldırırlar, bir iki şey yiyip tekrar uyurduk.

Gece saat 12.00 olduğunda, elektrik santrali kapatılır, elektrikler kesilirdi. Sohbete gaz lambası yakılarak, devam edildi. Annemler kalkmak istiyor, onlar bırakmıyordu. Dostluk akrabalık, su götürmez içten akrabalıktı. Karşılıksız akrabalıktı. Gece saat 01.00 suları idiyki gitmek için ayağa kalktılar. Sokak karanlıktı. 40- 50 cm. uzunluğundaki çırayı yakıp, dayımın hanımının eline verdiler. Biz kendisine abıla (ablanın kısaltılmışı) derdik. Uzun boylu, gözünü budaktan esirgemeyen biri idi. O arkada, biz önde yürüyorduk. Gece lamba ile yürürken, lamba elinde olan arkada yolu aydınlatır, diğerleri önde yürürmüş. Ta o zaman, bu kural uygulanıyordu. Çıra çıtır çıtır yanıyor, yandıkça etraf aydınlanıyordu.

Bizim eve geldiğimiz’ de, önce annemleri eve koyduk. Babam evde uyumamış, bizi bekliyordu. Sonra ben evimizin köşesinden, abılam evlerine girinceye kadar onu bekledim. Evine girince, bende evimize girdim. 5 Yaşlarında idim ama aklım sıra erkeklik taslıyordum.

Bu güzel hatıraları yıllar boyu unutmadım. Yeri gelir parça bölük, arkadaşlarımla aramızda paylaşırdım.  Hacıpiri de akrabalarımla, hep birlikte olduğumuz mahallede, şimdi kimse kalmadı. Yeri geliyor İskilip’e gidiyor, kalacak yerimiz olmadığı için Öğretmenler Evinde kalıyoruz.  Dün tamamı bizim olan İskilip’te, şimdi kalacak yer bulmak ta zorlanıyoruz.

Benim durumum da olan, İskilip’in dışında birçok kişi var. Bu soruna, bir çözümde bulunamadı. Keşke bir devre mülk olsa’ da, senenin 15 günü İskilip’te kalacağımız bir evimiz bulunsa.

Mustafa Yolcu- 28.11.2018

26 Kasım 2018 Pazartesi

ÇORUM ALACA HÖYÜK- BOĞAZKALE GEZİSİ


ÇORUM ALACA HÖYÜK- BOĞAZKALE GEZİSİ


23.09.2018 Tarihinde, Muhittin Çağılın düzenlediği programla Çorum’a giderek, Boğazkale, Yazılı kaya ve Alaca Höyüğü gezdik. İskilip’te, ortaokul yıllarımda buraya gezi düzenlenmiş, ben gidememiştim. Daha sonraki yıllar ’da buraların adı geçtiğinde meraklanır, bu müze ve ören yerlerini gidip görmeyi arzulardım.

TBMM eski Enerji Bakanı Hilmi Güleri ziyarete gittiğimde, Hititlere ait geniş kapsamlı kitabı görüp incelemiştim. Bu kitaptan aklımda kalan, Almanların Hititleri kendi soylarından kabul ettikleri, Japonların da değişik versiyonda Hititlerle ilgilendiklerini okumuştum.

Benim tarihi eserlere, ayrı bir ilgim vardır. Eski eserlerin karşısına geçince, burada yaşanılanları, olayları anlamaya mana vermeye çalışır, sonrada onlardan kalan izleri, anlamaya çalışırım. Hititler çok büyük bir coğrafya da hüküm sürerken, niye Boğazkale ve çevresini kendilerine başkent yapmışlardır. Suriye ye kadar gidip, Mısırlılarla savaş yapıp, imzaladıkları Kadeş anlaşması ile tarihe iz bırakmışlardır.

Mısır, Babil ve Mitanni gibi, Eski Doğu’nun büyük güçlerinden biri olan Hititler, yaklaşık M.Ö. 1200 yıllarına kadar Anadolu’nun büyük bir kısmına ve Kuzey Suriye’ye hükmetmişlerdir. Bu İmparatorluğun başkenti Hattuşa, Çorum’un 80 kilometre güneybatısında, Boğazkale ilçesindedir. Bölge 1988 yılında Tarihi Milli Parklar statüsüne alınmıştır.

Hattuşa 1834 yılında Fransız mimar Charles Texier tarafından keşfedilmiştir. Bu sadece Hattuşa’nın keşfi değil, tamamen unutulmuş olan Hititlerin keşfidir. 1906 yılında yapılan kazılarla, burasının Hitit başkenti Hattuşa olduğunu tespit edilmiştir. 1931-39 yılları arasında ve II. Dünya Savaşı nedeniyle ara verilen kazılardan sonra, 1952’de yeniden başlatılan kazılar, kesintisiz olarak Alman Arkeoloji Enstitüsü tarafından sürdürülmektedir.


Boğazköyde İlk yerleşim izleri, M.Ö. 5000 yıllarına kadar inmektedir. Kesintisiz yerleşmeye başlanılması ise, Eski Tunç Çağı’nın sonlarına (M.Ö. 3000) doğru olmuştur. Bölgenin yerli halkı olan Hattiler, burada bir kent kurup, Hattuş adını vermişlerdir.

Hitit yazılı kaynaklarından anlaşıldığına göre, I.Hattuşili’nin iktidara gelmesiyle (M.Ö. 1665-1640) Hattuşa, Hititlerin başkenti olmuştur. Hitit İmparatorluk döneminde, yani M. Ö 14 ve 13. yüzyıllarda, şehir yaklaşık olarak altı kilometre uzunluğunda bir surla çevrilmiştir. Daha sonra ise, bu surların önüne ikinci bir duvar daha örülerek, kent daha sıkı bir korunmaya alınmıştır. Bu yeni sur üzerinde bulunan, anıtsal şehir kapılarının çoğu, günümüze kadar oldukça sağlam durumda gelmiştir. Güney batıda, dış yüzünde aslan kabartmaları bulunan Aslanlı Kapı’yla, iç yüzünde, silahlı tanrının bulunduğu Kral Kapı, bunların en önemlileridir. Kentin güney ucundaki Yer Kapı’nın özel bir rolü var. Burada 30 m. yüksekliğinde, 250 m. uzunluğunda ve 80 m. genişliğinde bir toprak set oluşturulmuştur. Bu set üzerinden geçen kent surunun ortalarında Sfenksli Kapı yer alır. Bu kapının tam altında, Hatuşa’nın bugün içinden geçilebilen tek tüneli vardır. 71 m. uzunluğunda ve 3 m. yüksekliğindeki tünelden geçilerek, sur dışına çıkılmaktadır. Şu anda da burada yabani meyveler yetişmiştir. Geziye gelenler, dallardan meyve toplayıp yediler.

Yazılıkaya Tapınağı;
Hattuşaş’ın en büyük ve en etkileyici kutsal mekânı, şehrin dışında yer alan, yüksek kayalar arasına saklanmış Yazılıkaya Açık Hava Tapınağı’dır. İki kısma ayrılır.Tapınak ’ta 90’dan fazla tanrı, tanrıça, hayvan ve hayal ürünü yaratıklar kaya yüzeyine işlenmiştir.

Yazılıkaya A kısmında, kayaya işlenmiş kabartma figürlerin özel bir düzeni ve tertibi vardır. Burada sol kaya yüzeyinde ikisi dışında yalnız tanrılar, buna karşı sağ tarafta da yalnız tanrıçalar belirtilmiştir. Ana sahnede fırtına tanrısı ile eşi güneş tanrıçası ve ortak çocuklarının karşılaşması tasvir edilmiştir. Ana sahnenin karşısındaki duvarda daha büyük boyutlarda büyük Kral IV. Tuthaliya işlenmiştir. Kral, güneş tanrısı’nın törensel kıyafetinde, elinde egemenlik sembolü olan ucu kıvrık asa tutar durumda, iki tepe üzerinde tasvir edilmiştir.

B kısmında kabartmalar; yan duvarlara dört bağımsız figür işlenmiştir. A kısmının  başlangıcında tanrılar geçidinde de tasvir edilen ve orak biçimli kılıç taşıyan on iki tanrı ve “Kılıç Tanrısı”, öbür dünya ile ilişki kuran yeraltı tanrıları anlamında olabilir. Yazılı Kaya eserlerini görmeye gittiğimizde, bize rehberliği burada hediyelik eşya satan iş yerinin sahibi yaptı.

Alacahöyük;
Çorum’un 45 km. güneybatısında bulunmaktadır.
Eski Tunç Çağı ve Hitit çağında çok önemli bir dini tören ve sanat merkezi olan Alacahöyük’te dört uygarlık çağı, açığa çıkartılmıştır.

Kalker temel üzerine andezit bloklarla inşa edilmiş olan Sfenksli Kapının genişliği 10 metredir. Buranın üzerinde çift kartal resmi bulunmaktadır. Bu yol ile büyük mabede ulaşılmaktadır.

Alacahöyük 3. uygarlık zamanını, Eski Tunç Çağı (M. Ö 2500-2000) oluşturur. Hitit kültürüne kaynaklık eden kültürlerin önde geleni olan yerli Hatti uygarlığının aydınlanmasında çok katkıları olan Alacahöyük, Eski Tunç Çağı hanedan mezarları, bu çağın en önemli buluşlarıdır. Mezarlar özel olarak ayrılmış bir alanda toplanmıştır. Dört yanı taşla örülmüş dikdörtgen mezarlar ahşap hatıllarla(kiriş) kapatılmış, damları üzerine kurban edilmiş sığır başları, bacakları yerleştirilmiştir. Altın, gümüş, bakır, tunç, demir ve değerli taşlardan oluşan zengin ölü hediyeleri, onların hanedana ait olduklarını göstermektedir. Çoğu altın, gümüş kapların dövme, dökme, kakma teknikleri, altın mücevheratın ince süsleri uzun bir gelişmenin ürünleridir.

Boğazkale ve Alaca Höyükteki müzelerde, kazılarda elde edilen tabletler, savaş arabası tekeri, harp araç gereçleri, zırh yapmak için bakır pulları, su kapları   bulunmaktadır.

Tarih hazinesi olan bölgede, son dönemlerde ziyaretçi sayısı ve turist turlarının son derece azaldığı, yöre halkı tarafınca ifade edilmektedir.

Çorum’da müzeyi gezdik. Çorumlu olmama rağmen, müzeye ilk kez gittim. Çorum ve yakınlarından toplanan eserler, burada sergilenmişti. Müzenin girişteki bahçesi, açık hava müzesi gibiydi. Burada birçok lahit ile resimli tabletler bulunmaktadır.

Dört kat şeklinde düzenlenen müzenin ilk katında, Alacahöyük, Kuş saray ve Büyük Güllücek kazılarında bulunmuş olan eserler, kronolojik şekilde teşhir edilmiştir. Yine bu katta Eski Tunç Çağına ait Alacahöyük kazılarında bulunanlar ile müzeye satın alma yoluyla kazandırılan aynı döneme ait eserler sergilenmiştir. Bu katta Eski Tunç Çağı Alacahöyük prens ve prenses mezarları “L” Mezarı aslına uygun olarak teşhir edilmiştir. Bu bölümden sonra Çorum il sınırları içindeki arkeolojik kazılarda (Boğazköy-Hattuşa, Alacahöyük, Yörüklü Hüseyin dede) açığa çıkartılan Hitit dönemi eserleri ile Boğazköy-Hattuşa’da açığa çıkartılan yapıların mimari kesiti ve magazinler, fotoğraflar ve tanıtım levhaları eşliğinde sergilenmiştir. Müze koleksiyonunda özel bir yere sahip, üzeri çivi yazılı Hitit kralı II. Tuthaliya’ya ait (M.Ö.1430) ünik bronz kılıç da yine bu katta sergilenmektedir.

Müzenin bodrum katında ise, Çorum ve yöresi Etnografik ürünler sergilenmektedir.  Çorum ve yöresinin, günlük hayatında kullanılmış ev eşyaları, elbiseler sergilenmiş, Tıkının Kahvesi, leblebici dükkânı, bakırcı dükkânı burada canlandırılmıştır. Sergi alanı dar olduğu için birçok eser sergilenememiştir.

Kültür varlıklarımız ve müzelerimizin halkımıza tanıtılması, müzelerimize bilhassa öğrenci turları düzenlenmesi gerekmektedir. Türkiye’de yerli halkımızın müze ziyaret etme oranı çok düşük olup, insanımızın büyük kısmı, müzelerde ne olduğunu bile bilmemektedir. Sosyal Belediyecilik adına, belediyelerimiz müze ve ören yerleri gezisi düzenlemeli, insanımıza buraları tanıtmalıdır.

Mustafa Yolcu- 20.11.2018