5 Mart 2013 Salı


1956 YILI İSKİLİP’TEN NOTLAR- 3

DİL DERDİ 

Kasabanın, yurdun hiçbir yerine benzemeyen bir özelliği var. Dilini yabancı memurlara aşılamaktır. Kasabaya yerleşen memur, ister yerli, ister yabancı olsun, kısa zamanda oranın dilini benimsiyor. Yerli gelenekler sarıveriyor insanları. Hani kasabaya gelip’te dayanan, her çeşit tepkiye göğüs geren görülmemiş.

Gelenler önceleri yerli dili yadırgıyorlar. Fakat kısa zamanda pek çokları şaka olsun diye başladıkları işi, sonradan bırakamıyorlar. Şehir kulübü bu türlü yerli dil şakalarının gerçek kaynağı. Tavla oynarken yapılan şakalar hep yerlice. Her masadan gelen konuşmalara kulak verseniz, siz de yadırgarsız. Neredeyim diye sorarsınız kendinize. İşittikleriniz bir başka dildir.

Memurların kendi aralarında şaka olsun diye konuştukları yerli dil, bir bakıma o kadar önemli değil. Etkisi konuşanın kendinde kalıyor. Ama öğretmenlerin vazife başında da böyle konuşmaları hiç de iyi olmuyor.

Yerli bazı öğretmen arkadaşlar bu dil konusunda gereği kadar ciddi değil. Kendini yerli geleneklerin etkisine öyle kaptırmış, rahat yaşıyorlar ki sormayın. Kasabadan hiç çıkmamışlar sanırsınız. Geçenlerde biri dersinin konusu gereğince sınıfta topraktan söz açmış:

-      Çiftçiler, toprağa gücünü artırsın diye mayıs dökerler, demiş.

Yerli çocuklar, öğretmenlerinin dediklerin harfi harfine anlamışlar. Anlamışlar anlamasına ama, sınıfta sadece yerli çocuklar yok tabi, yabancı çocuklar da var. Bir afacan, mayıc sözünden bir şey anlamamış olacak ki, parmak kaldırmış, sormuş:

-      Öğretmenim ben bir şey anlamadım? Demiş.

-      Nasıl bir şey anlamadın?

-      Ay toprağa nasıl dökülür, onu anlamadım?

-      Ne ayı oğul?

-      Toprağa mayıs dökerler dediniz öğretmenim?

-      Heya.. mayıs dökerler.

-      Hımm. Şo mesele. Sen Lundurada mı doğdun, büyüdün ne? Anladın anlamasına ya, kibarlık taslıyon.

Bu konuşmadan sonra çocuk yine bir şey anlamadan, öğretmende çocuğun kasten sorduğuna inanarak, konuyu daha fazla açıklamadan kapar. Konu sınıfta kapanır ama, sonra dışarıda genişler. Arkadaşları afacanın adını mayıs takarlar. Gel mayıs, git mayıs. Bu bir zaman böyle gider.

Sonunda çocuk yerli arkadaşlarından adının ne olduğunu öğrenir. İki gözü iki çeşme, soluğu evde alır.

-      Anne çocuklar bana mayıs diyorlar.

-      Desinler oğlum, bundan ne çıkar?

-      Ama mayıs kötü bir şeymiş.

-      Nasıl kötü bir şey?

-      Mayıs, şey anne, şey..

Ve işte böylece, çocuklar ilkokuldan hemen hiçbir dil gelişmesi kazanmadan ortaokula geliyorlar. Ortaokul da bu alışkanlıkları gideremiyor. Çocuk, çoğu zaman evinden geldiği dille, evine dönüyor.

TELÂŞE MÜDÜRÜ:

Kasabanın en hareketli adamıdır. Gerçek adını hala bilmiyorum. Onu herkes telaşe müdürü olarak tanıyor. Asıl mesleğinin berberlik olduğunu duydum. Kendisini hiç berberlik yaparken görmedim. O herkesin can dostu, can yardımcısıdır.Bütün işi gücü başkalarının yarım işlerini takip etmek, onları tamamlamaktır.

Uzaktan size doğru geliyor görürsünüz. Acele içindedir. Sağına soluna bakmadan da olamaz. Yaptığı işlerin bir tasvibini toplar gibi, bakar, selam verir, gülümser, yürür. Bir yere dolmaya davet edilirsiniz, gidersiniz, bakarsınız ki oradadır. Gelen misafirleri ağırlar. Ev sahibine yardım eder. Size hatır sorar. Gönül alır, gülümser.

Bir dernek kurulsa başkandır. Kasabaya hayırlı bir iş yapmak gerekse, içindedir. Vilayete okumaya gidecek öğrencileri o götürür. Hastaları hastaneye o yatırır. Ölüleri son durağına o bırakır.

Bazen ona takılırlar:

-      Ne var yine arkadaş derler. Daha çekemiyenleri alaylı söylerler

-      Ne var yine müdür beğ.

O hepsine aynı tatlı gülüşle karşılık verir:.

-      Hiç, bir iş varda.

Hani insanın bu adamcağız olmasa kasabanın bütün hayatının duracağına inanacağı gelir. Çünkü her hareketli işin başında onu görürsünüz. Kasabadan ayrılan bir memur şerefine verilen ziyafetin başında, yine onu bulursunuz. Üşenmez, şahıs şahıs dolaşır, arkadaş toplar. Gidenleri uğurlar. Gelenleri karşılar. Kasabaya gelen yabancı ile ilk o tanışır. 

 Onun birçok iyi ve başarılı işlerine şahit oldum. Hiç birinde de kendinden söz ettiğini duymadım. Bu alçak gönüllü insanın kasabalılara karşı yardım severliğine her zaman hayran oldum. Etrafındaki çekemeyenlerin belli alaylarını dahi hiçbir tepki göstermeden işine koyuluşu, her işe koşoşu gerçekten güzel bir şey. Kasaba telâşe müdürsüz olamaz sanırım. Olsa bile enteresanlığından çok şey kaybeder. 

KASABA DEĞİŞİYOR 

Kasabanın kötü diyebileceğim bir coğrafi yapısı var. Yol üstünde değil. Bu yüzden kabuğuna çekilmiş bir böcek gibi, yalnız kendi hayatını yaşıyor.  Geleneklerin köklü oluşu da buradan geliyor. Dışta yetişip gelmiş yabancı memurlar, kısa zamanda bu geleneklere kendini kaptırıp oralı oluyorlar. Böylece kasaba da hayat hiç değişmiyor sanılır, ama değil. Kasaba her gün biraz değişiyor.

Eskiden kasabaya bir araba ya uğrar, ya uğramazdı. Kasabadan da iki arabanın çıktığı pek az olurdu. Ama şimdi, kasabadan her saat başı bir otobüsün kasabadan ayrıldığını görürsünüz. Kamyonlar gider gelir. Vilayete ne zaman inmek isterseniz taşıt vardır. Bu gidiş geliş bolluğu kasabanın hayatında değişikliğe yol açacağa benziyor. Kasabaya çok sayıda yabancı giriyor artık. Geçen gün evde oturuyordum. Birden kendimi İstanbul da sandım. Bir” eskiler alurum” sesi beni yerimden sıçrattı. Pencereden baktım. Tabak, çanak satan bir gezginci sokakta dolaşıyor. Evlerden kadınlar çıktı. Satıcı ile karşılıklı pazarlıklar başladı.