22 Kasım 2022 Salı

12 EYLÜL DARBESİ VE SONRASI

12 EYLÜL DARBE VE SONRASI

 

Türkiye 27 Mayısı, 12 Mart muhtırasını, 12 Eylül’ü, 28 Şubat, 15 Temmuz darbe ve darbe teşebbüslerini yaşadı. Bu olaylardan sonra hapishanelere doldurulan binlerce insanı, bunlara yapılan sayısız işkenceleri darbe teşebbüsü sırasında öldürülen yüzlerce insanımızı unutmadı.

 

12 Eylül sonrası Mamak ceza evine konularak altı yıl boyu hapis yatan, işkenceleri yaşayan çilekeş bir insanımız, şunları anlattı:

“Bize her gün sistematik olarak işkence ettiler. Günlük en az 40 cop yiyorduk. Filistin askıları, elektrik şokları, kafes olayı vb. işkenceler.

 

İşkence sırasında diyorlardı ki-” Bizi Türkeş azmettirdi diye ifade verin yeter. Bizde sizi hemen serbest bırakalım.” Bir arkadaşımız dahi, bütün işkencelere rağmen böyle bir ifade vermedi.

 

Dayak yiyip koğuşa gelen arkadaşlarımızın, acıdan inlemesi ses çıkarması yasaktı. Koğuştan inleme sesi duyarlarsa; ses çıkaran arkadaşı koğuşun önüne çıkararak, ortalarına alıp copla dövüyorlardı. Bizde gelen arkadaşımızın sesi duyulmasın diye üzerine battaniye örtüyorduk.

 

Yemek için sıraya giriyorduk. Sırada beklerken, yanımızdan geçen gardiyanlar bizi coplayarak yürüyorlardı. Yemek alma sıramız gelince “ Ahmet Güneş Ankara. 3. Koğuş, 5. Ranza yemek almaya hazırdır komutanım. Karşıdan bağırıyorlar” Ne dedin duymadım lan.”  Bizim adımız lan, onların adı komutan. Böyle birkaç kez tekmilden sonra hakaret duyarak, yemeği alabiliyorduk. Yemeklerin içinden genellikle taş çıkardı.

 

Zorunlu banyo ihtiyacını, kışın bile dışarıda soğuk su ile yapıyorduk. Amaçları, hastalanıp ölmemizdi.

 

Hapishaneye gönderilen askerler, birliklerinden özel olarak seçilmiş, sadist yapılı insanlardı. Bunlar özel olarak işkence yapma eğitiminden geçirilmiş, bizim bu vatanın düşmanı olduğumuz şeklinde şartlandırılmışlardı. Bazı askerler bizi coplamak istemediğinde, başındaki komutan onu copla dövüyordu.

 

İşkenceden ölen, askıda beli kırılan, sakat kalan arkadaşlarımız oldu. İşkence görmenin sağcısı solcusu olmadı. Herkes aynı muameleye tabi tutuldu.

 

İranlı bir Azeri de bizim koğuşa atıldı. Ona 30 adet marşı yarına kadar ezberleyeceksin demişler. Adam gece gözünü kırpmadı, az ışıklı lambanın altında sabaha kadar marşları ezberledi. Sabahleyin koşar adım ile cop yiyerek toplanma alanına geldik. Bu Azeri’yi çağırdılar. Koşarak gardiyanların karşısına gitti. Şu marşı oku diyorlar, söyledikleri bütün marşları okuyunca-“Aferin böyle adam ol.” dediler. Bunun üzerine Azeri” Vallah komutan, siz İran’da benim elime düşerseniz, size bir gecede Kuranı ezberlettiririm.” Dedi.

 

Konuşurken gardiyanların yüzüne bakmak yasaktı. Göz göze gelirsek copu yiyorduk. Devamlı havaya bakmamız isteniyordu.

 

Darbe mantığı bu işte. 15 Temmuz darbesi gerçekleşseydi yapılacak olanda bunlardı. Konuşmalar kayıtlara geçmiş, toplantılar yapılmış, planlar hazır ama Allah onlara bu fırsatı vermedi.

 

Milletimizin açıkça farkına vardığı gibi, darbelerin arkasında Amerika ve diğer ülkeler bulunmaktadır. Amaç, darbe yapılan ülkeyi yeniden dizayn etmek, kendi istedikleri kuralları kabul ettirmektir. Bununla da kalmayıp, bankaların içini boşaltıp ülke ekonomisini sorunlu hale getirmektir.

Ülkemiz bundan sonra, darbelerle anılan ülke olmasın. Analar ağlamasın. Gelişme düzeyimizi, daha ileri seviyelere çıkaralım

 

Mustafa Yolcu – 12.9.2017


14 Kasım 2022 Pazartesi

SEVDİĞİNİ ELDE EDEMİYORSAN, ELDE ETTİĞİNİ SEV

 

 

 

 

SEVDİĞİN ELDE EDEMİYORSAN, ELDE ETTİĞİNİ SEV

 

 

Gün görmüş bir arkadaşımla sohbet ederken, yeni neslin ulaşılması zor talepleri için “SEVDİĞİNİ ELDE EDEMİYORSAN, ELDE ETTİĞİNİ SEV” tabirini kullandı. İçinde bulunduğumuz toplumun, içinden çıkamadığı bir sorundur bu.

 

İnsanlarda doyum noktası kalmamış. Şikayetleri ayyuka çıkmış durumda. Allah’ın verdiğine şükür, başımıza gelen musibetlere sabır ortadan kalkmış. İstekler bitip tükenmiyor.

 

Şantiye şefliğini yaptığım inşaata, bir hemşerim iş istemek için geldi. Sen ne iş yaparsın diye sorduğumda, her işi yaparım dedi. Benimde o sıra fayans- seramik kaplama işim vardı. Seramik, fayans işini yaparmısın dediğimde yaparım dedi. İş isteyeni, şantiyede diğer seramik ustasının yanında işe başlattım. Aynı gün diğer seramikçi “abi bu adamı nerden buldun, bu işi bilmiyor.” Dedi.  Yaptığı işe baktığımda, işin vahametini anladım. İşi bilmiyordu. Hemen işi bıraktırarak işine son verdim. Her işi yapabileceğini söyleyen, bir işi bile yapamıyordu.

                                                                                         

Hayvanat bahçesine iki adet kartal almışlar. Kartalın biri uçuyor, diğeri ise bir dala konmuş, yerinden kımıldamıyormuş.

Ne yaptılarsa kartalı uçuramamışlar. Bunun üzerine kartalı aldıkları yeri telefon ile arayarak, kartalın birinin uçmadığını, konduğu daldan kımıldamadığını söyleyerek, uçurmak için ne yapalım diye sormuşlar.

Telefon ettikleri kişi demiş ki- “Kartalın üzerinde pineklediği dalı kesin. O dalı kestiklerinde kartal oradan uzaklaşarak, başlamış uçmaya. Yani bazı insanların miskin miskin durup pinekledikleri dal kesilince, bu kişiler önce şaşırıp, sonrada normal çalışma hayatına dönüyorlar.

İnsanlar yan yana geldiklerinde birikimlerini paylaşacakları, yararlı şeyleri konuşacakları yerde, politik tartışmalara giriyorlar. Fikirlerini değil, medyadan duyduklarını konuşuyorlar. Konuştuklarının bir kısmı yalan haber. Bunun farkında olmadan, konuşmuş olmak için konuşuyorlar. Birbirlerinden ayrıldıklarında birbirlerini kırmış olmanın dışında, konuştuklarının hiç kimseye faydası olmuyor.

Çalışmayıp yatarsak, yatmayıp çalışanların boyunduruğu altına gireriz. Çalışıp üretmemiz gerekirken, boş şeylerle vakit geçiriyoruz. Çalışan demirin parladığı gibi, çalışan insan sağlıklı olur. Çalışmadığımızda bedenen, ruhen çöküntü devresi başlıyor. Arkasından hastalıklar, unutkanlıklar vb. sıkıntılar ortaya çıkıyor.

 

Tutkularımız, hayallerimiz olabilir. İnsan hayal ettiği kadar hedefine ulaşır. Ama hedefimizin en üstü olmadığında, olana şükretmek, kaçırdığımız fırsatlara sabretmemiz uygun olur. Geçmiş için çekeceğimiz tühlerimiz, bize bir şey kazandırmayacaktır. Aynı şekilde, gelecek endişesi ve vehmi ’de bize sıkıntı verip huzursuz edecektir.

En güzeli gökyüzünü ve yıldızları seyredip, mutlu olalım. Yer yüzündeki çamurlara bakıp ta huzursuz olmayalım.

 

Mustafa Yolcu

11.11.2022

 

 

 

 

 

  

28 Ekim 2022 Cuma

BÜYÜK DEVLET NASIL OLUNUR ?

 

 

 

 

BÜYÜK DEVLET NASIL OLUNUR?

1-Büyük devlet sözle olunmaz.  Çok konuşarak hiç olunmaz.  Dünya ölçeğinde yeni vizyon ve misyon üstlenmek gerekir.  

2-Büyük devlet olmanın şartı, kendi içinde maddi ve manevi birliğini tam ve kâmil anlamda sağlamakla mümkün olur.

3-Büyük devlet, tarımını geliştirmiş, tarımsal üretimini en üst düzeye çıkarmış, sanayisini kurmuş, dışa bağımlı olmaktan çıkarak olur.

4-Köylüsü, şehirlisi, sanayicisi çok üreterek, az tüketerek, depoları dolu, ihracatı ithalatından büyük olmakla büyük devlet olunur.

5-Silahlı kuvvetleri dünya ölçeğinde operasyon yapacak, bilgi, teknik, taktik, stratejik komutanlık öğelerini üzerinde taşırsa, büyük devlet olunur.

6-Yer altı ve yer üstü kaynaklarını en iyi kullanan, evrensel üretim kapasitesinde üretim yapan fabrikalara kavuşmakla olabilir.

7-"Sosyal barışı sağlamış, din-devlet, devlet-toplum, aydın-devlet, aydın- toplum arasındaki pürüzlerin giderildiği" bütün bunlar evrensel barış kurallarına göre oluşturulduğunda, büyük devlet olunabilir.

8-Bütün bunların sağlandığı "adalet mülkün temelidir" veya" devlet adaletle ayakta durur " evrensel gerçeğinden yola çıkarak "Fırat kenarında bir koyunu kurt kaparsa, Allah onun hesabını Ömer'den sorar" anlayışının çizdiği bir bakışla olur.

9-"Bir insana, bir topluma, bir millete olan kininiz, sizi adaletli olmaktan alıkoymasın" ilahi buyruğu beyinlerde ve gönüllere yerleştiğinde büyük devlet olunabilir.

10-Dağdaki çoban ile en üst makamdaki insanın, toplumsal olaylarda asgari birlikteliğinin sağlandığı, yönetenlerin benim değil devletimin, milletimin dediği, bütün hedefin insanının refah ve mutluluğuna yöneldiği zaman büyük devlet olunur.

11-Ülkeyi yönetenler; kendilerine göre değil, toplumun huzuru ve güvenliği için kanunları çıkardıklarında büyük devlet olunabilir.

12-Ülkeyi yöneten insanların "büyük vizyon, misyon sahibi olduklarında" bulundukları bölgenin mitolojisinden, insanlarının sos yo-politik, sos yo-ekonomik   kültürlerini bildiklerinde büyük devlet olunur.

13-Büyük devlet olabilmek güçlü bir ekonomiye, bilimsel düşünen beyinlere, dünya politikasını iyi bilen hariciyecilere, gelişmiş teknoloji ile her türlü silah, hava araç gereç ve malzemesini kendi üreten silahlı kuvvetlere sahip, milli politikaları uygulayabilecek “uzak görüşlü" devlet adamlarına sahip olunduğunda büyük devlet olunabilir.

14-Hukuk devleti olmadan, büyük devlet olunmaz.               

Netice itibarıyla "İster isen sulh-u selâh hazır ol cenge" anlayışı olmadan büyük devlet olunamaz.

Bunların dışında söylenecek sözlerde var tabi. Önemli olan işin gerçeğini kavrayıp, en doğru yoldan gitmektir. Bunları yaptığımız zaman BÜYÜK DEVLET OLURUZ.

MUSTAFA YOLCU

 

 

9 Ekim 2022 Pazar

İSKİLİP'TE BİR KÖŞE BAŞI DÜKKAN

 


                İSKİLİP TE BİR KÖŞE BAŞI DÜKKÂNI 

Resim ’de gördüğümüz yer, İskilip te Hamam önü caddesi ile Dikiciler caddesinin birleştiği köşe başıdır. Çocukluğumdan bu yana bende hatırası olan, unutamadığım yerdir. 

Dikiciler caddesi tarafında bulunan kırmızı boyalı dükkân, dayımın saraç dükkanıdır. Daha sonra saraç Bekir Çorsuz dayım bu dükkânı, oğlu İsmail Çorsuza devretmişti. 1963 lü yıllarda boş gezmeyeyim diye beni, İsmail abimin dükkanına gönderdiler. Bura ’da çırak gibi durur, sanatı öğrenmeye çalışırdım. Cif iğne ile deri dikmeyi, kaltağa keçe sıkıştırıp mumlu iplikle dikmeyi burada öğrenmiştim.  

 

Dükkânda mal satılınca, bana alıcıdan şerbetçe iste dediler. Bende istedim bana 50- 100 kuruş arası para verirlerdi. Bazı günler, İsmail ağabeyim arkadaşları ile bol biberli tepsi eti yaparlardı. Eti ben hazırlayıp fırına götürürdüm. O tepsi etlerinin tadını unutamıyorum.

Dükkânın üzerinde, Oluklu köyünden Halıcıların kahvehanesi vardı. Çay ocağında Şakir’in dedesi veya babası olurdu. Şakir çayı götürüp getirirken merdivenleri cay cay diye jet gibi inip çıkardı.

Ahmet Şerbetçi’nin oğlu İsmail, omuzunda boya sandığı ile ayakkabı boyacılığı yapardı. Bende şerbetçileri tanıdığımdan, İsmail’in niye boyacılık yaptığını merak ederdim. Bir gün dayıma sordum. Bu aile zengin bir aile, niye oğullarına ayakkabı boyacılığı yaptırıyorlar? Dayım cevap verdi; Oğulları hayatı anlasın diye, çarşıda ayakkabı boyacılığı yaptırıyorlar. Rahmetlik İsmail dükkânın önünden, boyacı diye geçerdi. Bu durum benim içinde hayat dersi olmuştu. Bende o sene pazardan yumurta toplayıp, satmaya başladım. Parkta Teksas, Tommiks kiraya verip okuttum.

Halıcı ’gil kahvehaneyi bırakınca, burası din görevlileri lokali olmuş.  Yıllarca bu lokal devam etmişti. Dayımın dükkanının altında bulunan köşe başındaki dükkânı, Hamdi hafız hocam kiralamıştı. Namazdan sonra buraya gelir kitap okur, soruları olan insanları dinler, sorularını cevaplardı. O zamanlar çarşı daha kalabalıktı. Kapalı duran dükkân yoktu. Ayakkabıcılar, mutaflar, demirciler, bakırcılar harıl harıl çalışıyordu. Ürettiklerinin bir kısmını’ da İskilip dışına satarlardı. Ne zaman emekli olan bağ kur ve SSK lılar çalışırsa, maaşından kesinti yapma kuralı getirdiler; emekli olan esnaf ve sanatkârlar maaşlarından kesinti olmaması için işlerini bırakıp, dükkanlarını kapattılar.  İskilip’in çöküşü böylece başlamış oldu. Memleket kapalı dükkanlar memleketi oldu.

Çalışan insan daha geç çöküyor. Çalışmayıp evde oturan kısa sürede çöküyor. İskilip bu kaderi yaşadı maalesef.

MUSTAFA YOLCU

6.10.2022

22 Mayıs 2022 Pazar

İSKİLİP' TE PAZAR ( ÇARŞAMBA ) GÜNÜ

 


 

 

İSKİLİP’TE PAZAR (ÇARŞAMBA) GÜNÜ 

Yıl 1968 Haziran ayı pazar günü idi. Çarşamba günü İskilip’in pazar günü olur, tüm köylerden gelenler ihtiyaçlarını giderip, köylerine giderdi. Köye dönüşler, kamyon veya traktörle gerçekleşirdi. 

Pirinç pazarında bulunan dükkanımızda, pirinç satıyordum. Ortaokul ikinci sınıf tatilinde idim. Öyleye doğru hava kararmaya başladı. Benim de Sakarya mahallesin ’de bulunan, eniştemlerin evine gitmem gerekiyordu. Hava karardığı ve pazar günü’ de olduğu için, gidip gitmemekte kararsız kalıyordum. Nihayet bir an evvel gidip gelmek için dükkândan ayrıldım. 

Salliler başına gelince hava daha çok karardı, rüzgârda hızla esiyordu.  Altın dişlerin evinin önüne gelince, bardaktan boşanırcasına yağmur yağmaya başladı. Sığınacak bir yer arıyordum. 

Orada da bir kamyon duruyor, şoför mahallinde’ de iki tane kadın köye gitmek için bekliyordu. Kamyonun kapısı açıldı, kadınlar beni arabaya çağırdılar. Koşarak gidip kamyonun şoför mahalline girdim. Dışarda daha fazla kalsaydım, sırıl sıklam olacaktım. Onlara teşekkür ettim. Beni çağıracakları hiç aklıma gelmiyordu. 

Bana – “Şeerli bu yağmurda niye çarşıya çıktın.” Dediler. Bende Sakarya mahallesine gidecektim dedim. Yağmurun bir an önce dinmesini bekliyor, dükkânı da merak ediyordum. Yağmurun yağması biraz hafifleyince, kadınlara teşekkür edip hızla dükkânın yolunu tuttum. Rüzgâr yine hızla esiyordu. Dükkâna gelince, hemen kepenkleri kapattım. Pazarda bulunan birkaç komşu da bizim dükkâna mallarını getirdiler. Yağmur yine hızla yağmaya başladı. Bu kez de sel gelir mi diye endişeleniyorduk. Büyük seller İskilip’ e genellikle haziran- temmuz ayında gelirdi. 

Biraz zaman geçince, rüzgâr kesildi. Yağmurun yağması da sona erdi. Akçay’dan da korktuğumuz gibi sel gelmedi. 

Salliler başında Altın dişlerin evinin yakınına her geldiğimde, burada yakalandığım yağmuru, bana iyilik edip beni arabalarına çağıran kadınları hatırlarım. Yaşadıklarım filim şeridi gibi gözümün önünden geçip gider. 

İYİLİK YAP DENİZE AT. BALIK BİLMEZSE HALIK BİLİR. 

Mustafa Yolcu

22.05.2022

 

 

 


7 Mayıs 2022 Cumartesi

TEFECİLİK

 

 

 

TEFECİLİK

 

Tefecilik, kişilerden hukuki sınırı geçen miktarda faiz alarak, borç para verme olayıdır.

Tefecilik insanlık tarihi boyunca var olmuştur. Tefecilik, yani faizcilik, kan emiciliği. Kolay zengin olma, rahat para kazanma , gelir elde etme, kan emme yoludur.

Tefecilik ocaklar söndürmüştür. İnsanları varlıklı iken ekmeğe muhtaç hale getirmiştir. İnsanlar yaşadıkları iflas nedeni ile, memleketlerini terk etmiştir. Şahit olduğum birkaç olayı da burada anlatmaya çalışacağım.  

 

Bir dükkânda oturuyoruz. Dükkâna gelen kişi, gülerek anlatıyor. “Harman veresiyesi müşterisine, kilosu 3.-TL olan şekeri 7.5.-TL’den satıp deftere yazıyorum.” Bende sordum- “İyimi yapıyorsun? Kazandığın para sana yarayacak mı? Söylediklerimden rahatsız olan vatandaş, bir şey konuşmadan dükkândan çıkıp gitti.  Daha sonra öğrendim ki, kanser olmuş, ağrılar içinde yaşamış ve ölmüş.

 

Kırıkkale ye Bir banka için gayrimenkul ekspertizine gittim. Beni orada karşıladılar. Güzel bir dairenin ekspertizini yapmıştım. Mal sahibine ne iş yaptığını sordum. Daireyi bir arkadaşının kredi ihtiyacı için ipotek vereceğini söyledi. Şaşırdım ve üzülmüştüm. Çünkü bu işin geri dönüşü olmayabilirdi.  Dairesine ipotek konuldu. Sonuç ipotek koyduran borcunu ödeyemeyince, daire satıldı. Dairenin sahibinin yuvası bozuldu, eşinden ayrıldı.

 

Borcunu ödeyemediğinden intihar edenler, yaşadığı memleketten kaçanlar, yıllar yılı gayri menkullerindeki icra kaydı devam edenler. Hikâyeler çok ve acıklı.

 

Seri ilanlarda, Ankara- Etlik semtin de satılık daire ilanı görmüştüm. İlanı verenle telefon ile görüşüp, daireyi görmeye gittim. Dairenin ziline bastım. Kapıyı bir bayan açtı. Daireyi görmek istediğimi söylediğimde, ağlamaya başladı. Dairenin oğlunun olduğunu, tefeciden aldığı parayı ödeyemeyince tefeci daireyi satışa çıkardığını söyledi. Nereli olduklarını sorduğumda İskilipliyim dedi. Hemşerim olduğunu öğrenince, daha çok üzülmüştüm. Hanıma dedim ki- daireyi alırsam, sizi bir süre daha kira almadan evinizde oturturum.

 

Tefecinin adresini alarak, görüşmeye iş yerine gittim. Malatyalı olduğunu söyleyen vatandaşın, tabancası masanın üzerinde duruyordu. Daireye pazarlık ederken, dairenin eski sahibinin hemşerim olduğunu, şayet satın alırsam  onları bir müddet daha kira almadan dairede oturtacağımı söyledim. Adam bana sert sert bakarak ayağa kalktı ve” çık git buradan, dairem satılık değil.” Dedi. Başka bir şey konuşmadan oradan ayrıldım.

 

 

Banka krizi çıkıp, bazı yerlerde banka şubeleri kapatılırken banka yetkilisine sormuşlar- “Bizim ilçemizdeki şubeyi niye kapatıyorsunuz?”

Cevap- Bankamızın araştırma görevlisi ilçenizi araştırdığında, ilçenizdeki bankaların işlem hacminin birkaç katı işlemi, ilçenizde tefeciler yapıyorlar. Bu durumda bizim şubeye de yapacak iş kalmıyor. Bu sebeple de şubeyi kapatma kararı verdik diyor.

 

Hani derler ya yağ kokarsa tuzlanır, tuz kokarsa ne yapılır?

 

Eşinin akrabası bir tarikatın ileri geleni olan, yüksek mahkeme üyesi arkadaşım şunu anlatmıştı. Evimiz de bizi ziyarete gelen tarikatçı ile piyasadaki mal alışverişini konuştuk. Eldeki bir mal 100 liraya satılıyor. Malı satın alan kişi borcuna mahsuben senet imzalıyor, kefil alınıyor. Biraz sonra malı satın alan kişi tekrar geliyor ve malı satmak istediğini söylüyor. Aynı malı bu kez 60 liraya satıp, parasını alarak dükkândan ayrılıyor. Tarikatçı kişi, bu alışveriş kişilerin rızası ile yapıldığından dinimize uygundur diyor. Hâkim olan arkadaş da bu işte satış hilesi olduğu için, hukuka ve ahlaka uygun olmadığını söylüyor. En sonunda tarikatçı hâkim olan arkadaşıma diyor ki- “yahu siz benden daha Müslüman çıktınız.” Bazen böyle, yanlış fetvacılar da çıkıyor.

 

Derinliği olan dini bir alim diyor ki; Yurt içi ticaretiniz de döviz ile alışveriş yapmayın. Kredi kullanıp, sermayenizin üzerinde   rakamlar ile alışverişinizi sürdürmeyin. Elinizdeki sermayeniz kadar iş yapın. Alacak ile borç ödenmez. Yayladaki yoğurt ile yaprak sarılmaz. Hesabını bilmeyen kasap, neresine kaçar masat?  Bunlar yaşanılmış ve doğruluğu ispatlanmış olan sözler.

 

Aza yetinmeyip hırslandığımız için, daha çok para kazanmak sevdası yüzünden, tefecilerin ve bankaların kapısını çalıyoruz. Sonra da hesabın ucu kaçıyor ve para kazanamayıp, elimizdeki malı da kaybediyoruz. Süt veren ineği kesip, yeni inek ararken, elimizdeki inekten de oluyoruz.

 

Mustafa Yolcu

7.5.2022

 

 

 

 

24 Nisan 2022 Pazar

BAŞLIK PARASI

 

 

 

BAŞLIK PARASI

 

İskilip’te evimiz Hanönü camiinin yanında idi. Çarşı yakın olduğu için, bilhassa Salı ve çarşamba günü köyden gelenler bizim aralığa gelir, konuşur ve üzüm, kavun karpuz, ekmek ile karınlarını doyururlardı.

 

Salı günü mal pazarı ön tarafa kurulur, canlı hayvan alışverişi yapılırdı. Kol kopartırcasına yapılan pazarlığı izler, konuşmaları dinlerdim.

Hayvan pazarına gelerek, keçi almak isteyen kasap önce keçileri sırtlarından kontrol edip, sonra’ da beğendiği keçiler için pazarlığa başladı.  Pazarlık için mal sahibinin elinden tutan kasabın ilk sözü – “ağa bu kemik torbalarına ne istiyorsun.” oldu. Mal sahibi de” ben bu malları kekik yedirerek yaylada besledim. Pazarda benim malımın üstüne mal bulamazsın.”  Diye cevap verdi. Pazarlığa başkaları’ da yardım için katıldı. Kasap beğendiği keçileri satın aldı. Şimdi ne yapacaklar diye merakla bekledim.

 

Pazara gelen bir vatandaş, kasabın keçilerine baktı ve Ahmet ağa bunlar satılık mı diye kasaba sordu. Kasapta satılık dedi. Keçinin bir tanesini göstererek” Buna ne istiyorsun.” Diye sorunca Kasapta; ooo en iyi keçiyi seçmişsin. Bunlar kekik yaylasının keçileri. Şundaki ete bak ete diye cevap verdi. Biraz evvel kemik torbası olan keçiler, bir anda besili keçi olup çıktı. Bu monoloğu görünce bende şaşırmıştım. Demek ki ticari hayat böyle bir şeydi. Kemik torbası, bir anda en iyi keçi olup çıkıyordu. Akşam olup Pazar dağılınca, bizim sokaklar hayvan pisliği ile dolardı. Ara sokağımızı annem güçlükle temizler, ana sokağı da belediye temizliyordu. Hayvan pisliğinden kurtulmak için, sokağın girişine çit yapmıştım. Salı çarşamba günü çiti kapatıyor, sokağımıza hayvanların girişine engel oluyordum.

 

Bir gün bizim aralıkta, başlık parasını konuşuyorlardı. Konuşanlar bir erkek ve kız kardeşi bir de yakınları üç kişi idi. Erkek kardeş oğluna, kız kardeşinin kızını almak istiyordu.

Erkek kardeş soruyor-Bacım başlık parasını ne yapalım.

Kız kardeş- On bin lira başlık parası isterim.

Erkek kardeş- Bacım ben bu kadar parayı nerden bulayım. Bir de düğün masrafım olacak. Ben size üç bin lira veriyim.

Kız kardeş- Yok katiyen olmaz. Bak Fatmagil kızlarına, yedi bin lira başlık parası aldılar.  Benim kızım onlarınkinden aşağımı. Bende başlık parası yedi bin lira olsun istiyorum.

 

Erkek kardeş- Bacım Öküzü danayı satıp, başlık parasını denkleştirmeye çalışacağım. Onlarda yedi bin lira etmez. Başka satacağım bir şeyde yok. Söylediğin parayı denkleştiremem. Benim oğlum da senin yeğenin. Kızını bize vermeyip, başkasına mı vereceksin? Gel bu başlık parasını beş bin lira olarak karar kılalım. Daha fazla uzamasın bu iş.

Kız kardeş- Yok yedi bin liradan aşağı inmem. Zaten ben kızımı gücü nen büyüttüm. Beş bin lirayı ben kabul etsem, babası kabul etmez.

 

Başlık parası konusu böylece uzayıp gitti. İki kardeş anlaşamadılar. Köyde bir araya gelip, bu konuyu tekrar görüşmeye karar verdiler.

 

Hele ki nizah kavga olmadı. Bazen konuşmalar kavgaya dönüşürdü.

1965 li yıllarda başlık parası, İskilip’in içinde de alınırdı. Rahmetlik Hamdi Ertekin hocamızın, başlık parası istemenin doğru olmadığı hususundaki vaazı ile başlık parası konusu İskilip’ te ortadan kalktı. Allah sebep olandan razı olsun. Yoksa başlık parası, evlenecek gençler için büyük bir sorundu.

 

Mustafa Yolcu

24.4.2022

24 Şubat 2022 Perşembe

İSKİLİP TAŞ MEKTEP HATIRASI

 


İSKİLİP TAŞ MEKTEP HATIRASI

 

ANAP’tan, 1987-1991 tarihleri arasında Çorum Milletvekili olan Mustafa Namlı, İskilip’te bulunan taş mektep ile ilgili hatırasını anlattı. 

Milletvekili olduğu dönemde, Çorum ve İskilip’e bir şeyler kazandırmaya çalışan Mustafa Namlı, dönemin Milli Eğitim bakanı olan Hasan celal Güzel’den, İskilip’e bir şeyler kazandırabilmek için yatırım talebinde bulunuyor. Hasan bey, Mustafa Namlı beyi dinledikten bir süre sonra, Cumhur Başkanı Kenan Evren’den gelen bir talimatı, Mustafa Bey’e iletiyor. 

Talimatta – “Taş Mekteplerin yıkılarak, yerine yeniden okul yapılması.” Yer alıyor. Hasan bey – “Sizin İskilip’te bulunan taş mektebi yıkalım, yerine yeni okul binası yaptıralım.” Deyince Mustafa bey de taş mektebi yıkmayalım, yanın ’da müsait arsa var orayı satın alıp, okulu oraya yaptıralım diyor. 

Hasan bey- “O zaman bu işe sen öncülük et. Gidip o arsayı alın, okulu oraya yaptıralım.” Diyor. Bunun üzerine İskilip’e giden Mustafa Bey, ilk olarak İskilip’in Milli Eğitim Müdürü olan Adnan Pabuççu ile diyalog kuruyor. Sonra kaymakamlığa gidip, Kaymakam Mal Müdürünü çağırıyor. Birlikte konuyu konuşarak, taş Mektebi’n bitişiğinde bulunan arsanın sahibi Ethem Tatarla buluşuyorlar. Ethem bey 10.000.-TL karşılığında, arsayı vermeyi kabul ediyor. Mustafa bey “bu paranın 1000-TL sini ben karşılarım.” Demiş. 

Mustafa Bey, Kaymakam, Mal Müdürü, Adnan Pabuççu ile birlikte, esnaftan para toplamaya çıkıyorlar. Neticede Mustafa Bey’in kattığı 1000.-TL ile birlikte, 4000.-TL para toplanıyor.

 

Mustafa bey Ankara’ya gelerek, durumu Hasan Celal Güzel Bey’e iletiyor. Milli Eğitim bakanlığı arsayı kamulaştırarak, bu alana yeni okul binasını yaptırıyor. Böylece TAŞ MEKTEP’İMİZ yıkılmaktan kurtularak, kendini korumuş oluyor. Bir akıllı ’da gelip, Taş Mektep ’in duvarlarına sıva yaptırıp, orijinalliğini bozmuştur. Bir an evvel duvarlardan sıvaların kazıtılarak, okulun eski haline dönüşmesini tüm hemşerilerimiz arzu ediyor. 

Aynı dönemde, Abdul Hamit Hanın ülkemize kazandırdığı taş mekteplerden, Çorum’ da iki taş mektep, diğer illerde ’de taş mektepler yıkılarak, yerine beton binalar yapılmıştır. 

Mustafa Bey’den bu kadar bahsettikten sonra, TBMM ‘de Mustafa beyin anlattığı bir olayı ’da sizlerle paylaşmak istiyorum. Mustafa Bey, kendisine gelen hemşerilerimizin isimlerini defterine not eder, hangi konu için geldiğini ’de yazardı. Bir hemşerimiz yanına, dört ayrı konu için gelmiş. Mustafa Bey’de yardımcı olmuş. Aynı kişi beşinci kere Mustafa beyin yanın geldiğinde bende orada idim, Mustafa Bey hemşerimize “Ahmet Bey, dört ayrı iş için geldin yardımcı oldum. Müsaade ette, bir başka hemşerimize yardımcı olalım artık.” Dedi. 

Mustafa Bey’in mecliste her gün odası dolar, öğleyin olunca ’da kalabalık bir gurup olarak gelenleri yemeğe götürürdü. Aynı dönemde ANAP’ lı diğer milletvekilleri ’de, yemek masrafı çıkmasın diye öğleden sonra odalarına gelirlerdi. 

45 Yıldır Ankara’dayım. Çorum’dan birçok milletvekili geldi geçti. Mustafa abi ile kurduğum diyaloğu, diğer milletvekilleri ile kuramadım. Bu dönemde seçilen Milletvekili EROL KAVUNCU Bey, inşallah sorunlarımıza çözüm bulmaya çalışacaktır. 

Taş Mektebi’mize sahip çıkıp, yıkılmaktan kurtardığı için, eski Milletvekilimiz Mustafa Namlı abimize teşekkür ediyor, Memleketime yöremize taş üstüne taş koyandan Allah razı olsun diyorum. 

Mustafa Yolcu- 05.08.2018

 


17 Şubat 2022 Perşembe

KADINLAR HAMAMI

 

 

 

KADINLAR HAMAMI

 

İskilip’te kadınların gittiği, iki tane hamam vardı. Bunlar Deri hamamı, Belediye hamamıydı.

Kadınlar hamamı, erkekler hamamına göre farklı özellikler taşırdı.

Erkek çocukları kadınlar hamamına, yaklaşık 4- 5 yaşına kadar gider, daha büyük çocukları hamama almazlardı. Hamam da, erkekler hamamın da olduğu gibi soyunma yerleri yoktu. Kadınlar evden getirdikleri hamam bohçasındaki, peştamal ve havlularını kullanırdı. Kadınlar hamam da uzun süre kalır, biz çocuklar da hamamda bunalır, bir an önce hamamdan çıkmak isterdik. 

Belediye hamamında Zahle adında, hamama bakan bir kadın vardı. Bu kadın hamamı temizler, kadınlara köşe denilen kurna yanını ayarlardı. Kadınlar hamamı kalabalık olur, sağda solda boş kurna başı bulunmazdı. Bu sebeple kadınlar hamam ücreti ile köşe başı ücreti öderler, köşe ücreti ödemeyenler çeşmenin önün’ de yerde oturarak, çeşmeden su alıp yıkanırlardı.  Köşe de oturarak yıkanmak ayrıcalık olurdu. 

En son 4- 5 yaşlarında gittiğim Hamam’da, bir köşede ayva yiyordum. Zahle de hamam da temizlik yapıyordu. Benim yanıma gelince elimdeki ayvaya eliyle vurup, ayvayı yere düşürdü. Bana “sen bu hamama bir daha gelme. Seni bura’ da görmeyim.” Dedi. Ben elimden giden güzelim ayvaya mı üzüleyim, yediğim azara mı üzüleyim şaşırıp kalmıştım. 

Kadınlar hamamında gelin hamamı yaparlardı. Kına geçesinin gündüzünde hamama giderek, hamamın girişindeki fıskiye havuzunun etrafında, ellerindeki mumlarla, ilahi söyleyerek dönerlerdi.  Hamama getirilen dürümler, turşu ve ayva ile yenilir, kına gecesine hazırlık yapılırdı. 

 “Kadınlar hamamdan evine gidinceye kadar güzel olur.  Evine gidince güzelliği kaybolur.” Diye İskilip’ te tabir vardır. Kadınlar hamamdan evine gelince, evin bütün işler onu bekliyordur. Sabah erkenden başlayan işler, akşama kadar devam eder. Bağ bahçe işleri, hayvanlara bakılması, çocuklara bakılması, evin çamaşırı, temizliği, yemeği, evin büyüklerine hizmet evin hanımının işidir. Bütün bunlar kadınlara büyük yük olurdu. Hatta köyde kadınların, harman yerinde doğum yaptığı olur denilirdi. 

Şimdiki hanımlar, çok daha rahat. Gün gezmeleri, televizyon dizileri, kahve molaları, bütün ihtiyaçların AVM lerden karşılanması ile, yapacakları bir şeyde kalmıyor. Evlerinde kaynana, kaynata da kalmadı. Evliliklerde bunlar istenmez oldu. 

MUSTAFA YOLCU

17.02.2022

 

7 Şubat 2022 Pazartesi

İSKİLİP PİRİNÇ PAZARI

 


 İSKİLİP PİRİNÇ PAZARI 

Yıl 1966 idi sanırım. Pirinç pazarın da bulunan dükkanımız da rahmetlik babam ile oturuyorduk. 

Dükkâna birisi geldi ve babama, çorap eskisi alıyor musun diye sordu. Babamda alıyorum dedi. 

Çorap eskisi, tiftikten örülen kullanılmış çoraptı. Bunlar toplanır İstanbul’a gönderilirdi. Orada fabrikada işlemden geçer, tiftik ipi esaslı kaliteli kumaş yapılırdı. 

Adam belinde sarılı bulunan kuşağı çözüp, terazinin kefesine koydu. Tart dedi. Babamda kuşağı tarttı ve alınacak fiyatı söyledi. Adam tamam dedi. Babam kuşağın parasını adama ödedi ve kuşağı tekrar adama vererek “Kuşağı beline tak.” Dedi.  Adam olmaz ben kuşağı sattım dese
de, babam kuşağı iade etti. Adam babama teşekkür ederek dükkândan ayrıldı. Olan bitenden hem ders almış hem de nedenini anlamamıştım.
 

Babama bu adamın kim olduğunu sordum.

Babam- “Oğlum bu adam Oluklu köyündendir. Birkaç defa, hapse girip çıktı. Oluklu köyü ve civarında, kasapların yaylımda malı vardır. Yaylımda malı olan kasaplara gider para ister. Onlarda istediği parayı verirler.

-Kasaplar istediği parayı vermezse ne olur? Diye sorduğum da,

köye gider, kasabın sürüsünün içine dalar ve malların bir kısmını bıçaklar. Çoban buna müdahale etmez mi diye sorduğumda, çobanda can taşıyor. Çobanın üzerine yürür ve onu da bıçaklar diye cevap vermişti Babam. 

Benim bu adamı gördüğümde, artık yaşlanmıştı. Belki de kendine güveni kalmamıştı. 

Çorap eskisi ile başka bir hatıram da şöyle idi. Dükkâna satmak için kazak getirdiler. Kazak siyah ve beyaz renkli idi. Ben tiftik hesabına kazağı aldım. Kazağı ekin pazarının orda dükkânı olan başka bir esnafa satıp, para kazanmak istedim. Gittiğim esnaf, ben bunu alamam dedi. Niye diye sorduğumda “Bu kazak kıl ve tiftik karışımı. Kıl para etmez. Tiftik olsaydı alırdım.” Dedi. 

Bende- Peki bunun iplerini çözüp, kıl ile tiftiği ayıramaz mıyım deyince, çok zaman harcarsın. Ayırırsan alırım dedi. Dükkâna gittim. Önce kazağı, dikiş yerlerinden parçalara ayırdım. Kazağı 2-3 saatte sökerek, tiftik ve kıl iplerini ayırdım. Ayırdığım ipleri ilk gittiğim esnafa tekrar götürdüm. Tiftiği tarttı, kazağa benim aldığım fiyatın biraz altında fiyat çıkarttı. Bana dönüp sen bunu kaça almıştın dedi. Bende aldığım fiyatı söyleyince, aferin sana yılmadın paranı kurtardın diyerek, kazağı aldığım parayı bana ödedi. Kıl ipini ne yapacağız dedim, o para etmez dedi. 

O günün dersi ile dükkâna dönerek, karşımızda bulunan kahveden kendime çay ısmarladım. Böylece günüme zevk katmaya çalıştım.   

 

MUSTAFA YOLCU 

7.2.2022


12 Ocak 2022 Çarşamba

YÜKSEK ÖĞRETMEN OKULLARI

 

 YÜKSEK ÖĞRETMEN OKULLARI 

Ülkemizde eğitim, öğretim sorunu var. Pedagojik sorun var. Öğretmenlik insanı yoğurup, olgun hale getirmek mesleğidir. Ülkemizde Milli Eğitimimizin sorunu; Milli Eğitim Bakanı Necdet Uğur dönemi, 1978- 1979 yıllarında üç ayda okul bitirip, diploma sahibi olan öğretmenler ile başladı. 

Bir zamanlar “Yüksek Öğretmen Okulları” vardı. Bu okullara:

Üç yıllık ilk öğretmen okullarında, ikinci yılın sonunda öğrencilerin; okulun son sınıfına kadarki başarıları değerlendirilirdi. Değerlendirme sonucu, en başarılı öğrenciler, “Öğretmenler Kurulu Kararı” ile Türkiye’deki üç yüksek öğretmen okulu olan: İstanbul Yüksek Öğretmen Okulu, Anakara Yüksek Öğretmen Okulu ve İzmir Yüksek Öğretmen Okulu’na aday olarak teklif edilirdi. 

Yüksek Öğretmen Okulu’nun; hazırlık sınıfına kabul edilen öğrenciler, Yüksek Öğretmen Okulu, Hazırlık Sınıfı statüsünde bir öğretim yılı süresince, lise üçüncü sınıf programının uygulandığı, yoğun bir programdan geçirilir.

Hazırlık lisesi diploması almaya hak kazananlar, Üniversite imtihanına katılır. Aldıkları puanlar ve tercihleri esas alınarak, yüksek öğretim programlarına yerleştirilirdi. Bu uygulama ile Yüksek Öğretmen Okulu Hazırlık Sınıfını bitiren adayların büyük bir kısmı, tercih listelerinde ilk sıraya koydukları yüksek öğretim programlarına girerler. 

Yüksek Öğretmen Okulları,” Yalnızca liselere öğretmen yetiştiren okul değil, fen ve edebiyat fakültelerinin, öğretim üyesi ihtiyacını karşılayan kaynak oldular. “

Liselerin ve öğretmen okullarının yüzlerce öğretmeni, bu kurumlardan dağılarak; eğitimin hizmetinde başarıyla görevlerini yapmışlardır. Üniversitelerimizde rektör ve dekan seviyesine ulaşmış, Yüksek Öğretmen Okulu mezunu yüzlerce eğitim, bilim insanı buralarda görev yapmışlardır. 

Yüksek öğretmen okulları ile üniversite kapıları, kendilerine de açılan köy çocukları; bilim, eğitim ve kültür aşamalarının zirvelerine, kendi azimleri ile ulaşmayı başarmışlardır. Yüksek Öğretmen Okulları 1974 yılında, Mustafa Üstündağ zamanında kapatılmıştır. 

Ülkemizde yabancı dil eğitimini, matematik, fen, edebiyat, tarih eğitimini köklü olarak çözmek istenilirse; “KAPATILAN YÜKSEK ÖĞRETMEN OKULLARINI ESKİ ADI VE ŞANI İLE TEKRAR AÇALIM. Ülkemizde yeniden, öğretmen gibi öğretmen yetiştirelim.”

Geleceğimizin mimarı olacak olan öğretmenlik mesleğine, yatırım için ne yapsak az olur. 1960’lı yılların ortalarında, nicelik sorununun yol açtığı sorunlara ek olarak, okullara siyasi ortamın girmesi ile Yüksek Öğretmen Okulları bozulmanın işaretlerini belirgin bir şekilde vermeye başlar. Esasen bu okullardaki eğitim ortamının politize olmaya başlaması, 1965 yılındaki iktidar değişikliği ile neredeyse eş zamanlı gibidir.

1968 olayları, Yüksek Öğretmen Okullarını çok etkiler. Her üç okulda tartışma ile başlayan gerginlikler, zamanla kavgalara dönüşür. Yatılı olan okulda, artık iki grubun, aynı mekânları paylaşması imkânsız hâle gelir. Bu olumsuz gidiş, fakültelerdeki başarıyı ters yüz etmeye başlar. Üniversite Öğretim Üyeleri artık Yüksek Öğretmenlileri başarıları ile değil, kavgacı kişilikleri ile anmaya başlarlar.  KAPANIŞ-

24 Haziran 1973 yılında çıkarılan 1739 sayılı Millî Eğitim Temel Kanunu, öğretmen yetiştirmede çok köklü değişiklikler getiren maddeler içine almıştır. Bu kanun, ilköğretimin sekiz yıla çıkarılması ve her seviyede öğretmenin yetiştirilmesinde, yüksek öğrenim şartı gibi yenilikler getirmiştir. İlk anda köy çocuklarının lehine gibi görülen bu gelişme, ilerleyen yıllarda beklenenin tam tersi sonuçlar vererek, köy çocuklarının evdeki bulgurdan da olmalarına yol açacaktır.

Kanunun yol açtığı önemli bir gelişme ’de Yüksek Öğretmen Okullarının durumu ile ilgilidir. Çünkü ilk öğretmen okullarının öğretmen liselerine dönüştürülmesi ile Yüksek Öğretmen Okullarının kaynağı da kurutulmuştur. Artık hazırlık sınıfı da işlerliğini yitirmiş, bu durum bu okulların kapatılmasına gerekçe olarak gösterilmiştir.

 Millî Eğitim Bakanlığı, 1974-1975 öğretim yılından başlayarak, hazırlık sınıfı uygulamasına son verir. Bu gelişme üzerine, 1975-1976 yılından itibaren Yüksek Öğretmen Okulları, üniversite sınavını kazanan lise mezunları arasından sınavla öğrenci almaya başlar. Öğretmenlik mesleğinin çekiciliğinin 1960’lı yıllardan çok gerilerde olması, üniversiteye giren öğrencilerin mesleğe son tercihlerde yer vermeye başlaması ve öğretmen liselerinde öğretmenlik motivasyonunun yerini, başka mesleklere bırakmasına yol açmış, Yüksek Öğretmen Okulları için artık, nitelikli öğrenci bulmak zorlaşmıştır.

Önce siyaset bulaştırılan, sonra kaynağı kurutulan Yüksek Öğretmen Okulları, beklenen sona gelir. Mili Eğitim Bakanlığının, 3 kişilik müfettişler kurulu 31 Mayıs 1978 tarihli ve 85.22.11 sayılı raporundaki talebe uyularak, 18 Temmuz 1978 tarih ve 405.1.37 sayılı kararı ile Yüksek Öğretmen Okullarını kapatır. Kapatılma sebepleri gerçekçi değildir. Siyasetin girdiği tek okul, sadece Yüksek Öğretmen Okullarıymış gibi, bu bedel bu kurumlara ödetilir.

Yüksek Öğretmen Okullarının kapanışı, yalnız bu okulların sonu değildir. Bu karar, ülkemize nitelikli lise öğretmeni yetiştirilmesinde, 1959 yılında keşfedilen kaynağın, Türk Millî Eğitimine kazandırılmasına da son verilir.     

 

                                                                                    Mustafa Yolcu