15 Kasım 2009 Pazar

AÇILIMI AÇALIM

AÇILIMI AÇALIM

Açılım ama neyin açılımı?
Amaç bu memleketin insanına yıllardır uygulanan baskıyı, sömürüyü kaldırmak ise açılımı yapalım.
Amaç Mamak’taki, Diyarbakır’daki cezaevlerinde bir zamanlar yapılan işkenceye son vermek ise, insana dışkısını yedirmeye son vermek ise bu açılımı yapalım.
PKK adı altında yapılan mücadele ile iki trilyon lira harcanmışsa, bu harcanan paranın hesabı sorulacaksa açılımı yapalım.
Türkiye üzerinden her yıl trilyonlarca liralık uyuşturucu Avrupa ya gidiyor, bunun parası birilerinin kasasını dolduruyorsa, açılım ile bunun yapanın üzerine gidilecek hesabı sorulacaksa açılımı yapalım.

21.02.2008 Kuzey Irak harekâtı sırasında ” Hedef PKK ve kamplarıdır. Kuzey Irakta PKK varlığı sona erecektir.” Yorumları yapılıyordu.
İçinde bulunduğumuz günlerde bu sonuca varılmak isteniyor. Ajandanın yaprakları birer birer açılıyor.
Bu ajandanın sahibi kim? Bu bizim ajandamız mı? Başkalarının yazdıkları icraat safhasına mı sokuluyor! Üzerinde durulması gereken konu bu.

DTP bu oluşumun neresindedir!
DTP nin sergiledikleri faaliyetler Espiyonaj faaliyetleri sonucumudur?
Askeri literatüre göre dağa çıkan PKK militanları, devletimiz ile adı konulmamış bir savaş halindedir.
DTP ise PKK ya sahip çıkıyorsa, onu destekliyor manasına gelir.
Devletimize savaş ilan eden bir zihniyet ile mecliste ve dışarıda nasıl birlikte olacak, onları nasıl içimize sindireceğiz!

Birde Ergenekoncular ile sınırdan giren PKK lılar kıyaslaması var ki bu çok yanlış.
Bu gün Ergenekonculara sahip çıkanlar, bu memleketin aydınları malum suikastlar ile öldürülürken, darbe öncesi sokaklarda sayısız bomba patlatılırken, toprağa binlerce mühimmat gömülürken neredeydiler!

Darbeler sırasında on binlerce insan hapishanelere atılıp, işkence görürken neredeydiler!
28 Şubat ve sonrası bankalar hortumlanırken neredeydiler!
Senin hırsızın kötü, benim hırsızım iyidir demeye kimsenin hakkı yoktur.
Kim suç işlemişse cezasını çekmelidir.
Suç işleyeni savunmaya kimsenin hakkı yoktur.

Ülkemizde defalarca iç savaş denemesi yapıldı. ( Gazi, Sivas, K.Maraş, Çorum, Dersim, Şeyh Sait vb.) Tahrikler sonucu ülke bir iç savaşa girer, bölünme ile karşı karşıya gelirse bunun vebalini kim ödeyecektir?
Kan üzerine kurulan saltanat, servet kime yarayacaktır?

Mevcut hükümete düşen açılımdan ne anladıklarını, ne yapmak istediklerini gerçek manada millete açıklamasıdır.
Kapalı kapılar arkasında bir şey kalmamalıdır.
Ellerindeki ajandada yazılanlar bizim yazdıklarımız mı; başkalarının yazdıklarımıdır?
Bunu bilmeye hakkımız vardır.

Eğer akan kanı durduracaklarsa, soyguna talanı engel olacaklar, bölünmeye engel olacaklarsa ‘ bu yapılanlar tarihe yazılacaktır.’
Bu mevcut hükümet için en büyük paye olacaktır.

Tersi olur akan kan durmazsa, memleket bölünme durumuna girer, soygun talan yine devam ederse’ bu hesabın altından sorumlular kalkamayacaktır.’

Gemi delinip batarsa bundan herkes zarar görecek, bunun vebalinden de sebep olanlar kurtulamayacaktır.

İktidar açılımdan ne anladığını gizlisi saklısı kalmadan açmalıdır.


31.10.1994

Yazı ile ilgili olduğu için 1994 yılında yazmış olduğum şiiri de yazıya ekledim.

01.11.2009- Ankara
Mustafa Yolcu

ERZURUMUN DEMLİ ÇAYI

ERZURUMUN DEMLİ ÇAYI

Arkadaşım MTA kurumunda çalışıyor idi.
Kurumun maden arama ve sondajları ile ilgili kamp kurma, malzemelerini getirip götürme işini yönetiyordu.
Ankara’dan kamyonlar ile çıkarlar, kampı kurarak Ankara ya dönerlermiş.

Erzurum’a sabaha karşı gelerek, Horasan a doğru yola çıkmışlar.
Bundan sonrasını arkadaşımın ağzından okuyalım:
“Arabaları kullanan şoförlerin uykusu gelmişti. Hem mola verelim, hem de biraz dinlenelim diye yol üzerinde bir lokantada durduk.
Hava soğuk olduğu için lokantanın içine girerek birleştirdiğimiz iki masaya oturduk.
Lokantanın sahibi gelerek ne istediğimizi sordu. Bizde çay istedik.

Aradan on beş dakika geçti çayın geldiği yok. Lokantanın sahibine çayları sorduk 'biraz sonra geliyor abi' dedi.
Sipariş vermemizden yarım saat sonra tavşankanı çaylarımız geldi.
Çayların yanında şeker karıştırmak için kaşık yoktu. Şekerlerimizde her bardağa bir tane olmak üzere sarı renkli pirinç kâseler içinde getirilmişti.
Çayı kıtlama çay olarak içecektik. Ağza bir parça şeker alınıyor, ağızda eriyen şeker ile çay içiliyordu.
Biz kıtlama çay içmeye alışkın değildik. Kâselerde şekerlerimiz bitti ama bardaktaki çaylarımızın yarısı duruyordu.
Lokantanın sahibi gür bıyıklı, iri yarı bir Erzurum dadaşıydı.
Biz çayımızı içerken o uzaktan bizi izliyordu.
Kendisine seslenerek biraz şeker getirmesini söylediğimde " abi sizin şerbet içeceğinizi bilseydim yarım saat sizi taze çay yapmak için bekletmez, size şerbet yapıp getirirdim" dedi.

Dadaş haklı idi. O güzelim tavşankanı çayı biz şerbet gibi içmiştik.”

03.11.2009- Ankara
Mustafa Yolcu

GÜZEL TÜRKCEMİZ

GÜZEL TÜRKCEMİZ

Ülkemizde Öztürkce diye bir faaliyet sürdürüldü.
Halkın konuşma dili, kelimeleri yerine başka kelimeler üretildi.
Okulda okunan kitaplar değişti. Kitapların içindeki kelimeler değişti.
Sabah olunca günaydın, akşam olunca tünaydın deniliyor.
Ayrılırken bay bay, goodbay deniliyor.
Lokantaya Sosyal otlangaç denildi.
Hatıra gitti Anı geldi.
Konuşma ya ise Söylev denildi.

Masa başında yazdılar, yazdıklarını zihinlere kazıdılar.
Şu anda konuşulan dil Öztürkçe mi oldu! Uydurukça dil mi oldu bunu iyi tespit etmek gerekiyor.

Nesilleri birbirinden koparmak, birbirine yabancı yapmak Öztürkçe cilik midir?

Ülkemizdeki yetişen üçüncü nesil değişimde hızını alamadı.
Bu kez her taraf yabancı kelimelerle yazılan tabelalar ve işyerleri ile “Pizza houtlar, Kafe ler, Dirimlant lar, Mikros, Metro, Carrefourlar” ile doldu.

Bakkal market, berber kuaför, lokanta restoran oldu.
Etli pidenin lahmacunun yerini pizza aldı.

Dilimizde üç ayrı safha geçirildi:
Matbuat… Basın… Medya
Usul… Yöntem… Metot
Faaliyet… Etkinlik… Aktivite
Mutabakat… Uzlaşı… konsensüs
Mesele… Sorun… Problem
İçtimaî… Toplumsal… Sosyal
Meclis… Kamutay… Parlamento
Kâtip… Yazman… Sekreter
Timsal… Simge… Sembol
Teferruat… Ayrıntı… Detay
Beyanname… Bildiri… Deklarasyon
Mensucat… Dokuma… Tekstil
Encümen… Kurul… Komisyon
Fevkalâde… Olağanüstü ..Süper
Şekil… Biçim… Form
Tarafsız… Yansız… Nötr
Taassup… Bağnazlık… Fanatizm

Yabancı kelimeler ile işyeri açmanın adı ilericilik, çağdaşlık oldu.
Bazı Üniversiteler tamamen yabancı dil ile eğitim vermektedir.

Böyle giderse insanlarımız, günlük hayatta yabancı dil ile konuşup anlaşacak.
Önce ticari faaliyet yapılacak, dil gidecek, din gidecek arkasından yabancı bayrak gelecek.
İngilizler dünya sömürge İmparatorluğunu böyle gerçekleştirmediler mi?

Bizim küçüklüğümüzde öğretmenlerimiz Atatürk’ün Nutkunu da, İstiklal Marşı’ nıda, Safahat’ında manasını anlıyordu.
Şimdi yetişen öğretmenler sözlüğü eline almadan bunların manasını anlıyorlar mı?

Üniversitede talebeliğimizin 1974 yılı idi.
Talebe evinde birlikte kaldığımız Yozgatlı bir arkadaşımız şunu anlatmıştı;
“ Benim Yozgat’ta 60 yaşında ebem ( babaanne ) var. Kulağı az duyuyor.
Bir gün radyoda haberleri açarak kulağına götürdüm.
Ebem haberleri biraz dinledikten sonra bana dönerek oğlum bunlar nece konuşuyu dedi “
Şimdi bu babaanne sağ olsaydı da şimdiki radyo- televizyon haberlerini dinlese idi acaba ne derdi?

Bizim ortaokul, lise, üniversitede okuduğumuz matematik, fizik, kimya, biyoloji, edebiyat terimleri tamamen değişmiş durumda.
Bizim kuşak, çocuklarının, torunlarının dersine yardım etmek istediğinde eline birde sözlük almak zorunda kalıyor.

Şimdi bu konuda yetkili olanlara soruyorum:
Dünyanın hangi ülkesinde bizimki gibi nesiller arasında diyalog, konuşma farklılığı var?
Arabamıza biniyoruz biz anne babalar Türk halk müziği, Türk sanat müziği dinlemek istiyoruz. Çocuklar bizim olmayan başka müzik türlerini dinlemek istiyorlar. Bu sebeple; arabada çocuklarımızla seyahat etmemiz bize sıkıntı verir oluyor.

İngilizlerin meşhur Şekspiri var. Tiyatro eserlerini 1594 yılından itibaren yazmaya başlamış. Aradan geçen dört yüz yıla rağmen bu eserin bir kelimesini değiştirmişler midir?
Hayır değişmemiştir. İngilizler lügatlerinden bir kelimeyi değiştirmek isteyeni vatan hainliği ile suçlamışlardır.
Bizdeki bu gayret ve uygulamalar niye?

Dil konumuzu yeniden ele alalım.
Güzel Türkçemize kıymayalım.
Nesilleri birbirinden koparmayalım.
Dil reformunu yaşayan Türkçeye sahip çıkarak yapalım.
Uydurulan kelimeler ile konuşulmayan kelimeler ile iyileştirme yapılamaz.
Bunun adı sadece dil katliamı olmaktadır.

Lisede okurken edebiyat hocamız bize şunu anlatmıştı.
“Oğlunu okuması için büyük şehre gönderen bir kadının oğlu memleketine gelir.
Kadın yıkadığı buğdaylarını bir örtü üzerine sererek, güneşte buğdayları kurutmaya çalışır. Oğlunu da buğdayın başına koyarak kuşların, tavukların buğday sergisine gelmemesini, gelirse kovmasını ister.
Oğlu buğday sergisinin başında beklerken civardaki tavuklar sergiye gelerek buğdayları yemeye başlar. Bunun üzerine oğlu anasına bağırmaya başlar;
Aney ebabiller ol mübareği katlediy
Anası içerden oğlunun bağırmasını duyar ve kendi kendine konuşur ’ oğlumun ağzına sağlık. Neler orenmişte, neler konuşuyu.
Oğlu tekrar bağırınca oğlunun neden bağırdığını merak eden anası serginin yanına gelir. Birde bakmış ki tavuklar buğdayları yiyor. Oğlunun müdahale ettiği yok. Anası sorar; ‘ Oğlum niye tavuklara buğdayları yediriyonda kovalamıyon?’
Oğlu cevap verir’ Aney ebabiller ol mübareki katlediy diye sana bağırdım ya’
Anası da ‘ dilini eşek arısı sokası, bende iyi bişey konuştun sanmıştım. “ der.

Güzel Türkçemize sahip çıkalım. Dil haznemizi zenginleştirelim.
Ne kadar çok kelime bilir onun ile konuşursak, zihnimizde o derece gelişir.

3.11.2009- Ankara
Mustafa Yolcu

ANKARADAN ERZURUMA

Ankara’dan Erzurum’a


Ben Erzurum’u ilk defa 1979 yılında gördüm.
Görevli olarak Erzincan’a uğradıktan sonra, Karsa gitmek için Erzurum’a geldik.
Erzurum benim için özel bir yerdi. Baba memleketim Bayburt olması dolayısı ile Erzurum’u da kendi memleketim gibi görüyordum.
Erzurum’dan trene binerek Karsın yolunu tuttuk. Hasan kaleye gelirken dudaklarımdan “Hasan Kalasında caketim kaldı “ sözlerini mırıldanıyordum. Yolun sağında ve solunda tabyalar vardı.
Merak ediyordum “Kara Göbek tabyası neresi” idi.
Kara Göbek tabyasını savunurken dedemin kardeşi orada şehit olmuştu.
Erzurum’a Rusların girmemesi için çarpışmışlar ama o şehit düşmüştü.

Mehmet Akif üstada sormuşlar” Efendim tekrar bir milli marş yazdırılmak istenirse yazar mısın”?
Oda cevap vermiş” Allah o günleri bir daha göstermesin”

Allah milletimize bir daha öyle zor günler göstermesin.
İnternet sitesine girerek Muhacirlik üzerine yazıları görmek istedim.
Erzurum –Bayburt muhacirliği üzerine o kadar az yazı ve belge var ki!

Dününü bilmeyen insan, yarın ne olacağını bilemez. Dünden ders almak gerekmektedir. Bizler bizden sonrasına dünü anlatamazsak, bu topraklar üzerinde durmanın bir bedeli olduğunu izah edemezsek! bunu izah edenler kendi haritalarına bu toprakları katmak için her şeyi yaparlar.

Dünü izah etmekte iyi bir ‘TARİH ŞUURU’ ile mümkün olur.
Rahmetli Turgut Özal’ın Başbakanlığı sırasında ülkemizi ziyaretine gelen Japon heyeti Özal’ın makamına çıkarak“Türk Eğitim sistemini araştırmak istediğini “ bildirir.
Turgut Özal da taleplerini kabul eder ve onlara “ Araştırmanız bitince tekrar bana gelin, sizinle araştırmanızın sonucu üzerinde görüşelim” der.
Japonlar araştırmalarını tamamlayarak Japonya’ya dönmeden önce Özalın makamına tekrar çıkarlar.
Özal onlara sorar “neler tespit ettiniz”. Heyetten bir yetkili cevap verir “ Efendim sizin gençliğinizde TARİH ŞUURU EKSİK”
Özal: Tarih Şuurundan neyi kastediyorsunuz?
Heyet: Efendim Japonya da biz ilkokul seviyesindeki tüm çocukları belirli dönemlerde okullarından alarak ülkemizin en gelişmiş teknolojilerinin sergilendiği fabrikaları gezdirir, hava yastıklı hızlı trenlere bindirerek seyahat ettiririz. Bu arada kendilerine ne kadar ileri teknolojilere sahip olduğumuzu, Japon olmaktan gurur duymalarını, bunun içinde çok çalışmamız gerektiğini söyleriz.

Aynı öğrencileri alıp bu sefer Hiroşima ve Nagazaki şehirlerine götürür, emperyalist devletlerin bize neler yaptığını, binlerce insanımızı gözlerini kırpmadan katlettiklerini izah ederiz.
Eğer çalışmazsak, gayret göstermezsek aynı duruma düşeceğimizi anlatırız. Bu bilgilerle vatan ve millet sevgisini bir daha silinmemek üzere gençliğimize aşılarız.
Özal: Peki biz ülkemizde neyi örnek göstereceğiz?
Heyet: Efendim sizin ülkenizde daha büyük örnekler var. Çanakkale de binlerce evladınızı kaybetmediniz mi? Kurtuluş savaşını vermediniz mi?

Benim hemşerilerim şu anda Karsta, Erzurum’da, Bayburt’ta tüm Anadolu’da halen varsa bu ödenen bir bedelin karşılığıdır.

Erzurum’un taşı toprağının dili olsa da “ ne baba yiğitler bu vatan için şehit oldu. Rus a karşı direnebilmek için az susuz o tabyalarda neler yaşadılar. Nene hatun anamızı elinde balta ile Ruslar ile savaşmaya gönderen sebep ne idi?” bunları bize bir bir anlatsa.

Tarih şuurunu çocuklarımıza aşılayabilmeli, güzel Türkçemizi düzgün bir şekilde öğrenmelerini ve konuşmalarını sağlamalıyız.

Şair ne demiş “ Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır. Toprak uğrunda ölen varsa vatandır.”

Mustafa Yolcu- Ankara
12.11.2009