BEZ BEBEK
Eşi öldüğü için, üç çocuğuna
bakma mücadelesi veren bir hanımın hatırasıdır.
Ankara- Kızılay’da bir iş
yerinin personel yemeğini yapıyordum. Akşam olup trenle Sincan’a gidince, direk
eve gitmiyor, hastası olan, doğum yapan, bana ihtiyacı olan komşularımızın
evine uğrayarak, onlara yardım ediyordum.
Bir gün, evinde iki kız
çocuğu olan komşumuzun evine uğradım. Beni görünce sevindiler. Nasılsınız diye
sorduğumda, küçük çocuklarının sokakta, bir çocuğun elinde naylon bebek
gördüğünü, kendisinin’ de o bebekten istediğini. Bebeği alamadıkları için,
ağlayarak uyuduğunu. Çocuğun şimdi de ateşlendiğini söylediler.
Önceden evlerde bez ve kumaş
parçası torbası olurdu. Bez torbanız var mı? Diye sordum, var dediler. Bez
torbasını getirdiler. Bebek yapabileceğim büyüklükte iki parçayı aldım. Bezin
üzerine bebek resmi çizip, iki bezi birlikte kesip dikip, içini bez parçaları
ile doldurdum. Bebeğe renkli ipler ile kaş, göz, ağız yaptım.
Bu arada büyük çocuk, “teyze
benim bebeğim nerde? “diye sordu. Bu yaptığım bebekle oynarsın dediğimde “ama
kardeşim bebeğini bana vermez ki.” Dedi. Bende “kızım senin bebeğini yarın
akşam yapacağım.” dedim. Böyle deyince sustu, sesini çıkarmadı. Uyuyan çocuk
uyandı ve bebeğini gördü. Çok sevindi. Hemen bebeğini bacaklarının üzerine
koyup, üzerine bezleri koyarak yorgan yaptı. Bebeğini sallayarak uyutuyordu.
Ertesi günü akşamı iş
dönüşü, komşulara yine gittim ve büyük çocuğun bebeğini de yaptım.
Evde ikisi birlikte, bebekleri ile oynuyordu.
İki sene sonra biz o evden ayrılarak, başka mahalleye taşındık.
Çocukların babası
öğretmendi. Onların ’da memleketleri Söke’ye tayini çıktı. Bu eski komşumuzla,
bir süre irtibatımız kesildi. Çocukların ikisinin de evlendiklerini duydum.
Bodruma, bir tanıdığımın
davetlisi olarak gitmiştim. Bodrumdan dönerken, Söke’ye uğradım. Komşumuz beni,
Söke’nin terminalinde karşıladı. Evlerine gittik. Evlendirdikleri iki kızı’ da
geldi. Çocuklar sohbet sırasında, onlara yaptığım bez bebeği anlatarak- “teyze
bizim çocukluğumuz, sizin yaptığınız bez bebekle geçti. O bebekleri çok
seviyorduk. Taşınma sırasında, bebekleri kaybettik.” dedi.
Bir bebekle bile çocukluk
geçiyordu, bir bebekle bile mutlu oluyorlardı. Şükrediyorlardı. Şimdi
çocukların, odalar dolusu oyuncakları var, doyum yok. Şükür yok. Mutlu
olmuyorlar. Aradaki farklılık bu.
Şimdiki çocukların
şanssızlıkları ise, sokakta oynayacak arkadaşları yok. Cumartesi, pazarları
yok. Okul, sonra’ da kurs arasında at gibi koşuyorlar. Elleri toprağa değmiyor.
Arkadaşı ile oturup sohbet etmiyor. Evde boş vakitlerinde, telefon veya
tabletle oyun oynuyorlar.
Yeğenim Ankara’da, büyük bir
kolejde çalışıyordu. İlk okul çağındaki
çocukların cebinden, tomarla dolar çıkıyor diyordu. Bu çocukların en büyük eksiğinin ise, anne ve
babalarının çocukları ile yeterince ilgilenmiyor olması idi. Sanki verdikleri
dolarlar onları mutlu etmiyordu.
Keşke çocuklarımız,
torunlarımız doya doya çocukluklarını yaşasa. Yarış atı gibi koşturulmasa.
Arkadaşları olsa ‘da sokakta oyun oynasalar. Elleri toprağa değse. Toprakla
ağaçla yan yana gelseler. Kuşlarla konuşsalar. O zaman daha mutlu olurlar.
Mustafa Yolcu- 18.1.2020