TARİHİN ŞEREF LEVHALARI -1
Cennet
gibi bir ülkede, dört mevsimi doyarak yaşıyoruz.
Bu
ülkede büyük bedeller ödeyerek, ecdadımızın döktüğü kanın bedelinde, çektiği
sıkıntıların, haçlı seferlerinin, 93 Harbinin, Balkan harbinin 1. Cihan
harbinin, Çanakkale harbinin, İstiklal harbinin, halen devam eden soğuk
savaşların bedeli olarak yaşıyoruz.
Aç
kurtlar yine başımızda kanımızı içmek, birbirimize düşürmek için bekliyor.
Darbeler,
yurdumuzda meydana gelen iç kalkışmalar, ses getiren ölüm hadiseleri onların
eseri. Onlar organize ettiler, bizim kanımız aktı, binlerce insanımıza
hapishanelerde işkence ettiler. Analar ağladı. Ülkemiz her seferinde geriye
götürüldü.
Zaman
uyanık olma zamanıdır.
Zaman
oyuna gelmeme zamanıdır.
Parça
parça yayınlanacak bu yazı dizisinde, ülkemizin her kısmında meydan gelen,
kahramanlık şeref levhaları ile unuttuklarımızı hatırlayacak, o günleri tekrar
yaşayacağız. “ Anlayana sivrisinek sazdır. Dersini almayana davul zurna azdır.”
“GARAF SAVAŞLARI- Birinci
Dünya savaşı sırasında Irak cephesinde Kutülamare" çevresinde Türkler ile
ingilizler arasında yapılan dört savaşa verilen ad (25 ocak 1915 -3 şubat
1917)”
Garaf Kahramanları -1
1331- 1332 Senelerinde Irakta çok sürekli, aynı
zamanda çok kanlı ve şiddetli muharebeler olmuştu. Bu muharebeler Selman Paktan
Kutül’- amaraya kadar hareket harbi halinde cereyan etmiş ve Kutül’ammare
etrafında ise mevzi muharebeleri şeklini almıştır. Bu bölgede cereyan etmiş olan Felâhiye Sabes,
Beyti İsa, İmamı Muhammet ve Garaf muharebeleri Irak muharebelerinin merkezini
teşkil eder. Bunların her biri muazzam ve muhteşem birer eserdir.
Yüzlerce kilometre uzunluğundaki çöllerde
günlerce, kızgın güneş altında birlikler, nehir sularının taşması ile diz
boyunda çamur içinde kalan cephelerde savaşan Mehmetler, gününü birkaç hurma
ile geçiren subaylar. Düşmanın günlerce süren cehennemi topçu ateşi altında
sarsılmayan çelikten bir kütle, bir avuç Türk birkaç misli düşmanı aylarca,
senelerce hırpaladılar, kırdılar ve ondan sonra bir adım geri çekildiler.
Buradaki savaşları, yalnız Türk’ün kahraman varlığı, yüksek maneviyatı,
cengâverlik hasleti başarmıştır. Yoksa hiçbir tarih, on misli düşmanla
çarpışarak muzaffer olmuş bir millet, bir ordu gösteremez. Bu, yalnız Türk
tarihinde ve onun mütevazı sayfalarında bulunur. Garaf’takiler de eski Türk
adsızları gibidir. Garaf, insanüstü bir
kudretle kanının son damlasına burada savaşan, gücünün son sınırına bir
kütleden bir zerre kalmayıncaya kadar savaşan, mütevazı, fedakâr ve kahraman
Türk ordusunun bir abidesi olarak tarihe geçmiştir. Nereye bakarsanız, bir
kahramanlıkla karşılaşırsınız. Alayı kahramandır, taburu kahramandır, bölüğü,
takımı, mangası kahramandır. Komutanlar, subaylar, Mehmetler hepsi erişilmez
yılmazlıkları ile bir birleriyle yarışırcasına gösterdikleri
kahramanlıklarıyla, en zor zamanlarda bile sarsılmayan maneviyatlarıyla, temiz
bir mabedin kutsallığı kadar ölmez varlıklarıyla hepsi, birer kahramandır.
“ Mevziimiz dardır. Düşman ateşi çok şiddetlidir.
Durup da bu ateşin altında ezilmektense, karşı saldırıya geçmemizi
müsaadelerini” diyen komutanlar, taburundan yüzlerce zayiat verdikten sonra “
bizi geri alın” demiyor, “ sebat edeceğim de demiyor, taarruz istiyor.
Alay komutanı öğüt veriyor: “ Düşmanla süngü
süngüye gelelim. Ondan sonra zaferin bizim olacağına herkes emin olsun.”
Diyor. Ne yazık ki aradaki kuvvet, malzeme ve silah farkı düşman lehine çok
fazladır. Buna rağmen çelikten iman, sönmeyen bir zafer azmi, Anadolu’nun sert
havası ile demirleştirilmiş bu aslan yapılı Mehmetlerin insan takati üzerindeki
tahammülü karşısında, yalnız maddi kuvvetle çarpışan düşman, maneviyatın ne
kadar kıymetli olduğunu defalarca öğrendi.
12/ 2 a kanun/ 332 de, günlerce yaptığı neticesiz
taarruzlardan sonra, kesin bir netice elde etmeye karar vermiş olarak görünen
düşman, 23 gündür durmadan dövmekte olduğu, hiçbir hayat eseri kalmadığı
sandığı mevzilerimize yeniden talihini denemek cesaretinde bulundu. Düşmanın
cehennemden bir levha diye tasvir ettiği Türk mevzilerinde, Mehmetler Türk’e
has vakarlarıyla siperlerini güçlendiriyor, yıkılanları yeniden yapıyorlar,
gece gündüz uyumuyorlar ve devamlı yağan düşmanın mermilerine, imanlı
göğüslerini ve sevgili topraklarını siper ediyorlardı.
Düşman hücuma kalkmıştı. Kendini destekleyen
yüzlerce top, havan, tüfek mermilerinin baş kaldırtmayan uğultuları arasında ve
önünde ilerleyen çelikten bir set himayesinde olarak mevzilerimize kadar
sokulmaya muvaffak oldu. Taarruzun siklet merkezi bilhassa üçüncü alay
cephesine yöneltmişti. Alay, kendinden on misli üstün 13. Kiçner tümeninin
onbinden fazla olan mevcuduna binbeşyüz mevcuduyla karşı koyacaktı. Bütün
subaylar ve erler kahraman alay komutanları Nazmi beyin “ Emekli Korgeneral
Nazmi Solak “ Düşmanla süngü süngüye
gelelim. Ondan sonra zaferin bizim olacağına emin olun” diyen kahramanca
öğütlerini hatırladılar. Düşman gittikçe siperlerimize yaklaşıyordu. Mehmetler
üzerlerine yağan bu çelik tufanın kalkmasını, pazunun imanın, süngünün son sözü
söyleyeceği anı bekliyorlardı. Siperlerde hiçbir hareket yok, herkes yerli
yerinde, süngüler takılmış, bombalar elde, gözler düşmanda.
Düşmanla aramızdaki mesafe 20- 30 metreye inmişti.
Birden bire o sessiz ve ölü sükûneti içinde sanılan siperde, bir gürleme
duyuldu ve arkasından her iki tarafın fırlattığı binlerce bombanın gümbürtüleri
arasında, bir dağın çökmesini andırır uğultularla, Mehmetler siperlerinden
fırladılar. Bu esnada artık fikir elamanları durmuş, yalnız maneviyat ve
cesaret hükme başlamıştı. Bir insan mahşerini andıran bu boğazlaşmada, karları
eriten ılık bir sonbahar güneşi gibi her iki tarafta yavaş yavaş, fakat korkunç
rakamlarla devamlı eriyordu. Mehmetlerin intikam ateşi ile yanan bağırlarını
körükleyen ( Allah Allah ) sedaları, şakırdayan süngüler, yırtılan gırtlaklar,
delinen göğüsler, kopan kafalar ve bunları çerçeveleyen acı feryatlar arasında
düşman, mevcudunun yarısını Mehmetlerin ayakları altına serdikten sonra geri
çekildi. Bu muharebede 13. Kışner Tümeni 5000 kadar zayiat vermiş ve 1570
mevcutla muharebeye girişen kahraman 3. Alayda akşam olduğu zaman 24 subay ve
489 erle bu cehennemi savaştan çıkabilmişti. Bu alaya mensup 1. Taburun 416
mevcudundan 69 kişi ve taburun 2. Bölüğünden yalnız bir er sağ kalmıştı.
Bu kahraman er 2. Bölüğün kahraman ve ( yedi
canlı ) diye tanınan, gözünü bir şeyden sakınmayan Memik Çavuşu idi. Memik
çavuş 12/2 Kanun 332 de düşman ateşleri ve bir çok hücumları neticesinde erimiş
olan, bölükten kalan birkaç erini kendi ateşi, cesareti ve nişancılığı ile
takviye ye çalışırken, birden hain bir kurşun bölük komutanı’nı yere serdi.
Memik bu gibi durumlarda harika olan soğukkanlılığını kaybetmedi. O yanı
başında şehit olan kardeşine bile koşmamış ve gözünü düşmandan, elini tüfekten
ayırmamıştı. Yalnız yaşlı gözlerini küçüğü olan Hüseyin’e dikmiş ve ona
gözlerindeki kıvılcımla, içinde yanan ve bağrını dağlayan acıyı göstermişti.
Memik bir taraftan düşmanın yaklaştığını, diğer tarafta komutanının kanlar
içinde yatan baygın vücudunu görüyordu. Bir yandan düşmanı durdurmak, diğer
taraftan bölük komutanını kurtarmak lazımdı. Memik; bu iki vazife arasında
sendelemedi. Kucağında taşıdığı bölük komutanını o esnada bölükten geriye giden
yaralı bir ere, Haymanalı Mehmet e teslim etti, sipere döndü. Yaralı er bölük
komutanını son takatine kadar kâh sırtında, kâh kucağında götürüyordu. Fakat ne
yazık ki bu fedakâr Mehmet bu emanetini götüremedi. Baygın olan Yüzbaşısını bir
çalı dibine yatırdı ve kendiside orada ruhunu teslim etti. Memiğin bundan
haberi yoktu. O siperde mıhlanmış, düşmanın binlerce mermisi altında sönmeyen
ve gittikçe şiddetlenen bir volkan gibi ateşine devam ediyordu.
Yanında
birer birer hayata gözlerini kapayan arkadaşlarının acı iniltileri ve koca bir
bölüğün cephesindeki boşluk içinde ve saatlerce süren ateşler neticesinde
cephanesi tükenmiş, şehit arkadaşlarınınkini de harcamıştı. Sağındaki üçüncü
bölükte de çok az sağ kalan vardı. Memik cephane bulabilme ümidi ile oraya
koştu ve saatlerdir sağ kalan birkaç erle kahramanca mukavemete devam eden, 3.
Bölüğün yiğit evladı Halinin yanına koştu. Düşman şiddetli topçu ateşine devam
ediyor, yüzlerce Mehmet in cansız yattığı siperleri alt üst ediyor, bir adım
atabilmek için çaba harcıyordu. Buna rağmen sessiz yatan Mehmetlerin bekçisi
olan kahramanlar; kendilerine emanet edilen bu perişan ve iç yakıcı siperler
içinde, insan gücünün üstünde bir enerji ve kahramanlıkla direniyorlardı. Bu
sırada havada korkunç vızıltılarla uçuşan obüslerden bir tanesi, Halinin
bulunduğu siperde patladı. Şiddetli bir gümbürtüden sonra bir toprak sütununun
havaya yükseldiği görüldü. Ortalık dindiği zaman, Halil’den eser yoktu.
Kafatası uçmuş, kanlar içinde olan gövdesinde konuşan bir çif gözden başka
hayat eseri kalmamıştı.
Memiğin
heyecan ve telaşını gören Halil eliyle ekmek torbasını işaret etti ve bununla
torbasında cephane olduğunu anlatmak istedi. Arkasından yüzünde beliren
tebessümle, gözlerini ebediyen hayata kapadı. Düşman hayatta hiçbir kudretin
çöktüremeyeceği kadar azimli ve cesurane çarpışan 3. Alay önünde son kudretini,
son takatini, son topunu da muharebeye sokmuştu. Buna rağmen ne Mehmetleri
sindirebildi, ne de bir adım atabildi. Evvela durdu ve sonra perişan bir sürü
gibi karma karışık eski mevzilerine çekildi.
Muharebe
artık sükûnete ermiş, ölüm kusan namlular susmuş, ortalıkta yaralıların acı
iniltilerinden başka bir ses kalmamıştı. Herkes bu sükûnete eren cehennemden
sonra biraz dinlenmek, yarasını sarmak, karnını doyurmak için çömelirken, Memik
fırladı ve yüzbaşısını aramaya çıktı. Bu kum deryasında sendeleyerek, dermansız
vücudunu sürükleyerek yorgun gözlerle etrafı arayarak ilerledi.
Memik
bir müddet daha yürüdükten sonra uzakta yerde yatan iki kişiye gözü takıldı ve
çölde, evladını kaybetmiş bir ana heyecanıyla bu istikamete koştu. Birde ne
görsün! Sevgili Yüzbaşısı. Memik; başını Yüzbaşısının göğsüne koymuş uyuyor
sandığı Mehmet’i evvela sarstı, fakat yana kaymış gözleriyle cansız olan yüzünü
görünce “ Vah sendemi Mehmet?” diyerek bu, kardeşine dahi sızlamayan koca
Memiğin gözlerinden oluk gibi yaşlar boşanmaya başladı. Evvela Yüzbaşısını
kucakladı. Bütün gücünü sarf ederek tehlikede olan bu aslanı sargı yerine
ulaştırdı ve sonra da Mehmet’e döndü. Onu kasaturasıyla kazdığı bir çukura
yerleştirdi, üstünü örttü, fedakârlığıyla tanınmış bu kahraman arkadaşının
mezarı başında gözyaşı döktü. Ona çöllerin yegâne süsü olan birkaç çalıdan
ibaret çelengini koydu, kendisinden başka mürettebatı kalmayan 2. Bölüğün
mukaddes mezarına doğru gitti.