TARİHİN
ŞEREF LEVHALARI - 2
KIRK
GAZİLER
“GARAF
SAVAŞLARI- Birinci Dünya savaşı sırasında, Irak
cephesinde Kutülamare" çevresinde Türkler ile ingilizler arasında yapılan
dört savaşa verilen ad (25 ocak 1915 -3 şubat 1917)”
16
Nisan 1332 de Kutülamare düşmüş, Irak cephesinde yepyeni bir vaziyet meydana
gelmişti. Dicle sol sahili Felâhiye’ye
kadar elimizde, sağ sahilde yalnız İmamı Muhammet ve Garaf mıntıkalarıyla daha
gerilerde birkaç köprübaşı, kıtalarımız tarafından tutulmuştu.
Felâhiye
de takviye edilmiş bir tümenimiz, Felâhiye ile Kutülamare arasında sahil
kısmında bir tümene yakın kuvvetimizle Kutülamare Kuzey-batısında bir alaya
yakın kuvvetimiz ihtiyatta bulunuyordu.
Irak
illerinin bu kahraman müdafileri, düşmanın öldürücü ateşi ve tabiatın amansız
kırbacı altında; mevcudunun çoğunu kaybetmiş ve mesafelerinin uzaklığı dolayısıyla,
ana vatandan ancak zayıf kuvvetlerle takviye edilebilmişlerdi. Buna rağmen
askeri ve subayı her birisi birer harika olan bu kahramanlar, bir dakika olsun
düşmanın ezici üstünlüğü karşısında irkilmemişlerdi. Düşman yalnız bu
kuvvetlerimiz karşısında, dört piyade tümeni ile bir süvari tümeni bir çok
müstakil tugaylar, topçu kuvveti, hava kuvveti ve nehir filosu bulunuyordu.
Düşman
netice almak için, devamlı saldırı istikametini değiştiriyordu. Bir gün
Felahiye ye saldırıya geçiyor, yüzlerce topun desteklediği onbinlerce insanın
korkunç akışı, yalın kat siperler ve diz boyunda çamur içinde savaşan
Mehmetlerin imanlı göğüslerine çarpıyor, duruyor ve kırılıyordu.
Garafa
taarruz ediyor, İmamı Muhammed e saldırıyor, fakat her yerde her zaman aynı
ruh, aynı kudret ve aynı imanla karşılaşıyordu. Ne Irak’ın kızgın güneşi, ne
Dicle’nin taşan suları, ne gecelerce süren uykusuzluğun yorgunluğu, savaşan
Mehmetlerin gücünü eksiltmiyordu.
Ölmek
için karar vermiş bu kahramanlar kitlesine, ölümü göze almadan saldırmak
elbette mümkün değildi.
Düşman
Felahiye ye karşı yaptığı taarruzlarda ağzının tadını aldığı için, artık kesin
neticeyi orada değil, Garaf mıntıkasında arıyordu. 1 /2. Kasım / 1916 dan
itibaren Garaf mıntıkasında ciddi muharebeler başladı.
Düşman
Garaf’a karşı yaptığı taarruzları örtmek için, İmamı Muhammet’e karşı gösteriş
saldırıları yapıyordu. Zayıf bir alayımız tarafından tutulan İmamı Muhammet
mevzi’i Kutülamare şimalinde ve Dicle’nin sağ sahilinde, Garaf la nehir boyunca
irtibatı olan köprübaşı mevzii idi. Bu mevziinin önemi dolayısıyla buraya
gösteriş saldırıları yapan düşman, cephesinin tehditkar durumu sebebiyle imamı
Muhammed’e karşı da ciddi hareketler yapmaya mecbur oldu.
Bu
ciddi saldırılar 4 / 2. Kasım / 1916 da başlamış ve 4, 11, 18, 22 kasım tarihinde meydana gelen her defasında birer
tugay ile icra edilen çeşitli saldırılar, azimkar subaylarımızla, kahraman
Mehmetlerimizin azim ve sebatı karşısında buz kütlesi gibi erimişti.
Düşman
27/2. Kasım / 1916 da bu cepheyi muhakkak almak gayesi ile 48 saatlik cehennemi
bir topçu hazırlığından sonra, tekrar saldırıya geçti. Yüzlerce topun engin gümbürtüleri,
tüfek ve makineli tüfek ateşleri altında Türk siperlerinde barınmak mümkün
değildi. Buna rağmen toprağa gömülen Mehmetler yılmıyor, yıkılan siperler
yeniden yapılıyor, zayiat telafi edilmemesine rağmen, Mehmet içinde saklı
bulunan enerjisini derece derece yükseltiyor ve eksilen Mehmet’in yerini engin
ruhlu bir Mehmet alıyordu. Düşman ateşten bir silindir arkasında siperlerimize
kadar sokulmaya, bir kısım kuvveti ile girmeye muvaffak oldu. Fakat öldürücü
ateşlerin kalktığı bu anda, yağız çehresiyle yalnız süngüsüne iman etmiş
kahraman Mehmetlerin, en cesur insanların bile yüreğini titretecek kadar
korkunç saldırışları önünde düşman geriye atıldı.
Düşman
devamlı takviye alıyor, her defasında daha büyük kuvvetle saldırıyordu. Burada
tarihin kaydetmediği kanlı bir boğuşma başladı. Türk birlikleri takviye
alamıyordu. Gerisindeki derme çatma bir geçitte, düşman topçu ateşi altında
idi. Düşman günlerce süren
bombardımandan sonra, ellerini kollarını sallayarak gireceklerini sandıkları
siperlerimizin içinde, toza ve toprağa boğulmuş Mehmetçikleri görünce hayret ve
korkularından ne yapacaklarını şaşırıyorlardı.
Alay,
mevcudunun 2/3 kaybettiği halde geriden emir verilmedikçe bir adım geri adım
atmadı ve bir adım attırmadı. Buna karşı düşmana mevcudunun iki misli zayiat
verdirdi. Her biri birer harika olan Mehmetler, bu muharebelerde tarihinin
kaydetmediği engin kahramanlıkları ile vatanseverlik ve alicenaplıkları ile
Türk ruhunun ne demek olduğunu cihana ispat ettiler.
Müslim
onbaşı bölük komutanına-“ komutanım ölürsem ne olur, devlet millet yaşasın. Siz
başımızda bulunun, sizin gölgeniz bize yeter.” diyordu.
Kara
Mehmet öğüt veriyor- “ Onun topu çoksa, bizim haklı davamız, allahımız var.”
diyor. Bu kahraman Türk yavruları, muharebenin en feci ve en şiddetli
devrelerinde İmamı Muhammet’te sağa koşuyorlar, sola koşuyorlar ve erata ( Merak etmeyin arkadaşlar. Düşmanımız
korkaktır.) diyerek moral veriyordu.
Bu
iki yiğit siperlerimize atlamak isteyen beş düşman erini tepeledikten sonra,
ellerindeki bombaları bıraktırarak tekrar düşmana karşı kullanan,
yaralandıkları halde şehit oluncaya kadar savaşmak isteyen ve savaş alanından
çekilmediler. Türklüğün cesaret timsalleri olan, bu şerefli Türk yavrularının
kahramanlıkları, bizlere ve bu vatanın evlatlarına bıraktıkları en etkili ve
ölmez birer hatıradır.
İmamı
Muhammet’te, düşman toplarının Sema’ya kadar yükselttiği rengarenk ve devasa
ateş sütunlarının vücuda getirdiği müthiş tahribat sonucu siperlerimiz tamamen
yıkılmış ve Mehmetçiklerimizin çoğu enkaz altında kalmıştı. Bu zamanda, insan
asabının ve ruhunun dayanamayacağı sanılan bu tufanda, Türk subayı büyük
vatanper merhum Kemalin “ Felek her
türlü esvabı cefasın toplasın gelsin; dönersem kahpeyim millet yoluna hizmetten.” Mısrasını söylüyor ve tek başına kaldığı
siperinde perişan, bölüğünün 3 /4 kaybetmiş, bir avuç eratı ile son kurşununa,
son bombasına, süngüsüne, dibçiğe varıncaya kadar boğuşuyor, kahramanca müdafaa
ettiği ve mübarek kanı ile suladığı toprağa düşüyordu. Emirsiz terk
etmeyeceklerine yemin ettikleri bu mevziide, etten bir kale vücuda
getiriyorlardı.
142.
Alayımızın İmamı Muhammet müdafaası, emsaline dünyada ancak Türk tarihinde
tesadüf edilecek bir harikadır. Vazifesini şan ve şerefle yapan bu alay, büyük
zayiata uğradığından 28/29 ikinci Kasım gecesi geri alındı ve yerine 43. Alayın
2. Taburu ile Garaf kahramanı 3. Alayın birinci bölüğü geçirildi. 29. Günü
düşmanın Lahor tümeninden iki tugay bir taburluk kuvvetimize tekrar saldırıya
başladı. Burada o kadar zayiat veriliyordu ki, esasen bütün Irak’ı müdafaaya
tahsis edilen kuvvetlerin azlığı yanında, fazla zayiat ve bunun doldurulmaması,
sonraki hareketimize tesir edebilirdi. Bu sebeplerden dolayı, burada 43.
Alaydan birinci bölük bırakıldı ve diğer kuvvetlerimiz geri çekildi.
Bu
bölükte mevzii, üç gün kahramanca müdafaa etti. Koca bir taburun cephesini,
aynı kuvvetle saldıran düşmana karşı, kuvvet farkını düşünmeden silah ve
malzeme üstünlüğüne aldırış etmeden, durmadan azalan mevcuduna rağmen cephede tutundu
ve düşmanı bir adım attırmadı. Ne yazık ki bu bölükte eriyordu. İnsan takatinin
üstünde bir direnişle, kırk kişi kalıncaya kadar savaştılar. Genel durum icabı,
bu cephenin tutulmasına gerek kalmadığından, emirle İmamı Muhammet mevziini
terk ettiler. İşte bunu içindir ki buraya kırk kahraman adına izafeten orduca Kırk Gaziler ismi verildi.
Akşam
olmuştu. Güneş, etrafını çevreleyen bulutlar arasından sıyrılarak, bütün
ışığını İmamı Muhammet’te yatan aziz Türk şehitleri üstünde topluyor, Dicle
sabahtan beri kahramanlıklarına şahit olduğu Kırk Gaziden ürkmüş gibi yatağına
çekilmiş sessiz ve sakin akıyordu. Düşman koca bir tümenle kırk kişiye galebe
çalmış olmaktan dolayı haz içinde şenlikler yaparken, beriki sahilde mağrur ve
vakur dolaşan Türk nöbetçilerinden başka kimse görünmüyordu.
“Zaferi Mehmetler
kazanmış, şenliğini düşman yapıyordu.”