ALİ İHSAN SEÇKİN ( KOCABAŞ )- 12.2.2013
MY- Bize kendinizi
tanıtır mısınız?
AİS- Ben 1943 yılında
zemheri ayında, İskilip’te doğmuşum. Evimiz Hacipiri mahallesinde, Müftü
camisinin karşısında idi. Üç kardeşiz. İki kız kardeşim, Ankara da oturuyor. 1949
Yılında ilkokula başladım. Küçükken hikaye dinlemeyi çok severdim. Bu durum
beni, hikâye kitaplarını okumaya sevk
etti. Bu okuma tutkum ile kısa sürede okumayı söktüm. Matematikten de biraz
geri kaldım.
Hocanın Mustafa
Verimli, Yaşar Yolcu, Hotunlu Çavuşun oğlu Recep benim, mahallemizden çocukluk
arkadaşlarımdı.
İlkokula Azmi milli
ilkokulunda başladım. Hadi Pahalı, Reha Açar öğretmenlerimizdi. Beşinci sınıfta
Ulaş ilkokuluna gittim. Ulaş ilkokulu yeni açılmıştı, Oradan mezun oldum.
MY- Sizin küçükken yönlendiren
oldu mu?
AİS- Vardı tabi.
Pazarda da satılan küçük Battal Gazi, Hz. Ali’nin cenkleri, Ferhat ile Şirin
diye hikaye kitapları vardı. Evlerde hikâye anlatılırdı. Bunları okumak,
dinlemek çok hoşuma giderdi. Yine
çarşıda Hüsnünün kahvesinde aşçı Mori, ramazan gecelerinde, Seyfi Zülyezen in kitabında yazılı olan, hikâyeleri
anlatırdı. Kahvedekilerin tamamı onu can kulağı ile dinler, arada bir çay içme
molası verirdi. O arada kendisi çayını, kahvesini içer, sonra kaldığı yerden hikâyesine
devam ederdi.
Babama devamlı kitap
aldırırdım. Mahallemizde benden on yaş büyük ablamız ile karşılıklı kitap alıp
verişi yapardık. Abdul Haluk Çay ile kitap alış verişi yapardık.
Ortaokula gittiğim
sırada, Osman Yalçın diye bir resim ve Türkçe hocamız vardı. Türkçede bizi çok
güzel yetiştirdi. Beni okumaya ve yazmaya teşvik ederdi. Son sınıfta okuldan
ayrıldı. Bu sefer dersimize Sadık Koçhisarlı girdi. O Türkçe dersine önem
vermezdi. Bu sefer ben sıradan bir talebe oldum.
İskilip kütüphanesinde:
yaşlı bir İrfan Özer Bey vardı. İlkokulda bizi kütüphaneye almazlardı. Ortaokul’da sık sık kütüphaneye giderdim.
Kitapları getiren memur, kitap istememizden rahatsız olurdu. Buna rağmen;
buranın müdavimi olup birçok kitabı İskilip kütüphanesinde okudum.
MY- Babanızla, Çorum’a
ayakkabı satmaya gitmek konunuz vardı. Onu anlatırmısınız.
AİS- Galiba ortaokul
2. Sınıf yaz tatilinde idi. Babam ile ayakkabı satmak için, Çorum’a gittik.
Babam, Çorum, Yozgat, Kırıkkale pazarlarına ayakkabı satmaya giderdi. O
zamanlar malı üreten, ürettiği malı kendisi pazarlardı. He’lere ( küfe)
koyduğumuz ayakkabıları, kamyona yükleyip götürürdük. Kendimizde şoför
mahallinde yer bulursak orada, bulamazsak kamyonun kasasında yolculuk ederek
götürür, pazarda sergileyip satardık.
Çoruma gittiğimiz de babam,
pazarda yanımdan ayrılarak- “ Ben dolaşıp geliyim.” Dedi. Bir süre sonra bir
eşekle yanıma geldi. –“ Baba bu eşek ne?” diye sorduğumda - “ Oğlum ben bunu
altı liraya aldım. İskilip’te olsaydı 15 liradan aşağı vermezlerdi.” Dedi. Eşeği
bir kamyonla İskilip’e götürmek istemiş, altı lira bunun için nakliye parası
isteyince, kamyondan vazgeçmiş. Babam bunu anlatınca, yanımızda bulunan birisi-
“ delikanlı eşeğin üzerine binsin, İskilip’e götürsün.” Dedi. Babam buna itiraz
ederek, “Ali İhsan eşeği binerek götüremez .” Dedi. Benim bu arada delikanlılık damarlarım
kabardı “ Ben eşeği götürürüm.” Dedim.
Babam bana yol
hakkında bilgi verip, gece Tozlu burun köyünde yatmamı, yolun geri kalanını
ertesi gün devam ederek İskilip’e gitmemi tembihledi. Merkebin üzerine tehliz
atıp, beni üzerine bindirdiler. Saat 10 da Çorumdan yola çıktım. İkindiye doğru
yolda bir harmana uğradım. Bana ekmek, yoğurt verdiler. Karnımı doyurdum.
Oradan ayrılırken bana İskilip’e giden kestirme yolu tarif ettiler. Salur
köyünden, Kızılırmak köprüsüne geldim. Köprünün üzerinden geçerken, köprü
sallanırdı. Akşam camiden çıkarlarken, Karaburun köyüne geldim. Babamın
arkadaşının evini buldum. O evde gece, ambarın konsolunda uyudum. Sabah
kalktığımda gün tepeme inmişti. Yorgun olduğumdan erken uyanamadım. Kahvaltımı
yapıp, yola çıktım. Öyle vakti İskilip’e geldim. Anam beni, dört gözle
bekliyormuş. Mahallede komşularda ben gelince sevindiler. Ben bu arada, bir işi
başarmanın zevkini yaşadım. İnsan isterse, Çorum’dan İskilip’e eşekle de
gelebiliyormuş. Bu arada bacak aralarım, eşeğe bindiğimden yara oldu.
Ortaokulu bitirince, ziraat okuluna girmek
için İskilip’ten üç arkadaşla birlikte Bursa’ya gittik. Kayıt yaptırabilmek
için Okula gittiğimizde, elimizde bulunan hükümet tabipliğinden alınan sağlık
raporunu kabul etmeyip, hastaneden heyet raporu getirecektiniz dediler. Bizde
küçük ve saf olduğumuzdan, müdüre çıkıp ” kaydımızı yapında raporu da alıp
gelelim.” demeyi akıl erdiremedik. Gerisin geri Ankara’ya geldik.
Ankara’da babamın
teyzesinin oğlu, Mustafa Serin vardı. Bunun yanına gittiğimde “ Oğlum memurlukta ne yapacaksın.
Memur Ankara’da aç. Bir sanata gir sanat öğren .” dedi. Beni Moda çantaya
çıraklığa verdi. Ben orda çalışma’ya başladım. Bu ara da İskilip’e mektup
yazarak, çantacıda çalıştığımı bildirdim. Annem babam, benim memur olmamı
isteyerek, çantacıdan ayrılmamı istediler. Bu sefer Ankara’dan ayrılarak,
İskilip’e döndüm. Babamın dükkânında, ayakkabıcılıkta çalışmaya başladım. Hem
dikiş makinesinde çalışıyor, hem de deri kesiyordum. Ama Ankara’daki
akrabamızın dediği hiç aklımdan çıkmadı.
Tekrar Ankara’ya
geldim. Ağabeyimin yanın da kalıyordum. Derinin sıcaklığını seviyor, başka iş
bana soğuk geliyordu. Bir çantacının yanına girdim. Usta kısa boylu idi ama
öyle çalışkandı ki, arkasından yetişmek mümkün olmuyordu. Ustam bana sanatı ve
çalışmayı öğretti. Parayı kazanan
ustadır derdi. Ben bu fikre katılmıyorum. Sanat icra edilir, para ondan
sonra gelir.
Askere gidip geldikten
sonra, aynı yerde işe başladım. Evlendim çocuğum olduktan sonra, ustadan ayrılıp
1967 yılında kendi işyerimi açtım. Çocuk
çantası, bayan çantası yaptım. Sanayi caddesi, sanayi iş hanında bir dükkân
aldım. İki sene içinde dükkânımı, oturduğum evimi almıştım. Gece gündüz
çalışıyor, işyerimde çalışan altı kişiyle bile aldığım siparişleri
yetiştiremiyordum. Yorulmak nedir bilmiyor, işimden zevk alıyordum.
1975 Yılında Ulus iş
hanı alt katta bulunan, çantacı dükkânını devir aldım. Böylece imalat ve dükkân
birlikte gidiyordu. İstanbul’dan getirdiğim malzemeleri bir kaç atölyeye
veriyor, orada da kendime fason imalat yaptırıyordum. İstanbul’a mal almaya
gittiğimde, alış veriş yaptığım dükkânın sahibi bana, bont çantalardan almamı
tavsiye etti. “Ben bunları satamam.” Dediysem de bana 6 tane çanta verdi. Bu
çantaları vitrinime koydum ama altı ayda iki çanta satabildim. Stat otelinin
altında bulunan çantacıya mal veriyordum. Bir gün oraya gittiğimde, bont
çantasına ihtiyacı olduğunu söyledi. Bendeki dört çantayı ona verdim. O
dükkânda, iki ayda dört çanta satıldı. Parasını da bana ödedi. Bu olay üzerine,
babamın dediği “ Saman pazarında, cevahir
satılmaz .” lafı aklıma geldi. Kızılay da bir dükkân alıp, kendime orada
dükkan açmayı düşündüm. Karanfil sokaktan bir dükkân aldım. 1984 Yılında
oradaki dükkânımı açtım. Hedefim bakanlıklara hitap etmekti. Atatürk Bulvarında
Vakko, Beymen, Togo’nun mağazaları vardı. Bunun bir ucu da bizim sokağa ulaşır
diye düşündüm. Kendim bizzat imalat işi ile uğraşmıyordum. Dükkânda sattığım
malı, İstanbul’dan alıyor, bir kısmını Ankara da anlaşmalı olduğum atölyelerde
imal ettiriyordum.
MY- Deri size neyi
hatırlatıyor.
AİS- Ben küçüklüğümden
bu tarafa, babamın ayakkabıcı olması nedeni ile deri ile birlikteyim. Deri
yazın serin tutar, kışın sıcak tutar. Hatta bir söz vardır. Soğuk hava dermiş
ki -“ Bir deri ben geri, bin keçe ben geçe.”
Gençken deriyi o kadar severdim
ki, “vasiyet edeyim de; ölürsem beni deriye sarıp gömsünler.” Diye
düşünürdüm. Daha sonra bunun uygun olmayacağına kanaat getirdim. Deriye bu
kadar düşkünlüğüm vardı.
MY- Deri
ile sanatı birleştirirsek, ortaya ne çıkar?
AİS-
Deri imajdır. Görünüştür. Önceden erkekler şalvar giyerlerdi. Şalvarın derin
cepleri olurdu. Erkekler günlük hayatta kullanacaklarını, rahatlıkla şalvarın
ceplerine koyarlardı. Talebelerin nadiren okul çantası olur, defter kitaplarını
beze sarıp, okula götürürlerdi. Askere tahtadan yapılan bavul ile gidilirdi. Bayanların
cepleri de yok. Ama yanlarında taşımaları gereken birçok aksesuarları var.
Günümüzde erkekler ve bayanlar, yanlarında çantaları olmadan, evden
çıkmıyorlar. Her talebenin çantası, yolcunun elinde bavulu mevcuttur. Çanta ve
bavullar, suni ve gerçek deriden imal edilmektedir. Tabiî ki gerçek derinin
görünüşü de, imajı da bambaşkadır.
Kızılay’daki
işyerimde çanta pazarlama işi ile uğraşıyordum. İmalatım yoktu. Ben sanatımın
aşığıyım. Çantayı imal edip, karşısına geçip bakmak bana doyumsuz bir zevk
veriyor. Bu sebeple Kızılay’daki işyerimi kiraya verip, Balgat ta yeniden çanta
imalat atölyesi açtım. Yaptığımız imalatı, İstanbul’da bulunan bir mağazaya
veriyorum. Orada pazarlanıyor.
MY- Başarılarınızı
neye borçlusunuz?
AİS- Ustamdan sanatı,
çalışmayı öğrendim. Bu arada başka ustaları da takip ettim. Esnaf olarak,
yaptığın iş sağlam olacak. Yaptığın işin hakkını vereceksin. Evin olacak, işin
olacak, eşin olacak. Her yolu bileceksin, doğru yoldan gideceksin. Her yolu
bilmezsen kötülerin, yanlış yapanların oyuncağı olursun. Beni de hataya
düşürdükleri oldu. Sendeledim ama yıkılmadım. Yaptığın işi sevip, sebat
edeceksin. Yaptığın işi seversen, işin güzel çıkar. Bir deriyi ele aldığımızda,
bunun her yerinin ayrı yerde kullanılması, en ufak zayiat verilmemesi gerekir.
Mesela derinin karın kısmı incedir. Burayı çantanın körük kısmında, yük
taşımayan kısmında kullanacaksın. Sırt kısmı kalındır. Güneşin karşısında,
kamcı, sopa darbesi ile kalınlaşmıştır. Burayı çantanın ön kısmında, yağmura
güneşe karşı gelecek kısmında kullanacaksın.
Ben alış veriş
yaptığım mağazalarda, birinci sınıf müşteri olmaya çalışırım. Bunun içinde
verdiğin sözü tutup, borcunu vaktinde ödemen gerekmektedir. Bir zamanlar Kazlı
Çeşmede işçiler grev yaptılar. Piyasa da deri bulunmaz oldu. Ama birinci sınıf
müşteriler hiçbir yokluk çekmeyip, istediği malı bulup, işine devam etti.
MY- Gençlere, sizden
sonra bu mesleği devam ettireceklere neler dersiniz.
AİS- Bizim mesleğimiz tamamen emeğe dayalı, sabır
işidir. Emeğe dayalılık şimdi teşvik görmüyor. Ben çırak, usta bulamıyorum.
Diyorlar ki bu sanatın okulunu kuralım. Okulla bu iş olmaz. Bizzat işin içinde,
bu işyerlerinde çocukların yetişmesi, toplumun da sanatkara gereken önemi vermesi gerekiyor.