BİR SİGARA İÇİMİ
Ankara’da, Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi bahçesinde
eşimle birlikte oturuyor, öyleden sonra doktora görünmek için vakit
geçiriyorduk.
Masamıza bir hanım gelip oturdu ve birini cep telefonu
ile arayıp konuşmaya başladı. Konuşmasında- “ Doktora görünerek tetkiklerini
yaptırdığını, tetkiklerin sonucunda kolesterol dışında bir sıkıntısının çıkmadığını,
şikâyetlerinin psikolojik olduğunu” Söyledi. Konuşmasından, kız kardeşi ile
konuştuğu anlaşılıyordu. Konuşması bitince, sigarasını yakıp içmeye başladı!
Yüksek çıkan kolesterole rağmen sigara içen hanıma - “
Sigara kolesterol’ün en büyük nedeni değil mi? Niye sigara içiyorsunuz?” diye
sordum.
Hanım- “ Ben bu sigarayı da içmesem, alkole veya uyuşturucuya
başlamak durumunda kalırım.” Dedi.
Niye diye sorduğumda:- “Benim başımda tedavisi mümkün
olmayan iki tane deli var. Ben onlarla uğraşıyorum. Bu sebeple bende ne moral
kalıyor, nede sağlık kalıyor.” Dedi.
Bunu duyunca bir süre sustuk. Konuşacak bir şey yoktu.
Hanım çok zor bir durumda idi. Kendisine moral vermeye çalışarak, üzülmemesini
söyledik.
Hanım-“ Kardeşlerimin, kaldıkları evde çöp toplama
hastalığı var.” Dedi. Bu garip bir hastalıktı. Daha öncede bizim yazlık evdeki
komşumuzun, eve çöp toplama alışkanlığı vardı. Sokakta bulduğu, çöpe atılan eşyaları
alıp evine getirirdi. Evinin bahçesini odun ile doldurmuştu. Bütün bunları dile
getirerek, Allah sabır versin dedim.
Bunları konuşurken, psikiyatri doktorunun yazdığı “
Madalyonun öbür yüzü.” adlı kitabı hatırladım. O kitabın bir hikâyesinde,
apartmanlarını çöp eve dönüştüren kız kardeşlerin konusu anlatılıyordu.
İnsan için en önemli şeylerden biri ruh sağlığıdır.
Ruh sağlığı olmazsa, tüm hayat insana zehir oluyor. Bu sebeple, anılan kitabı
okuyunca içinde bulunan hikâyelerden çok etkilenmiştim. Hanıma bu kitaptan
bahsederek, orada da çöp ev hikâyesinin olduğunu söyledim.
Hanım güldü ve – “ O kitaptaki hikâye bizim hikâyemiz,
yıllardır o problemi biz yaşıyoruz. Kardeşlerim yıllardır o kitabı yazan doktorda tedavi oldu ama bir
sonuç alamadık. ” Dedi.
Eşimle ben bir anda donakaldık. Dünya ne kadar küçükmüş.
On yıl önce okuduğumuz kitabın hikâyesini yaşayan kişi ile karşılıklı oturup
konuşuyor, yaşanılan ibretlik hadiseyi bire bir kendisinden dinliyorduk.
Babaları kamuda üst düzey yönetici olarak çalışmış.
Ankara’nın mutena semtlerinden birinde bulunan arsasına, 8 dairelik bina yaptırmış.
Dört kızı ile birlikte, binanın bir dairesinde oturmuşlar. Diğer dairelerini de
kiraya verip, maddi olarak rahatça geçinerek hayatlarını sürdürmüşler. Önce
baba, sonra da anneleri vefat etmiş. Bir kardeşleri evlenerek, evden ayrılmış.
Evde üç kız kardeş kalmış. Evde çıkan plastik kaplar, naylon torbalar ve paket
kâğıtları odalarda biriktirilmeye başlanmış. Apartmanda bulunan kiracılar çıkınca,
o dairelere de çöpler depolanmış. Kardeşleri yeni elbise alıyorlar, kirlendiğinde
elbise yıkanmayıp torbaya konulup çöpe atılıyor, sonrada yeni elbise alıyorlarmış.
Güzelim binada, dairesinde çöplerle birlikte yaşıyor,
kendi evinde içine sinesi yemek yapıp yiyemiyorsun. Bir arkadaşını evine davet
edemiyorsun.
Konuştuğumuz hanım, evlerinde yaşananlara katlanamayıp,
kardeşlerinden ayrılarak kiraladığı evde kalıyormuş. Kardeşlerinin yanından ayrılmasına
rağmen, yaşadığı süreçten dolayı kendini psikolojik olarak hasta hissediyordu.
Allah kimseye çaresiz dert vermesin. Bu hikâyede olduğu
gibi, malın olsa da çaresiz kalıyorsun.
Kanuni Sultan Süleyman’ın bir deyimi var:
Halk içinde muteber bir nesne yok devlet
gibi
Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat
gibi.
Allah hepimize sağlık, sıhhat, afiyet
versin. İki günlük dünyada, basit konular için, başkaları için, politik çekişmeler
ile bir birimizi kırıp, dargın olmayalım.
Elbette derelerden çok sular akacak, her
kes yaptıkları ile kalıp sorgulanacak.
Mustafa Yolcu
myolcu@ttmail.com