30 Aralık 2020 Çarşamba

ATATÜRK ORMAN ÇİFTLİĞİ- HAYVANAT BAHÇESİ

 

ATATÜRK ORMAN ÇİFLİĞİ

HAYVANAT BAHÇESİ



 

Hayvanat bahçesi Ankara’da, Atatürk Orman Çiftliği arazisi üzerinde, Gazi mahallesinde 24.10.1940 tarihinde kurulmuştur.

Hayvanat bahçesinde Aslan, kaplan, fil, zürafa, su aygırı, timsah, yılanlar, balıklar, maymunlar vb. birçok çeşit hayvan bulunuyordu.

Hayvanları görmek için  Ankara merkezden, taşradan her gün ortalama 500 yakın insan buraya geliyordu.

Ankara’da evimizin bulunduğu apartmandaki komşumuz, rahmetlik HAKİ ŞEMSETTİNOĞLU, hayvanat bahçesinin müdürüydü.

Hâkî bey ziraat mühendisi ve hayvan yetiştirme uzmanıydı. 1951 Yılında buranın müdürü olmuş, hayvanat bahçesinin kurulmasına çok emek vermiştir. Bazı hayvanlar yurt dışından- “Hindistan, Mısır, Bulgaristan Sofya’dan “getirilmiştir.

Zürafalar Afrika’dan gemi ile yurdumuza getirilmiş, limandan ’da kamyona bindirilerek, Ankara ya gitmek üzere yola çıkılmıştır. Alt- üst geçitlere gelindiğinde, hayvan kamyondan inilip, geçitin altından yürüyerek geçilip, hayvan tekrar kamyona bindirilerek Ankara’ya hayvanat bahçesine getirilmiş. Diğer hayvanlar getirilirken ’de böyle sorunlar yaşanmıştır.

Bin bir güçlükle getirilen bu hayvanlar, ilgi odağı olmuştur. Çocuklarım hayvanat bahçesine gitmeyi, aslan, kaplan, fili görmeyi çok severlerdi.

Komşumuz olan hayvanat bahçesi müdürü Hâkî bey, çok nüktedan birisiydi. Yan tana geldiğimizde, onun çiftlikle ilgili hatıralarını zevkle dinlerdik. Hâkî beyin birkaç anekdotunu sizlerle paylaşalım.

Bir gece evimde yatıyorum. Saat 24.00 olmuştu. Kapımız çalındı. Kapıyı açtığımda, hayvanat bahçesinde hayvan bakıcısı olan çalışanın geldiğini gördüm. Heyecanlı bir şekilde- “Müdürüm yeni gelen su aygırı, suyun altına girdi, sudan çıkmıyor. Öldü herhalde ne yapalım.” Dedi. Hâkî bey bakıcının söylediğine gülmüş. Bakıcı hayvan yeni geldiğinden, onu tanımıyormuş. Görevliye merak etmemesini, hayvanın sabaha doğru sudan çıkacağını söylemiş. Ertesi günü işe gittiğinde, hayvanın sudan çıktığını görmüş.  

Maymunlar, kendileri ile ilgilenilmesini beklermiş. Hâkî bey maymunların kafeslerinin önünden geçerken, onlara seslenilir, yanında yiyecek varsa yiyecek atarmış. Onlarda sevinçle buna cevap verir, takla atarlarmış. Hâkî bey, bakanlıktan gelen görevli ile birlikte bahçeyi geziyor, hayvanlar hakkında bilgi veriyormuş.

Maymunların kafesinin yanından geçerken, Hâkî bey maymunlarla ilgilenmeyi unutmuş. Maymunlardan birisi, dışkısını alıp Hâkî beye fırlatmış. Pislik Hâkî beyin göğsüne gelmiş.  Ne olduğunu anlamaya çalışırken, maymunlar çığlık atıp, ellerini çırpmışlar.

Türkiye’nin göz bebeği olan Ankara Hayvanat Bahçesi, 16.08.2013 tarihinde kapatılarak, yerine Anka Park yapılmıştır.

Bin bir zorlukla, yurt dışından getirilen hayvanlar ile kurulan hayvanat bahçesinin kapısına kilit vurularak, tasfiye edilmiştir. Bu hayvanlara ne olmuştur? Nereye gönderilmiştir?

Sonuç; Ankara hayvanat bahçesiz kalmıştır. Anka Parkta işletilememiştir. Keşke yeni hayvanat bahçesi yapılarak, hayvanlar oraya taşınıp, eski alan Anka Park için kullanılsaydı.

Yazık oldu Ankara’nın Atatürk Orman Çiftliği Hayvanat bahçesine.

Bu arada rahmetlik olan Hâkî beyi ’de rahmetle anıyorum.

 

Mustafa Yolcu- 28.12.2020

 

 

 

16 Aralık 2020 Çarşamba

ARKADAŞIM HASAN ÖKSÜZ

 

  


 ARKADAŞIM HASAN ÖKSÜZ  

Değerli arkadaşım Hasan’ı 14.12.2020- pazartesi günü kaybettik. Cenazesi Osmancığa defnedildi. 

Mücadele dolu bir dünya hayatı. Hasan çok küçükken, babasını kaybetmiş. Ağabeyi’ de olmak üzere iki erkek kardeştiler.

Onları annesi, çalışarak büyütmüş. Rahmetlik teyzemiz, ilk okulda hizmetçi olarak çalışıyordu. Rahmetlik kardeşim, ortaokul’ da okurken bile akşamları annesinin çalıştığı okula giderek, annesinin yerine okulun temizliğini yaparmış. 

Kendisi ile İskilip’te, ortaokul birinci sınıfta birlikte okuduk. Hasan ilkokulu bitirince, İskilip’ te terzi Bahri Kopkop’ un yanında terzi çıraklığına başladı. İki sene çıraklık yapıp, pantolonu tamamen dikebilir hale geldiğinde, ortaokuldan hocamız Ümit Kınağın teşviki ile ortaokula başladı. Ümit Kınak aynı zamanda Hasan’ın velisi olmuştu. Hasan’ ı takip eder, her konuda ona yardımcı olurdu.  Ümit hocayı Hasan hep, saygı ile anardı. Allah Ümit hocamıza’ da rahmet etsin. 

Ortaokulu bitiren Hasan, İskilip lisesine girerek, oradan mezun oldu. Askerlik dönüşü Karayolları, Osmancık şube şefliğinde sürveyan olarak çalışmaya başladı. Çalıştığı işyerinin yakının’ da bulunan mahalleden arsa alarak, üzerine iki katlı ev yaptırdı.  Evin altın’ da bulunan dükkânı bakkal olarak, eşi ve çocukları işletmeye başladı. Evin karşısında bulunan ilkokulun talebeleri, kırtasiye ihtiyacını bu dükkândan karşılıyordu. 

Çocukları büyüyünce, Osmancığın merkezinde bulunan parkın içindeki büfeyi belediyeden kiralayarak, çalıştırmaya başladılar. Daha sonra büfenin karşısından dükkân satın aldı. Bugün orada bulanan dükkanlarının, yaptığı işin başlangıcı burasıdır. 

Karayollarından emekli olduktan sonra, ortağı ile çeltik fabrikasını satın aldılar. Hasan iyi bir insan, dürüst bir esnaftı. Osmancıklıların sevgisini ve güvenini kazandı. Allah’ta yürü kulum deyince işleri büyüdü.
 

Yardım severdi. Onurla, Allaha kulluk vazifelerini yaparak yaşadığı hayatını, pazartesi günü yeten vadesi ile bu Dünya’dan ayrıldı. Korona nedeni ile Ankara’ dan gelip cenazesine katılamadım.  Dualarımdan onu unutmayacağım. O örnek yaşantısı ve icraatları ile unutulacak birisi değildi.

Allah’ım Hasan kardeşime rahmet etsin. Mekânı cennet olsun.

 

Mustafa Yolcu- 16.12.2020

9 Aralık 2020 Çarşamba

HAVUZ BAŞI SOHBETİ

 

HAVUZ BAŞI SOHBETİ

17.12.2010

 

İskilip’e gittiğimde en çok istediğim; caddede sokakta geçmişi yaşamaya

çalışmak, taş kaldırımlarda yürümek, eşi dostu ziyaret edip, çayını içmektir. 

Daha sonra parka gidip, havuzun başında oturmak, geçmişi yâd etmektir.

İskilip’te yaşanan yoğun göçten dolayı, caddede sokakta dolaşan çok az kişiyi

tanıyorum. Tanıdıklarım daha çok çarşıdaki esnaflardır. Esnafların halen çoğunu tanıyorum. 

Yıllar önce yazın İskilip’e gittiğimde, çarşıda arkadaşlarla buluşup, parkta

havuzun başına oturmaya gittik. Havuzun başı da doluydu. Parka gelip

oturmayı herkes arzu ediyordu. 

Biz arkadaşlarla sohbet ederken, bizi gören diğer tanıdık arkadaşlardan da masamıza gelenler oldu. Masanın etrafı tamamen dolmuştu. Sohbetimiz koyulaşmış, İskilip’in sorunlarını, İskilip için neler yapılması gerektiğini konuşuyorduk. Yanımızdaki masada yalnız başına oturan birisi” Sohbetiniz çok güzel. Bende sizin sohbetinize katılabilir miyim? ” Dedi. 

Bizde “tabi” diyerek masamıza davet ettik. Hemşerimiz yanımıza gelince şunları anlattı:

—Ben Meydan mahallesindenim. İskilip’te doğup büyüdüm. Askerden gelince çalışmak için İstanbul’a gittim. Bir gemide iş bulup, çalışmaya başladım.

Gemi ile İstanbul’dan çıkınca, iki üç ay sonra ancak geri dönüyorduk. Daha sonra İskilip’te bulunan annemi babamı da kaybettim. İskilip’te evimiz, bağımız, bahçemiz vardı. Birisinin bunlara sahip çıkması gerekiyordu.

İskilip’e gelerek, mahallemizin hatırı sayılır bir büyüğüne; noterden vekâletname verip mülklerim ile ilgilenmesini istedim.

Aradan 20 yıl geçmişti. Evlenip çoluk çocuk sahibi oldum. Eşime çocuklarıma İskilip’i anlatır, evimin, bağımın, bahçemizin olduğunu söylüyordum. 

Çocuklarım “ Baba İskilip’e gidip evini barkını gör, işlerini hallet gel.” dediler.

Artık İskilip’e ailecek gelip, çocuklarımla buraya yerleşmem mümkün değildi.

Üç gün önce İskilip’e geldim. Önce evimi görmeye gittim. Evde oturanlar vardı. 

Kapısını çalarak evde oturanların kim olduğunu sorduğumda” Evin sahibi olduklarını, yıllar önce vekâlet verdiğim kişiden evi satın aldıklarını bildirdiler.”

Vekâlet verdiğim kişinin evine gittiğimde; kendisinin öldüğünü öğrendim.

Ertesi günü Tapu’ya giderek durumu tetkik ettiğimde, bütün mülklerimin 15 yıl önce satıldığını, hiçbir şeyimin kalmadığını tespit ettim. Dünya başıma yıkılmıştı.

Ne yapacağımı, kime ne diyeceğimi şaşırdım. 

Güvendim, hayal kırıklığına uğradım. Bunları sizin ile paylaşmak, birazda olsa rahatlamak istedim.” Dedi.

Hepimizde anlatılanları büyük bir hayretle dinledik. Hayatta öğreneceğimiz daha çok şeyler vardı. Dertli hemşerimizi teselli etmeye çalıştık.

Havuz başı sohbetimiz bu şekilde sona erdi ve parktan ayrıldık. Yaşayan herkesin kendine göre bir hikâyesi vardır. Önemli olan yaşanılanlardan ders alınmasıdır.

 

İskilipli yetkililere iletmek istediğim bir husus var. Parkın park olarak korunmasını, masa sandalye koymak için güllerin çimlerin kaldırılmamasını istiyorum. Park sit alanı olarak ilan edilip, hiç kimsenin burada değişikliğe gitmemesinde, buraya bina yapılmamasında yarar var. 

Büyüklerimizin anlattığına göre, parkın olduğu yerde önceden cami varmış. “Konağın önü” tabirinin kaynağı olan hükümet binasını, bizim kuşak rahatlıkla hatırlar. 

Yine bu alanda hapishane vardı. Parkın altındaki halk evi kompleksi yıkılmayıp, korunabilseydi diye de düşünüyorum.

Burada bulunan kütüphaneye ortaokul öğrencileri girebilirdi. İlkokulda okuyanlar içeri alınmazdı. Kaçak köçek kütüphaneye girer, soluğu Doğan Kardeş ansiklopedilerinin başında alırdık.

Hayat ansiklopedileri ise okul için başvuru kaynağımız olurdu. İçeri girince kitaplar burcu, burcu kokardı.

Bazen de ansiklopediye bakarken dışarı atıldığımız olurdu. Üniversite de okuyan ağabeylerimizden ders çalışmaya gelenler, nakış yapar gibi satırları kırmızı

kalem ile çizerek ders çalışırlardı. Onları böyle ders çalışmasını gıpta ile izlerdim. 

Biz ansiklopedi hasreti ile büyüdüğümüzden, çocuklarıma üç çeşit ansiklopedi almıştım. Çocuklar yalnız resimli bilgi ansiklopedisine ilgi gösterdiler. Diğerlerine doğru dürüs bakmadılar bile. Bende hepsini toplayıp İskilip Kütüphanesine hediye etmiştim. 

Mustafa Yolcu


5 Aralık 2020 Cumartesi

 

 

 PİLOT MEHMET YILMAZCAN

Mehmet Yılmazcan İskilip’ te, pilot Yılmaz olarak bilinirdi. Hızlı otobüs kullandığı, daha önce pilotluk yaptığı, İskilip’in üzerine uçakla gelip, uçağı indirerek insanları uçakla taşıdığı söylenirdi. Pilotluğu bırakınca, otobüsçülük yapmaya başladı. Firmasında üç otobüs vardı. İskilip’te o zamanlar, otobüsçülerin aralarındaki rekabetten nasibini olarak ticari olarak sıkıntıya girdi.

Otobüsçülük yapsa ’da İskilip’in pilot Yılmazı idi. Ünü Çorum’da bile anılıyordu. Uçağı ile Çorum’a da inmişti. Sizi kızı Dilek hanımın kaleminden çıkan yazı ile Baş başa bırakıyorum.

DİLEK YILMAZCAN’ IN KALEMİNDEN:

İnsanın babasını anlatması hem çok kolay hem de çok zor.

Babam Mehmet Yılmazcan, 1918 yılında İskilip te doğdu. Birinci Dünya Savaşının sonu, henüz Kurtuluş savaşı yaşanmamış. Anadolu da erkeklerin sürekli askerlik yaptığı, kadın ve çocukların kaderleri ile baş başa kaldığı yıllar.  Toprak sahibi aileler dışında Anadolu halkının, fakirlikle karşı karşıya olduğu yıllar.

Aileden bir büyüğümüz halamın eşi, Samsun’ a giderek fırın açıyor. Sonradan adı Gazi fırını olan bu fırın, çok meşhur olmuş. Çok güzel pideler yaparmış. Babamın babası, babam 4.5 yaşındayken vefat etmiş.

Babaannem de çocuklarını alıp Samsun’ a gidiyor. Türkiye’nin en zor yılları. Babam 1930’ da Samsun’da Dede Avlu ilkokulunu bitiriyor. Daha sonra Ankara’da, ortaokul ve liseyi yatılı olarak okuyor.

Cumhuriyetin 10. yılına doğru ve babamın soyadı yok. Sadece Mehmet olarak biliniyor. 1933’te Atatürk’ün 10. Yıl nutkunu dinlemeye gitmek için, okul idaresinden arkadaşlarıyla izin istiyorlar. Yönetim bu izni vermiyor. Bunun üzerine babam yatakhanedeki çarşafları birbirine bağlayarak, arkadaşlarını da aşağı indirerek Atatürk’ün nutkunu dinlemeye gidiyorlar. Babam bu olayı çok heyecanla anlatırdı. Okul Yönetimi bunu babamın yaptığını öğrenince, 3 ay hafta sonu ev iznini kaldırıyorlar. Ancak bu olay babamı hiç etkilemiyor, bu yaptığından hiç pişman olmadığını bize söylerdi.

Okuldaki korkusuz eylemlerinden dolayı bir hocası –“senin adına Yılmaz diyelim.” Diyor. Ondan sonraki yıllarda babam, bu isimle tanınıyor.

1934’te soyadı kanunu kabul edilip, 1935’ te yürürlüğe girince Soyadı olarak Yılmaz’a Canı ilave ediyor, YILMAZCAN soyadını alıyor.

 Bu yıllarda babamın uçma arzusu had safhadaymış. Hem okuyor hem de Pilot olabilmek için Türk Kuşunun kurslarına gidiyor. İki yıllık Meslek Yüksek Okulundan, teknik ressam olarak mezun oluyor. O arada Türk Hava Kurumundan, 26/9/1936 da uçuş Brövesini alıyor.  Elimde olan bir diğer diplomaya göre, Genelkurmay Hava Okulları Komutanlığından, 1939 da çok iyi derece ile pilot diplomasını alıyor.

İlk defa uçakla Çorum’a indiği ve inişini, Çorum yakınlarında bir tarlaya yaptığı anlatılmaktadır. İskilip’e sık sık uçakla geldiğini biliyoruz. Annemle 1940 yılında nişanlanıyor. Nişanlılığı süresinde ara ara uçakla İskilip’e gelip, evin üzerinde uçakla taklalar atarak mektup attığını, hem annem hem’ de babam anlatırdı. O arada halk evlerinden dışarı fırlayarak, uçak şimdi düştü düşecek diye korku ile izlerlermiş. Sonra da havalanıp gidermiş. Bugün bile, daha gelişmiş uçaklarla bunu yapmak zor olsa gerek.

1944 de sık sık İskilip’e geldiğini, uçağı ile Kızılırmak köprüsü yakınlarına indiğini, halkı 10 kuruşa İskilip üzerinde gezdirdiğini teyzemin oğlundan dinledim. Hatta abim 4.5 yaşındayken, onu ve arkadaşlarını İskilip’in üzerinde epey dolaştırmış.

Pilot olduktan sonra başarılı bir pilot olduğundan, Genelkurmayın özel izniyle Eskişehir de Uçuş hocası olarak görevlendiriliyor. Uzun süre Eskişehir de görev yapıyor. Sabiha Gökçen hanımla devre arkadaşı oluyor. Daha sonra Ankara Etimesgut havaalanında görevlendiriliyor.

1950 yılında Adana’da, Mehmet Emin Karamehmet’in babasının özel pilotu olarak   çalışıyor. Ben doğmadan kısa bir süre önce de, İskilip’e dönmek istiyor ve pilotluğu bırakıyor. İskilip’ te otobüsçülüğe başlıyor. Kendisine teklif edilen birkaç ünlü yabancı uçak şirketinin pilotluk tekliflerini, annemin yurt dışına gitmeyi istememesi nedeniyle reddediyor. Bize derdi ki, İskilip mendil kadar kalsa gene hiçbir yere gitmem. “Bu anlamlı söz, İskilip’ ten bıkanlara, ulu orta konuşanlar ithaf olunur. M.Y. “

Babam 1993 yılında, 18 şubatta vefat etti. Benim hatırladığım anıların üzerinden epey zaman geçti Bugün yaşasaydı 102 yaşında olacaktı.

 

Derleyen- MUSTAFA YOLCU

2.12.2020

 

 

 

 


24 Kasım 2020 Salı

 


 

İSKİLİP ANILARI 6- EYÜP ERİŞ

 

İskilip Lisesi’nin ilk müdürü Kemal Ceylan’dı. Coğrafya Öğretmeni Kemal bey, soyadı gibi uysal, sevimli bir ceylandı, ağırbaşlı, nazik ve yalnız oluşu nedeniyle otoritesi zayıftı.

Kemal bey orta boylu, kel kafalı, mavi gözlü, sakin ve sıkıntısını gizleyen biriydi; elinde koca bir anahtarlık şakır şıkır sallayarak iç dünyasını böyle dışa vururdu. Birkaç kez dersimi izlemeye geldi, o anahtarları oturduğu sırada bırakıp gitmişti. Bilerek mi yapıyordu bunu? Yoksa dalgınlığından mı

Bir öğretmen nasıl öğrencilerine örnek olmak durumundaysa, bir müdür de hem öğretmenlere hem öğrencilere misal olmalı değil mi? Hem kişiliği ile hem yaşantısıyla hem bilgi ve tecrübesiyle saygı uyandırmalı. Eğer bu özellikleri yerine benim yanımdan geçerken ceketinin önünü iliklemelisin derse yanlış yapar, saygı sipariş edilmez kazanılır.

Neyse müdürümüz bir gün derse girmiş, öğrencileri tahtaya kaldırıyor, bir öğrenci biraz meczup, soruyu bilemeyince kırık not aldığını görüyor, not defterine eğilmiş halde olan müdüre, parmağına taktığı şövalye yüzükle yumruk atıyor. Kemal beyin kaşı patlıyor, kan revan içinde kapanıyor. O müdür öğrenciyi pişman etmiyor, mahkemeye vermiyor ve affediyor. Saygı yerlerde...

Çok dindar görünen bir öğretmen gelmişti, görünen diyorum kimse kimin imanı, inancını ölçemezsiniz, onu Allah bilir. Hüseyin hoca hem çok sert, hem çok yumuşak. Yani öğrencilerin bir kısmını etrafına toplamış, onlara yumuşak, öyle içli dışlı olmuş ki o öğrenciler hocaya hükmetmeye başlamışlar, mesafe bitmiş, saygı iflas etmiş, dersmiş notmuş işte öyle. Sonra ne oldu, o hocayı, lokalde tavla oynarken silahla ateş edip yaraladılar.

Bu örnekleri anlatmasa mıydım?

İskilip böyle bir yer mi? Değil, elbette değil. Hatta bu anlattığım kötü anılar bırakan sözde öğrenci Tosyalıymış, İskilip Tosyalının toslamasını tost etmiştir belki de. Belki de ıslah olmuştur, ezikliğini yıkmak için kendini yargılamış, tövbekâr olmuştur.

Anlatmasa mıydım, yazmasa mıydım?

Yaşanmış, geçmiş mi deseydim?

Tarih, bizi, geçmişi muhasebe etmeye götürüyor. Hak Teala da huzura çıkmadan arınmamızı buyurmuyor mu, günahlarımızı bağışlama fırsatı vermiyor mu?

Elbette akıl
etmek, düşünmek, zaman içinden olgunlaşıp çıkmak gerekir.

Bu örnekler sadece kişilerle ilgili ve bu örnekler herkese örnek olsun diye yazıldı.

Kötü örnek sakın ha örnek olmasın, iyilikte kalın, güzellik saçın, sevgide ve saygıda kusur etmeyin.

Öğretmenliğim yine ağır bastı, sözüm sizden dışarı, gözüm hala sizden içeri.

 

Derleyen- Mustafa Yolcu

 İskilip Ortaokulu- Yıl 1968


20 Ekim 2020 Salı

 


TARİH ÖĞRETMENİ EYÜP ERİŞ- 3

İSKİLİP LİSESİ ÖĞRENCİLERİM 

YÜKSEL TEMELCİ 

İskilip Lisesi’ne tayin olunca, Tanay Oteli’ne yerleştiğimi söylemiştim. Gündüzleri kantinden, Necek Usta dediğimiz ünlü aşçının çalıştığı lokantadan, bazen kendi kendimize yaptığımız yemek ve kahvaltılarla yemek ihtiyacımızı gideriyorduk. Necek Usta ve garson Ahmet’le akraba gibi olmuştuk. Bazı akşamlar Fuat beyle gittiğimizde bize çilingir sofrası kurar, acılı et sote yapardı ki parmağını yersin. Nedense Necek Usta beni çok severdi. Yanıma gelir sohbet eder, bana yemeklerinden kıyak geçerdi. 

Neyse Ramazan-ı Şerif mübarek kapıyı çaldı. Kutlu günlerde orucumuzu eda edeceğiz, Allah ne verdiyse çay, peynir ekmek daha ne olsun, sahur vakti atıştırıyoruz. Genciz de açlık pek koymuyor. Allah ağır işte çalışanlara kolaylık versin diye, günleri teşbih gibi çekiyoruz. Bir gece saat 03’te kapım çalındı. Yüksel Temelci kardeşim çıka geldi “Hocam, oruç tuttuğunuzu öğrendim, annem size bu mayalılarla şu kızılcık şurubunu gönderdi. Lütfen kabul et, bu mübarek günlerde âdettendir. Sakın yanlış anlama, kabul edersen ziyade memnun edersin” dedi. 

“Bak şimdi beni mahcup ettin, üç lokma iki zeytin yetiyor be aslanım, ama seni bu güzel adetinizden ötürü kıramam. Ancak bu ikramını öğretmen-öğrenci ilişkisi içinde görme. Bundan ötürü de benden iltimas, kayırmacılık bekleme. Allah rızası için kabul ediyorum” dedim. Yüksel bulanık sesiyle “hocam, zaten sizin derslerinizden en başarılı öğrenci benim. İsterseniz notlarıma bakın, beni yanlış anlamayın” dedi. 

Gerçekten de Yüksel çalışkan, üretken, işbilir bir öğrencimdi. Hem öğrencim, hem arkadaşım oldu diyebilirim. Beni Ramazan gecelerinde sık sık ziyaret etti. Anacığının yaptığı sahurluk menüleriyle bahtiyar etti. Hiç unutmadım onu ve kız kardeşini. Anadolu insanının civanmertliğini ben onlarda gördüm. Geçenlerde ona bir ferman gönderdim, o da benim için yazdığı şiirle cevap verdi. Ya işte böyle, Yükselim öğretmen olmuş, emekliye ayrılmış, boğuk bulanık sesiyle hala nazire okuyor. Canım benim, gülüm benim, aslanım Yüksel’im…

MUSTAFA YÜKSEL 

İskilip Lisesi’nin bahçesinin karşısında, öğrenci Pansiyonu vardı. Pansiyon yönetim kurulu beni, pansiyon yönetimine uygun görmüş, ben de hayır diyemedim. Her şeyinden sorumlu olarak, çarşı pazar işi, yemeklik sebze, meyva, et, bakliyat ne eksikse tedarik ediyorduk. Ayrıca yemekhane, yatakhane, çamaşır, banyo, yakacak, dirlik, düzen, disiplin benden soruluyordu. Ben de otelden Pansiyondaki odama yerleşmiştim. 

Öğrencilerimiz genellikle köylerden ve lisesi olmayan ilçelerden gelen, genelde yoksul ailelerin çocuklarıydı. Eh biz de ayni koşullarda okuduğumuz için, insan halinden anlıyorduk.  

Bir gün Mustafa Yüksel öğrencimin ceketini, eski ve kısalmış gördüm ve eski günlerim aklıma geldi. Mustafa da iri yarı, ben gibi cüsseliydi. Benim de ceketim tam ona uygun diye düşündüm. Yeni ceketimi ona verdim ve iç cebine de 50 TL koydum. Bunlar söylenir mi bilmem ama salt örneklik olsun yeni yetmelere diye yazıyorum. Mustafa Yüksel’den de özür dilerim.  

Mustafa’m mahcup, ama bana olan saygısından kabul etti. Ben de rahatladım. Neyse gidip giymiş, sanki ölçmüş gibi tam olmuş. Ama çıktı geldi “ Hocam çok teşekkür ederim, çok beğendim, Allah razı olsun. Yalnız cebinde 50 TL unutmuşunuz” dedi. Mustafa’cım, unutmadım, vermekte sıkıldım, bu şekilde vereyim dedim. Ne olur kabul et, ihtiyacın varsa gör diye teskin ettim ve kabul etti. Yine affınıza sığınarak ve timsal olsun, gençlere örnek kalsın diye söyleyeceğim, o zaman ki maaşım 450 TL idi. Tekrar Mustafa’dan özür dilerim. İyilik aşikar edilmemeli, sağ elin verdiğini sol el görmemeli ama, burada kastım öğretmenlere, amirlere, memurlara, iş adamlarına, varsıllara, muktedirlere, durumu komşusunda iyi olanlara, güçlü olanlara, etkin ve yetkin olanlara.. 


Sevgiler, saygılar

Derleyen- Mustafa Yolcu

Hocam elinize, ağzınıza sağlık. Okurken duygulandım. Eyüp Eriş hocamdan bu yazıları istemekle ne iyi etmişim dedim. Saygılarımı sunuyorum.

 


12 Ekim 2020 Pazartesi

TARİH ÖĞRETMENİ EYÜP ERİŞ

 


Tarih Öğretmeni Eyüp Eriş 

Lise'de okuduğumuz dönemde, bize tarih dersini sevdiren, tarihin anlamını öğreten öğretmenimizdi. Basma kalıp ders anlatma yerine, tarihi gözümüzün önünden filim şeridi gibi geçiriyordu. 

Aradan geçen onca yıla rağmen kendiisini unutmamış, arkadaşlarla bir araya geldiğimiz' de kendisini anıyorduk.

En son telefon ile görüşmemiz'de, İskilip Lisesine ait hatıralarını yazmasını rica ettim. Oda beni kırmadı . Bana gönderdiği aşağıdaki yazısını sizlere sunuyorum. Yazı bir kaç parçada yayınlanacaktır.

Mustafa Yolcu


İSKİLİP LİSESİ

               TARİH ÖĞRETMENİ EYÜP ERİŞ YAZIYOR


1968 yılı Ankara D.T.C.F. Tarih Bölümünden mezun olduğumda 22 yaşımdaydım. Burslu olmam nedeniyle Bakanlıkta kura çektiğimde Çorum İskilip Lisesi beni sevindirdi. 

1968-69 Öğretim Yılı başında İskilip’e geldiğimde Park’ın karşısındaki Tanay’lar Otelinde bir odaya yerleştim. İçim pırpır ediyordu, heyecanlıydım. İskilip Lisesi de karşıda görünüyordu. Okuldan ders programımı aldım, otele dönüp nasıl ders anlatacağıma ilişkin prova yapmaya başladım. Aynada da jest-mimik ve vücut dili temrinleri yapıyordum. Ne yapsam 45 dakika sürecek ders 15 dakikada bitiveriyordu. Tanışma faslı vs ile dersi doldurabilir miyim telaşı içim içimi yiyordu.

Sabah erkenden okula geldim ve Öğretmenler Odasının bir köşesine oturdum. Öğretmen arkadaşlarla tanışırken de ayrı bir heyecan yaşadım. Ayla (Küyük) hanım bana çok yardımcı oldu. Fuat (Peker) bey ilk yanıma oturan ve bana güven aşılayan kişiydi. Sonraları da en büyük ustam, örnek aldığım kişi oldu, bana öğretmenliğin sırlarını (Disiplin, Özveri, Özgüven, Öğretme Metodu, Sevgi ve Saygı Yaratma, Öğretmen Öğrenci Diyaloğu, Öğrenciye Rehberlik, Sorun Tarama ve Çözme) gibi nicelerini onu izleyerek öğretmiş oldu. Ayrıca iki arkadaş, iki kardeş, iki kafa dengi olduk ki yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmez oldu. Fuat beyden daha sonra yine söz ederim, diğer arkadaşlardan da İskilipçe öğreniyordum (Bıldır, Göbel, Elleem, Neyn vs.)

Neyse zil çaldı, Ayla hanım beni sınıfa götürdü; 6 Edebiyat C miydi, içeriye girdiğimde, şaşırdım, bazıları benim yaşıma yakın hatta yaşlı olan bile vardı. Lise yeni açılınca kayıt yaptırma fırsatı bulmuşlar. Oğlanlar yakışıklı, bıçkın, ama efendi; kızlar boylu poslu, alımlı ama çok terbiyeli. Tahtayı kullanarak heyecanımı yendim, kendimi tanıttım, dersi işlemeye başladık, öyle kaptırdık ki bu kez konuyu bitiremedim. İlk tanıdığım ve iz bırakan öğrencilerim ; Yüksel Temelci, Şaban Dingil, Ahmet Tor, Ömer Şen, Mustafa Namlı, Mustafa Kılıç, Mahinur Ünlü, Şeyda Kalyoncu, Ali Kılcı, Mustafa Mazlum, Yusuf Sağlam, Zübeyir Kemelek,  Mehmet Suakıtıcı, Mustafa Karaaslan, Mustafa Arlı, Mehmet Ağzıkara, Perihan Petek, Mustafa Yüksel ve yüzlerce hatta binlerce hepsi hatırımda..

Öğrencilerimi çok sevdim, sevgi karşılıklı ya onlar da bana sevgi ve saygı ile yaklaşıyorlardı. Öğretmenliği çok sevdim, gençlere benlik, kimlik, özgüven, araştırma, sorgulama, mücadele, değer bilinci, ülke sevgisi, tarih bilgisi, kültürel zenginlikleri görme, Cumhuriyet ve Demokrasi erdemi, tarihe mal olmuş örnek şahsiyetler, Atatürk ilkeleri ve çağdaş Türkiye süreci, ayrıca tartışma, fikir üretme, analaiz ve sentez, iyi yurttaş, yararlı insan yani birey olma, dünyayı tanıma, teknolojik gelişmeleri izleme (örneğin edebiyat derslerine de girdiğimde kompozisyon sınavında “1969 Uzay Yolculuğu ve Aya İlk Adım Atma” konusunu insanlık adına, Bilim adına ve Türkiye adına nasıl değerlendirirsiniz diye sormuştum) konularını da amaç, araç, sorun, çözüm açılarından damıtmak gerekiyordu. Böylece öğrenciler ezberci tavırdan önem ve sonuç çıkarma, yorumlama yöntemine geçiyorlardı. Tarihi bir olayı neden ve sonuç ilişkisi içinde incelerken soru sorardım; Ahmet Torun ayağa kalkar, çok vurgulu, uzun açıklama yapardı ve ona Senatör adını takmıştım. Bu ona yapıştı ama bundan mutluydu, hala beni aradığında “tanıdınız mı hocam, ben Senatör Ahmet” diyor.

                                                                                                                        (Devamı var)



26 Eylül 2020 Cumartesi

BİR SUBAYIN HATIRASI

 

BİR SUBAYIN HATIRASI 

 

Sizlere subay emeklisi bir arkadaşımın bana anlattığı, hatırasını paylaşmak istiyorum. 

Arkadaşım teğmen olarak tuzla piyade okuluna tayin olmuştu. Daha sonrasını kendi anlattıklarından okuyalım: 

 “Yemekhaneye yemeğe gitmiştik. Yemek yerken birisi yemekhanenin giriş kapısının önünü geldi. Topuk selamı verip bağırdı “MERHABA ARKADAŞLAR”. Yemek haneye girerken, böyle bağırarak selam verme gibi bir durum yoktu. Bu kişiyi de ben tanımıyordum.

 

Bağıranın kim olduğunu, yanımdaki arkadaşlara sordum. Dediler ki bu MT’dir. Kıbrıs harbine de katılan, böyle bir arkadaştır dediler. O sırada üsteğmen rütbesinde idi. M.T bu şekilde tanımıştım. 

Bir cumartesi izin günü, sivil olarak İstanbul’da hırkayı şerif camisine gitmiştik.

Namazdan çıkarken, bir köşede yedek subay okulu talebesi birinin hıçkırarak ağladığını gördüm.

Yanına gidip niye ağladığını sordum.

Bize cevaben- “Okulda eğitimde mola verilmişti. Bir kenarda vakit namazını kılarken, komutanımız M.T yanıma gelerek, kızgın bir şekilde ne yaptığımı sordu. Bende “komutanım namaz kılıyorum” dedim. Bana, gerici yobaz burası namaz kılacak yer mi? Burada nasıl namaz kılarsın. Senin yedek subaylığını yaktım. Sen er olarak kalacaksın dedi. Talebe devam ederek; ben askerliği çok seviyorum. Bu elbiseyi çok seviyordum. Yedek subay olmanın hayali ile yaşıyor, çocuklarımı yanıma getirmek istiyordum. M.T benim bu hayalimi yıkacak. Dilerim Allahtan onu’ da bu elbiseden mahrum etsin. Bu ELBİSESİ GİYME ZEVKİNİ TADAMASIN” der. Talebeye ağlamamasını, metin olmasını, her şeyin geçeceğini söyleyerek yanından ayrıldık. 

 O talebenin yedek subay yapılmadığını, er olarak askerliğini sürdürdüğünü öğrendim “dedi. 

Daha sonraki yıllarda M.T , Tuzlada Yüzbaşı rütbesindedir.

Nöbetçi subayı olduğu bir günün akşamında, birliğinden 5–6 teğmen o civarda bulunan içkili bir lokantaya giderler.

İçkilerini içip yemeklerini yedikten sonra, hesaplarını isterler.

Hesapları bir hayli kabarık olarak gelir. Hesaba itiraz ederler.

Lokantanın fedaileri, subayları orada kötü bir şekilde döverler. 

Dayak yemiş bir şekilde birliğine gelen subayları, nizamiye de nöbetçi olan Muzaffer Tekin görünce adeta çıldırır ve ne olduğunu sorar. Onlarda olanları anlatır.

 M.T emir vererek, birlikte ne kadar teğmen varsa, buldukları kazma kürekle gelmesi talimatını verir. Bir askeri kamyona binerek, başlarında Muzaffer Tekin olmak üzere o lokantaya giderler. Lokantayı yıkın diye emir verir.  Lokanta yerle bir edilir. 

Daha sonra olay mahkemeye intikal eder. Mahkeme sonucunda içlerinde M.T olduğu bir kısım subayın, ordudan ihracına karar verilir. 

M.T nihayetinde birliğinden ağlayarak ayrılır. Ve nizamiyede derki “BEN BU ELBİSENİN AŞIĞI İDİM. BENİ BU ELBİSEDEN MAHRUM EDENLER ALLAHINDAN BULSUNLAR “ 

Hani derler ya “ALMA MAZLUMUN AHINI. ÇIKAR AHESTE, AHESTE” 

Mustafa Yolcu- 20.05.2005

13 Eylül 2020 Pazar

İSKİLİP İLÇEMİZDE TÜRK BOYLARININ İSİMLERİNİ TAŞIYAN YERLER

 



İSKİLİP İLÇEMİZDE TÜRK BOYLARININ İSİMLERİNİ TAŞIYAN YERLER:

 

Türk boyları Anadolu'nun çeşitli bölgelerine yerleşmiştir. Bir ili ele aldığımız ’da en fazla üç Türk boyunun olduğunu görürüz.

 

İskilip’ te ise 10 yakın Türk boyu bulunmaktadır. Bayat ve Oğuzlar daha önce İskilip’ e bağlı olduğu için, hepsi de birlikte anılmıştır. İskilip’ e bu kadar Türk boyunun gelmesinin nedenini, tarih araştırmacılarının araştırması gerekir.

 

Bu durum İskilip’ in farkındalığını ortaya koymaktadır. Bağrından yetişenlerin, tarih boyunca yüksek yerlere gelmesi’ de, farkında lığını ortaya koymaktadır.

 

İskilip’ imiz 1970 li yıllardan sonra unutulmuş, gözden uzak bir konuma gelmiştir. Cumhuriyetin kurulmasından itibaren, her dönem en az iki milletvekilline sahip olan ilçemiz, yıllardır bir milletvekiline bile sahip olamamaktadır.

 

-Bayat (ilçe) boyu

 -Oğuzlar boyu

-Çetmi (İskilip ilçesine bağlı bir köy) boyu

-Evlik

-Karaevli (Karaevliya) (Uğurludağ ilçesinde bir köy)

· Kargın (İskilip İlçesi Evlik köyüne bağlı bir mahalle)

· Kargın (İskilip İki pınar köyünde bir mahalle)

· Kargın (İskilip ilçesi Kavak köyünde bir mahalle)

· Kargın yaylası (İskilip Deveci dağında bir yayla)

· Kayı (Kayı boyu ) köyü

-Salur (Çorum merkezde bir köy) boyu

- Yavu (İskilip ilçesinde bir köy)

 - Avşar boyu büyük bir kısmı

 - Bayat- beydili köyü (Beydili boyu)


 

Mustafa Yolcu-


2 Eylül 2020 Çarşamba

İSKİLİP EĞİTİM KÜLTÜR VAKFI

 


 İSKİLİP KÜLTÜR VE EĞİTİM VAKFI- 21 EKİM 2010

 

1975 Yılı idi. Çocukluk arkadaşım olan rahmetli Ömer Söylemez, Ankara da İktisadi Ticari İlimler Akademisi'nde okuyordu. Kendisi ile karşılaştığımızda

 “Ankara da bulunan İskilip Kültür ve Yardımlaşma Derneğinin, kanuni varlığının devam edebilmesi için yıllık genel kurulunun yapılması gerektiğini“ bildirdi.

 

O zamanlar Derneğin başında, kuaför olan rahmetli Mustafa bilgen vardı. Ankara da bulduğumuz 5–6 İskilipli arkadaşımız ile Mustafa Bilgenin dükkânına giderek derneğe üyelik kaydı yaptırdık. Daha sonrada derneğin genel kurulunu yaparak, fesih duruma düşmesini engellemiştik.

 

Derneğin 1972 yılında aldığı Balgat ta arsası vardı. Bu arsa;  Ankara’da gece düzenleyerek, Ramazan'da İskilip’te kıraathane ’de tombala çekilerek toplanılan para ile “ANKARA DA YURT YAPMAK” İÇİN ALINMIŞTI.” İskilip’teki faaliyetleri Recep şanlı, Şükrü Şeref Şanlı, İbrahim Altop, Yılmaz Demirel, DR. Zekeriya bey organize etmişti. Balgat’ta alınan arsayı Rahmetli Ahmet İkiz ağabey bulmuş, arsayı görmeye; Abdulkadir Alpaslan, Fazıl Onat, Ahmet İkiz üçü gitmişler. O zamanlar Balgat’ta arsanın bulunduğu bölge gecekondu bölgesi imiş. Arsanın bir köşeside de gecekondu tecavüzlüymüş. Rahmetli Fazıl Onat arsayı beğenmiş ve almaya karar vermişler. Rahmetli Fazıl Onat arsanın üzerine yapılan binayı görmüştü.

 

Fazıl Onat ağabey vefatından kısa bir süre önce, Ankara’daki büroma gelmiş, İskilip için yaptıklarını, oğlunun kendisi ile ilgilendiğini övgü ile anlatmıştı. Mustafa Bilgen den sonra derneğe başkan seçilen Ahmet Bodutcu’nun zamanında, İzmir caddesinde Büyükhanlı apartmanının en üst katında, dernek merkezi için daire kiralandı. Bu zamana kadar dernek toplantısını Mustafa beyin dükkânında, genel kurulu da Kuaförler derneğinde yapıyorduk. Bu devrede, Balgat’ta bulunan arsayı kat karşılığı müteahhide vermek gündeme getirildi. Bunun için genel kuruldan yetki alınacaktı. Bu arada Dr. Abdulkadir Alpaslan ağabey ile tanıştım. Bana dernek yönetiminde faaliyet göstermek istediğini, kendisi ile birlikte dernekte faaliyet gösterip, göstermeyeceğimi sordu. Bende iyi şeyler yapılmasını istediğimi, kendisi ile birlikte olacağımı bildirdim. Tarih 1984­ 1985 arası idi.

 

 Dernekte yapılan genel kurul toplantısında: Derneğin yönetim kuruluna­ 1­ Abdulkadir Alpaslan 2­ Yılmaz Demirel 3­ Mustafa Yolcu 4­ Saim Barutçu 5­ Necdet Demirel seçildi. Denetim kuruluna ise Ahmet Evlice seçildi. Kirası zor ödenen derneğin kullandığı daire tahliye edilerek, eşyaları İskilip devlet hastanesine gönderildi.

 

Toplantılarımızı Abdulkadir ağabeyin, Küçük Esat ta bulunan muayene hanesinde yapıyorduk. 1990 yılında derneği vakfa dönüştürme kararı aldık. Abdulkadir Alpaslan ve Saim Barutçu nun kurucu üye olarak müracaatı ile Vakıf kurma teşebbüsü başladı. İskilip Kültür ve Yardımlaşma Vakfı, 21.01.1991 tarihinde tescil edilerek faaliyete geçti. Vakfın beş nüsha olarak tüzüğünü daktiloda yazıp notere tasdik ettirdik.

 

Kurucu mütevelli heyeti üyeliğinde 1­- Abdulkadir Alpaslan 2­- Saim barutçu 3-­ Mustafa Yolcu 4-­ Yılmaz Demirel 5­- Necdet Demirel 6-­ Yaşar Söyler yer aldı. Derneğin Genel kurul toplantısını yaparak “Balgat ta bulunan arsanın aynı hizmeti yapacak olan Vakfa bağışlanması kararını” aldık. Arsanın tapusunu vakfın üzerine devrettik. Daha sonra İçişleri Bakanlığınca Bakanlıktan izin alınmadan arsayı Vakfa niye devrettiniz diye sorgulandık. Bakanlığa bu konudaki savunmamızı verince Bakanlık bu konuyu kapattı.

 

 Vakıf merkezimiz Abdulkadir ağabeyin muayene hanesi idi. Burada yaptığımız toplantılara, rahmetli Yaşar Söyler ağabey rahatsızlığına rağmen aksatmadan katılırdı. Kadir ağabeyde çayımızı kuru pastamızı eksik etmez, yeri gelir karnımızı doyururdu. Genellikle akşam yaptığımız yönetim kurulu toplantılarının bazen saat 22-­ 23 kadar sürdüğü olurdu.

 

Vakıf olarak arsamızın üzerine bina yaptırma kararını aldık. Bina yaparak gelir temin edecek, gelirimiz ile İskilipli talebelere burs verecektik. Yılda bir kez yaptığımız geceler ile bağışlarla vakfa gelir getirmeye çalışıyorduk.

 

Vakıf yönetiminde bazı arkadaşlarımız “ İnşaat işine girmeyelim, bu işin altından kalkamayız.” Dediler. Kadir ağabey arsanın üzerine bina yapılmasını çok istiyordu. Bu kararından geri adım atmadı. Bina yapılması kararının arkasında durdu. Ahmet Evlice­ “ İnşaata başlayalım. Nasıl olsa ölü ortada kalmaz. Biri gelir kaldırır.” Dedi. Bunlar önemli destekti. Hepimizde bina inşaatını tamamlayabilir miyiz diye kara kara düşünüyorduk.

 

Binanın proje etüdünü rahmetli Ahmet Şiranlı yapmıştı. Projesini de mimar Zeynel Halıcıya çizdirerek inşaat ruhsatını almıştık.

 

Hafriyatını başladığımız ilk gün hafriyatın başında Abdulkadir Alpaslan, Mustafa Yolcu, İnş. Müh. Hemşerimiz Sururi Şahinbaş vardı. Temeli atma safhasında ön cepheden su çıkmaya başladı. Oraya çukur kazarak, çıkan suyu çukura topladık. Kurduğumuz pompa ile suyu çukurdan dışarı attık. Önde bulunan bağ hatıllarını da genişleterek, ilerde binada oturma olmamasını temine çalıştık. Temeli atıp su basman kalıbını kurduğumuzda, temel atma töreni yapma kararı aldık.

 

İskilip ten Belediye başkanı Mustafa Çalık Bey geldi. O gün dua ile kurban keserek tabliyenin bir kolonuna ilk harcı attık. Necdet Demirel in yaptırarak getirdiği tereyağlı mayalı, ayran, meyve suyu gelen misafirlerimize ikram edildi.

 

Hemşerimiz Edip Alpsar’ın kızı rahmetli Necla Alpaslan, babasından kalan Etlikteki daireyi vakfa bağışladı. Bu daireyi satarak parasını inşaata harcadık. Bu paranın inşaata çok büyük katkısı olmuştu. Birçok mücadele ile zor şartlar altında binanın betonarmesi bitirilerek tuğla duvar seviyesine gelindi. Bu devrede Kemal, Muharrem Kuşgöz kardeşlerin çok katkıları oldu. Nefesin kesildiği, para bulunamadığı zamanlarda, Kemal Kuşgöz kendi cebinden ödeme yaptı. Sıkıntı atlatılınca bulunan para Kemal Kuşgöz e verilerek, borç kapatıldı. Rahmetli Hasan Diler de inşaat sırasında birkaç kez parasal katkıda bulundu.

 

Binanın duvarı, sıvası, sıhhi tesisat boru ferşi bitmişti. Hastane işletmesi ile uğraşan bir firma, binamızı kiralayarak hastane yapmayı teklif etti. Tüm bina da değişiklik yaparak, yeniden düzenleyeceği projeye göre hastane yapacaktı. Firma ile anlaşma yapıldı. Anlaşmada belirtilen süreden sonra binadan kira alınmaya başlanıldı.

 

Yüksek öğrenimde okuyan İskilipli çocuklarımıza burs verilmeye başlanıldı. Ayrıca Gazi mahallesinden ikinci arsa alınarak, arsanın üzerine 280.000.­ TL harcanıp 6 dairelik ikinci bina yapıldı. Bu binada Kemal Kuşgöz hemşerimizin yönetimi yönlendirmesi ile İbrahim Karamemiş hemşerimizin inşaatın başında durması, Yılmaz Demirel in idari ve mali işleri halletmesi ile tamamlanıp YAPI KULLANMA İZİN BELGESİ alınmıştır. Bu bina toptan kiraya verildi.

 

Talebeliğinde Devletin verdiği kredi ile okumuş birisi olarak, çocuklarımıza verilen bursun ne anlama geldiğini, nasıl işe yaradığını çok iyi biliyorum. Bu çocuklarımızda yarın bu Vakfa katkıda bulunacak, oluşacak diğer imkânlarla Vakfımız daha çok çocuğumuza, daha çok burs verme imkânına kavuşacaktır.

 

Eleştirmek kolaydır. Bazıları Vakfın yaptıklarını yeterli bulmayarak eleştirebilir. Başka hizmetlerin yapılmasını isteyebilir. Mevcut Vakıf bu hizmetleri yapıyor. 165 çocuğumuza aylık 75­TL karşılıksız burs verilmektedir. 2009 yılında 80.000.­TL tutarı burs verilmiştir. Her yıl dolma gecesi yapıp İskiliplileri bir araya getiriyor. Dileyen hemşerilerimizde geri kalan hizmetleri yapabilirler. Vakfa katkıda bulunup emeği geçen, şu anda ebedi âlemde bulunan burada adını sayamadığımız kadar çok olan hemşerilerimize ALLAHTAN RAHMET DİLİYORUM. Bu işe gönül vermiş, çorbada bir kaşık suyu bulunan hemşerilerimize de SAĞLIK, SIHHAT, AFİYETLER DİLİYORUM.

 

Dr. Abdulkadir Alpaslan beyin vakfın kuruşuna sahip çıkıp, zamanını harcayarak, hiçbir fedakârlıktan kaçınmadan, Başkanlığını yürüttüğü “İSKİLİP KÜLTÜR EĞİTİM VAKFI” Ankara da örnek vakıflardan birisidir. DR. ABDULKADİR ALPASLAN AĞABEYİMİZE emeklerinden dolayı teşekkür ediyor, VAKFA KAZANDIRDIĞI ESERLERDEN DOLAYI TAKDİRLERİMİZİ BÜTÜN İSKİLİP LİLER ADINA SUNUYORUM.

 

Mustafa yolcu

 

Not- Bu yazıyı yedi sene önce yazdım. Aradan geçen süre içinde, bu yazıda ismi geçenlerin çoğu vefat etti. Hepsine Allahtan rahmet diliyor, kalanlara sağlık ve afiyet temenni ediyorum.

 

2.9.2020 Tarihi itibarı ile Abdulkadir Alpaslan abi vefat etti. Kadir abimi anmak, hatıraları yad etmek maksadı ile bu yazıyı tekrar yayınladım.

 

Abdul Kadir abime  alllahtan rahmet diliyor, onun eseri olan vakıf yaşarken, onun adı anılacaktır.

16 Ağustos 2020 Pazar

NATODAKİ VETO HAKKIMIZ

 



 NATO’DAKİ  VETO HAKKIMIZ- BİR YAZI

Televizyon programlarında sıkça duyduğumuz ve gazete köşelerinde nerdeyse her gün okuduğumuz bir hurafe var: ABD, bizim müttefikimizdir, ABD bize saldırmaz, ABD’den Türkiye’ye askerî tehdit gelmez!    

SALDIRDI AMA!

15-16 Temmuz 2016 gecesi Genelkurmayımızın, Jandarma Komutanlığımızın ve Özel Kuvvetler Komutanlığımızın işgali, Emniyet Genel Müdürlüğü’nün ve Meclisin bombalanması, ABD saldırısı değil de neydi?

PKK’nın terör eylemleri nedir, ABD’nin “Kara Gücü”nün saldırıları değil mi?

Doğu Akdeniz’de Noble Dina ve Nemesis tatbikatlarında namlularını Türkiye’ye doğrultan 6. Filo, Patagonya Donanmasının 6. Filosu mu?

Ergenekon-Balyoz tertipleriyle Türk Silahlı Kuvvetleri’nin komutanlarını tek kurşun atmadan esir alan ABD’nin FETÖ Gladyosu değil de kimdi?  

NATO tatbikatlarında düşman kapsamında fotoğrafları asılan Atatürk ve Tayyip Erdoğan acaba hangi ülkenin devlet başkanları?

ABD tarihinin en büyük askerî tatbikatı olan Millenium Challenge2002 tatbikatında 96 saatte işgal edilen ülke Avusturalya’da mı?

İtalya’daki NATO tatbikatında duvara asılan haritada parçalanmış olarak gösterilen ülke, Moğolistan mı, yoksa Zimbabve mi?

10 Mayıs 2020 gününden beri ABD’nin askerî yığınak yaptığı Aynelarap, Meksika sınırında mı?

NİÇİN VETO ETMEDİNİZ

Bir de “NATO’da veto hakkımız var” dedikleri safsata var.    

ABD’nin NATO’Gladyosu var, uçak filoları var, füzeleri var, Basra Körfezi ve Akdeniz donanmaları var, bizim beyefendilerimizin de veto hakkı var!

O veto hakkını 15-16 Temmuz gecesi ABD Gladyosunun tankları paletlerini döndürdüğü zaman, FETÖ Gladyosunun uçakları üslerden havalanınca, Gladyonun kara gücü Genelkurmay nizamiyesinden içeri girince niye kullanmadınız?

Veto hakkınızı, İncirlik’in Ankara’yı ele geçirmek için bir darbe üssü olarak kullanıldığı gün niçin hatırlamadınız?

Veto hakkınızı PKK’nın mayın döşemesini önlemek, pusu kurmasını engellemek için kullansanıza!

Veto hakkınızı kullanıp Ergenekon-Balyoz operasyonunu durdursaydınız, hayırlı bir iş yapmış olmaz mıydınız?

12 Mart ve 12 Eylül darbelerini durdurmak, Kahramanmaraş katliamını önlemek, 1 Mayıs 1977 Taksim katliamını engellemek için kırmızı kartınızı niçin çıkartmadınız?

Veto etseniz ne yazar!

TÜRK MİLLETİNİ KANDIRMA HAKKI

Hangi veto hakkından söz ediyorsunuz, bu milletle alay mı ediyorsunuz?

Bulgaristan, Romanya vb NATO’ya alınırken veto hakkınız varmış!

Aman ne müthiş bir kudret, ne muazzam bir yetki!

Ne var ki, o “veto hakkı” ancak ABD’nin oluruyla kullanılıyor. Fiilî durum bu!

Sizin “veto hakkı” dediğiniz, kağıt üzerinde, hayatta bir geçerliliği yok!

Türkiye’yi hedef alan eylemlerde veto hakkınızın esamesi okunmuyor!

Sizin “veto hakkı” dediğiniz, Türk milletini kandırma hakkı!

NATO: ABD’NİN NATO ÜLKELERİNİ DENETLEME ÖRGÜTÜ

NATO, bir müdafaa örgütü değildir.

NATO tarihinde, NATO’nun ABD dışındaki NATO ülkelerini savunmak için herhangi bir icraatta bulunduğu görülmemiştir.

NATO, ABD’nin elinde bir saldırı, darbe, komplo, tehdit ve operasyon örgütüdür.

NATO, Fransa Devlet Başkanı General De Gaulle’ün 1960’larda çok güzel açıkladığı gibi, ABD’nin NATO ülkelerini denetleme örgütüdür.

NATO, İtalyan Cumhurbaşkanı Cossiga’nın Nur Batur’a anlattığı gibi, Stay Behind Nets (SBN) denen gizili örgütlenme aracılığıyla bağlı ülkelerin cumhurbaşkanlarını dahi örgütler ve ülkesinin başına ABD bekçisi olarak oturtur (Sabah, 17 Şubat-21 Şubat 2009).

Yakın tarihimiz de NATO’nun Türkiye’ye karşı bir operasyon örgütü olduğunu defalarca kanıtlamıştır. Özetlersek: NATO, bağlı ülkelerin boynuna vurulan bir ABD boyunduruğudur.

TÜRKİYE NATO’DAN AFOROZ EDİLDİ

Kafamızı kumdan çıkartalım: Türkiye NATO’dan aforoz edildi.

Türkiye, NATO’nun şemsiyesi altında değil, NATO’nun operasyon yaptığı ülkeler listesinde.

NATO, bağrımıza PKK ve FETÖ hançerlerini dayamış, siz NATO’dan müdafaa bekliyorsunuz.

Türkiye’de darbe tehdidinden söz ediliyor, CIA’nın Rand Corporation raporlarındaki planlar tartışılıyor, bir yandan da NATO’ya bağlılık yeminleri yapanlar var.

Türkiye, NATO operasyonlarıyla şehit olanlar için anıtlar dikerek, Şehitler Köprüsü adları vererek, 15-16 Temmuz yıldönümleri anmalarıyla savunulamaz. 15-16 Temmuz darbesine karşı kalıcı ve güvenli uygulama, ABD Gladyosuna ve NATO’ya tavırla mümkündür.

15-16 Temmuz adını yaşatmak mı istiyoruz, İncirlik üssünü Türk Silahlı Kuvvetleri’nin denetimine alırız ve oradaki ABD ve NATO personelini ülkelerine uğurlarız, işte ülke böyle savunulur.

Türkiye’de darbeye karşı durabilmek için öncelikli tavır, NATO denetiminden çıkmaktır!

Artık hiçbir NATO hayranı Türk milletini aldatamayacaktır!


1 Ağustos 2020 Cumartesi

ARİFE GÜNÜ

ARİFE GÜNÜ 

İskilip’ten uzakta bir arife gününü daha yaşıyorum. Çocukluğumdan bu tarafa Arife günü deyince aklıma gelenler; Sabah erkenden kalkıp, sabah namazından sonra mezarlığı ziyaret ederdik. 

Ziyaret sırasında mezarlıkta kimse konuşmaz, huşu içinde ziyaret yapılırdı. İskilip’ e dışarıdan gelenler ile ilk mezarlıkta karşılaşılır, uzaktan selam verilirdi. Mezarlıktan çıkınca, fakirlerin açtığı sergiye sadaka bırakılırdı. 

Arife Gününün rutin işleri ise, bayram alışverişini tamamlamak, bayrama hazırlanmaktı. Evlerde ise hummalı çalışma olur, baklavaların şerbetlenme si, misafirlere verilecek ikramların hazırlanması, evin temizliği tekrar gözden geçirilirdi. 

Bayram günü yapılacak pilav için, evde yoksa pirinç alınır. Tavuğu olanlar tavuk keser, tüyleri yolunarak tencereye konulurdu. Tavuk pişerken çıkan nefis kokusu, dışarıdan bile hissedilirdi. Tavuklar şimdiki gibi saman gibi, tatsız tuzsuz olmazdı. 

Leblebicilere gidilerek, iri taneli leblebi alınırdı. Çocukluğumuzda bayramlık elbiselerimiz günler öncesinden alınır, bayramda giyilecek olan bu elbiseleri evde koyacak yer bulamazdık. Arife günü akşamı yeni alınan ayakkabıyı yatağın baş ucuna koyar, sabah olunca ayakkabıyı sevinçle giyerdik. 

Bu sene iki bayramdır İskilip'e gidemedim. Arife günü mezarlık ziyaretini yapamadım. Dostlarımı göremedim. Böyle eskileri anarak, kendimizi avutur olduk. İskilip'te olanlar baklavayı, kıymalı’ yı, tepsi etini benim yerime de yesinler. Dost ziyaretine, benim yerime de gitsinler. 

HERKESE AĞIZ TATLILIĞI İLE ,HAYIRLI BAYRAMLAR DİLİYORUM

 

Mustafa Yolcu- 30.07.2020

 


12 Temmuz 2020 Pazar

AYASOFYA







                         







AYASOFYA

                                          FATİH AYASOFYA’YI
     CAMİ YAPTI, NAMAZ KILDI
YIKTI KÖHNEMİŞ ÇAĞI
BİZE MİRAS BIRAKTI
X       X     X
AYASOFYAM MİNARENDEN
EZAN SESİ SUSMASIN HİÇ
İNANANLAR NAMAZ KILSIN
    BOYNUN BÜKÜK OLMASIN HİÇ
X      X      X
                                        AYASOFYA İBADETE
ELBET BİRGÜN AÇILACAK
MİSKİ AMBER KOKULARI
HER TARAFA SAÇILACAK
X       X      X
                                          YADİGAR AYASOFYA
AÇILACAK NASIL OLSA
BU MİLLETİN İSTEĞİNE
     YÖNETENLER AH BİR UYSA

MUSTAFA YOLCU- 3.3.1994

16 Nisan 2020 Perşembe

AYAKKABICI HASAN




AYAKKABICI HASAN

Hasan’ı memlekette tanıdığımda, simit satıyordu. 13-14 yaşlarındaydı. İskilip’in feşel göbellerinden birisi idi. O zamanlar ’da sempatik ve gülen bir yüzü vardı. Bir süre İskilip’ te lokanta’ da garsonluk yaptı. Daha sonra çalışmak için Ankara’ ya gitti. Bundan sonraki hayatını, kendi ağzından dinleyelim.

Ankara’ da Hacı Bayram Camisinin yakının’ da bulunan lokantanın, garson aradığını öğrendim. Bu lokantaya çalışmak için başvurdum. Aynı gün başka birisi de çalışmak için başvuru yapmış, orada bekliyormuş. Bize bir masa gösterdiler, burada bekleyin ikinizle de görüşeceğiz dediler. Diğer arkadaş ile biraz sohbet ettim. Ona Ankara’ ya yeni geldiğimi, ilk kez iş başvurusu yapacağımı söyledim.  Oda Ankara’ya çok önce geldiğini, başka yerde de işe girebileceğini söyleyerek bırakıp gitti.

Lokantanın patronu yanıma gelerek, daha önce bu işte çalışıp çalışmadığımı sordu. Bende memleketimde çalıştım dedim. Bana çalışırsam düşük bir ücret teklif etti. Bana teklif ettiği ücreti İskilip’te de alıyordum. İşe başlamak zorunda olduğumdan, teklifi kabul ettim. Patron “iki gün sonra işe başla” dedi. Bende ceketimi çıkarır, hemen işe başlarım dedim ve işe başladım.

Çalışırken müşterilere özel ilgi gösterip, bilhassa isimleri ile hitap etmeye çalıştım.  Evim Keçiören’ de idi. Keçiören’e çalışan dolmuş şoförlerine, ilgi gösterdim. Onlarda beni tanıdılar, dolmuşlarına binince benden ücret almıyorlardı. Dolmuşa para versem param yetmiyor, bazen işe yürüyerek gelmek zorunda kalıyordum. Bu sayede yol parasını azalttım.

Ayağımdaki ayakkabının altı delindi. Yeni ayakkabı alamıyordum. İtfaiye meydanına gidip, kullanılmış ayakkabı aldım. Aldığım ayakkabı boyalı idi. Sağlam diye aldığım ayakkabı, kısa süre içinde dağıldı. Ne yapacağım diye düşünürken, ölen birisinin ayakkabısını, ölenin hayrına birine vereceklermiş. Bana “ayakkabıyı sen alırmısın?” dediler. Bende evet alırım dedim. Ayakkabı kaliteli ve marka idi. Ayakkabıyı bulunca çok sevindim. Bu ayakkabıyı uzun süre giyindim. Sahibi olduğum bu ayakkabıyı, hiç unutmadım.

Bu lokanta’ da sekiz ay çalıştıktan sonra, Bent deresine inerken yolun üzerinde bulunan pideci dükkânında çalışmak üzere anlaştım. Onlara bir hafta sonra işe başlarım dedim. Mevcut çalıştığım lokantaya gidip, bir hafta sonra işten ayrılacağımı bildirdim. Onlarda bu sürede, lokantaya yeni eleman aldılar.

Pideci dükkanında üç garson çalışıyorduk. Patrona dedim ki” Burada iki garson çalışalım. Ben dükkânı iki garsonla idare ederim. Diğer garsonun parasını bize verin.” Dedim.
Patron teklifimi kabul etti. Akşam olunca ayaklarımın altı ateş gibi yanardı. Eve gidince, ayaklarımı soğuk suya sokar dinlenirdim.  Lokanta’ da her gün üç tepsi kadayıf yapılırdı. Bunun iki tepsisini ben satardım. Diğer arkadaş bir tepsi kadayıfı ancak satardı.

Akşam olup işim bitince, kasa ile aldığım mandalinayı, tane ile Ulus halinin yakınında satmaya çalıştım. Dükkânda bir günde kazandığım parayı, iki saatte mandalina satarak kazanıyordum. Zabıta baskın yapıp, mandalinama el koydu. Çok üzülmüştüm. Şimdi ne yapacağım dedim. Bana müdüriyetlerinin olduğu yeri tarif ettiler ve cezasını öde mandalinanı al dediler. Söyledikleri yere gittim. Bana yirmi lira ceza çıkardılar. Benim kasada kalan mandalinam ancak beş lira ederdi. Malımı orda bırakıp gittim.  Mandalina satışına, pideci dükkanımızın önünde devam ettim.  Zabıtalar orada satışa karışmadılar. Patronumuzu tanıyorlardı.

İskilip’ten ayakkabı getirip, çevremde satmaya başladım. Pideci dükkanımıza gelenlerden, bir sürü insan tanımıştım. Ayakkabıları ucuz satıyordum. Bu benim ayakkabı işini tanımama, deriyi anlamama neden oldu. Keçiören’ de bulunan evimin yakınında dükkân kiraladım. Burayı depo olarak kullanıyordum. Ayakkabı ustasını yanıma ortak aldım. Ayakkabı tamiri için makine ve gerekli malzemeleri temin ettim. Ayakkabı tamirini iyi yapıyor, müşterilere güler yüzle davranıyorduk. Artık ayakkabıcılık mesleğim olmuştu.

Tamamen kendi işimde çalışıyor, ayakkabı pazarlaması ile, ayakkabı tamir işini birlikte yürütüyordum. Kendime ait dükkanım, evim, arabam olmuştu. Ticarette alacaklı oldum ama, borç yapmamaya çalıştım. Deriyi malzemeyi alıyor, ayakkabıcılara veriyor, kendime ayakkabı yaptırıyordum. Alışverişimde peşin çalıştığımdan, uygun fiyata malı olanlar beni buluyorlardı. Bana güvenen birkaç müteahhit, yeni inşaata başladıklarında bana gelip, taksitle bana daire satıyorlardı. Bir dairemi kira almadan, talebelerin kalması için tahsis ettim. Birkaç esnafla birlikte, öğrencilerin ihtiyaçlarını’ da karşılamaya çalıştık.

Çalıştım dürüst oldum, Allah’ta bana her şeyi fazlası ile verdi. Kimsenin malında gözüm olmadı, kimseyi kıskanmadım. Şükrümü eksik etmedim. Kiracılarım salgın hastalık devresinde, kiralarını ödemekte zorlandılar. Kiracılarıma” Bana kira ödemek derdine düşmeyin. Bu sıkıntıyı atlatalım, siz sağlıklı olun. Kiranızı sonra ’da ödersiniz.” Dedim. Bana teşekkür ettiler.

Ayakkabıcı Hasan’ın anlattıklarını size aktarıyor, örnek hayatını sizinle paylaşıyorum.

Mustafa Yolcu- 16.04.2020