TARİHİN
ŞEREF LEVHALARI- 16
“Galiçya Cephesi:
1914 yılında savaş başlayınca Ruslar Galiçya'yı
işgal ettiler. 1915 yılında Almanlarca takviye edilen müttefik güçler,
Rusları mağlup ederek tekrar Galiçya'yı ele geçirdiler.
1917 yılı Temmuzunda Ruslar Galiçya'da tekrar taarruza geçtiler. Başlangıçta hızla ilerleyen Rus birlikleri, on gün sonra duraklayarak geri çekildiler. I. Dünya Savaşı'nda Macaristan'ın kuzeydoğusuna düşen Galiçya (Lehistan) bölgesinde bir Osmanlı Kolordusu Alman, Macar ve Avusturya kuvvetleriyle birlikte RUSLARA karşı savaştı.” |
GÖZCÜ ALİ
“Ölüm
en çok 57. Alay´a yakışırdı sanki. O alay ki düşmana savaş meydanını dar etmiş,
nasıl dövüştüğümüzü gören düşman çareyi kaçmakta bulmuştu. Çünkü 57. Alay,
muharebe meydanında var olmak için ölüme meydan okumuştu. Ölmekle hayat
bulacağını çok iyi anlayan kahraman alayımız, bu sebepten Arıburnu
Çıkarması´nın ilk iki gününde üçte ikilik mevcudunu yitirmişti. Çok iyi
hatırlarım; bölüklere kumanda edecek subay bulunamayınca, tabur imamlarına kumandanlık
görevi verilmişti.” Onlar Çanakkale Cephesinden sonra yine ateşe atılmak için
sekiz haftalık bir yolculuğun ardından Galiçya ya gittiler. Vatanlarından
uzakta, savaşmaya mecburdular. Görevlerini hakkıyla yerine getirdiler. Bu görev
esnasında Türk ordusu tam 12 bin şehit verdi. Bunlardan 95´i subay, 7 bini er
idi. Diğerleri ise “kayıp” diye tarihe geçtiler. Süleyman Nazif´in dediği gibi,
“Çanakkale bundan sonra bir isim değil, bir tarih olacaktır. Galiçya da onun
zeyli.
Galiçya
da 17 Eylül taarruzunda, sahra bataryalarımızdan birisi, ilerdeki sık ormanlık
alana bir gözcü göndermişti. Gözcü Ali onbaşı yüksek bir ağaç seçti. Üzerine
çıktı. Bu yüksek mevkiden düşman siperlerini ve taarruz edecekleri sahayı, bir
kartal gibi gözetliyor ve neticesini telefonla batarya komutanına bildiriyordu.
Öğleye
doğru düşman piyadesi saldırıya kalktı. Bunun üzerine birliklerimiz düşman
saldırısını boşa çıkarmak için ileri araziyi terk etmiş ve geri çekilmişlerdi.
Çekildikleri siperlerde, Ali onbaşının bir hayli gerisinde idi. Piyadelerle pek
fazla temas etmeyen Ali onbaşı, işte burada yanılmıştı. O; bizim piyadeleri
daha ilerdeki siperlerde zannediyordu.
Bir
aralık ormandan sesler gelmeye başladı. Ali onbaşı bunu evvela bizim
birliklerden biri zannetti. Kulak verdi, konuşulanlar Türkçe ye benzemiyordu. Belki
Avusturyalı ve Almandır diye biraz daha bekledi. Bir de ne görsün, bir sürü
düşman askeri, bulunduğu ağacın biraz ilerisinden ilerleyip gitmiyor mu?
Önce
içine hafif bir ürperme, korku düştü. Bu binlerce düşmanın içerisinde tek
başına ne yapacağını, “ Şimdi telefon telini bulurlar da, benim ağacın altına
gelirlerse ne yaparım.” Diye düşündü. Biraz durakladı. Sık ve minare boyu
ağaçlar arasında ne kimsenin kendisini fark etmek ve nede ince telefon
kablosunun görülmek ihtimalinin bulunmadığını kanaat getirdikten sonra, her
topçu gözcüsünün görmesi mümkün olmayan, öndeki manzarayı ve bundan istifadeyi
düşündü. Telefonu eline aldı, yavaşçacık düğmesine bastı, arı sesini andıran
vızıltı işitildi. Demek ki bataryası ile halen irtibatı vardı. Gayet yavaş
sesle konuşmaya başladı.
-
Alo…
Komutanım…
-
Ne
var Ali onbaşı?
-
Ben
düşman içinde kaldım komutanım.
-
Nasıl
düşman içinde?
-
Yani
Rusların arkasında… Yanımdan hinci bölük bölük geçiyorlar.
-
Sen
neredesin Ali onbaşı?
-
Şu
koca dereden Tabur karargâhına inerken sol tarafta hani kırmızı topraklı bir
kıvrım yok mu? Oradan yukarı çıkınca en yüksek ağaçlar vaya, işte onların üzerindeyim.
-
Hay
Allah iyiliğini versin be çocuk… Sen ne arıyorsun oralarda? Bizim askerlerin
oradan çekildiğini bilmiyor musun?
-
Bilmiyordum
komutanım…
-
O
halde orada bekle… Ben, o civara ateşe başlayacağım, diğer bataryalara da haber
vereceğim. Sen oradan ateşimizi idare eder ve bize bilgi verirsin.
-
Başüstüne
komutanım. Yalnız, benim ağacı gözetleyin…
Kapalı
ormanda görülmediklerini sanarak, rahat rahat ilerleyen Rus askerleri, ansızın
bir top mermisinin civarlarına düşmesini hayretle gördüler ve bunu tesadüfen
düştü sandılar. Fakat mermiler gittikçe yaklaşıyordu. Çünkü ağaç üstündeki Ali
onbaşı durmadan:
Yüz
metre daha uzat. Elli metre daha kısalt…
Diye
yavaş sesle söylenip duruyordu. Beşinci ve altıncı mermi tamamıyla düşman
yürüyüş kolunun içerisine düştü. Ali onbaşı artık kendisini tutamayarak
bağırdı:
-
Tam
isabet… Grup ateşine geçin…
Ali
onbaşının bataryası grup ateşine başladı, dört top durmadan ateş saçıyordu.
Batarya komutanı, gözcünün düşman gerisinde bulunduğunu ve ateşi oradan idare
ettiğini, diğer bataryalara da haber vermişti.
Hedef
göremedikleri için düşmanın ileri siperlerimize çatmasını bekleyerek susan
Türk, Avusturya, Alman bataryaları da ateşlerini bu sahaya çevirmişler.
Ali
onbaşı şimdi bu müthiş ateşin düşman hücum kollarını ormanda nasıl çil yavrusu
gibi dağıttığını görmekle, neşeden kabına sığmıyor, bir taraftan da durmadan komutanına
bağırıyordu:
-
Aman
komutanım altımdaki ağaç zıngıldıyı… Bahtına düştüm gayrı.
Bu
sırada birden Ali onbaşının sesi kesildi. Devamlı telefonun ziline bastığı
halde, artık ondan cevap alınamadı.
O
gün akşam yaklaştığı için, bizim karşı saldırımızda ertesi güne kaldı. Ertesi
sabah başlayan karşı saldırımız, düşmanı önüne katarak ilerideki yüksek
ağaçlıklı ormanı silip süpürdüğü zaman, birliklerimiz yukardan bir ses
işittiler:
-
Sen
kimsin hemşeri? Yanılıp ta, benim yanıma geldikleri için daha şuracıkta zıbarıp kalmış o düşmanların canına ot
dıhıyan topçu gözcüsü Ali onbaşıyım…
myolcu@ttmail.com