ÖLEN DAVALAR VE DEVRİMLER
Ülkemizde sağcılar kendilerine “Dava İnsanı”,
solcular “Devrimci”, derler.
Bosna Dağları’nın kartalı, Bilge ve
örnek insan Aliya İzzet Begoviç bu kavramların analizini şöyle yapmaktadır:
“Davalar (Devrim, İnkılâp, Ülkü, İdeal)
acılar içinde doğar, refah içinde ölür.”
Davalar ve devrimler, hayat buldukları
andan itibaren kendi ölümlerini hazırlarlar. Çıkarcılık, yalan ve ihanet,
davaların ve devrimlerin sonlarını hazırlar, yok olur giderler.
Bu tespitler o kadar doğrudur ki, dünyanın hangi büyük davasına ve devrimine bakarsanız bakın, aynı sonuç görülür. Çünkü yalan ve ihanet, yılanın kendisini sokup öldürdüğü gibi bir davayı ve devrimi de içten içe çürütür, boğar ve öldürür.
Yalan söyleme, ihanet etme ve amaçlarını
inkâr hastalığı davayı ve devrimi ayrık otu gibi sardığında, kişi kendi eliyle
kendi cenazesini musalla taşına yatırır ve kendi mezarını kendisi kazmış olur.
Kısaca davaları ve devrimleri; refah,
konfor, yalan söyleme, ihanet ve amaçlarını inkâr etme hastalığı öldürür.
Sonunda da dava ve devrimler kendi evlatlarını yemeye başlar. Kurtulanlar da
eski hayat ve alışkanlıklarına geri dönerler.
Dava ve devrimler yok oluş safhasında, çıkar
ve menfaat kapısına döner. Herkes eline geçirdiğini yağmalar. İyi bir yere
gelmek, köşe kapmak, ihale götürmek, kat, yat, araba markası, daha rahat yaşamak,
hayatın nimetlerinden alabildiğine yararlanmak esas mesele haline gelir. Dünyanın
nimetlerinden pay almak amacına kapılanların sayısı çoğalmaya başlar.
Amaç ve stratejik derinlik kaybolunca,
davalar ve devrimler sohbet toplantılarının mezesi olur. Pastalı-çaylı ikram
yarışına döner. “Şekerim, haberin var mı kocam müdür oldu.” sözleri arasında
DAVA VE DEMRİMCİLER boğulur kalırlar.
Bu durumu sorgulamaya başlar: “Uğruna
ter döktüğüm, gençliğimi harcadığım dava bu mudur?” ikilemini yaşamaya başladığınızda;
bir de bakarsınız ki çıkar için, dünya menfaatleri için yok oluş kervanına bir
çokları katılıp gitmişler.
Davaların ve devrimlerin etrafı çıkar
grupları tarafından perdelenince, bu işin cefasını çekenler neler olup bittiğini
anlakta güçlük çekerler. Çünkü artık dava ve devrim, kariyer ve konfor olmuştur.
Statüko, kendi yarattığı asude gölgeliği altında rahatını sürdürürken, kendi
konforunu bozacak en küçük bir sese bile tahammül etmez.
Gerçeklerin bilinmesi, keyfi yerinde
olanların rahatını kaçıracağından, en ufak eleştiriye izin vermezler. Bir zaman
sonra da davayı ve devrimi eleştiren herkes düşman ve hain olur.
Giderek kardeşlik düşmanlığa, özgürlük
özgürlükleri bastırmaya, adalet adaletsizliğe dönüşür. Önceki söylenenler,
söylenmemiş gibi inkâr edilir. Sonunda dava ve devrim, sadece sembole dönüşür.
Aslında ölen davalar ve devrimler değildir. Ölen insanların vicdanları ve ruhlarıdır.
Ölen, insanların idealleridir. Ölen,
ruhun ve vicdanın derinliklerinde yatan özdür. Yani İMANDIR…
Allah’ın kullarında görmek istediği mal,
mülk, servet değil; insandaki ruh, vicdan, imanıdır. Bu değerleri kaybetmek ise
ölmektir.
Bir dava ve devrim öldüğünde, yeryüzünde
yapılan haksızlıkların, toprağa gömülen kız çocukların, insanların niçin aç bırakıldığının,
mazlumların niçin özgürlükten mahrum edildiğinin, ülkeler işgal edilerek bağımsızlıklarının
niçin ellerinden alındığının, Dicle kenarında kaybolan koyunların çapulculardan
hesabı sorulmazsa; kıyamet o zaman kopar.
Çünkü davalar ve devrimler, bu hesapları
sormak için vardır.
Mustafa Yolcu
myolcu@ttmail.com