8 Nisan 2013 Pazartesi

BÜLBÜL HASAN




1956 YILI BİR KASABANIN NOTLARI- 5 
 

BÜLBÜL HASAN 

Kış ortasıydı. Öğle yemeğine eve gidiyordum. Yolumun üstünde kulağıma bülbül sesi geldi. Öylesine yanık, öylesine içli şakıyordu ki, şaştım. Gözlerim etrafta bir kafes aradı. Sonra sesin geldiği yönü buldum. Yerli, birkaç kişinin çevrelediği topluluktan geliyordu ses. Ama içlerinde ne kafes, ne bülbül vardı. 

Daha sonra bunu Mahmut paşada düdük satan satıcılardan birinin mucipliği sandım. Gerçekten halka içinde temiz giyinmiş biri vardı. Sesi veren oydu. Ama ağzında düdük yoktu. Üstü başı temiz, kravatlı, düzgün giyimli, tıraşlı, çevresindekilerden çok farklıydı. Kumral saçlarını yandan ayırmış, sağdan sola taramış, genç, yakışıklı delikanlının arada sırada yüzünde beliren tikleri olmasa, eski kalem efendisi sanılırdı.  

Bülbül taklidi ötüşü bitince kendisini “ yaşşşa” diye alkışladılar. Ötenin ağzından düdük veya herhangi bir şey çıkarmasını bekledim. Yolumdan kalmış, merakla işin sonucunu gözledim. Delikanlı sağ elini dizine vurdu. Sonra işaret parmağını ısırarak boşluğa baktı.  

Beni görenler, bir solukta Bülbül Hasan’ın hikâyesini orada ayaküstü anlatıverdiler. Sonraları Hasanı her gördüğümde bu hikâyeyi tekrar tekrar dinledim. Aslında Hasanı görüpte hikâyesini birdenbire anlatmayan kimseyi bulamazsınız kasaba da. Önce Hasan bülbül gibi öter. Sonra çevresindekiler, onun hayatını dilden dile anlatıverirler. İhtimal aşıkların manileri de böyle tekrarlana tekrarlana günümüze kalmıştır.  

Bülbül Hasan yakın zamana kadar, kasaba köylerinden birinin çocuğu imiş. Sığır güden garip kişiymiş. İr gün yine kırlarda hayvanlarının peşinde dolaşır, çilesini doldururken bir bülbül sesi duymuş! Allahtan bülbül gibi ötmesi için dua etmiş. Allah ta ona vermiş. 

Bülbül Hasan, yanında kendi hayatını kim bilir kaç yüzüncü tekrarını boşluğa bakarak dinler sonra yine söz kesiminde gözlerini boşluktan ayırmadan:

-      Ya der, Allah verir. Allah büyüktür, verir. 

Hasan gerçekten hiç zorlanmadan bülbül gibi ötmektedir. Onun dilini ağzında kıvırması ile şakıması bir olur. Ötüşünü gerçekten bülbül sesinden kolay kolay ayıramazsınız.  Uzun uzun öter. Ötüşü sırasında yüzünde derin bir melankoli sezilir. Gözleri buğulanır. Nereye baktığını, neyi görüp görmediğini sezemezsiniz. Dudaklarında belli belirsiz bir gülümseme birikir. O öterken çevresindekiler de hiç kımıldamadan bu sesi içerek dinlerler. Ötüş bitince Hasan, hikayesinin anlatılmasını bekler! 

Birinci ötüş sonunda çoğu zaman hikaye anlatılır. Sonra, Hasan:

-      Ya der, Allah verir, Allah büyüktür, verir.

İkinci ötüşün sonunda Hasan sorgu yağmuruna tutulur. Ona:

-      Lan hasanderler, Allah bize niye vermiyo ya?

Hasan yine tekrarlar:

-      Allah verir. Allah büyüktür. Verir, bana verdi, der.

İşaret parmağını ısırarak, hafifçe başını öne eğerek birden dikilir Hasan. Bakışları uzaklardan kendisini arayan birisini arar. Ben Hasanı kasabada kaç defa gördümse, hep böyle oldu. 

Hasanın kasabada kaldığı günler sayılıdır. Bir bakarsınız ortalıkta görünmez. Sonra değişik bir elbise, değişik bir kravat, yeni bir kıyafetle ortaya çıkar. Her gelişinde çevresindekilere gösterecek, yeni bir şeyi bulunur Bir altın yüzük, gümüş hacı yüzüğü, kehribar tesbih, allı morlu kravat, bazen ördekbaşı yeşil bir pardösü, montgomeri. 

Hâsılı Hasan, kasabadan daha şehirlidir. Onu tıraşsız hiç görmedim. Ayakkabıları daima boyalıdır. Beyaz gömleğinin yakası az kirli de olsa ütülüdür. Kravatı, bir şehirlinin titizliliği ile sıkı ve biçimli bağlanmıştır. Ceketinin mendil cebinden ipekli mendil sarkar. Her ahbabına hacı yağı ikram eder. Saat cebinden çıkardığı küçük şişesinden bir damlayı alnınıza zorla sürer. “ Allah verir, der. Allah büyüktür, verir.”

-      Lan Hasan derler, sen bu parayı nerden buluyon? Yerini bize de göster.

Hasan kasabadakilerin pek seyrek çayını içer. Yalnız bülbül gibi öter. Sonra boyunbağını düzelterek yanlarından kalkar. Halkadan ayrılmasıyla ikinci hikâyesi anlatılmaya başlanır.

Bülbül Hasan bu derler. Geçenlerde Ankara’da Daşhan da bi bülbül gibi ötmüş. Tevatür ötmüş emme. Otobüsler kamyonlar durmuşla. Yolcular, polislerde durup dinlemişle. Sona Hasana :- Lan bidaha öt demişle. Hasan bi daha ötmüş. Sonracıma şapkasını çıkarınca, paralar su gibi akmış. Hasan köşede bi saymış, 25 kayme. Hasan’da para çoook.    

-      Geçenlerde Samsuna neyi bi uzandıydı. Banana bi altun yüzük taktı’da geldi.

-      - Bannandaki Hacı yüzü essahtır. Geçen yıl …. Kadın hacca gidemeyince, Hasanı yerine gönderdi Hasan hacıdır haaa..

-      Tevekkel oğlan, essahtan tevekkeldir. “ Allah verir diyi. Allah ta veriyi.

-      Bi de oğlana deli neyi diyola. Neresi deli lan, bizden ahıllı.

-      Şunun şurasın da bey gibi geciniyi. Oğlanın yün döşeği, yün yorganı va. Bi de garyola uydurmuş. 

Bir Pazar günü arkadaşlarla kulüpte oturmuş konuşuyorduk. Uzaktan Hasanın geçtiğini gören bir arkadaş koştu, tutup getirdi. Hasan sanırım kulübe ilk defa giriyordu. Böylece memurlar arasında da ayrı bir önem kazanışından sevinmişe benziyordu. Bütün ısrarlara rağmen ötmedi. Çayını içti. Sorulanlara kısa kısa cevaplar verdi. “ Allah verir” sözünü sık sık tekrarladı. Onun şık, temiz hali, kendisini aramıza getiren arkadaşın nedense gücüne gitmişti. Bir aralık Hasana:

-      Biz boşuna okumuşuk ağanın, senin bülbülün kadar da etmiyok, diyecek oldu.

Hasan kendi diliyle konuşan bu arkadaşı işaret parmağını ısırarak süzdü sonra:

-      Sen okumuş değilsin! Dedi.

-      Nerden anladın ağanın ? dedi öteki.

Hasan birden ciddileşti. Sonra arkadaşın kıyafetini işaret ederek:

-      Okumuşun pantolon, gomlee böyle olmaz. Bi kravatın bile yok. Tıraş bile olmamışsın dedi, yürüdü gitti.