BÜLBÜL HASAN
Kış
ortasıydı. Öğle yemeğine eve gidiyordum. Yolumun üstünde kulağıma bülbül sesi
geldi. Öylesine yanık, öylesine içli şakıyordu ki, şaştım. Gözlerim etrafta bir
kafes aradı. Sonra sesin geldiği yönü buldum. Yerli, birkaç kişinin çevrelediği
topluluktan geliyordu ses. Ama içlerinde ne kafes, ne bülbül vardı.
Daha
sonra bunu Mahmut paşada düdük satan satıcılardan birinin mucipliği sandım. Gerçekten
halka içinde temiz giyinmiş biri vardı. Sesi veren oydu. Ama ağzında düdük
yoktu. Üstü başı temiz, kravatlı, düzgün giyimli, tıraşlı, çevresindekilerden
çok farklıydı. Kumral saçlarını yandan ayırmış, sağdan sola taramış, genç,
yakışıklı delikanlının arada sırada yüzünde beliren tikleri olmasa, eski kalem
efendisi sanılırdı.
Bülbül
taklidi ötüşü bitince kendisini “ yaşşşa” diye alkışladılar. Ötenin ağzından
düdük veya herhangi bir şey çıkarmasını bekledim. Yolumdan kalmış, merakla işin
sonucunu gözledim. Delikanlı sağ elini dizine vurdu. Sonra işaret parmağını
ısırarak boşluğa baktı.
Beni
görenler, bir solukta Bülbül Hasan’ın hikâyesini orada ayaküstü anlatıverdiler.
Sonraları Hasanı her gördüğümde bu hikâyeyi tekrar tekrar dinledim. Aslında Hasanı
görüpte hikâyesini birdenbire anlatmayan kimseyi bulamazsınız kasaba da. Önce
Hasan bülbül gibi öter. Sonra çevresindekiler, onun hayatını dilden dile
anlatıverirler. İhtimal aşıkların manileri de böyle tekrarlana tekrarlana
günümüze kalmıştır.
Bülbül
Hasan yakın zamana kadar, kasaba köylerinden birinin çocuğu imiş. Sığır güden
garip kişiymiş. İr gün yine kırlarda hayvanlarının peşinde dolaşır, çilesini
doldururken bir bülbül sesi duymuş! Allahtan bülbül gibi ötmesi için dua etmiş.
Allah ta ona vermiş.
Bülbül
Hasan, yanında kendi hayatını kim bilir kaç yüzüncü tekrarını boşluğa bakarak
dinler sonra yine söz kesiminde gözlerini boşluktan ayırmadan:
-
Ya
der, Allah verir. Allah büyüktür, verir.
Hasan
gerçekten hiç zorlanmadan bülbül gibi ötmektedir. Onun dilini ağzında kıvırması
ile şakıması bir olur. Ötüşünü gerçekten bülbül sesinden kolay kolay
ayıramazsınız. Uzun uzun öter. Ötüşü
sırasında yüzünde derin bir melankoli sezilir. Gözleri buğulanır. Nereye
baktığını, neyi görüp görmediğini sezemezsiniz. Dudaklarında belli belirsiz bir
gülümseme birikir. O öterken çevresindekiler de hiç kımıldamadan bu sesi içerek
dinlerler. Ötüş bitince Hasan, hikayesinin anlatılmasını bekler!
Birinci
ötüş sonunda çoğu zaman hikaye anlatılır. Sonra, Hasan:
-
Ya
der, Allah verir, Allah büyüktür, verir.
İkinci
ötüşün sonunda Hasan sorgu yağmuruna tutulur. Ona:
-
Lan
hasanderler, Allah bize niye vermiyo ya?
Hasan
yine tekrarlar:
-
Allah
verir. Allah büyüktür. Verir, bana verdi, der.
İşaret
parmağını ısırarak, hafifçe başını öne eğerek birden dikilir Hasan. Bakışları
uzaklardan kendisini arayan birisini arar. Ben Hasanı kasabada kaç defa
gördümse, hep böyle oldu.
Hasanın
kasabada kaldığı günler sayılıdır. Bir bakarsınız ortalıkta görünmez. Sonra
değişik bir elbise, değişik bir kravat, yeni bir kıyafetle ortaya çıkar. Her
gelişinde çevresindekilere gösterecek, yeni bir şeyi bulunur Bir altın yüzük,
gümüş hacı yüzüğü, kehribar tesbih, allı morlu kravat, bazen ördekbaşı yeşil
bir pardösü, montgomeri.
Hâsılı
Hasan, kasabadan daha şehirlidir. Onu tıraşsız hiç görmedim. Ayakkabıları daima
boyalıdır. Beyaz gömleğinin yakası az kirli de olsa ütülüdür. Kravatı, bir
şehirlinin titizliliği ile sıkı ve biçimli bağlanmıştır. Ceketinin mendil
cebinden ipekli mendil sarkar. Her ahbabına hacı yağı ikram eder. Saat cebinden
çıkardığı küçük şişesinden bir damlayı alnınıza zorla sürer. “ Allah verir,
der. Allah büyüktür, verir.”
-
Lan
Hasan derler, sen bu parayı nerden buluyon? Yerini bize de göster.
Hasan
kasabadakilerin pek seyrek çayını içer. Yalnız bülbül gibi öter. Sonra
boyunbağını düzelterek yanlarından kalkar. Halkadan ayrılmasıyla ikinci hikâyesi
anlatılmaya başlanır.
Bülbül
Hasan bu derler. Geçenlerde Ankara’da Daşhan da bi bülbül gibi ötmüş. Tevatür
ötmüş emme. Otobüsler kamyonlar durmuşla. Yolcular, polislerde durup
dinlemişle. Sona Hasana :- Lan bidaha öt demişle. Hasan bi daha ötmüş.
Sonracıma şapkasını çıkarınca, paralar su gibi akmış. Hasan köşede bi saymış,
25 kayme. Hasan’da para çoook.
-
Geçenlerde
Samsuna neyi bi uzandıydı. Banana bi altun yüzük taktı’da geldi.
-
-
Bannandaki Hacı yüzü essahtır. Geçen yıl …. Kadın hacca gidemeyince, Hasanı
yerine gönderdi Hasan hacıdır haaa..
-
Tevekkel
oğlan, essahtan tevekkeldir. “ Allah verir diyi. Allah ta veriyi.
-
Bi
de oğlana deli neyi diyola. Neresi deli lan, bizden ahıllı.
-
Şunun
şurasın da bey gibi geciniyi. Oğlanın yün döşeği, yün yorganı va. Bi de garyola
uydurmuş.
Bir
Pazar günü arkadaşlarla kulüpte oturmuş konuşuyorduk. Uzaktan Hasanın geçtiğini
gören bir arkadaş koştu, tutup getirdi. Hasan sanırım kulübe ilk defa
giriyordu. Böylece memurlar arasında da ayrı bir önem kazanışından sevinmişe
benziyordu. Bütün ısrarlara rağmen ötmedi. Çayını içti. Sorulanlara kısa kısa
cevaplar verdi. “ Allah verir” sözünü sık sık tekrarladı. Onun şık, temiz hali,
kendisini aramıza getiren arkadaşın nedense gücüne gitmişti. Bir aralık Hasana:
-
Biz
boşuna okumuşuk ağanın, senin bülbülün kadar da etmiyok, diyecek oldu.
Hasan
kendi diliyle konuşan bu arkadaşı işaret parmağını ısırarak süzdü sonra:
-
Sen
okumuş değilsin! Dedi.
-
Nerden
anladın ağanın ? dedi öteki.
Hasan
birden ciddileşti. Sonra arkadaşın kıyafetini işaret ederek:
-
Okumuşun
pantolon, gomlee böyle olmaz. Bi kravatın bile yok. Tıraş bile olmamışsın dedi,
yürüdü gitti.