11 Ağustos 2013 Pazar

TARİHİN ŞEREF LEVHALARI- 7


TARİHİN ŞEREF LEVHALARI- 7

ÇANAKKALEDE MUSTAFANIN HİLESİ 

Büyük harpte Türk askeri, bütün cihanda saygı ve sevgi ile anılan, dost ve düşmanca takdir edilen, eşi emsali bulunmaz kahramanlardı. Onun mert tabiatı, en korkunç ve tehlikeli anlarda bile koruduğu soğukkanlılığı ve ince zekâsıyla, yaratıcı gücüyle Mehmet bir harikadır. 

Mustafa’nın menkıbesini bölük komutanının hatıra defterinden okuyalım:
 
“ Hiç unutmam, bir sabahtı. Fakat pek gürültülü bir sabahtı. Komuta mahallinde oturuyordum, bölük erlerinin bağırmalarını işittim.
-      Vay Mustafa ülen bunlar ne? Nerden? Diyorlardı.
Nihayet Mustafa’yı katırı ile birlikte içeri tıktılar. Mustafa kabalağının sivri tarafından fıldır fıldır bakan, al yanaklı ince burunlu, tostoparlak bir erdi. 

Sert bir tavırla elini alnına götürdü; bekledi. Gözlerinde korku ile karışık bir         “ affet komutanım” deyişi vardı ki, “ rahat dur.” Demeye mecbur oldum. 

-      Nereden geliyorsun, seni buraya niçin getirdiler? Dedim. Eliyle işaret
ederek: “ Ta öte yandan!” diye cevap verdi. “ komutanım yolu kaybettim, zabaha karşıydı. Tabura su lazım geldi, gatıra fıçıları yükledim, dereye indim. Çıkarken düşman gine zam zuma başladı. Hele şöyle siper alıyım dedim, göz açtırmadı. Önüme çalılık bir yol çıktı. Hayvanı çektim, meğer bayırmış, ikimizde kendimizi tutamadık, gülle gibi indik içlerine. Düşman ( fan, fin, fon ) diye bağırıştılar. Gözün kör ola Mustafa dedin, emme velâkin iş işten geçmişti. Herifler etrafımı sardılar, emme kurtuldum, gatırı tekrar yükledim.  

Sonra bir yarım sağa döndü. Uzunca kulaklı bir katır, arkasında duruyordu ve safiyetle devam etti: “ Vallahi çocuklar, ne deveni nede balığın guldünü gormedim emme bu gatır gulüyordu. Bu gadar yükden bu gatırın beli nasıl kırılmamıştı bilmiyom “ 

Su fıçıları inmiş, onun yerine çikolata kutuları, gevrekler, bonbonlar, peynirler, pastalar, konserveler, reçeller konmuştu.
-      Bunlar ne? Diye bağırdım. Rengi solarak:
-      İte, kaka beni sürdüler, bağırdılar. Tekme, tokat, yumruk gırla gidiyodu.
Bir iki bende yerleştirdim emme, napıyım çokdula. Gatırın ipi elimde, bırakmıyodum. Git gide bol ışıklı bi yere, gözü tek camlı bi İngilizin karşusuna dikdile. Sırmasından anadım, subaydı. Resmi selamı yerine getüremedim. “ Ülen beni çözün diye bağırdım. Etrafına bişiyler söyledi. Tercüman getüdüle. Herüfe dedim ki: “ Gomutana söyle, gendine bi diycem va.” Bunun üzerine beni çözdüle, hemen zıpladım. Resmi selamı mı vedim. İri dişlerini gosterip guldü. Ben dayağı yerken ne diycemi düşündüydüm. Tercumana sorup suale başladı: 

-      Gaçakmısın? Dedi…
-      Gabul etmen, dedim.
-      Nerelisin? Dedi.
-      Gastanbolluyum, dedim.
-      E, burada ne haltediyodun, dedi.
-      Azını bozma depelerin, dedim. Silleyi patlatıcadım emme önüme geçtile.
 Ülen sen beni bırak, yüzbaşıya bi diycem va, dedim. Meramımı onun diline çevürdü. Ben de hemi gıvırmaya başladım. Bi guzel ösürdüm, sona dedim ki:
“ beyim ben gırba eriyim. Yaniya bölüğe su taşırın. Bizim tarafta Cenabı Mevla’ya şükür, sudan bol ne va? Emme sizin taraf da su az. Bizim binbaşı beni çağırdı:
“ Mustafa, fıçıları doldur, gatıra yukle. Garşu siperde düşman susuzluktan ölüyü, biz karşumuzda süngümüzle geberecek düşman isteruk, susuzluktan deel. Yüzbaşıya selam söyle, seni geriye bırakmak, gayrı onun erliğine kalmış bişiy. Haydi, yolun açık olsun, dedi. 

 Amanın … bir çığluktur kobdu; herüfler gızdıla, depeliycekler dedin emme baktım ki, sıcraya sıcraya biri bağırıp, biri sarılarak suratımı öpücük içinde bırakdıla. Hele durun be yahu dedim. Ülen beni avrat mı sandınız? Subay gulerek yanıma yanaştı. Garşısına oturttu. Demin beni tekmeletip tohatlayan herüflere şöyle bir yan bakdım. Subaya söyleyip hepsine sopa attırmak işten bile deldi. Emme hadi gammazlık etmiyeyin dedin. 

Erin biri, tövbe estağfurullah, rakı dolu bi maşraba dayamasınmı?
-      Eyvallah emme haramdur, hemde bize yasakdur, dedim.
 Subay tercümanla dedi ki:
“ Vay Türkoğlu, korkuyorsun ha? Gullelerimizden, tüfeğimizden, gemilerimizden gorkmuyon ha öylemi? İşte biz insanoğlunu mutlaka bişiyle korkuturuk demez mi? 

Vallahi korkan köpekdür diye bağırdım. Mevlam affetsin. İstersen öldür. Subayla bi toha ettim, gadehi bi kalduruş da bütürdüm. Allahın belası gozumden alev çıharttı emme, İngiliz’e: Türk içkiden ağlıyor dedirtmemek için yaşımı göstermedim. 

Erler el çırptılar. Subay bana beraber yemek yiyelim dedi emme ben gabul etmedim. Sona öyle üstü beni aldıla, sahallı bi gomutana gotüdüle.  

Etrafımda sırmalı subaylar fırıl fırıl dönüyolarıdı. Anadım ki bizim paşalar gibi bişiy; onada zohayı yutturdum, paşaynanda tohalaştuk. Paşa:  

-      Binbaşına selam söyle; bizim     hediyeyi de o gabul etsin, dedi. Resmi salamı verip yanından çıktım, yahalandoom yere geldük.
Orada bizim yırtık palanlı gatır, nah böyle geline dönmüşüdü.
-      Bunlar ne? Dedim.
-      Yemiş, yemiş dedile.
-      Biz, hediyeyi kabul etmek dedim.
Olmaz daruluruk dedile. Herüflerin canına ohuyok, bari dargın ölmesinle dedim. Gatırı çektim, yola düştük. Subay yanıma biraz daha sohulup elime, bi kese sıhıştırmaya galkmaz mı ? geri vedim.
-      Biz su satmıyok, dedim. Şaşurdu.
Atuk bizim siperler yahındı. Arhamdan:
-      Eyvallah, eyvallah diye bağırışdıla.
Ben de döndüm: - Guggug! Diye bağırdım.