TARİHİN
ŞEREF LEVHALARI -4
AĞLAR
KAYA KAHRAMANI ÜSTEĞMEN ULVİ
CİHAN
harbinin bitmez tükenmez muharebeleri içinde; daima sağlam maneviyatıyla, bütün
yokluklara rağmen kazandıkları zaferlerle tarihte büyük işler başarmış Türk
orduları, gün olmuştur ki, zayıf hücumlarına, azlığına rağmen yine çarptığı hedefleri
kırmış, parçalamış ve bir avuç Mehmet karşısında bir kaya kadar sert duran
düşman tuzla buz olmuştur.
Tarihe
bakıyoruz. Üç tarafı kesme kaya üzerine oturmuş ve her tarafı o zamanki
silahların yıkamayacağı kadar sağlam yapılmış ve uzaktan göğe baş kaldırmış
heybetiyle zabtedilmez sanılan Eğri kalesi, Türk askerinin kahramanca hücumları
sayesinde ve bütün Avrupa’nın hayretini kazanacak derecede kısa bir zapt
olunmuştu.
Kanijeyi,
Plevneyi, İşkodrayı savunan, Şıpkaya, Conkbayırına, Tınaztepeye, Kutkaya ya
saldıran ruh, hep aynı milletin hep aynı milletin fedakâr evlatlarının tarih
boyunca tanınan geleneğinin, kudretini ispata yeterli değil midir? Türk için
zapt olunmaz kale, aşılmaz mani, yıkılmaz engel, mağlup edilmez ordu yoktur. O,
silah eksikliğini içindeki cevherle takviye eder ve daima her yerde, her zaman
düşmanından üstün görür.
Kafkas
cephesinin tarihini okuyanlar ve burada çarpışanlar bilir. Burada semaya ser
çekmiş çıplak uçurumları, ıssız vadileriyle, korkunç zirveleri, yazın bile
insana dehşet veren bu dağlarda, insan boyu karlar eriyince, birliklerimiz
buralarda kahramanca savaştılar. Aşılmaz
sanılan dağlardan toplarını aşırdılar ve düşmana bu dağları mezar yaptılar.
9
Haziran 1915 de 2900 rakımlı Karadağ, 94. Alayın kahramanca hücumları
neticesinde ele geçirilmişti. Bu dağda meydana gelen muharebe de bombası ve
mermisi tükenen Mehmetler, kaya parçalarını kopararak düşmana attılar. Düşmanın
göz açtırmayan ateşine göğüslerini siper ederek, taarruzlarına devam ettiler.
Düşman,
Türk askerinin ölümden korkmayan saldırıları karşısında Karadağ’ı bıraktı ve Ağlar
kaya denilen sarp, erişilmesi güç bir tepeye çekildi. Burasını en modern
vasıtalarla tahkime başladı. Kahraman 94. Alay 19 Haziran tarihine kadar, 10
gün bu minareye benzeyen tepeye saldırdı. Her seferinde zayiat verilerek geri
püskürtüldü. Ağlar kaya 2900 rakımlı Karadağ’ın en yüksek noktasında, iki
tarafı uçurum ve 50 metre genişliğindeki boyun noktasıyla Karadağ’dan
ayrılıyordu. Bu kadar dar sahada bir bölüğün serbestçe açılıp yayılması mümkün
değildi. Buna rağmen vazife almış olan Alay, üzerine yağdırılan mermilere
rağmen kayalara tırmanıyor, acı çığlıklarla yüzlerce metre yüksekliğindeki
uçurumlara yuvarlanıyor, yine saldırıya devam ediyordu. Alay bu saldırılar
neticesinde 350 subay ve erini şehit vermişti.
32.
Tümen komutanı 19 Haziran 1915 sabahı 94. Alayı takviye maksadıyla, 96. Alayı
da karadağa göndermiş, her iki alayla da yapılan saldırıdan netice alınmamıştı.
Düşman
gerek kuvvet, gerekse arazi yapısı itibarı ile o kadar kuvvetli bir yere
yerleşmişti ki, buradan söküp atmak imkânsız gibiydi. Tümen komutanı planını
değiştirerek, Ağlar kaya’yı küçük bir kuvvetle, baskınla ele geçirme kararını
verdi. Günlerdir süren taarruzlar neticesinde, iki alayda yorgun düşmüştü.
Ağlar kayanın matemli ve heybetli duruşuna bakan Mehmetler hem ürperiyor, hem
de içindeki kini söndürememiş olmaktan dolayı üzüntü duyuyordu. Onlar bütün
kuvvetleri ile bu duvara taarruz etmişler ama muvaffak olamamışlardı. 20
Haziran günü öğleden sonra taarruz kesilerek alaylara eski mevzilerine çekilme
emri verildi. Bu arada siperlerde, Tümen komutanının bir emri gezdiriliyordu.
Bu emirde: “ Ağlar kayayı baskınla ele
geçirecek gönüllü bir subay isteniyor, bu subaya başarılı olduğunda bir üst
rütbe verilerek terfi edeceği “ yazıyordu. Bu emrin ulaştığı siperlerden birinde mütevazı ve sakin genç bir
üsteğmen yerinden fırladı ve doğruca Tabur Komutanının yanına gitti ve
-
“Komutanım,
bu vazifeyi ben yapmak istiyorum.” Dedi.
Tabur
komutanı şimdiye kadar beraber savaştığı bu subayda, hiçbir fevkaladelik
görmemişti. Önce duraladı. Karşısında ince uzun boyu ile fidan kadar narin
yapısıyla duran, taburun sessiz ve şakacı üsteğmenine gözlerini dikti. Onun
ruhunu okumaya çalıştı ve arkasından;
-
“Peki,
isminizi tümene bildireceğim.” dedi.
Bu
gönüllü kahraman Üsteğmen Ulvi idi. Nevi şahsına münhasır, mütevazı ve feragat
sahibi olan Ulvi’yi ekseriyetle bir kaya arkasında, bir siper içinde, Tokat’lı
olan emir erinin pişirdiği çayı içmekte, elindeki peksimeti kemirmekte iken
görürsünüz. Onun bütün günler boyu yiyeceği çay ve peksimetti. Emir erinin
elinde isli bir matara, sırları dökülmüş çinko bardak, çay, şeker, peksimetten
ibaret yiyeceği bulunur. Erleriyle aynı hayatı yaşar, muharebe hayatı boyunca
erlerine kurulmadıkça, kendisine çadır kurulmamıştır. Ulvi, bölüğünün hem
komutanı hem de ağabeysidir. Muharebenin sükûnetli zamanlarında erlerinin
mektuplarını yazar, gelenleri okur ve bu suretle, savaş alanında erlerinin
neşesiz kalmamasına özen gösterirdi. O,
bölüğünü ölüme sürdüğü zaman; eğer Ulvi istemişse son eri dâhil ölecek kadar
kendisine bağlıdır. Onun sert bir bakışı
mermiden daha tesirlidir. Bölüğüne bu derece hâkim, kendisini bu derece
sevdirmiş bir subay elbette, muvaffak olmak hakkını kendinde bulurdu.
Aradan
birkaç saat geçmişti. Tabur komutanı tümenden muvafakat cevabı almış, lazım
gelen emirleri vermek üzere Ulviyi yanına çağırtmıştı.
Tabur
komutanı heyecanla konuşuyor, her ihtimali hesap ediyor ve defalarca Ulviye
soruyor: “ Nasıl, Ulvi bu işi başarabilecek misin? Ama düşman çok kuvvetli
yavrum...
Ulvi
her zamanki sakin tavrı ile cevap veriyor: “ Merak etmeyin komutanım, yarın
sabah alayın sancağını Ağlar kayada dalgalanırken göreceksiniz.” Diyordu.
Bu
kudretli iman önünde tabur komutanın da Ulviye olan itimadı ve zaferine olan
güveni arttı. Onu kucakladı ve : “ Haydi yavrum, Allah yüzünü ve yüzümüzü ak
etsin!” diyerek temennilerle onu uğurladı.
Ulvi
komutanından ayrıldığı zaman gün kararıyordu. Yolda Ulviye haber soranlara Ulvi,
her zamanki sakin ve mütevazı tebessümüyle mukabele ediyor, ne yapacağını hiç
kimseye söylemiyordu. O, bölüğüne geldiği zaman başçavuşu çağırdı. Gizlice bir
şeyler konuştular. Karanlık bastıktan sonra başta Ulvi, geride bölüğü olduğu
halde Ağlar kayanın karşısına, siperlerimizin gerisine yanaştılar.
Ulvi
baskın planını hazırlamıştı. Günlerdir saldırdıkları Ağlar kayanın her tarafını
iyice biliyordu. Bölüğüne gerekli talimatı verdi. Hava karardıktan sonra, düşmanın siperleri
önüne koyduğu kirpileri iplerle çektirdi. Bu şekilde birinci güçlük yenilmişti.
Fecirle beraber hiç ateş himayesi yapılmadan baskın yapacak olan Ulvi, bütün
tertipleri almış sabırsızlıkla baskın anını bekliyordu.
Alayların
bütün subayları heyecanla baskını bekliyorlardı. Ateşsiz, himayesiz yapılacak
olan bu baskın ve elde edilecek başarı herkesin merakına neden oluyordu.
21-
22 Haziran 1915 gece yarısından sonra saat 3.30 Ulvi erlerine süngü taktırmış,
çantalarını, kazma ve küreklerine varıncaya kadar her şeyi çıkarttırmış,
erlerin ayaklarına keçe ve çuval parçaları sardırmış ve onları taş siperler
gerisinde saklamıştı.
O;
kırk metre kadar ileride yağmur bulutu gibi kararan Ağlar kayanın hazin ve
yaralı cehresine, Türk analarının kalbini dağlayan bu heybetli som kaya
parçasına gözlerini dikmiş bakıyor, beş on dakika sonra bu nankör kayada,
düşman cesetleri üzerine dikeceği şanlı sancağın düşman sürüleri üzerine yapacağı
tepkiyi düşünüyordu.
Saat
3.50… Düşman siperlerinde ne bir ses, ne bir hareket var. Ulvi sol elinin
şahadet parmağını ağzına koydu ve hafif bir ıslık çaldı. Siperde sessiz ve
sakin duran aslanlar derhal dikildiler. Sonra ikinci ıslık ve buna müteakip
Ulvinin şimşek hızıyla siperden fırladığı görüldü. Ulvi iki elinde tuttuğu bombaları
ateşledi ve bir anda düşman siperlerine fırlattı. Bunu yüzlerce bombanın gümbürtüsü
takip etti. Bölük düşman siperlerine girmiş, bölüğe on misli üstün olan düşman
şaşkın ve perişan kaçmıştı.
Birkaç
dakika sonra Ağlar kayada ve gecenin sessizliği içinde vadiler susmuş, biraz
evvel alev halini alan tüfek ve bomba sesleri, süngü şakırtıları dinmiş, acı
feryatlar susmuş, alev halinde yanan kayayı kesif bir karanlık kaplamıştı.
Bölükten bir haberci alaya müjdeyi veriyor, ağlar kaya elimizde, düşman perişan
olmuş kaçıyor.
Ulvi
çakal sürüsü gibi kaçışan düşmanı ateşle takibe devam etti. Artık bir daha
erişemeyeceği Ağlar kayaya, halen inleyen düşman cesetleri üzerine alayının
şanlı sancağını dikti.
Sabah
olmuştu. Başta tümen komutanı olduğu halde bütün subaylar tepeye gelmişlerdi.
Yerde yatan yüzlerce düşman cesedi ve bunlar arasında birkaç yüksek rütbeli
subayın bulunuşu, kazanılan zaferin önemini anlatmaya kâfi idi. Buna rağmen
Ulvi, yine o mütevazı hali ile hiçbir iş yapmamış gibi ortadan silinmişti. Tümen
komutanının yanına geldiği zaman Ulvi, mahcubiyetten kıpkırmızı olmuştu. Tümen
komutanı kısa bir hitabeden sonra bu kahramana yüzbaşı rütbesini taktı. Ona
bundan sonra Ağlar kaya kahramanı ismiyle çağrılmasını emretti. Ulvi bütün
tümenin gıptasını celbeden bu haklı iltifatlar arasında dahi gururlanmadı.
Kendisini tebrik eden arkadaşlarına: “ Eser,
bölüğümündür. Ben kaderin sevkiyle başlarında bulundum.” Diyerek, bölüğüne
karşı bağlılığını ve kadirşinaslılığını gösterdi.
myolcu53@gmail.com