3 Ağustos 2009 Pazartesi

ANKARA HUKUK FAKÜLTESİ- YIL 1975

Size Ankara hukuk Fakültesinde halen Avukat bir arkadaşımın yaşamış olduğu bir olayı anlatacağım.

Yıl 1975. Anayasa hukuku dersi. Dersin hocası; Bülent Nuri Esen.
Sene başında dersin çağdaş hocası sınıfa geliyor ve diyor ki :( Arkadaşlar dersimizin başında size bir konuyu açacağım. Ben Allaha inanmıyorum. İçinizde inanan var ise onunla tartışalım. Allah varsa bana varlığını ispatlasın. İspatlayamıyorsanız benim dediğimi, anlattıklarımı kabul edeceksiniz.
Ben dersimi ateist bir çizgide anlatırım.)

Yer 250 kişilik anfi.
Bir talebe ayağa kalkıyor ve " Bu konuyu ben sizinle tartışmak istiyorum " diyor.
Karşılıklı konuşma başlıyor.

Talebe: Hocam bir nar ağacını ele alalım. Bu ağaç kışın yapraksız kupkuru kalır.
Dibine beslensin diye hayvan pisliğini gübre olarak sererler.
Bahar olur, yaz gelir dallarından nar meyveleri sallanmaya başlar.
Peki, o kupkuru, dibinde hayvan pisliği olan ağaçtan o nefis meyve nasıl meydana geliyor. Diye sorduğumda ( TABİATTAN ) dedi. Tabiat ne diye sordum. O ağaca şifresini kim veriyor. Kim vazifelendiriyor. O muhteşem meyve nasıl oluşuyor. O ağaçta elma armut muz olmuyor da niye hep nar meyvesi çıkıyor?

Olgunlaşmış bir narı dalından koparalım.
Bıçak ile narı ikiye bölüp size versem sizin gibi düşünen bütün ilim adamlarınız yan yana gelse, dünyanın bütün tekniğini birleştirse, narın zarlarını birleştirip kabuğunu bütünleştirip; hiç kesilmemiş şeklinde eski haline getirebilir mi? Diye sordum. Getiremezler dedi.

Bende: Bunun sahibi yaratıcısı ALLAH o kuru daldan, hayvan gübresi ve su nimeti ile hayata can veriyor.” SİZİN BU BÜYÜK GÜCE ALLAHA İNANMANIZ GEREKİR” dedim.
O sırada ders zili çaldı ve hoca konuşmamızı kesip dersten çıktı.

1975 Yıllarında okul solcuların kontrolünde idi.
Sınıfta etrafımı çevirdiler, ‘gerici yobaz bir daha bu okula gelme defol git. Bir daha bu okula gelirsen bu okuldan senin ölün çıkar ‘diye beni ite kaka okuldan çıkardılar.
Bende derslere giremez oldum.

Okulda yaşadığımız bu olaydan sonra Bülent hocada rahatsızlanmış.
Ailesi hasta haneye yatırmış. 1975 Yılında vefat etmiştir.

Evet tarih Firavunların, Nemrutların, Ebu Cehillerin, Lenin, Stalin, Karl Marx , Mao ların kıssaları ile dolu.

Bir kısım ÇAĞDAŞLAR diyorlar ki ( ÜNİVERSİTE DE OKUYAN, BİTİREN DOĞMALARA İNANMAZ )
Ben ise okudukça, pozitif ilimleri öğrendikçe yaratıcının gücünü daha çok görüp anladım. İnsan aklının açziyetini, daha ışığı yeryüzüne ulaşmamış gezegenlerin olduğunu öğrenince fark ettim.


Genetik denilen her canlının ayrı şifresini, ve bu şifreyi koyan gücü, tuzlu ve tuzsuz denizin birbirine karışmamasını, ana karnındaki üç karanlığı, en küçük zerredeki harikalığı fark ettiğimde anladım.

Bir şey daha anladım ki; Nuh tufanında Nuh peygamber inandırıp oğlunu gemiye bindirememiş. Peygamberler oğlunu karısını inandıramamış. Hz. Muhammet amcası Ebu Lehep’i inandıramamış.

Bir şey daha anladım ki; gözleri kör, kulakları sağır, hissi olmayan insanların inanmaları kabul etmeleri de imkânsız.

Âşık Veysel demiş ki( KİM OKURDU KİM YAZARDI. KOYUN KURT İLE GEZERDİ. BU DÜĞÜMÜ KİM ÇÖZERDİ. FİKİR BAŞKA BAŞKA OLMASA.)

Şu anda Avrupa da bir kavram var.
Gerçek bir Avrupalılık iyi bir Hıristiyan olmakla olunur.

Bazıları ise: ‘ALLAH’A İNANAN, İNANANLARIN OLDUĞU ÜNİVERSİTEYİ KAPATMAK’ kararı vermeye çalışıyorlar.

Bizim toplumumuzda başı örtülü olanlar ile örtüsüz olanların arasında bir problem yok.

Problem: HIRSIZLAR İLE SOYSUZLAR İLE BU ÜLKEYİ BÖLMEK,
AİLE DÜZENİMİZİ YIKMAK İSTEYENLER İLE VAR.

2008
MUSTAFA YOLCU - ANKARA

VALİLER VE GÖREVLERİ

Mehmet Varinli, Recep Yazıcıoğlu tanıdığım valilerin en özellikli olanlarındandır.

Her ikisinin ortak özellikleri halkı ile bütünleşmiş olması ve onların hissiyatlarına tercüman olmalarıdır.

Recep Yazıcıoğlu yakın tarihimizde yaşadığı için o birçok insanın belleğinde,
Yöneticilerin ilham aldığı kişi olarak yerini koruyor.

Mehmet Varinli Vali ise Sivas, Amasya, Çorumda Valilik yapmış, iz bırakmış birisi.
Valilik yaptığı bu illerde birçok kamu binasına, caddelere ismi verilerek yaşatılıyor.

Varinli Vali neler yapmıştır:
Varinli Vali mesai mevhumunu bir tarafa bırakarak denetimlerini kesintisiz sürdürmüştür.
Gece saat 01.00 ama Varinli vali il merkezinde veya ilçelerde her an bir kamu binasını, hastaneyi, karakolu denetliyor olabilir.

Günün herhangi bir saatinde pazara, ticaret hanelere gidip denetimini sürdürüyor olabilir.
Akması gereken çeşmenin başındadır. Gidilmesi gereken köye, mezraya gidiyor olabilir.

Peki, Varinli Vali her an denetimde ise, yönetiminde bulunan yetkililer görevlerini ihmal edebilirmi?
Etmemişler.
Sonuçtan halkı mutlu olmuş. Biliyorlar ki sorun varsa Varinli Vali sorunu çözecektir. Valileri yanlarında olacaktır.
Halkı onu hep şükranla anmış, duasını esirgememiştir.
Mehmet Varinli Vali halkının gönlünde böylece taht kurmuş, iz bırakmıştır.

Vali bulunduğu ilde Devletin, Hükümetin, İdarenin temsilcisidir.
Yapması gereken o kadar çok iş ve mesuliyet vardır ki; bunları halletmek için mesai kavramı yetersiz kalır.

Ayağı taşa takılıp, ayağı acıyan kişinin hesabının sorulması, evinde aç biilaç kalan kimsesizlerin sorumluluğu, hırsızdan, arsızdan, sahtekârdan hesap sorulması, hürriyetin başkasının hürriyetinin başladığı yerde bitmesi gerektiğinin bilinci ve bunun topluma aşılanması Valilerin görevidir.

Devletin, milleti ile bir bütün olması gerektiği.
Her türlü ayrımcılığın ortadan kalkması, devletin herkese aynı mesafede olmasının temini, düzensizliğe dur demenin, yanlışlara karşı çıkmanın, yanlışı yapanın yanına yanlışının kar kalmamasının temini; Valilerin sorumluluğundadır.

Devletin isterse ağaçtaki sallanan yapraktan haberi olacağı gerçeği ile suç işlemeyi önleyici tedbirler ve önlemlerin alınmasında gecikilmemesi Valilerin görevidir.

Denetim gece gündüz ayırmadan devamlı olmalıdır.
Vatandaşının olduğu her yerde olunmalı, onların sorunlarına bire bir ulaşılmalıdır.

Hastaneye acil hasta götürmeli, karakola sivil vatandaş gibi gidip sorununa çözüm aramalı, Devlet Dairesinde derdini halletme çalışmalı, pazardan ihtiyacını gidermeli, köyün suyunun akıp akmadığını kontrol etmelidir.

Bunlarda sorun varsa, sorunları çözmeye çalışmalıdır.
Valinin birlikte çalıştığı kendisine müşavirlik yapacak istihbaratçısı, emniyetçisi (asker, polis), doktoru, mühendisi, avukatı, muhasebecisi olmalıdır.

Halkın içinde çarıklı erkân denen fikrine itibar edilen, inandığı kişiler vardır.
Halkın içinde bunları bulup gerektiği zaman bilgi ve görüşlerine başvurulmasında yarar vardır.

Statükoya devam değil, statükoyu kırıp, yenilikler yeni uygulamalar getirmelidir.

İz bırakmalıdır. Bıraktığı izle de anılmalıdır.

Kendisinden kötüler korkmalı, iyilerin sığınacak kapısı olmalıdır.

Devletin kuruşunu gereksiz harcamamalı, harcayana engel olmalıdır.

Gelen ödeneği hiçbir ayrım yapmadan adaletli dağıtıp, gereken yerlere harcamalıdır.

Bir kaymakam hatırasını şöyle anlatmıştı:
“İlçeme gelince memurlara talimat verdim. Kapınız açık duracak, vatandaş kapınızı vurmadan size gelip işini yaptıracaktır.
Vatandaşın hizmetinde olduğunuzu unutmayacaksınız.
Vatandaştan hakkınızda şikâyet duymayacağım.
Vatandaştan hakkında şikâyet duyduğum personelin benim yanımda yeri yoktur. Uygulamalarım sonucu halk ile güzel bir diyalog kurduk, onların yanında olduk. Valilikte yapılan Kaymakamlar toplantısında yaptıklarımı,vatandaş ile bütünleşmeyi Sayın Valime aktardığımda (Kaymakamım senin işin yokmu. Keyfine baksana, böyle şeyler ile uğraşma) dedi”

Bu halk ile Devletin arasına konulan ulaşılmaz dağların tipik bir misalidir.
Ortadan kalkması gereken bir anlayıştır.
Amir halkı için olmalıdır. Derdine çare aramalı, çözmelidir.
Amir nasıl olursa memuru da öyle olacak, öyle davranacaktır.

Bir ilde fedakâr bir Cumhuriyet Baş Savcısı kendi gayreti ile ilindeki % 80 olan kaçak elektrik kullanımını, taraflara işin kanuni yönünü anlatarak, gerekirse kanuni takibata geçeceğini bildirerek % 20 kaçak elektrik kaybına indirmiş.
İlindeki bir takım dargınlıkları, husumetleri ortadan kaldırmış.
Kötüler ondan korkar, iyiler ona sığınır olmuş.

Neticesinde bu savcıya kimse iyi yaptın dememiş. İlinden başka yere tayin etmişler.
Ama o ilde Savcı beyin izi kalmış. Onu yaptığı güzel işler ile anar olmuşlar.

Yapılacak iş çok. Zaman az. Bekleyecek vakit yok.
Yeni bir ruh, anlayış, bakış tarzı gerekiyor.
Böyle gelmiş, böyle gitmeyecek demek gerekiyor.
İyi insanlarda kötü insanlar kadar cesaretli olacak, karıncanın izinden iz sürülecek, Valiler yapılması gerekenleri yapacaktır.

Valiler birlikte çalıştığı Vali Yardımcılarını kendisi kadar başarılı, atılımcı, araştırıcı hale getirmelidirler.
Vali yardımcılarından yeni cevherler çıkarmalı, yarının Valiliklerine aday yetiştirmelidir.
Onlara yetki vermeli, sonucunu istemelidir.
Onca sorunun tek başına altından kalkamayacağına göre birlikte sorunlara çözüm yolları aramalıdırlar.

Dilerim her Vali MEHMET VARİNLİ, RECEP YAZICIOĞLU Vali gibi olsunlar.
Yaptıkları güzel işler ile anılsınlar.
İz bıraksınlar.

25.07.2009
MUSTAFA YOLCU

ADANA SU BASKINI-2

Adananın Feke ilçesinin heyelandan dolayı evleri yıkılmış bir köyüne, hasar tespitini yapmak için yola çıktık.
Aracımız yine DSİ’nin pikabı idi.

Kozan ilçesine gelince yanımıza gideceğimiz köyden bir kişi katıldı.

Gittiğimiz yolun kenarlarında yabani olarak bitmiş bitkiler vardı.
Şoförümüz aracı durdurarak bitkilerin olduğu yere gitti.
Yapraklarında beyaz dikenimsi tüyleri olan, mısır koçanı gibi yukarı doğru uzayan bitkiyi toprağa yakın bir yerinden kesti.
Kestiği bitkinin dikenli yapraklarının da bulunduğu kısmı gövdesinden bir tabakayı soyarak çıkardı. Altından soyulmuş acura benzeyen bir kısım kaldı. Bunu üç parçaya bölerek bize dağıttı.
İsmini hatırlamadığım bu yiyeceğin sağlık için yararlı olduğunu, bazı dertlere şifası bulunduğunu söyledi.
Bana düşen parçayı yedim. Hafif tatlı idi. Tadı acura benziyordu.

Tekrar yola koyulduk. Belli bir süre devlet yolundan gittikten sonra köy yoluna girdik. Yol asfalt idi ama bakımsızdı. Ormanın içine girmiştik.
Aracımız bir süre daha gidip durdu.
Köyün yolunun yağmurdan dolayı bozulduğunu, aracın yola devam edemeyeceğini. Buradan itibaren yürüyeceğimizi söylediler.
Ne kadar yolumuz var diye sorduğumda ‘az kaldı ‘dediler.

Yürümeye başladık. Patika bir yoldan gidiyorduk. Bir saat kadar yürüdük. Uzaktan mezra düzeninde birkaç ev göründü. Evlere geldik diye seviniyordum.
Evlerin yanına gelince Kozanda yanımıza katılan bu köyden olan kişi; elindeki paketi evine bırakmak için gitti.

Hemen geri dönerek ‘yola devam edelim’ dedi.
Hasar tespitini yapacağımız evler nerede diye sorduğumda‘ az kaldı abi ’ dediler.

Tekrar yola çıktık. İnişli çıkışlı patika yollardan bir saat daha yürüdük.
Uzaktan üç ev daha göründü. Evlerin yakınında bekleyen insanlar vardı.

Yıkılmış bir evin yanına gittik. Evin üzerinde 30–60 cm. arası kalınlıkta, 5m2 yüzey alanlı tabaka gibi taş duruyordu.

Aşırı yağan yağmurda evin üzerinde bulunan tepeden kayarak gelmişti. Köylülerin anlattığına göre ‘evde insan yokmuş, dört adet büyük baş hayvan enkazın altında çan vermiş’.

Bir ev ile ilgili hasar tespitini tutanakları doldurarak tamamladım.
Başka heyelana maruz kalan ev var mı diye sorduğumda ‘ hemen şu tepenin arkasında var’ dediler.
Hemen şu tepenin arkasına bir saatte mi gidilir dediğimde ‘ evet abi ‘ diye cevap verdiler.


Orada kaç evin yıkıldığını köyün ihtiyar heyeti üyesi olan kişiden sorarak ve bulunduğumuz yere gelmiş olan ev sahiplerinden teyit ederek evlerin hasar tespitini orada tamamladım.

Bunlardan başka yıkılan ev yok değimli? Dedim, yok dediler.
İşimizi tamamlayarak oradan ayrıldık.
Geri dönüş yolumuzda ilk uğradığımız eve tekrar geldik. Yanımızda bulunan ev sahibi bizi evine davet etti. Saat 15.00 civarı idi. Hava kararmaya başlamış, yağmur atıştırıyordu.

Eve girip hazır olan yer sofranın başına oturduk.
Yağmur hızını artırmış yağıyordu. Şoförümüz ‘ hemen kalkalım vakit geçerse araba ile bu yollardan çıkamayabiliriz ‘ dedi.

Sofradan kalkıp tekrar yola çıktık. Bardaktan boşanırcasına yağmur yağıyordu.
Elimde şemsiye olmasına rağmen faydası olmuyor, ıslanıyordum.
Bir saatte yürüdüğümüz yolu her halde 45–50 dakikada alarak arabaya ulaştık.

Hepimizde tamamen ıslanmıştık. Araba hareket etti ve kaloriferini açtı. Ayakkabımın içi bile su dolmuş, çoraplarım tamamen ıslanmıştı. Üzerimizde bulunan giysilerde çıkararak yola devam ettik.

Kozana geldiğimizde yağmur kesilmişti.
Dolu bir gün geçirmiştik. Yarın anlatacağımız şeyler olacaktı.

Daha sonra bu yaşadıklarımızı dostlarımla paylaştım.

29.07.2009
MUSTAFA YOLCU

ADANA SU BASKINI

1980 Yılında Adana da su baskını olmuştu.
Afet İşleri Genel müdürlüğünde çalışırken hasar tespiti için bende Adana ya gittim.

Barajın kapakları açılmış,Seyhan nehri taşmıştı
Su taşkını nedeni ile Adana ve ilçelerinde su baskını olmuştu.

Afetzedelere gıda yardımı yapılıyor,bazı yerlere gıdalar helikopter ile gidiyordu.

Bizde köylere hasar tespitine gidiyor, dairede kaldığımız günlerde de ekmek arası bir şeyler yiyerek öyünü savıyorduk.

Bir öğle vakti ne yiyeceğimizi düşünürken, afetzedelere gönderilen zeytin, tahin helvası var. İsterseniz onlardan yiyebilirsiniz dediler.

Ekmeklerimizi alarak, zeytin ve tahin helvasının olduğu yere gittik.
Zeytin kutusunun kapağını açtık. Zeytinler ezik ve küflenmiş idi.
Tahin helvasının kapağını açtık, helvadan tatmak için bir parça ağzıma aldığımda
helvanın şekerleşmiş ve katılaşmış olduğunu gördüm.
İkisinden de yemekten vazgeçtik. Aslında afetzedelerin erzakına ortak olmak içime sinmiyordu.

Oradan ayrılıp aynı binada bulunduğumuz afet organizasyonunu yürüten Vali Yardımcısının yanına gittim.

Vali yardımcısına “ afetzedelere gönderilen gıda yardımlarında kalite bozukluğunun olduğunu, bozuk yiyeceklerin niye alındığını “ sordum.
Vali yardımcısının yanında Adana sivil savunma müdürü vardı.

Hemen konuşmamıza müdahale ederek:
-“ Sayın Valim yiyecekleri gece aldık. Karanlıkta durumlarını ayırt etme imkânımız yoktu. Gıda maddelerindeki bozukluk bu yüzden olmuştur” dedi.

Bende -“ elektrik lambası denen bir şey var. Lambalar yanınca her taraf aydınlanır. Bu mazeret olamaz “ dedim.

Vali yardımcısına dönerek:

-“ Sayın Valim lütfen bozuk yiyecekleri afetzedelere göndermeyin. O insanlar bu yiyecekleri nasıl yesinler. Bu yiyecekler gönderilirse devletin itibarına leke gelir. “ dedim.
Oradan ayrıldım. Daha sonraki günler ne oldu bilmiyorum.
Ben görevimi yapmış, ilgilileri uyarmıştım.

Her zaman bir takım fırsatçılar insanların en fazla ihtiyaç içinde oldukları günlerde bile bunu fırsat bilerek çıkar temin etmeye çalışmaktadır.

Hasar tespiti için yumurtalık ilçesinin bir köyüne gittik.
Köye yaklaştığımızda Ceyhan Nehrinin taşkın ile bir kol oluşturduğunu, köye giden yolun bu kolun altında kaldığını gördük. Yol kapanmış su altında kalmıştı.

Köye ancak kayık ile karşıya geçilerek gidiliyordu.
Kayıkta suyun akış istikametine göre kürek çekilerek, karaya yanaşılabilen yerden karaya çıkılıyordu. Karaya yanaşılmaz ise denize kadar gidiliyordu.

Adana dan çıkmış,2 -2.5 saat yol almıştık.
DSİ ne ait pikabımız bir sürü benzin yakmıştı. Görevimizi yapmazsak benzin boşa gidecekti. Devletin kaybını düşünüyor, buna engel olmaya çalışıyordum.

Her şeyi göze alıp kayık ile karşıya geçelim dedim.
Şoför dâhil diğer arkadaşlar buna itiraz ettiler.
“Biz canımızı yolda bulmadık. Bu riske katlanamayız. Geri dönelim” dediler.

Arkadaşlar haklı idiler. Risk vardı. Bazı köylüler bile bu riski göze alıp köylerine gitmiyordu. Ancak helikopter ile köye sorunsuz gidiliyordu.

Oradan ayrılıp Yumurtalık ilçesine gittik. Bu ilçeyi ilk kez görüyordum.
Yumurtalık şirin bir kaza idi.
Hava hafif karanlıktı. Biraz yağmur yağıyordu.
Arabadan inmeden sahilde tur attık.

Yumurtalıktan ayrılıp Adana ya geldiğimizde akşam olmuştu.
Görevimizi yerine getiremeden günü akşam etmiştik.

MUSTAFA YOLCU- 15.07. 2009