NAMLILAR
SÜLALESİ
İskilip’in eski ve geniş sülalelerinden olan
“NAMLILAR SÜLALESİ “ne ait bu yazı, Süreyya Namlı tarafından kaleme alınarak,
tarafımdan derlenmiştir. Bu yazı olmasaydı, sülale hakkında bu detaylar unutulacaktı.
NAMLILAR SÜLALESİ, İskilip’in köklü ve geniş
tabanlı sülalelerinden biridir. Dedemin babası Mehmet NAMLI (1870-1931) 8 çocuk
sahibidir. Hatice anamızdan 3 çocuğu (Halil, Zade ve Fadime) dünyaya gelmiş.
Hatice anamızın vefatından sonra da Ayşe anamızla evlenmiştir. Bu izdivaçtan
’da 5 çocuk ( Mehmet, İsmail, Hatice, Hacer ve Şerife) dünyaya gelmiştir.
Dedemin ve erkek
kardeşlerinin Çocukları:
Dedem Mehmet NAMLI
çocukları: Leyla, Saliha, Hüseyin, Ahmet, Mustafa
Halil Namlının çocukları
Mustafa, Ahmet ve Ayşe,
İsmail Namlının Çocukları:
Mehmet ve Ayşe’dir.
Mehmet dedemiz heybetli ve iri yapılı, uzun beyaz
sakallı, yaz kış sırtında sahusu, ayağında şalvarı ile tam bir Osmanlı
insanıydı. Yakasız gömlek üzerine, yelek giyerdi. Otoriter olduğu kadar, sevk
ve idare konusunda gayet şefkatli ve nazik idi. Girişimci bir esnaftı. İyi bir
gözlemci idi. İstanbul başta olmak üzere Gaziantep, Adana, Isparta, Samsun ve
Karadeniz sahillerini periyodik olarak gezer ve gördüğü yenilikleri İskilip’e
kazandırırdı. Dedemin annesine, Ayşa ana derdik. 1969 yılında vefat etti.
Çocukluğumuz, kalenin dibindeki “Deri Hamamı”
olarak bilinen tarihi binanın ve “Dura
loğun Yusuf’un Hanının karşısındaki, ahşap yapılı konak tipi evde geçti.
Evimizin giriş cephesi, çıkmaz sokak olan
“Mutullahların aralığına” bakar, evin
çift kanatlı giriş kapısı vardı. Evin kapısından avluya girdiğimizde,
sağ tarafta geniş bir ahır ve küre tabir ettiğimiz ocaklar bulunuyordu. Biraz
ileride geniş bir bahçemiz vardı. Bahçenin etrafında ise, avluyu çevreleyen
dükkanların arka cepheleri görülürdü. Bu dükkanların tamamı bakırcı ve kalaycı
idi. Sabahleyin bakırcı ve demirci esnafının işe başlamasıyla, tüm arastada
ahenkli çekiç sesleri duyulur, bu sesleri duymak hoşumuza giderdi. Ara sıra
demirci dükkanlarına gider, ocaklarının arkasında bulunan büyük körükleri kullanmak
için izin isterdik. Kalaycıların, büyük kaplardaki eski kalayı temizlemek için,
köşedeki çukura kabı koymaları ve kıvrak hareketlerle içindeki bezi ayakları
ile döndürmelerini izlerdik. Sağ köşede
simitçi fırını vardı. Fırının biraz ilerisinde, ahşap yapılı küçük bir ev
mevcuttu. Bu dükkanlar ve ev hala
duruyor. El sanatlarının azalması ve sanayinin taşınması sebebiyle, arasta
canlılığını yitirmiştir.
Bodrum kat girişinde sağ tarafta, ahşaptan
yapılmış hububat ambarı vardı. Biraz ileride büyük çekmenlerin bulunduğu ve
çekmenlerin içinde kışlık yiyeceklerin (turşu, pekmez, sirke, vs.) Muhafaza edildiği serin ve loş oda vardı.
Avlunun zemini sert topraktı. Bodrumda bulunan samanlık, harmandan sonra
samanla doldurulur ve damdaki hayvanlar için kışa hazırlık yapılırdı. Biraz
ilerideki odunluk ise, odun ve kömür depolamak için kullanılırdı.
Avluda bulunan kürelerin üzerine yerleştirilen
kazan ve banmaların altı yakılarak,
sıcak su hazırlanır. Komşularla birlikte, çamaşır tekneleri dizilerek
çamaşır yıkanırdı. Kışlık yufka ekmekler, imece usulü ile komşularla birlikte
avluda hazırlanır, yapılan bazlamaçlar ve bükmeler, sıcak sıcak ekmek
yapanlara, çocuklara ikram edilirdi. Bağ bozumu zamanı ayrı bir telaş başlar,
şirevetlerde ezilen üzümlerden elde edilen şıralar, yine kazanlarda
kaynatılarak pekmez yapılır, yapılan pekmez ve sirke küplere doldurulurdu.
Kışlık et ihtiyacımız için davarlar satın alınır,
dedem ve oğulları davarların kesimini kendileri yapar, bizde yardım ederdik.
Kesilen etlikler, evde bulunan kıyma makinası ile kıymaya çevrilir, büyük
tavalar ile kürede pişirilir ve donmak üzere kalaylı kaplara bastırılırdı.
Donduktan sonra teker şeklinde kaptan çıkarılan kavurmalar, üst üste konularak
tel dolaba yerleştirilerek muhafaza ediliyordu. Kelle ve bacaklar kalaycıya
götürülerek ütületilir, pişirilerek değerlendirilirdi.
Aynı şekilde kurbanları’ da kendimiz avluda
keserdik. Kurban Bayramının ilk günü kurban kesimi işine ayrılır, kurban payı
dağıtılması işi bizlere düşerdi. Pay dağıtım işini ya sabah erkenden veya akşam
karanlığına bırakırdık. Bazı kişilerin payı,
bizim eve bayramlaşmaya geldiklerinde kendilerine verilirdi.
Altmışlı yılların ortalarında dedem, Isparta’dan
Elle Halı Dokuma Tezgâhları getirerek, orta kattaki odalara tezgâhları kurdurdu.
İskilip’te halı kursu açtırarak, bu mesleğin gelişimi için çaba gösterdi. Hatta
annem, dağ köylerinin birinde kurulan halı tezgahında kurs vermek için, belirli
bir süre bu köyde kaldı.
Ailenin ticari faaliyet alanlarından biri ise
arıcılıktı. Baharla birlikte hazırlıklar başlar. Çıtalar kazınarak üzerindeki
eski mumlar alınır ve kaynar suya batırılarak steril hale getirilirdi. Daha
sonra çıtalara çivi çakma, delik delme ve tel gerdirme işlemini biz çocuklar,
ücret mukabili yapardık. Hedefi tutturmak için, bazen geç saatlere kadar
çalışırdık. Böylece harçlığımızı temin
ederdik. Eskiden kalma mumlar ve eski petekler, sıcak su içinde eritilip, özel
dokuma kıl çuvallara konularak merdane ile sıkıştırılıp, süzgeçten geçirilir.
Elde edilen saf mum donmak üzere geniş bakır kaplara doldurulurdu. Daha sonra
bu mumlar, suni petek yapılmak üzere depolanırdı.
Baharda başlayan kovan bakım telaşı sonrası,
kovanların dağ köylerine taşınması oldukça maceralı geçerdi. Akşam üzeri ağzı
tıkanan kovanlar, urganlar ile bağlanır ve kamyonlara yüklenirdi. Kovanlar kamyonlarla, gece geç saatte dağ
köyüne ulaşırdı. Kovanların indirilmesi, kovan ayakların dizilmesi, urganların
çözülmesi, kovan ağızlarının açılması sonrası tüm ekibi, yorgunluk ve uyku
sarardı.
Evin giriş katında bulunan, mutfak olarak
kullanılan oda, yemek pişirmek ve oturma odası olarak kullanılırdı.
Mutfak girişinde, yemek yapmak ve bulaşıkları
yıkamak için özel bölümler vardı. Kışın
fırınlı soba kurulur, fırında sabah çorbası için un kızartılır, bazen de oğmaç
aşı yapılırdı. Sobanın üstünde boruya göre ayarlanan sıcak su kazanı su ile
doldurularak, evimizde devamlı sıcak su bulunurdu. Yemek, tahtadan yapılmış
yemek tablası üzerinde yenirdi. Ataerkil bir aile olduğumuzdan, soframız
kalabalık olurdu. Soframızda gündüzleri komşu, akraba veya köyden gelen kadın
misafirlerimiz olurdu. Erkekler çarşıda dükkânda olduğu için, öğle yemeğine
sefertası ile dükkâna yemek götürürdük.
Mutfak odasının karşısında “Hamam evi” tabirini
kullandığımız, banyo yapma ı odası vardı.
Yanındaki oda ise “Girellik” tabir ettiğimiz yer,
depo olarak kullanılırdı. Orta katta 4 oda vardı. Birisi misafir odası, diğer
üçü yatak odası olarak kullanılırdı. Ayrıca bu katta, çeşme ve alaturka tuvalet
vardı. Odalardan ikisi, aile mahremiyetine uygun olması için ince bir duvarla
bölünmüş olup küçük bir kapı ile salon ve misafir odasına açılırdı. Binada her
kata, sağlı-sollu iki merdivenle çıkılırdı.
En üst katta da dört oda bulunurdu. Odalar evin
köşelerine yerleştirilmiş, aralarındaki boşluklar sofa olarak
değerlendirilmişti. Son katın tavan yüksekliği, normal katlardan daha fazla ve
tavanı desenli idi.
Her odanın içinde, yüklük tabir ettiğimiz bölüm
bulunurdu. Yüklük genellikle, yatak yorgan koyma için kullanılırdı. Yüklük
içinde, gusülhane tabir ettiğimiz mahalde bulunurdu.
Ramazan ayında evimizde ayrı bir telaş başlar,
evde genel temizlik yapılır, iftar ve temşüt (sahur) için gereken malzemeler
temin edilirdi. Hanımlar yatmadan önce, mayalı hamurunu yoğurur, tava ve saç
mayası yapmak için erkenden kalkılırdı. İlk top atımıyla başlayan pişirme
faaliyeti son top atılıncaya kadar devam ederdi. Çocuklar mutlaka sahura
kalkar, mayalının yanında armut hoşafı içilirdi. İsteyen de çay içerdi.
Sabah erkenden, iftar için keşkek çömlekleri
hazırlanır, bizim eve yakın olan Tabakhane köprüsünün başındaki “Soğancı’nın
Meryem” teyzemizin keşkek fırınına biz götürürdük. Giderken kucağımız’ da
odunda taşırdık. Akşama doğru fırından, çömlekleri alırdık.
İftar öncesi, kaleden gelen nara seslerini
dinlemek için, çocuklar bir araya gelirdik. Bazen de iftar topunun ateşini
görmek için “Kaygusuz’un Fırınının” önünden top kulesini gözlerdik. Top
patladıktan sonra çıkan alev ve dağılan tıkaç parçalarını seyreder, top sesinin
camları titrettiğini hissederdik. Sonra
koşarak iftar sofrasına yetişirdik. İftardan sonra, namazı hazırlıkları
başlardı. Bizler genelde namaza, hatimle teravih kıldırılan Tabakhane Camii’ne
giderdik.
Bayramdan önce evimizde, baklava telaşı başlardı.
Komsularla birlikte açılan tepsi, tepsi gül ve döşeme baklavalarını pişirmek
için siniler, tetevü günü akşamı simitçi fırınına taşınırdı. Baklavaların iyi
pişmesi için, fırının dinlendiği ve harının geçtiği geç vakitte, tepsiler
fırına sürülür, üstüne kat kat kâğıt örtülürdü.
Döşeme baklavası 80 katlı ve ince yufkadan
açılır, içine bol ceviz ve eritilmiş tereyağı konurdu. Gelen misafirlerin en
çok tercihi, döşeme baklavası olurdu.
Bayramda gelecek misafirlere ikram edilmek üzere
leblebi, fıstık, fındık, kuru üzüm, kuru incir, kaymaklı bisküvi, vs.… gibi
ihtiyaçlar temin edilir, misafir şekeri alınır, kolonya şişeleri doldurulur,
meyve ekmek ihtiyacı tamamlanırdı.
Bayramlardan önce, çocukların elbise ve
ayakkabıları yenilenirdi. Bayram sabahı sabah namazına gidilir, bayram namazına
kadar vaaz dinlenir, bayram namazı kılındıktan sonra eve gidilirdi.
Bayram sabahı, evde hazırlanan “İskilip
Dolmasının” servisinden önce, şehriye çorbası ikramı ile kahvaltı başlar, daha
sonra dolma servisi yapılırdı. Dolmadan sonra, yeni şekerlenmiş gül baklavası
ikramı yapılır, çay servisi ile birlikte kahvaltı sona ererdi. Bu arada herkes
kıyafetlerinin değiştirerek, bayramlaşmaya hazırlanırdı.
Evde yapılan bayramlaşmadan sonra çocuklar,
öncelikle komşulardan başlayarak, tüm akrabalar ziyaret edilirdi. Bayramlaşmak
için gittiğimiz ev sayısı, 70 civarında idi. Hepsini de teker teker ziyaret
eder, Ulaş tepe Yukarı Taslı’ dan, Meydan Mahallesi, Mutaflar Mahallesi, Hacı
piri Mahallesi’ne kadar, tüm İskilip’i gezerdik. Bayram gezmesinde
yorulduğumuzu, hiç hatırlamıyorum.
Bayram misafirleri, misafir odasında ağırlanır,
bayramlaşmadan sonra şeker ve kolonya ikram edilerek hâl hatır sorulur,
ikramlarla birlikte koyu sohbetler yapılır, bizde dinlerdik.
Adana’dan pamuk kamyonları geldiğinde, dedem
kamyonda kasalarla muz, malta eriği gibi o günün şartlarında, İskilip’te
bulunmayan meyveleri getirir, bu meyvelerin, bize ve misafirlere ikram
edilmesini sağlardı.
Kaçak mevkiinde bulunan meyve ağaçlarından elde
edilen elma, armut, ayva, erik, muşmula, ivaz vs. meyveleri, evin en üst
katındaki az güneş alan meyve odasına istif edilir, tüm kış meyve ihtiyacımız,
bu odadan karşılanırdı. Duvarlara asılan ivaz kümeleri ve üzüm salkımları
farklı bir görüntü oluştururdu.
Meyveler toplandıktan sonra, eriklerin bir kısmı
kurutulmak üzere bahçede “Banma” tabir ettiğimiz özel bir işleme tabi
tutulurdu. Erikler uzun saplı, her tarafı delik, metal bir kaba konularak
ilaçlı kaynar suya bandırılır, sonra kurumaya terkedilerek, kuru erik elde
edilirdi. Aynı işlem üzüm içinde yapılırdı.
Akşam ezanı olduktan sonra, mutlaka eve girerdik.
Mevsim şartlarına ve hava durumuna göre sokakta, saklambaç, çelik çomak, can
yakmaca, dalya, birdirbir, topaç çevirme, bilye, tornete binme, kayık kayma,
futbol vs. gibi oyunlar oynardık. Topumuz naylondan idi. Patlayınca içine kâğıt
doldurup, oyuna devam ederdik. Evimizin
yakınındaki kayaya tırmanmak, bizim için ayrı bir oyundu. Mağaralara tırmanmak en basit tırmanıştı. Bazı
arkadaşlar kalenin dibinden tırmanışa başlar, en yukarıya çıkardı. Bunu herkes
yapamazdı.
Bazen topluca, kiralık bisiklete binmeye
giderdik. Komşumuz rahmetli Kâmil Soyak, dükkanında bisiklet kiraya verirdi.
İlk önce 3 tekerlekli bisikletle başlayan maceramız, daha sonra iki tekerlekli
bisikletle devam etti.
Yetmişli yılların başında, betonarme eve
geçilmesiyle atıl duruma geçen ahşap evimiz, zamanla harabeye dönmüş ve
yıkılmıştır.
Genellikle manifatura, kuyumculuk, traktör ve
otomobil bayiliği, leblebicilik, arıcılık, tarım, akaryakıt bayiliği,
eczacılık, vs. gibi dallarda İskilip’te faaliyet gösteren “NAMLILAR SÜLALESİ”
İskilip’in geçmişinde iz bırakmıştır.
Tüm büyüklerimizi rahmetle anıyoruz.
Derleyen- Mustafa Yolcu
11.04.2019