6 Aralık 2015 Pazar

DİDİM'DE HAYAT HİKAYESİ

DİDİM’DE  HAYAT HİKAYESİ

Didim’de sabahleyin sahil yolunda yürüyüşe çıktığımda, arkamda birisinin başka birine selam verdiğini duydum. Didim’de nadiren rastlanılan bir durumdu bu. İnsanlar selamsız, sabahsız gidip geliyorlardı.

Yavaşladım ve selam veren kişinin bana yaklaşmasını bekledim. Yanıma gelince bende selam verdim, oda selamımı aldı.

Konuşmaya başlayınca “ kulağının az duyduğunu, yüksek sesle konuşmamı “ söyledi.
Memleketini sordum, Urfa- Ankara- Didim diye cevapladı.
Urfa’da doğmuş. Daha sonra Ankara’ya gelerek, Hacettepe Üniversitesinde iş hayatına başlamış. Hacettepe Üniversitesinden emekli olunca, Didime gelerek lokantacılık yapmaya başlamış.

Benim memleketimi sorduğunda, Çorum diye cevap verdim. Çorum’un taşçısı, sıvacısı, leblebisi meşhurdur.” Dedi ve anlatmaya başladı:

-“ Lokantacılığa başladığımda,dükkanın ön cephesini taş ile duvar ördürüp, duvarın içinden, devri daimli su akıtmak istedim. Buna teşebbüs edince, taşcı usta aramaya başladım. Çorumlu bir taşçı ustasının olduğunu, pek çalışmadığını söylediler. Kaldığı evini öğrenerek, evine gittim. Kenar bir mahallede, yalnız başına tek katlı evde kalıyordu. Kapısını çaldım, kapıyı açıp dışarı çıkınca, selam verip meseleyi anlattım. Usta taş ustası olduğunu, çalışıp emek sarf ettiğini, iş yaptıranlardan alın terinin karşılığını alamadığını  söyleyerek, bu yüzden çalışmak istemediğini bildirdi.

Bende kendisini her gün evinden alıp, iş yerine getireceğimi, karnını doyurup her gün, yevmiyesini peşin olarak ödeyeceğimi belirttim. Bana inandı ve işime başladı. 

Taşları tane tane kırarak, nefis bir duvar örüyordu. Dükkanın önünden geçenler durup, yapılan işi seyrediyordu. Bende günlük 30.-TL yevmiye ile çalışıyordu. Kendisine 40- 50.-TL yevmiye vererek, başka işe götürmek istemişler. Bunu bana bildirdi ve ( merak etme bana yüz lira da verseler, senin işini bitirmeden başka işe gitmem.) dedi. Yapılan işi Didim  Kaymakamı ve Belediye Başkanı’da duymuş, onlarda görmeye geldiler.

Lokantamın inşaatı bittikten sonra işletmeye açtım. İlk sene pek randıman alamadım. Sonraki sene lokantam, müşterilerle doldu taştı. Bunun üzerine iki ayrı lokanta daha açtım. İşlere yetişemiyordum.

Üç kız çocuğum vardı.Kız kardeşim bir gün, içi altın ve döviz dolu el çantası ile evime gelerek, "kardeşim bunlar senin olsun" dedi. Bende, kardeşim ben  senin paranı ne yapayım, verirsen çocuklarıma ver dedim. Oda çantayı çocuklarıma verdi. Üç çocuk, altın ve parayı aralarında bölüştüler. Bende bazı mallarımı, çocuklarım ve eşim arsında taksim ettim. Dünya hep böyle devam edecek sanıyordum. Kızımın birisi Ankara’da, zengin biriyle evlendi.

Eşim hastalanarak vefat etti. Benim de düzenim bozuldu. Borçlarımı ödeyemez hale geldim. Bunun üzerine lokantaları satarak, elime geçen para ile borçlarımı ödemeye çalıştım. Geriye Didim’de bir yazlık ev ile İzmir'de bir dairem kalmıştı.

Yeniden evlilik yaptım. Bu evlilikten iki çocuğum oldu. Çocuklar şu anda Üniversite’de okuyorlar. Zengin olan ablasından, kardeşlerine yardımcı olmasını istedim. Bir kaç ay para göndermiş, ondan sonra göndermemiş.

Yeni eşim, İzmir'de bulunan daireyi  kendi üzerine tapulama mı istedi. Ben de onu kırmayıp, dairenin tapusunu eşimin üzerine devrettim. Önceden çok iyi olan eşim, bu sefer bana sert davranmaya başladı.

Çocuklarımın eğitimini devam ettirebilmek için, bir iş yerinde çalışmaya başladım. Elin işini görmek zoruma gitmesine rağmen, çocuklar için buna katlanıyorum.

Bir gün Didim'de, eşimle birlikte yürüyorduk. Çingene bir kadın önümüze çıkarak, eşime gül verdi. Ben bu ağabeyimi tanıyorum, çok yemeğini yedim dedi. Dükkanıma gelen fakirleri boş göndermez, karınlarını  doyurdum. Ben kimseye eski halimi anlatmıyorum. Ama nadiren de olsa, beni önceden tanıyanlar çıkıyor.”

Bütün bunları anlatırken gözleri doldu. Yaşadıkları, çocuklarının baba  kıymetini  bilmemeleri kendisini üzüyordu.

En son şunları söyledi.-“ Sana tavsiyem, sağlığında malını kimseye verme. Kimseye güvenme. Tek güveneceğin cenabı Allah olsun.”

Kendisiyle vedalaşarak ayrıldım. Bir daha karşılaşır mıyız bilmiyorum. O bana hayat hikayesini böyle anlatmıştı.

Mustafa Yolcu

myolcu53@gmail.com. 

30 Kasım 2015 Pazartesi

Rus Uçağının Düşürülmesi

RUS  UÇAĞININ DÜŞÜRÜLMESİ

Rusya Suriye’de ne arıyor? Sıcak denizlere inme hayali ile yaşayan Rusya, Suriye'nin yanında olmak bahanesi ile sıcak denizlere inmek, Suriye’de üst kurmak hesabı yapıyor.

Bir atasözü var.” İt derisinden post olmaz.Rus’dan bize dost olmaz.” Ruslar bunu bir kez daha ispatladılar. İngiltere'nin yönlendirmesiyle, Osmanlı ile yirmi yılda bir savaş yaptılar.Balkan harbi sonrası iki milyon insanımızın ölmesine yol açtılar

Suriye’de bombaladıkları Bayır Bucak Türkmenlerinin bulunduğu alan’da İşit militanları bulunmamakta olup,buralar Türkmen bölgesidir. Rusya bu ayrımı bilmiyor mu? Tabi ki biliyor. Ama özellikle Türkmenleri bombalıyor. Bu yönlendirmenin altında,  koalisyon güçlerin başında bulunan Amerikanın  talimatı olduğu anlaşılmaktadır.

Rus uçaklarının daha öncede hava sahamızı ihlal ettiği biliniyor. Bölgede bombalamaya katılan bir çok ülkenin uçakları var. Bu uçaklardan hava ihlali olmuyor da,niye hep Rus uçaklarından  hava ihlali oluyor? Tesadüfen-mi? Uçaklar rotasını şaşırıyor mu? Kendisini süper güç olmakla tanıtan bir ülkenin uçakları böyle bariz hata yapar mı?

Sonra bu hava ihlallerini, normal zamandaki ihlallerle bir tutmak mümkün değil. Suriye’de bombalamadan gelen Rus uçağın hava  ihlali, bombalamanın devamı şeklinde anlaşılır ancak. Bu şekilde hava ihlali yapan uçakların, ülkemize bomba atıp gitmeyeceğini kim kestirebilir. Milletler arası hukuk’da müeyyideye bağlanan bir kuralı, hiç bir devletin çiğnemeye  hakkı yoktur. 

Çok konuşulan,  İşıd konusunda bazı hususları dile getirmeye çalışacağım.
İşıd nasıl bir örgüttür ki, cahil cühela insanlar tarafından yönetiliyor denilmesine rağmen; birçok ülkeden oluşan koalisyon bu örgütle  baş edemiyor. İşid’ın petrolünü Almanya taşıyor, bundan kimse söz etmiyor. Örgüte silah geliyor, kimse görmüyor. Basit bir örgüt bütün bunları yapabilir mi? Bu kadar gücü elde edebilir mi? Edemez tabi. Konuşulan” İşıd’i temizleyeceğiz. Ne kadar sürede?  5-6 Sene sürebilir.” Dünyanın süper gücü, özelliği olmayan bir örgüt karşısında bu  kadar aciz olursa, bu örgütü basite almak mümkün mü.

Orta doğu’da temel hadise, Nilden Fırat'a kadar olan coğrafyanın boşaltılarak, İsrail in Arz-ı Mevud’ unun gerçekleşmesi olayıdır. Bu coğrafya boşaltılırken, bizim sınırlarımız’da değişecektir.   Görünen o ki, bu konuda taşeronluk yapacak olan Rusya’dır.

Rusya sınırlarımızı ihlal ediyor, bir çok kez uyarılıyor, adeta bizim devletimizin,askerlerimizin sinirleri refleksleri sınanıyor. Netice de uçağı düşürülüyor. Hem suçlu hem güçlü, zeytin yağ gibi üste çıkıp, Putin arkamdan  bıçaklandım diyor.

Asıl arkadan bıçaklanan bizim ülkemizdir. Rusya’dan 25  milyar dolara yakın doğal gaz ve petrol alıp, Rusya’dan  10 milyar dolara yakın gıda maddesi ile turizm geliri olan ülkemiz, ayrıca 20 milyara yakın bedel ile Derin Kuyu Nükleer santralini yapan Rusya, ülkesine insanına zulüm eden Esat’a destek vermek için,Türkiye’ye karşı hasma ne tutum içine giriyor. Ülkemizi tehdit ederek, yaptırımlara giriyor. Hava Yolu ile Rusya’ya giden iş adamlarımızı tutuklayarak, ticari ambargo koyuyor. Bütün bunlar unutulacak hadiseler değil.

Avrupa'nın Rusya’ya ambargosu sırasında, Rusya ‘ya ambargo uygulamayan, Akkuyu nükleer santrali gibi büyük yatırımları Rusya’ya veren ülkemizi bir kalemde silmek, akla ziyan bir olaydır.

Irak’ta  Saddamı silahları ile donatan Rusya, Amerikanın Irak’a müdahalesi sırasında Saddamı yalnız bırakmış, sahipleneceği sözüne rağmen sahiplenmemişti.
Buradan, Rusya'nın ipiyle kuyuya inilemeyeceği ortaya çıkmaktadır.

Rusya'nın hedefi, kendisine biçilen rolü oynayarak, Akdeniz’de daimi kalacağı bir üst edinmek, ortadoğu politikalarında kalıcı rol oynamaktır.

Ülkemizin yapacağı en akıllı iş, akıllı ve sakin olmak, taşaranlarla yöneticileri iyi ayırt edip, ona göre tavır oluşturarak ateş topundan uzak durmaktır.

Ortadoğu’da cereyan edecek savaş,  bizim topraklarımıza yakın olacaktır. Topraklarımıza  sıçrayacak olursa, bundan’da ülkemiz büyük zarar görecektir.

Ülkemiz içinde devam eden ayrılıkçı hareketler ile  sınırlarımız’da ki olaylar, hayra alamet gibi görünmemektedir. Bütün bunları hesaba katarak,atılacak adımları iyi hesaplayıp, ülkemiz aleyhine yapılan hesapları bozmalıyız.

Mustafa Yolcu
myolcu53@gmail.com



9 Kasım 2015 Pazartesi

ANKARA'DAN ERZURUM'A

ANKARA’DAN ERZURUM’A

Erzurum'u ilk defa 1979 yılında gittim.
Görevli olarak Erzincan'a uğradıktan sonra, Karsa gitmek için Erzurum’a geldik.
Erzurum benim için özel bir yerdi. Baba memleketim Bayburt olması dolayısı ile Erzurum'u da kendi memleketim gibi görüyordum.
Erzurum’dan trene binerek Karsın yolunu tuttuk. Hasan kaleye gelirken dudaklarımdan “Hasan Kalasında caketim kaldı “ sözlerini mırıldanıyordum. Yolun sağında ve solunda tabyalar vardı.
Merak ediyordum “Kara Göbek tabyası neresi” idi.
Kara Göbek tabyasını savunurken, dedemin kardeşi orada şehit olmuştu.
Erzurum'a Rusların girmemesi için çarpışmışlar ama o atı ile hucum sırasında vurularak şehit düşmüştü.

Mehmet Akif üstada sormuşlar” Efendim tekrar bir milli marş yazdırılmak istenirse yazar mısın”?
Oda cevap vermiş” Allah o günleri bir daha göstermesin”

Allah milletimize bir daha öyle zor günler göstermesin.
İnternet sitesine girerek Muhacirlik üzerine yazıları görmek istedim.
Erzurum –Bayburt muhacirliği üzerine o kadar az yazı ve belge var ki!

Dününü bilmeyen insan, yarın ne olacağını bilemez. Dünden ders almak gerekmektedir. Bizler, bizden sonrasına dünü anlatamazsak, bu topraklar üzerinde durmanın bir bedeli olduğunu izah edemezsek! bunu izah edenler kendi haritalarına bu toprakları katmak için her şeyi yaparlar.

Dünü izah etmekte iyi bir ‘TARİH ŞUURU’ ile mümkün olur.
Rahmetli Turgut Özal'ın, Başbakanlığı sırasında ülkemizi ziyaretine gelen Japon heyeti; Özal'ın makamına çıkarak“Türk Eğitim sistemini araştırmak istediğini “ bildirir.
Turgut Özal da taleplerini kabul eder ve onlara “ Araştırmanız bitince, tekrar bana gelin, sizinle araştırmanızın sonucu üzerinde görüşelim” der.
Japonlar araştırmalarını tamamlayarak, Japonya’ya dönmeden önce Özalın makamına tekrar çıkarlar.
Özal onlara sorar “Neler tespit ettiniz”. Heyetten bir yetkili cevap verir “ Efendim sizin gençliğinizde TARİH ŞUURU EKSİK”
Özal: Tarih Şuurundan neyi kastediyorsunuz?
Heyet: Efendim, Japonya da biz ilkokul seviyesindeki tüm çocukları belirli dönemlerde okullarından alarak, ülkemizin en gelişmiş teknolojilerinin sergilendiği fabrikaları gezdirir, hava yastıklı hızlı trenlere bindirerek seyahat ettiririz. Bu arada kendilerine ne kadar ileri teknolojilere sahip olduğumuzu, Japon olmaktan gurur duymalarını, bunun içinde çok çalışmamız gerektiğini söyleriz.

Aynı öğrencileri alıp bu sefer Hiroşima ve Nagazaki şehirlerine götürür, emperyalist devletlerin bize neler yaptığını, binlerce insanımızı gözlerini kırpmadan katlettiklerini izah ederiz.
Eğer çalışmazsak, gayret göstermezsek aynı duruma düşeceğimizi anlatırız. Bu bilgilerle vatan ve millet sevgisini bir daha silinmemek üzere gençliğimize aşılarız.
Özal: Peki biz ülkemizde neyi örnek göstereceğiz?
Heyet: Efendim sizin ülkenizde daha büyük örnekler var. Çanakkale de binlerce evladınızı kaybetmediniz mi? Kurtuluş savaşını vermediniz mi?

Benim milletim şu anda Karsta, Erzurum’da, Bayburt’ta tüm Anadolu’da halen varsa, bu ödenen bir bedelin karşılığıdır.

Erzurum’un taşı toprağının dili olsa da “ ne baba yiğitler bu vatan için şehit oldu. Rus a karşı direnebilmek için az susuz o tabyalarda neler yaşadılar. Nene hatun anamızı elinde balta ile Ruslar ile savaşmaya gönderen sebep ne idi?” bunları bize bir bir anlatsa.

Tarih şuurunu çocuklarımıza aşılayabilmeyi, güzel Türkçe'mizi düzgün bir şekilde öğrenmelerini ve konuşmalarını sağlamalıyız.

Şair ne demiş “ Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır. Toprak uğrunda ölen varsa vatandır.”

Mustafa Yolcu- Ankara

12.11.2009

21 Ekim 2015 Çarşamba

ANKARA’DA HAİNCE SABOTAJ
10.10.2015 Cumartesi günü Ankara’da, Tren Garı önünde bombalar patladı. Bu patlama nedeni ile 102 kişi hayatını kaybetti. Bütün ülke, bu patlamalar ile sarsıldı. Herkes birbirine” hangi hain bu hainliği yapabilir?” Diye sormaktadır.
 Mahir Kaynak - ” Biz istihbaratcılar bir eylemden sonra, bunu kimin yaptığına bakmayız. Kimin işine yaradığına bakarız. Kimin işine yaradığından hareket ederseniz, kimin yaptığını bulursunuz. “
Bu bağlamda Ankara’daki sabotajı ele aldığımızda, bu sabotaj şu an Suriye’de bulunan, bütün yabancı güçlerin işine yaramıştır. Bu sabotajlar sonrası, ülkemizde emniyet ve istihbarat zafiyeti ortaya çıkmıştır.
İngiltere’de ülke güvenliğini sağlamak için, ülke aleyhine   yapılan çalışmaların  % 70 ini istihbarat çalışması ile tesbit ederek, etkisiz hale getirmektedir.   % 20 sini tesbit edip, buna teşebbüs edenlerle temasa geçerek, yaptıkları işin yanlışlığını anlatarak kendi safına çekmekte, kendi amacı için kullanmaktadır.    % 10 unu tesbit edemeyip, aleyhine sonuçlanmaktadır.
Görünen odurki, biz ülke güvenliğini sağlama açısından İngiltere gibi başarılı olamadık.
Emniyet Genel Müdürlüğünde, Asayiş Daire başkanlığı yapmış arkadaşım  bir hatırasını anlatmıştı. – “ Em. Gen. Müd. Yardımcısı ile Scotland’ın davetlisi olarak Londra’ya gitmiştik. Hava alanına inince,  pasaport kontrola  girdik. Pasaportumuz’dan bizim emniyetci olduğumuzu anlayınca,  bizi bir odaya aldılar. Sorgulamaya başladılar. İngiltere ye niye geldiniz? Ne yapacaksınız? Birinimi kaldıracaksınız? Biz ise Scotland’ın davatlisi olduğumuzu söyleyince, böyle bir durum olsaydı bize haber verirler, sizi karşılamaya gelirlerdi. İkiside olmadığına göre siz niye burdasınız? Diye sorgulamaya dört saat devam ettiler. En sonunda bizim talebimiz ile Scotlant’tan bir yetkili geldi’de bizi sorgulamadan çıkardı. Adamlar ülkesine gelen herkesi adım adım takip ederken, bizim ülkemizde ajanlar ellerini kollarını sallayarak geziyorlar. Başka istihbaratlar bize haber verirse, bizdeki  hücre evlerinden haberimiz oluyor her halde.
Yakın Çağ Tarihçisi bir arkadaşım bana –“ 1.Cihan harbi sonlarında, Yunanlıları Anadolu’ya girmeye  kim teşvik etti? “ diye sorduğunda ben cevaben “ İngiltere” dedim. Arkadaşım “ Hayır Yunanlıları Anadolu’yu işgale Almanya teşvik etmiştir. Size gerekli maddi ve silah desteği vereceğiz diye, Yunanlıları Anadolu’ya girmeye teşvik etmişler, Yunanlılar İstiklal savaşı ile Anadolu’dan büyük zayiat vererek kovulunca, Almanya’nın kapısını çalıp, zararlarının karşılanmasını talep ettiler. Almanya vadettiği yardımı yapmadı.” Diye cevap verdi.
Bir zamanlar müddefikimiz olan Almanya, PKK’ya  yıllardır her türlü desteği vermektedir. Türkiye’yi dinleme işlemini’de kesintisiz  olarak, yıllar boyu devam etmiştir. Gelişmiş ülkeler bizim ülkemizi dinleyip, takip ediyor. Onların basınında bu durum açıklandığında, biz dinlendiğimizin farkına varıyoruz. Buradan, başka ülkelerce rahatlıkla dinlenebilen bir ülke olmamız zafiyeti’de ortaya çıkmaktadır.
Ülkede yabancı ülke ajanları cirit atsın, bunlara göz yumulsun, bunların kurduklara oyunlar bozulmasın, sonrada güvenlikten bahsedilsin. Bu mümkün olur mu?
Çözüm süreci denilen devrede, hayal dünyasında yaşadık. Dış dünya ya şirin görünmeye çalıştık, kendimizi aldattık. İçinde bulunduğumuz zaman diliminde, PKK ajandasını elinde bulunduranlar, yöre halkını yanlarına aldı! Haklı olduklarına onları baskı ve zorlama ile inandırdı.
Ankara'daki sabotajdan 9 saat önce, HDP başkan danışmanı tarafından  başkanı sabotaj konusunda uyarılıyor. Bizim emniyetimize böyle bir uyarı gelip gelmediğini bilmiyoruz. Şayet gelmişse, gerekli önlem alınmıyor.   Millet olarak bu kaosu hep birlikte yaşıyor, teröristlerle pazarlık yapar hale geliyoruz.
Sayın Abdullah Gül’ün   HDP ye taziye ye gitmesi ayrı bir gaf durumudur. Böyle bir ortamda, taziye’ye gidilecek yer devlettir. Her gün PKK lılarca kan akıtılırken, onların temsilcilerine taziye ye gitmek ne manaya gelmektedir?
Ülkemizde akan insanımızın kanı sona ermeyecek mi?  Bu kanı akıtan güçlerin üzerine gidelim. Anlayacakları dilden bunun hesabını soralım. Piyonlarla değil, arkalarında bulunan güçleri hedef alalım. Birazda biz İngiltere  gibi olalım.

Mustafa Yolcu

                    

23 Ağustos 2015 Pazar

ERKEN SEÇİME GİTMEK

ERKEN SEÇİME GİTMEK

Ülkemizin ali menfaatini düşünürsek  en son düşüneceğimiz tercih olmalıdır. Böyle bir tercih olursa, bunun kazananı milletimiz olmayacaktır.

Yurdumuzda yapılan erken seçim verilerin büyük kısmında, erken seçim kararı alan iktidar güçlerinin seçimde kaybettiğini göstermektedir.

Seçimden yeni çıktık. Herkes boyunun ölçüsünü aldı. Artık ülkemiz için, ülkemizin geleceği için düşünmeliyiz. Geçmişin yanlışlarından vazgeçip, yapmamız gerekenleri gündeme taşımalıyız.

Başta çözüm süreci denilen ucubeden , bütün yanlışları ile geri adım atmalıyız. Burada Kürt vatandaşlarımızla, dış güdümlü  taşeron PKK hadisesini birbirinden ayırmalıyız. Geldiğimiz noktada, bağımsızlık istediklerini ilan edenlerle konuşacağımız, görüşeceğimiz bir şey olamaz.

Cumhurbaşkanlığı makamı saygın yerini almalı, bütün partilere eşit mesafede durarak, günlük siyasetin içine girmemelidir.  Şimdiye kadarki uygulama bunun aksine olmuştur. Adeta seçim propagandasına katılınmış, taraf olunmuştur. Bu yanlıştan bir an önce dönerek, yaşadığımız sıkıntıları çözmek için Cumhurbaşkanı makamı katkıda bulunmalıdır.

Anayasanın  “Madde 4 – Anayasanın 1 inci maddesindeki Devletin şeklinin Cumhuriyet olduğu hakkındaki hüküm ile, 2 nci maddesindeki Cumhuriyetin nitelikleri ve 3 üncü maddesi hükümleri değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez.” Maddesi kesinlikle değişmemeli, gündeme bile gelmemelidir.

Demokratik Hukuk Devletinin olmazsa olmazı olan suç cezasız kalmamalı, her türlü rüşvet ve adam kayırmanın önü alınmalıdır.” Adalet Mülkün Temelidir.” diye  büyüklerimiz boşuna dememişlerdir. Yöneticilerin üzerindeki en büyük sorumluluk kul hakkıdır. Kul hakkını üzerimize geçirmemeye bütün gücümüzle çalışmalıyız.

Bu önemli konuların üzerinde mutabakat sağlanarak, AKP- MHP koalisyonunun kurulması ülke menfaatine olacaktır. Bunun içinde her iki tarafın asgari müştereklerde birleşerek, partileri bir tarafa ülke menfaatleri için bu fedakarlığı yapmalıdırlar.

Bu koalisyon yapılmayıp, erken seçim yapılırsa ne olur?
Bunun ülkenin menfaatine olmayacağı, şu anki oy oranlarının değişmeyeceği ortadadır. Çözüm bekleyen bunca mesele varken, azgınlaşarak başını alıp giden bölücülüğe kim dur diyecek. Akan kanın hesabını kim soracak? Dış güçlerin oyununu kim bozacak, bunu iyi hesap etmeliyiz.
Ekonomik olarak’ta dengelerin bozulduğu, cari açığın büyüdüğü, fert başına düşen milli gelirin azaldığı tablolara yansımaktadır.

Orta doğu ateş topu haline gelmiştir. Amerika-İngiltere- İsrail üçlüsünün hesabı olan BOP, adım adım gerçekleşmektedir. Bu proje ile Orta doğu’da” İsrailin Arz-ı mevud’u, petrol ve su kaynaklarına  hakim olma projesi gerçekleşecek, kontrol tamamen İsrail'in eline geçecektir.” Suriye, Irak, Lübnan’da çıkan sorunlar, bu amaca hizmet etmektedir. Suriye’den dört  milyona yakın Arapın diğer ülkelere göç ettirilmesi, bu coğrafyanın boşaltılması amacı ile gerçekleşmiştir.Bölgede insan kesafeti azalmış, bu coğrafya’da  Yahudiler ellerini kollarını sallayarak, rahatlıkla dolaşacaklar, Kürt kardeşlerimiz’de Yahudilere taşeronluk yapacaktır.

Bir şehit babasının ağzından duyduğum beddua vardı-“ Bizim milletimize kurşun sıkanlar Türk’ün eline değil, Yahudi'nin eline düşsünler. Türk aşını ekmeğini verir. Yahudi ölse bile bir yudum su, bir lokma ekmek vermez.” Demişti. Yemende, Filistin’de ne  olmuşsa, bu üçlüye uşaklık edenlerin başına’da aynı şey gelecektir. Filistinlilere yaptıkları gibi, taşla kollarını kıracaklar. Tarih boyu Müslümanlığın koruyuculuğu ve kalesi olmuş bu millete kalkan eller, uşaklık ettikleri ellerce kırılacaktır.  

Ülke içinde her türlü ayrıma, suni problemlere dur diyerek, ülkemizde 80 yıldır gerçekleşmeyen birlik ve beraberliği acilen tesis etmeli, oklarımızı kendi insanımıza doğru değil, bizi hedef alanlara doğru çevirmeliyiz. Erken seçim sevdasından vazgeçerek, kurulacak AKP- MHP koalisyonu ile sorunlarımıza çözüm aramalıyız.

Mustafa Yolcu
Myolcu53@gmail.com


17 Ağustos 2015 Pazartesi

UNUTULMAYAN İYİLİK

UNUTULMAYAN İYİLİK

Ahmet çalışkan bir köy çocuğuydu. Okumak, hayatta başarılı olmak istiyordu. Fakir bir ailenin çocuğu olduğu için, ailesi okutmak istemiyordu.

Ahmet köyünde okulu bitirip, şehirde okula devam etmeyi istediğinde babası düşündü taşındı, iki ineğinden birini satarak parasını  oğlunun cebine koyup, okuması için şehre gönderdi.

Ahmed’in Şehire gittiği araba, yolda mola verdi. Bir şeyler içmek için Ahmet'te arabadan indi. Çayını içip, beklerken uykusu geldi ve masada uyuya kaldı. Uyandığında bindiği arabanın gitmiş olduğunu, etrafta da kimsenin kalmadığını gördü.  Cebini kontrol ettiğinde,  parasının yerinde olmadığını fark etti. Üzüntüden başladı ağlamaya. Hayalleri yıkılmıştı. Parası çalınmış, yolun yarısında kalmıştı.

Oraya gelen bir yolcu, Ahmet’in yanına gelerek  niye ağladığını sordu. Ahmet’de olup biteni anlattı. Yolcu- “Üzülme hallederiz.” Dedi.
Adını bile bilmediği yolcu ile birlikte yemek yediler, konuştular . Yolcu Ahmet'e çalınan parası kadar para verip, vedalaşıp ayrıldı.

Ahmet bir arabaya binerek, gitmek istediği şehre gitti. Başarılı geçen okul  hayatı ile liseyi, Hukuk Fakültesini bitirdi. Hakimlik İmtihanı kazanarak, hakim oldu.

Baktığı davalarda kılı kırk yararak, adalet ile hüküm veriyor, parasının çalındığı, okuma arzusunun ipten döndüğü günü de unutamıyordu.

Ahmet'e bir dava dosyası geldi. Davacının delilleri, şahitleri bulunmasına rağmen, davalının ne delili, nede şahidi vardı. Duruşma sırasında davalı suçsuz olduğunu, oyuna getirildiğini iddia ediyordu. Ahmet hemen karar vermiyor, davalıdan sağlam deliller getirmesini istiyordu.

Davalı çaresizlik içindeydi. Her şey kendi aleyhine cereyan ediyordu. Umudu kalmamış, davanın aleyhine sonuçlanacağını düşünüyordu .

Davanın karar günü geldi. Kararda “ Davacının topladığı delillerin yetersiz olduğu, davalının suçsuz olduğuna karar verildi.”  Her kes şaşırmıştı. Kimsenin beklemediği şekilde, mahkeme karar vermişti.

Durmadan suçsuz olduğunu söyleyen davalıda şaşırmıştı. Mahkemeden çıkınca, hakime teşekkür etmek için yanına gitti. Hakim onu ayakta karşıladı. Kahve ısmarladı birlikte içtiler. Davalı hakime teşekkür ediyor, kendisinin suçsuz olduğunu yine tekrarlıyordu.

Hakim davalıya “ Beni hatırladın mı?” Diye sordu.  Davalı hatırlamadığını söyleyince kendisini tanıtarak- “ Sizin sayenizde ben buralara geldim. Siz benim okumamı sağladınız.” Diye çalınan parası yerine, kendisine para veren iyi insanın  suçlu olamayacağını, böyle bir sucu işlemeyeceğini, bu nedenle davalının suçsuzluğuna karar verdiğini açıkladı. “ UNUTULMAYAN İYİLİK ” Yıllar sonra iyilik edenin karşısına çıkmıştı.

Ahmet karara bağladığı bu davayı’da unutmamıştı. Emekli olduktan sonra, davacının bulunduğu yere gitti. İçecek bir bardak su isteme bahanesi ile davacı ile konuşmaya başladı.
Davacı- “ Davada kendisinin haksız olduğunu, karşı tarafa komplo kurduğunu.” anlattı.  Bunun üzerine Ahmet kendisinin o davanın hakimi olduğunu, kendisini rahatlatmak için davacı ile konuşmaya geldiğini söyledi.

Davacı hem şaşırmış, hemde endişelenmişti. Ahmet endişe etmemesini, yapılacak bir şey olmadığını, davanın neticelenip  zaman aşımına girdiğini bildirdi.

Büyüklerimiz ne demiş.” İYİLİK YAP DENİZE AT. BALIK BİLMEZSE HALİK BİLİR.”

Mustafa Yolcu
myolcu53@gmail.com


1 Ağustos 2015 Cumartesi

BİRLİK VE BERABERLİK

BİRLİK VE BERABERLİK

Ülkemiz için, birlik ve beraberliği istemek güzel bir duygu.
Yazılarımın çoğunda’da bunun çağrısını yaptım.

Ülkemiz’de ve yurt dışında bulunan insanlarımız arasında, birlik ve beraberlik nasıl sağlanacak?
Maalesef mevcut şartlar, buna imkan vermiyor. Bir ülke düşününki, iç ve dış istihbarat elemanlarının asıl hedefi, partilerin, sivil toplum örgütlerinin, cemaatlerin içine girerek, aralarına fitne tohumları ekmektir.

Avusturya’da ateşe olarak bulunan bir görevlimiz, şunları anlatıyor.
- “ Dini bir bayram günü, bayram namazını kılmak üzere oğlum ile birlikte evden çıktık. Evimize en yakın camiye gittiğimizde, caminin önünde iki kişi bekliyordu. Camiye girmek üzereyken, kapıda bekleyen adam (nereye gidiyorsunuz?) diye sordu. Bende-“ Bu gün ne günü, bayram namazını kılmaya geldik.” diye sertçe cevap verdim.”

Yurt dışında cemaatlerin camileri ayrılmış, sivil toplum örgütleri birbirinden ayrılmış, birbirlerine cephe almışlar. Bu durumda beraberlik nasıl olacak? Ankara'nın bunlardan haberi yok mu? Ankara bu oluşumun neresinde?

Amerikanın, Almanya'nın ve diğer bazı ülkelerin, bizim nefes alışımızı bile dinleyip, takip ettikleri, devlet ricali bir toplantı yapmayı düşündüğünde, bunun dış ülkelerin ilgili masalarına anında intikal ettiği gün yüzüne çıktı. Bu durum medya’da paylaşıldı.

İnternette bir yazıda-” Hocamızın yanına, şeker tüccarı olduğunu söyleyen biri geldi. Sık sık hocamızı ziyarete geliyor, su gibi para harcıyordu. Bir gün lüks bir araba getirerek, arabanın hocamızın emrine amade olacağını, kendisininde şoförlüğünü yapacağını bildirdi. İlerleyen süreçte bu kişiden izinsiz, hoca efendinin yanına kimse giremez oldu. Hoca efendi vefat edince, bu kişi’de ortadan kayboldu. Bu kişi artık başka bir yerde, başka bir isimle, başka görev yapıyordur herhalde.” Demektedir.

Bir cemaatin, ileri gelen birisi ile konuşuyorduk. Bana cemaatlerini şöyle izah etmişti.” Ahir zamanda İslam ümmeti 40 parçaya ayrılacak. Ancak bunlardan bir parçası kurtuluşa erecek. O gurup biziz. Diğerleri kurtuluşa eremeyecek.”
İşin garibi, diğer guruplarda kendileri için bu nitelemeyi yapıyorlar. Onlara bu kanaati enjekte eden kim? Diğer cemaatlerle sürtüşme içine sokan kim? Tabi maluma ispat gerekmiyor.

Bizim istihbaratımız yabancıları değil, kendi insanını takip edip, yönlendiriyor.  Urfa’da otuz kişi ölüyor, üç gün sonra buna neden oldukları söylenen kişiler tutuklanıyor. Daha önce bu tutuklamalar niye yapılmadı? Önlem niye alınmadı? Bu içraatlar ile yurdumuzda birlik ve beraberlik nasıl tesis edilecektir?

Mühendisler odasına gittiğimde duvardaki panoda- “ Sivas’ı unutmadık, Maraş'ı unutmadık, Çorum’u unutmadık, Uğur Mumcuyu unutmadık.” diye yazılar vardı. Bu olayların hangisinin failleri gün yüzüne çıktı? Biz kendi insanımızı itham  ederek, kimin ekmeğine yağ çalıyoruz? Onların isteği'de bu değil mi?

Eğer birlik ve beraberlik istiyorsak, önce bunu devletimizin, istihbaratımızın, emniyetimizin istemesi lazım. Dış güçlerin çabalarına, engel olunması gerekir. Günlük değil, uzun süreçli programlar ile birlik ve beraberliğin sağlanması, 80 yıldır sürdürülen ayrıştırıcı politikaların terk edilmesi gerekir. Sadece, camilerde birlik ve beraberlik hutbeleri ile birlik ve beraberliği sağlayamayız. Bu işin ucundan, devlet erkinin tutması, devlet politikası haline dönüşmesi ile sonuca gidilebilir.

İngiliz vatandaşlığı hakkını kazanmış bir Türk vatandaşına, İngilterenin dünya politikalarını eleştirdiğimde, bana şiddetle karşı çıkarak İngiltereyi savunmuş, şunu anlatmıştı. - “ Ben İspanyanın yanında Çebeli Tarık’a, İngiltere’nin hakimiyetinde ki yere gittiğimde, gümrük memuru bana ülkenize hoş geldiniz dedi.” Diyerek İngiliz vatandaşı olmanın gururunu ortaya koyuyordu. Keşke bizim ülkemize’de, yurt dışından gelen vatandaşlarımız, görevliler tarafından böyle karşılansalar. İnsanlarımız’da, Türk vatandaşı olmaktan gurur duysalar.

Devlet erki, kendi insanının karşısında değil, onu takip ettiren değil,  onun yanında, dertlerini çözen olmalı ve birlik ve beraberlik tohumlarını sacmalıdır.

Mustafa Yolcu
myolcu53@gmail.com


  




   




19 Temmuz 2015 Pazar

İSKİLİP'DE BİR GÜN


İSKİLİP’DE BİR GÜN

15 Temmuz Salı günü, ikindiye doğru İskilip’e geldim. Öncelikle Hacı Karani mezarlığına uğrayarak, ölülerimizi ziyaret ettim.

Mezarlığa gidince, tanıdıklarım oraya toplanmış gibi oluyor. Mezar taşlarındaki isimlerin çoğunu tanıyorum. Yani mezarlık tanıdıklarımla dolu. İbrahim Karamemiş’te en son oraya gidenlerden. Mezar taşların’da doğum tarihlerine bakıyorum. Epeyce sayıda benim akranım'da, buradaki yerlerini almışlar.
En son Hacı Karani hz. mezarına uğradığımda, Hacı Ali Dursun eniştemin anlattığı, mübareğin mezarını nasıl buraya taşıdıkları, gözümün önüne geldi.Bir ayağının kaval kemiği, eski mezarında kalmış. Tüm kemiklerini toplayıp, mevcut mezara defnetmişler. Sanki mübarek, ayağını tamamen eski mezardan ayırmak istememiş.

Çarşıya geldiğim de, gözüm tanıdıkları aramaya başladı. Bir sürü insan gelip gidiyordu ama, hiç birini tanımıyordum. Kime selam versem, selamımı alıyorlardı. Ankara’da tanımadığım birine selam versem, "Bu bana niye selam verdi." diye, garip garip yüzüme bakar.

Köprü Başı Camisinin yanında bulunan evimizi, 1995 li yıllarda cami ile ilgili olarak kullanmak üzere, bir derneğe vermiştik. Bu ev ile ilgili yaptığım görüşmede, bu amaçla evin değerlenmesi için, çaba harcanması hususunda görüşmem oldu. Bu benim için yararlı bir teşebbüstü. Bu ev ile ilgili güzel şeyler, kardeşlerimin ve benim rüyalarımızı süslemişti.

Akşama doğru, Hacı piri mahallesinde bulunan halamın oğlunun evine gittim. Sokaklar, kaldırım taşları, evler bana çok şey hatırlatıyordu. Adeta her adımımı atışta başka şeyleri hatırlıyor, bu nostaljiyi yaşamak bana ayrı bir haz veriyordu.
İftar vakti yaklaştığında, ocakta tarhana çorbası kaynıyor, salata yapılmış, keşkek çömleği de karıştırılmayı bekliyordu. Çömleği karıştırmak şerefi bana verildi. Büyük bir zevkle bu görevi yerine getirdim.

Top atıldı ve akşam ezanı okunmaya başladı. Bizde dua ile orucumuzu açtık. Bütün bunlar Ankara’da, hayalimi süsleyen konulardı. Ankara’da top sesi, nare sesi olmadığı için, bunları ancak İskilip'te buluyorduk.
Teravihten çıkıldıktan sonra, gece saat 12 civarında park ta arkadaşlar ile havuzun başında buluştuk. Oradan buradan birçok şey konuştuk. Havuzun başı gündüz gibi dolu idi. Parktaki sohbetimiz 01.20 kadar sürdü.
Kalkıp evlerimize gittik. Hiç uyumadan, sahur vakti gelmişti. Sahurdaki menümüzde tava mayalısı, vişne kompostosu, çay vardı. Bu sene ramazan’da, ilk defa tava mayalısı yedim. Bu zevki'de tatmıştım.

Çarşamba günü ilk işim, pazarı dolaşmak oldu. Çarşamba pazarında, bizim çocukluğumuzun kalabalığı yoktu. Sebze pazarını andıran yerde, sebze alış verişi yapılıyor, pazarda iskilip’çe konuşuluyordu. Bu konuşmaları dinlemeye, unuttuğum kelime ve cümleleri duymaya çalıştım.- “ Madenüz alıyonmu? Madenüz yarım lira. Canu isderse al. Sen bülüsün. Fasulye kaç para? İkibuçuk lira. İyi fasulye emme. Kılcuğu yok.” Bunları dinlemek, bana hoş geliyordu.

Gittiğim her şehirin, en çok merak ettiğim ve zevk aldığım yeri, Pazar yeridir. Farklı şeyleri görmek, duymak bana ayrı bir zevk verir.
Kayseri’de, İskilip’li arkadaşlarım ile birlikte kapalı çarşısına gitmiştik. Oradaki ” gadan alam” cümlesi ile başlayan pazarlamacılığı, hiç bir yerde görmedim. Fiyatını sorduğun bir malı, almak istemezsen bile ikna olup alıyorsun.
Dedik ki- ” Kayseri li lik bu demek ki.”

Pazar’dan sonra merhum Valimiz, Zübeyir Kemelek kardeşimizin mezarını ziyarete gittik. Mezarının başında dua ederken, sanki sağmışta, onu görmeye gitmiş gibi haleti ruhiye ye girerek duygulandım. Şerefli, onurlu bir yaşam ve sonuç” akıbet mevt.” Ne mutlu Zübeyir kardeşimize. Allah herkese böyle bir yaşam tarzı nasip etsin.

Daha sonra’da Zübeyir kardeşimin annesini ziyarete gittik. Teyzemiz bizi görünce “ Oğlumun arkadaşları gelmiş.” Diye ağladı. Eşin vefatı, beş ay sonra evlat acısı kolay unutulmuyor. Hele evlat acısı, apayrı bir şey. Allah kimseye evlat acısı tattırmasın.

Saat- 15 civarı idi, İskilip ziyaretim sona erdi. Çocukluk arkadaşım Recep Çiçekci, beni terminale götürüp, Çorum’a yolcu etti.
Sılayı rahmi yapmak, nostaljiyi yaşamak böyle bir şey işte. Allah isteyen herkese böyle tatlar yaşamayı nasip etsin.
Herkese Hayırlı bayramlar diliyorum. Alvarlı efe hazretleri diyor ki.

Nûr-i hidayet dola,
Dilde hidayet bula,
Nâsırın Allah ola,
Bayram o bayram olur.

Mustafa Yolcu
myolcu53@gmail.com


16 Temmuz 2015 Perşembe

UNUTAMADIKLARIMIZ

UNUTAMADIKLARIMIZ

YENİCAMİ


YENİ CAMİ

KEŞKEK FIRINI


KEŞKEK FIRINI

19 Haziran 2015 Cuma

SÜLEYMAN DEMİREL'LE TOPLANTI


SÜLEYMAN DEMİREL’LE TOPLANTI

40 Kişilik mühendis gurupla, 1991 yılı bahar aylarının birinde DYP Genel Merkezine gittik. DYP  daha sonra milletvekili olan bir arkadaşımız, bu toplantıyı organize etmişti.
Partinin genel başkanı olan Süleyman Demirel, siyasi yasaklı olmaktan 1987 yılında çıkmış, partiyi eski gücüne getirmenin, iktidar yapabilmenin çabası içindeydi. 1991 yılı Kasım ayında genel seçimler vardı.

Toplantıya gittiğimiz yer Akay yokuşundaki DYP Genel merkezi binası idi.
Bizi buradaki toplantı salonuna aldılar.
Ben ilk defa Başbakanlık yapmış, parti başkanı ile yakından görüşecektim.

Bu ziyarete gelenlerin hiçbirinin parti kimliği yoktu. Çoğunluğu MHP sempatizanı idi. Tamamı sağduyu sahibi olup, sağ yelpazede bütün partilere oy vermişlerdi.

Süleyman beyin konuşacağı kürsü ve yanında 4 sandalye vardı. Masanın üzerinde ise ses kaydedici olduğunu sandığım cihaz vardı.

Süleyman Bey salona geldiğinde saygı gereği ayağa kalktık. Bize oturmamızı söyledi ve yerimize oturduk.

Konuşmasına başlayan Süleyman Bey-“ Sevgili meslektaşlarım, hepinizde hoş geldiniz. Meslektaşlarımı burada görmekten mutluyum. Ama benim için siz halksınız. Burada sizin görüş ve düşüncenizi öğrenmek istiyorum. Dileyen arkadaşımız düşüncelerini dile getirsin. Bende daha sonra, sorulanları cevaplamaya çalışacağım.” Dedi.

Bunun üzerine gurubumuzdan yedi kişi söz aldı. Hatırlayabildiğim kadar şunlar söylenildi:

— Sayın başkanım. Siz 6 kere gidip 7 kere geldiğinizi söylüyorsunuz. Sağ düşünceli bir partinin de başkanısınız. Milli Eğitimi niye gerçekten milli hale getirmediniz?

— Sayın başkanım. Sol partiler iktidar olduklarında hiçbir sağ düşünceli insana görev vermiyorlar. Sağ partiler ise solcuları iş başına getiriyorlar. Tabiri caizse davul bizim boynumuzda, tokmak başkalarının elinde.
Bu durum sağ partiler için zafiyet değimli? Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Guruptan diğerleri de değişik konularda görüşlerini dile getirdiler.
Süleyman Bey hem not alıyor, hem salonu gözlüyor, hem de ses kaydedici cihaza gözünün ucu ile bakıyordu.
Söz alma sona erince Süleyman Bey cevap verme faslına geçti.

- “ Teşekkür ederim arkadaşlar. Önce şunu söyleyeyim. Burada bulunanların hiç birinin benim partimle uzaktan yakından ilgisi yok.
Erbakan’la ben Üniversiteden arkadaştık. Ben onu çok iyi tanırım. Erbakan benim hayatta tanıdığım en riyakâr insandır. “ Süleyman beye, Erbakan ile ilgili hiçbir şey sorulmamıştı. Erbakan’ın konuşmalarda adı bile geçmemişti.”

Ben Türkiye’yi adım adım gezdim. Halkımın çektiklerini, taleplerini, önceliklerini iyi bilirim.
Benim çocukluğumda Türkiye’de her yerde lise yoktu. Bu ülkenin çocukları okuyup, üniversiteye gidip bir yerlere gelemiyordu. Bu ülkede liseleri ben açıp çoğalttım. Sizler benim açtığım liseleri bitirip buralara geldiniz.

Ülke yönetiminde ergler ayrımı vardır. Ben iktidar oldum ama devletin başına gelemedim. İktidar olmak ile her şeyi yapamıyorsunuz.

Meclis kürsüsünden defalarca Yüce Atatürk’ün ‘Hâkimiyet Kayıtsız Şartsız Milletindir’ sözünü dile getirdim. Dedim ki gelin hâkimiyeti kayıtsız şartsız millete verelim. Milletin üzerinde güç olmasın.

Size soruyorum, tarih kitaplarında yazdığı gibi Abdülhamit kızıl sultan mı idi. Hayır değildi. Ben bunu biliyorum ama tarih kitaplarında bunu değiştirecek güce gelemedim.

Bir takım yetkiler elime geçecekken, darbe yapıp beni indirdiler. İstediğimi yapamadım.

1980 Eylül den önce olaylar oluyordu. Kenan Evrene dedim ki’ Size her türlü yetkiyi vereyim. Bu kardeş kavgasını önleyin.‘ Teklifime olumlu cevap vermediler.
Kenan Evren 12 Eylül den sonra anarşiyi önlediklerini söyledi. Kardeşim 12 Eylülden önce sen, kadastro müdürü mü idin? Niye o zaman anarşiyi önlemedin?
Daha sonrada konuşuyorsun. Buna kim inanır.

Ben Türkiye’de liberalizmin temsilcisi oldum. Dolayısı ile sağcılardan da, solculardan da oy aldım. Bu sebeple uygun bulduğum herkese görev verdim. Bunda bir zafiyet görmüyorum.

Sizi buradan uğurlarken sizlere partimin programı ile tüzüğünü içine alan kitapları dağıtacağım.
Sizden ricam bu kitapları okuyun. Parti programı ile tüzüğümüze eleştirileriniz olursa, bunu bizzat bana yazılı olarak iletin. Sizin eleştirilerinizi dikkate alarak gerekirse yeniden düzenlemeler yapabilirim. “ Dedi.

Toplantı sonunda Sayın Demirel toplantıya gelenleri uğurluyordu. Süleyman beyle kimi tokalaşıyor, kimi elini öpüyordu. Demirel tokalaştığı insanların yüzüne bakmıyordu bile. Tokalaşırken başka şeyler ile uğraşıyordu.


Bende öyle yaptım. Tokalaşmak için elimi uzatırken başımı başka tarafa çevirdim.

2 Haziran 2015 Salı

TBMM VE MİLLET VEKİLLERİ

T.B.M.M. VE MİLLET VEKİLLERİ
26.05.2015- Ersönmez Yarbay

Mustafa Yolcu- Ersönmez bey bize kendinizi tanıtırmısınız.
Ersönmez Yarbay-  1953 Yılında Denizli’nin Acıpayam ilçesi Darıveren köyünde doğdum.İlkokulu köyümüzde okuduktan sonra, bir yıl Kuran kursuna gidip,   Kuran okumayı  öğrendim. Ortaokul ve liseyi Denizli’de bitirdim.
!973 Yılında girdiğim üniversite imtihanında, Ankara Üniversitesi SBF kazanarak, 1978 yılında mezun oldum. Aynı okulda “Sosyal Politika” konusunda yüksek lisans yaptım.

MY- Kitap okumasını severmiydiniz.
EY- Küçükken gazete okumasını çok severdim. Babam veya yakınlarım kazaya giderken, onlara “bana elbise almayın, dönüşte gazete getirin.” Derdim. Gazeteyi  nerde bulursam okurdum. Gazete okumak, bende araştırma kültürünü geliştirdi.
Lise yıllarında Denizli Halk Kutüphanesine giderek, 15 ciltlik Osmanlı tarihini baştan sona kadar okudum.  Ayrıca dini kitapları’da okurdum. Bu kitap okuma alışkanlığı bana çok şey kazandırdı.
Orta okulda , lisede vasat bir talebe idim. Üniversite imtihanında Denizli’de en yüksek puanı aldım. Bu başarımı çok kitab okuma ile elde ettim.

MY- Üniversite döneminiz nasıl geçti.
EY- Üniversite dönemimiz çok çalkantılı geçti. 1973 Yılında, Siyasalın arkasında bulunan  Cumhuriyet yurduna girmiştim. Talebe olayları başlaması ile birlikte, 1975 yılında bizi yurttan zorla attılar.

MY- Okulunuzda ünlü kimler vardı.
EY- Mustafa Kamalak , Abdullatif Şener, Abdullah  Öcalan, Hüseyin Velioğlu gibi sağ ve sol cenahtan,Türk siyasetine damga vurmuş insanlar vardı.

MY- Siyasi hayatınız nasıl başladı?
EY- 1991 Yılında Refah Partisinin, Ankara il başkan yardımcısıydım. Gündemimde millet vekilliğine adaylık falan yoktu. Sayın Erbakan benim, Denizli’den  milletvekili adayı olmamı istedi. O devre milli ittifak diye, Refah- MHP- İDP üçlü ittifakı vardı. Denizli’den aday oldum, seçilebilmek için 40.000 oy almam gerekirken 26.000 oy aldım. Sayın Erbakan bana” Denizl i’de taşı yerinden oynattın.” Dedi.
1995 Yılında Refah Partisinden, 2002 de AKP den milletvekili oldum.

MY- Milletvekili olmadan, milletvekilliğini nasıl görüyordunuz.
EY- Milletvekili denilince, dışardan çok önemli bir yer olarak gözüküyor. Ama Meclise gidince, Başkana yakınlığınız derecesinde ağırlığınız olduğunu , belli bir parti disiplini içinde, verilen yetki kadar hareket imkanınız olduğunu görüyorsunuz.
Mecliste iki türlü milletvekili vardır.
1- Etkin Milletvekili- Başkana ve parti yönetimine yakın olan milletvekilidir.
2- Etkin olmayan milletvekili- Başkana ve parti yönetimine yakın olmayan milletvekilidir.


Bazı insanlar, her dönem milletvekili  aday adayı olurlar. Bunların çoğu aday bile yapılmazlar. Sonunda bu işi bıraktıklarında- “ Millet vekili aday adaylığından emekli oldum.” Derler. Bizde bunlara latife olarak takılırız.

Milletvekili adaylarından, seçileceği büyük bir ihtimal olan adaylar vardır, seçilemeyecek yerde olan adaylar vardır. Bizim isteğimizden çok, şartlar sizi milletvekili yapabilir. Bakarsınız, ihtimal vermediğiniz sıralama’da milletvekili olur, mutlaka seçilir dediğiniz sıralama’da seçilemezsiniz. Bu hadiselere sık sık raslanır.

MY- Millet vekilliğiniz sırasında neler yaşadınız?
EY- 1995 Yılında  Milletvekili olduğumuz devre’de  28 Şubat olaylarını yaşadık.

MY- 28 Şubatı nasıl değerlendiriyorsunuz?
EY- Ordu 28 Şubatta, partilerin genleri ile oynadı. Doğruyol ve Anap milletvekillerini partilerindenteker teker istifa ettirerek, hükümeti güven oyu alamayacak duruma getirdiler. Daha sonra kurulan hükümette kanunlar, gizli toplantılarda kararlaştırılıp, meclis gündemine getirildi. Baskı ve santaj ile bu kanunlar meclisten geçirildi.
28 Şubat döneminde en çok mağdur olanlardan birisi’de başı örtülü öğrenciler  oldu. 
En son 8 yıllık kesintisiz eğitim yasası, siyasi hayatlarının sonu oldu. Bu kanunu çıkarmak için, meçlis kesintisiz 20 saat çalıştırıldı. Mesut Yılmaz- “ 8 Yıllık eğitim kanunu ya çıkacak, ya çıkacak. Benim siyasi hayatıma mal olsada bu kanun teklifi kabul edilecek.” Demişti.

MY- Sizin birde, Uğur Mumcu suikastını araştırma komisyonu başkanlığınız var. Bundan bahsedermisiniz.
EY- Komisyon kurulurken partimiz, komisyon başkanlığına Fethullah  Erbaşın getirilmesini istedi. Erbaş sakallı olduğu için, CHP liler onun komisyon başkanı olmasına karşı çıktılar. Erbaşta benim başkanlığımı teklif etti ve “Uğur Mumcu suikastını araştırma Komisyonu Başkanı”  ben oldum.

Araştırmamız sırasında, çinayet zanlısı olarak bazı şahısları tesbit ettik. Ama devletten bize gelen cevapta-“ Belirlenen şahıs, cinayet günü ceza evinde tutuklu olduğu için, bu cinayeti işleyemez.” Oldu.

1993 te Uğur Mumcu’nun cenazesinin kaldırılmasına bir milyon kişi iştirak etti. Daha sonra Turgut Özalın cenazesine bir milyonun üzerinde  insan katıldı. Sivas’ta insanları yaktılar, gösteriler oldu. Başbağlar köyünü PKK lılar bastı, onlarca kişi öldürüldü. Yine gösteriler oldu. Fakat bu eylemleri düzenleyen gerçek failler tesbit edilemedi.  

MY- Meclise gelen ziyaretciler, milletvekillerinin meclis oturumlarına hazırlıklı gelip gelmemesi ile milletvekillerinin meclise devam edip etmedikleri konusunda ne dersiniz.
EY- Bunları teker teker ele aldığımızda:
Meclise gelen ziyaretciler- Ankara, İstanbul illerinden gelen ziyaretci sayısı azdır. En fazla ziyaretci doğu illerinden gelir. “AÇIKCASI BİR YÖRENİN SORUNLARI AZSA, O YÖRENİN MİLLETVEKİLLERİNİN ZİYARETCİSİ’DE AZDIR. SORUNLARI FAZLA İSE, ZİYARETCİSİ’DE  FAZLADIR.”
Ziyaretciler genellikle iş talebi, tayin, nakil talebi, bölgesel talepler ile meclise gelirler.
İş ve tayin nakil talebi ile gelenlerin talebi, bir şekilde karşılanır.  Milletvekilleri için zor olan, bölgesel ihtiyacların giderilmesi talebidir. Çünki bu taleplerin karşılanması zaman alır ve zordur. Diğer talepler karşılandığında, milletvekilinin prestiji artar.

MY- Milletvekili telefonu eline aldığında, müsteşar’a ulaşabilirmi?
EY- Bu milletvekilinin ağırlığına bağlıdır. Ağırlığı yoksa ulaşamaz. Parti yönetimi , milletvekillerine sahip çıkarsa, etkileri artar. Bürokratlarına sahip çıkarsa, milletvekilinin ağırlığı olmaz. Turgut Özal ve Süleyman Demirel dönemlerinde, milletvekillerinin ağırlığı fazla idi.

AKP döneminde milletvekillerinin ağırlığı, iş görebilme özelliği azaldı. Bunun iyi yönleride var.Milletvekiline vatandaşlar, haklı sebeblerle  nadiren gelirler. Köyündeki öğretmeni tayin, memuru tayin talebi bunlar haklı sebebler değildir.

Mecliste yemek ucuzdur. Buna rağmen mecliste dört yıl görev yapıp, bir vatandaşı yemeğe götürmeyen milletvekilleri vardır.  Bunun sebebi, bu milletvekillerinin seçmene ihtiyacı yoktur. Vatandaşın arasından gelmiyordur. Yönetime yakındır. Taşradan meclise gelen ziyaretciyi, öyleyin yemeğe götürmek insani bir görevdir.

-Meclis oturumlarına devam – Bu konuda düzenleme yapıldı.Parti yönetimi istemedikten sonra, meclise hiç uğramayan milletvekilinin bile başı ağrımaz.
Gurupta görüş bildirmek için konuşabilirsin. Konuşma sayısı ve uslubu ile parti yönetimini rahatsız edersen, bir daha milletvekili seçilemeyebilirsin.

MY- Şu anda yeni seçimlere yaklaşıldı. Milletvekilleri seçilip meclise geldiklerinde, neleri yapsınlar, neleri yapmasınlar?
EY-  Memlekete faydalı olmak istiyorlarsa, parti yönetimine rağmen görüşlerini açıklasınlar. Türkiyenin çoğulcu düşünceye ihtiyacı var. Bunu yaparken parti disiplinine’de uysunlar.
Meclisi iyi takip edip, meclis gündemine sahip olmalılar. Herkes kendi bildiği dalda ağırlığını koymalıdır.

Çok istemek ile milletvekili olunmaz. Milletvekilliği, kaderlerinde  yazılı olması gerekir. AKP den bu dönem 500 kişi aday adayı olmuş. Bunların 32 tanesi aday olacaktır. Sonuçta ise 10-15 tanesi seçilecektir.

MİLLET VEKİLİ OLMAYANLAR ÜZÜLMESİNLER, OLANLARDA ÇOK YETENEKLİ, KABİLİYETLİ OLDUKLARI İÇİN MİLLETVEKİLİ OLDUKLARINI SANMASINLAR.

MY – Mecliste isteyen milletvekili, basın toplantısı yapabilirmi?
EY- Meclis başkanlığına bağlı görevliler vardır. Oradan basın toplantısı için izin almak kerekir. Aslında basın toplantısı yapan’da az olur.

Şu anda merkezi bir sistem var. Bütün yetkiler bir insanda toplanıyor. Yetkilerin dağıtılması gerekir.
BAŞKANLIK SİSTEMİ BİZİM MİLLETİMİZİN FITRATINA AYKIRIDIR.”



Bizim milletimizde biat kültürü vardır. Batı ülkelerinde ise itaat kültürü vardır.
” Biat kavramı aslında liderle takipçileri arasında gerçekleştirilen bir çeşit mukavele anlamına gelmektedir. Günümüz liderlik yaklaşımında “psikolojik sözleşme” kavramına benzer biçimde kullanılan BİAT KAVRAMI, hem lidere, hem de takipçilerine karşılıklı hak ve sorumluluklar yükleyen bir çeşit sözleşme demektir. Bu sebeple biat ancak, lider kendi sorumluluklarını yerine getirdiği sürece ona İTAAT edilmesi anlamına gelmektedir.

Bu sebeple lidere ancak” Adaletle hükmettiği, doğruluktan ayrılmadığı zaman İTAAT edilmelidir. Şayet lider bu çizginin dışına çıkmaya başlamışsa, takipçilere düşen ona itaat etmek değil, sağlıklı biçimde liderin aklının başına gelmesini sağlamak olmalıdır.
Bu sebeple ;İslam ülkelerinin kurtuluşu için, yetkilerin bölünebildiği kadar bölünmesi gerekmektedir.
Muhalefet fitne olarak görülmektedir. Bu yanlıştır. Her kes görüşünü açıklayıp, doğruları savunması gerekir. Görüş bildirmek teşvik edilmelidir.

MY- Siz yurt dışına’da çıkmışsınızdır. Oralar’da parlemento ve milletvekili ilişkilerini nasıl buldunuz?
EY- Suriye’de parlementonun hiç bir yetkisi yoktu. Almanya’da milletvekillerinin ve parlementonun ağırlığı var.
Amerika’da parlemento, Başkan’dan  daha ağırlıklıdır. Başkana düşen, parlementodan çıkan kararları uygulamaktır. Başkan iki seneliğine seçilir. Senatörler için böyle bir kısıtlama yoktur. 40 Yıldır senatörlüğe devam edenler var.
AMERİKA’DA DAR BÖLGE SEÇİMİ YAPILIYOR. SEÇİMLERDE MİLLETVEKİLLERİNİ HALK SEÇİYOR. BİZDE MİLLET VEKİLLİĞİ SEÇİMİ DEĞİL, PARTİ SEÇİMİ OLUYOR.
ORADA SEÇİM ZAMANI SENATO ADAYLARI, SEÇİLEBİLMEK İÇİN BİRBİRLERİ İLE YARIŞIYORLAR. BİZDE PARTİLER BİRBİRİ İLE YARIŞIYOR.

Ersönmez Yarbay beye, verdiği bilgiler için teşekkür ediyorum.

Mustafa Yolcu
Myolcu53@gmail.com