10 Aralık 2021 Cuma

ANKARA RÜZGARI

 


 

 

 

ANKARA RÜZGÂRI

Ankara’ya ilk 1966 yılında geldim. Ortaokul 2. sınıfa geçmiştim. Ankara’yı sinemalar ’da gördüğümüz gibi, bir şehir olarak düşünüyordum. Çorum- İskilip’ten gelen otobüsümüzün Ankara da son durağı, Ankara hastanesinin önündeki, şimdi yüksek binanın olduğu yerdi. Babam otobüsün şoförüne tembih etmiş, oda beni bir taksiye bindirmişti.

Ulusa geldik, ilk meclisin önünden geçiyoruz. Şoföre sordum “Ankara’ya geldik mi?” Şoförde dedi ki Ankara’nın ortasındayız. Ben daha canlı, renkli bir şehir bekliyordum. Kameralardaki gibi. Sonra da Yenimahalle 5. Durak Cengiz sokak No- 90 da bulunan binaya geldik. Ankara’ ya gelmiştim artık. 

Sonraki gün eniştemle çıkarak, Meclisin karşısında bulunan Tapu Kadastro Genel Müdürlüğüne geldik. Eniştem bura da çalışıyordu. Kızılay da bulunan araç yoğunluğu dikkatimi çekmişti. Yolda

Troleybüs çalışıyor, büyük kavşakların ortasında bulunan zıvana denilen korunaklı yerden trafik polisince trafik elle idare ediliyordu. 

İlkokul 3. Sınıf hocamız bize “Ankara’ ya gidib’te, Anıtkabir’i ziyaret etmeden gelirseniz, size hakkımı helal etmem.” Demişti. Anıtkabir’e gitmeliydim.  Anıtkabir’in yerini sorarak, DSİ Genel Müdürlüğüne ulaştım. Oradan Anıtkabir’i kolaylıkla buldum. Önce giriş katını, müze bölümünü gezdim. Hayranlıkla arabalara baktım. Atatürk’ ün eşyaları müzede saklanıyordu. O günleri yaşıyormuşçasına eşyaları seyrettim. En son mozoleye çıktım. Mozolenin önünde  dua etmeye başladım. Bize öğretilen mevtalara dua edilirdi. Ama buraya gelenler, sessizce saygı duruşunda durup, geri dönüp gidiyorlardı. Bende herhâlde yanlış yapıyorum diye, duayı bırakıp geri dönüp ayrıldım. Vazifemi, öğretmenimizin söylediğini yapmıştım.

Daha sonraki günler’ de Tandoğan meydanında, Türk İŞ genel başkanı Seyfi Demirsoy’ un miting ini izlemeye gittik. Alan dolmuştu. İlk defa böyle bir miting görüyordum. Eniştem, Süleyman Demirel bu miting in baskısına dayanamaz, istifa eder demişti.  Öyle de olmadı. Hükümet olduğu yerde kaldı.

Orman çiftliğindeki hayvanat bahçesine gittik. Hayran kalmıştım. Bu kadar hayvanı, nasıl toplamışlardı? En çok da aslanı, kaplanı, fili, piton yılanını görmek hoşuma gitmişti.

 

Kader beni üniversite yılları içinde, Ankara’ ya getirdi. Okuyup İnşaat Mühendisi olacaktım. En çok da baraj inşaatında çalışıp, baraj mühendisi olmak istiyordum. 1973- 1979 Yıllarındaki öğrencilik dönemin de, sınıf arkadaşlarımın sağ duyulu davranışı ile sınıfımızda olay olmadı. Her iki tarafta derslerine girdi. Daha sonraki yıllar da bir araya gelince, hatıralarımızı, aldığımız dersleri anlatır olduk. 

4. Sınıfta iken İçme suyu kanalizasyon dersi hocamız MUAMMER Yavuz “TALEBELERİME ÖĞÜTLERİM “diye bize teksir dağıttı. Bu teksirin bir maddesinde   diyordu ki “YARIN HAYATA ATILDIĞINIZ DA, DEVLETİN HAZİNESİNİN MUSLUĞU OLACAKSINIZ. SİZ HAZİNENİN MUSLUĞU NE KADAR AÇARSANIZ, HAZİNENİN PARASI O KADAR AKACAKTIR.” 

Hocamızın bu sözünü hiç unutmadım. Devletin kuruşuna sahip olmaya çalıştım.

İmar İskân Bakanlığın’ da iken, anlı şanlı müteahhidin inşaatlarını denetlemeye gittik.  Yanımıza gelen müteahhit- “sizin mesleğinizin sonu müteahhitliktir. Benim ayağıma basarsanız, bu memlekette size müteahhitlik yaptırmam.” dedi. Biz raporumuzu verip, müteahhide yapılan fazla ödemeyi tespit ettik. İdare işi tasfiye etti. Fazla ödemeyi geri istedi.   

1984- 1987 Yılları arasında, Keçiören Belediyesinde Yapı Kontrol Müdürü ve İmar Müdür Yardımcılığı yaptım. Bu devre kamu da severek çalıştığım dönem olmuştu. Yapı Kontrolünü tavizsiz uyguluyor, Ankara tarihinde en yoğun, yapı kontrolünü sağlıyorduk. Demir vizesini ben başlattım. Bu sayede demirler, projesine uygun döşenmesi temin ediliyordu. Ayrıca demir vizesinin ilk kontrolünü yapan şantiye şefi’ de, kontrol etmesi gereken inşaatının yerini öğrenmiş oluyordu. Bu uygulamayı önce Ankara’ da diğer ilçe belediyeleri, sonraki zamanda’ da yurt çapında tüm belediyeler uygulamaya başladı. 

Ben yapmam gerekeni yaptım ama, yaptıklarımla kimseye de yaranamadım. Partinin ilçe başkanı ile sürtüşmemiz sonucu, görevimden alındım.

Ankara rüzgârı beni bir yerlere atsa’ da ben yaptıklarımın huzurunu yaşıyorum.

 

10.08.2021

Mustafa Yolcu

 

 


5 Aralık 2021 Pazar

ARAMIZDAKİ FARK 150 KURUŞ AĞAM

 



 

ARAMIZDAKİ FARK 150 KURUŞ AĞAM 

Salı günü İskilip’teydim. Benim için nostalji olan İskilip’in çarşısında, sokaklarında gezerken, çocukluğumdan itibaren geçen 20 yılı hatırlar, adeta o günlere dönerim.

Üzerinde yürüdüğüm yollar, evlerin duvarları bana bir şeyler söyler, söylenenleri duyar gibi olurum. Karşılaştığım tanıdıklar, film şeridini başa alır, onlar ile ilgili yaşadıklarımızı hatırlamaya çalışırım. Her gidişimde İskilip’te yaşayan tanıdıklarım biraz daha azalmakta, mezarlıkta tanıdıklarım çoğalmaktadır. 

Ailem Hacıkarani mezarlığında bulunmaktadır. Ayrıca çocukluk arkadaşım Ömer Söylemez, Cemil Çorumluda bu mezarlıktadır. Zübeyir Kemelek kardeşimde Hacıkaraniye defin olur diye düşünmüştüm ama o Gülbaba mezarlığına defin olundu. 

Pirinç pazarında bulunan dükkânımız, Kocali eniştemin otobüs yazıhanesi, Sefer eniştemin kasap hali girişindeki üzüm incir sattığı dükkânı, dayımın din görevlileri lokali altındaki saraç dükkânı, dayımın oğlu Osman Çorsuzun nalbur dükkânı hepsi tek tek hafızamda bulunmakta, dükkânların önünden geçerken geçmişi, yaşadıklarımızı hatırlıyorum. 

Önceden fırın olarak kullanılıp, şimdi kullanımı değişen, eski sahiplerinden eser kalmayan dükkânlar, eski zenginliğinden iz kalmayan insanlar,  gözümün önünden geçip giderler. 

Babası vefat eden Nurettin Kulalı arkadaşımın evine baş sağlığına gittim. Nurettin Bey, rahmetlik babası Ahmet Bey hakkında çok güzel şeyler anlattı. Hayırlı evlat olan Nurettin, her gün en az üç kere babasını telefonla arar, hatırını sorarmış. Ben oldum olası, anne babasına hayırlı olan insanlara hayranlık duyarım. Anamız babamız gönül tahtımızın sultanıdırlar. Onları kaybedince, değerlerini daha iyi anlıyoruz. 

Bir dostum, İskilip’te yaşanmış olan bir olayı anlattı. Mahallelerinde ağa olarak anılan bir zat, çarşıda pazarda karşılaştığı insanlara selam sabah vermeden, yoluna devam edermiş. İnsanlar onunla konuşmaya da çekinirlermiş. Aynı mahalleden nüktedan bir komşuları, anılan ağanın yanından geçerken-“ Ağa aramızda 150 kuruş fark var. Uğurlar ola.”  Demiş. Ağa bu konuşulanı hiç duymamış gibi yoluna devam edip, evine gitmiş. Kendisine hitaben söylenen, aramızda 150 kuruş fark var sözü içine büyümüş. Komşu bu lafı bana niye söyledi, sebebi neydi diye düşünmeye başlamış. Hanımına- “ yarın sabah birisini kahvaltıya çağıracağım, ona göre hazırlık yap .” demiş. 

Ertesi günü sabahleyin çocuğunu komşusunun evine göndererek, kahvaltıya davet etmiş. Komşusu eve gelince birlikte kahvaltıya oturmuşlar. Kahvaltı sırasında komşusuna- “ Dün bana bir laf söyledin, söylediğini aklımdan çıkaramadım. Aramızda 150 kuruş fark var demekle neyi kastettin?” Demiş. 

Komşusu’da- “ Ağam, ben ölünce bana metresi 25 kuruşluk, altı metrelik patiskadan kefen yaparlar. Sen ölünce metresi 50 kuruşluk altı metre patiskadan kefen yaparlar. Mezara girerken aramızda 150 kuruşluk fark olur. Sen karşılaştığın insanlara selam sabah vermeden, geçip gidiyorsun. Ağam bu mağrurluğun sebebi ne?” demiş. Ağa, derin derin düşünmüş ve haklısın komşum,  sen bana hayat dersi verdin demiş. 

İskilip’te önceden aileler geniş aile düzeninde yaşar, bir öğünde iki üç sofra kurulup yemek yenilirdi. Bu aileler ile ilgili çok hoş tespitlerim var. Daha sonraki yazılarımda bu tespitlerimi sizlerle paylaşacağım.  

Şimdi boş duran evlerde, önceden 20- 30 kişilik geniş aileler otururdu. O evlerin önünden geçerken, kalabalık ailenin seslerini duyar gibi oluyorum. Şimdi geldiğimiz noktada, bir evde iki kişi kalmış, karı koca birbirlerinin yüzüne bakıp oturuyorlar. İnsanlar önceden mi mutlulardı? Şimdimi mutlular? Eskiye göre daha iyi yaşam tarzı içindeler ama bu insanları mutlu ediyor mu? Komşuluk ilişkileri, akraba ilişkileri, büyük küçük davranışları nasıl? Bu sorulara olumlu cevap alamıyoruz. 

Yukarıdaki hatırada anlattığım gibi, zenginle fakirin arasındaki fark 150 kuruş. Bu dünya’da oyun oynadığımızı unutup, gerçek sanıyoruz. Bu dünyayı bitmeyecek sanıyoruz. Ölümden ibret almıyoruz. Bu dünyanın malını biriktirmeyi maharet sanıyoruz. Ne kadar hırslanırsak hırslanalım, zenginle fakirin arasındaki fark 150 kuruştur unutmayalım. 

Mustafa Yolcu