12 Aralık 2012 Çarşamba

NECDET PORTAKAL


NECDET PORTAKAL- 8.5.2012

Ankara Etlik General Tevfik Sağlam Caddesinde, beş adet beyaz eşya satış mağazası bulunan, bünyesinde 35 kişi çalıştıran, başarılı bir ticari hayatı olan hemşerimiz. Onun hayatını size aktarmaya çalışacağım.

MY- Necdet Bey bize kendinizi tanıtabilirmisiniz.

11.2.1953 Senesinde Ankara da doğdum. Annem ve Babam İskilipli. Babam çalışmak için İskilip’ten Ankara’ya gelmiş. Hisarda küçük bir ev tutmuşlar. 1968 yılına kadar At pazarı denilen yerde, daha sonra 1977 yılına kadar Aktepe de oturduk. Ortaokul ve liseyi Ankara’da okudum,  Hacettepe biyoloji bölümünden 1978 yılında mezun oldum.

İlkokul üçüncü sınıftan itibaren sabahleyin saat dörtte kalkar, simitçiye gider 100 simit alır, okul vaktine kadar simitleri satardım. Sonra okula giderdim. Öğleyin okuldan çıkınca gazete satar, akşamda akşam gazetesi satardım. Ayda 900 lira para kazanırdım. O zamanlar babamın 300 lira maaşı vardı.  Kazandığım parayı idareli harcardım. Hayatta prensibim, kazandığım paranın dörtte birini biriktirmek olmuştur. Bunu herkese tavsiye ederim. İlerisi için muhakkak para biriktirmelidir.

Öğretmen beş ortalı defter isterdi. Kırtasiye ye gidip 30 adet defter alırdım. Gider okulun önünde defterleri satardım. Hem para kazanır, hem de kullanacağım  defterim bana bedavaya kalırdı. Para kazanmak benim için kolaydı. Kazandığım para ile anneme bilezik alırdım. Aldığım bileziği anneme getirince,  annem çok sevinirdi. Anneme bilezikli Hatice Hanım derlerdi. Annem benim subay olmamı isterdi. Anneme bu zevki tattırmak için, yedek subay olarak askerlik yaptım. Bu durumdan annem çok mutlu olmuştu.

Ticaret sevgisi bende küçükken başladı. Hisarda kale kapının önünde, çekirdek bisküvi çikolata satardım. Küçükten itibaren esnafın yanında kredim vardı. Esnaftan malı alıp satar, sonrada anaparasını öderdim.

Bir gün Ulucanlarda bir kamyon çekirdeğin satıldığını gördüm. Çekirdeğe baktım iyi. Çekirdeği kaça satıyorsun diye sordum. Çekirdeğin sahibi “sen git de baban gelsin pazarlık edelim” dedi. Yanımda arkadaşım vardı. Dedi ki-“ Yaşının küçük olduğuna bakma, bu esnaftır. Hesabına gelirse satın alır.” Dedi. Ben bu çekirdeği satın alarak, 50 kiloluk çuvallara koyup depoladım. Her gün 30 kilo çekirdeği fırında kavurarak, Hisarda kale kapısının yanında sattım. Benim çekirdek sattığım yer, arkadaşlarımın buluşma yeri olmuştu. Arkadaşlarım çekirdekten otlanmak isterlerdi, zarar ederim yemeyin derdim. Bu çekirdeği kavurup satarak, iyi para kazanmıştım. İnsan kendi emeği ile çalışıp ürettiğinde, zarar etme durumu olmuyor. Para anadan babadan kalırsa, onu iyi kullanmasını bilmiyor.

İskilip’e gittiğimizde, akrabamız olan Namlıların bahçesine gittim. Oradan elma armut toplayıp, gömleğimin ön tarafını alttan düğümleyip buraya doldurdum. Kucağımdaki meyvelerle, Çorum yoluna çıktım. Baktım bir köylü eşeği ile geliyor. Ona “ beni eşeğin ile İskilip’e götürürsen, sana elma veririm.” dedim. Adam gülümsedi. Bin hadi eşeğin arkasına dedi. Bende eşeğin semerinin arkasına bindim. Böylece İskilip’e geldik. Eşekten inince adama elma vermek istedim, gerek yok diye almadı.

Ortaokul sonunda askeri okul girmek için, yalnız başıma İstanbul’a gittim. Okula kaydımı yaptırdım. Daha sonra Ankara’ da imtihana girdim ama kazanamadım.

Üniversite yıllarında çelik eşya atölyesi açtım. Hem okula gidiyor, hem de atölyeyi çalıştırıyordum. Son sınıfa gelince bir dersten zorlandım. Okuldan mezun olmak için bu dersi vermek zorunda idim. Okulu bitirip yedek subay olarak askerliğimi yapmak durumundaydım. Aksi takdirde, er olarak askere gidersem, atölyem kapanma durumunda kalırdı. İşin başında olmazsam, işin devam etme durumu yoktu. O derse iyice çalıştım. Dersin hocasına gidip “ Hocam ben bu derse çok iyi hazırlandım. Bu dersi verip sınıfı geçmek zorundayım. Şayet geçemezsem beni sözlü imtihan yapacaksın.” Dedim. Saat dörde kadar okulun önünde bekledim. Hoca yukardan bana git diye el salladı. Gitmeyip bekledim. Bu kez müstahdemi gönderip, dersi geçtin diye haber gönderdi. Müstahdeme dedim ki” hoca camdan bağırsın gideyim. Yoksa gitmem.” dedim. Hoca camdan bağırdı. Dersi geçtin git dedi ve oradan ayrıldım.

Okulu bitirince diplomamı hiç kullanmadım. Ama insanın bir unvanı olması, Üniversite mezunu olması çok önemli. Hâkimin polisin karşısına çıkıyorsun, hangi okul mezunusun diye soruyor. Üniversite mezunuyum deyince şöyle bir düşünüyor. Aylık kazancın ne diye sorduğunda 5-10 bin lira dersen bir kere daha düşünüyor. Böyle olmayıp’ ta ortaokul mezunuyum. Asgari ücretle çalışıyorum dersen ona göre değerlendiriyorlar. Bu sebeple, bir üniversite mezunu olmak şart.

Ekonomik durumum iyi olmasına rağmen, kendimin taşıyamayacağı yükü başkasına taşıttırmam. Taşıtacağım yükün önce ben altına girerim. Askerde iken sabahleyin erkenden kalkar, pentatlon sahasında çukura önce kendim girer, çıkabilirsem askerleri bu çukura sokardım.  59 yaşında olmama rağmen, bu gün bile 1500 kilometre yolu araba ile gidip gelirim.

Yedek subay olarak Gaziantep de askerliğimi yaparken,  hafta sonu Antep’ den halı alır, Ankara’ya getirirdim. Ankara’dan Antep e giderken, atölyeden demir masa sandalye götürürdüm. Antep’e getirdiğim malları da, birlikte subay astsubay arkadaşlara satardım. Zaten aldığım siparişe göre mal getirirdim. Böylece askerlik boyunca, atölyenin işleri aksamadan devam etti.

Babam benim işlerime karışmaz, beni izlerdi. Bir gün-“ Oğlum ben senin işlerine karışmıyorum ama seni izliyorum. Piyasa ya bir sürü borç ediyorsun. Benim bir dairem var, sana feda olsun ama senin borçların 20 daire satılsa da ödenmez. Niye bu kadar borçlanıyorsun?” Dedi. Bende babama-“Baba şimdiye kadar kapına bir alacaklı getirdim mi? Sana birisi bu oğlun sahtekâr, borcunu ödemiyor dedi mi? Merak etme ben tedbirli davranıyorum. Şimdiye kadarda hiç sıkıntıya girmedim.” Dedim. Babam bunu duyunca çok memnun oldu.

Babam emekli olunca bana “ Oğlum şimdiye kadar ben sana bir takım elbise alamadım. Seninle gidip kumaş alalım, terziye götürüp kendimize takım elbise diktirelim.” Dedi. Babamı memnun etmek için babamın beğendiği, benim yaşıma uygun olmayan kumaştan baba oğul elbise diktirip giyindik.

MY- Çalışma hayatında kimi örnek aldınız.

Ticari hayatta kendime Ömer Dileri örnek aldım. O bana bir takım tavsiyelerde bulunur, onu can kulağı ile dinlerdim. Bir gün bana “ gel seni bir kıza bakmaya götüreceğim.” Dedi. Üzerimde iş elbisem vardı. Ömer emmi bu elbise ile gidilir mi deyince-“ olsun oğlum gel hadi” dedi. Gittik ama bir şey konuşmadan geldik. Askerliği yapıp geldikten sonra bana-“ deli oğlan hazırlan da kızı istemeye gideceğiz.” Dedi. Eşimle onun aracılığı ile evlendim.

Bir kez onun müşterisine mal satmam söz konusu oldu. Hacı Ömer müşteriyi benim arabanın içine bindirdikten sonra, kendisi arabanın kasasına çıkıp oturdu. Hacı Ömer’e  “arabayı sen sür, ben kasaya bineyim” dedim. Bana-“ Git lan arabanı sür. Benim işime karışma.” dedi. Mütevazılığı her zaman korur, parasını dışarı yansıtmazdı. İnsanlar zenginledikçe, makam mevki sahibi oldukça alçak gönüllü olmayı bilmeli, büyüklük taslamamalı.

Ömer emmi bir gün bana gelerek, 100 adet dikiş makinesi alacağını söyledi. Tanesi kaç liradan dedim. Şu anda söylediğim makinenin tanesinin fiyatı 13 bin lira ama; ben 10 bin liradan olursa alacağım dedi. Bende İstanbul’a giderek, istenilen dikiş makinesinin toptancısından tanesini 9750 liradan pazarlık ederek, 100 makine için bağlantı yaptım. Ankara ya gelerek Ömer emmiye makineleri tanesini 10 bin liradan vereceğimi söyledim.  Tanesinde 250 lira kazanarak makineleri Hacı Ömer’e devrettim.

MY- Gençlere ne tavsiye edersiniz.

KOSGEB güzel bir olay. Önce işe ait kursa gidiyorsun. Sonra 30 bin- 80 bin lira arası devlet karşılıksız kredi veriyor. Bu güzel bir imkân. Bu dal ciddi olarak değerlendirilerek, iş sahibi olunabilir. Girilecek emek yoğun bir işle, para kazanmak mümkün. Elinizde on liranız varsa, bunun bir lirası ile bir işte oynayın. On lirayı tek bir işe yatırırsanız, bunu kaybettiğinizde her şeyinizi kaybedersiniz. İşi çeşitlendirirseniz birini kaybederseniz, diğerleri ayakta kalır.

Kimseye borç para vermeyin, kefilde olmayın. Birine yardımcı olmak istiyorsanız ona para verin, o parayı da unutun. Geri dönmesini beklemeyin.

 Bir müşterim vardı, elinde olmayan sebepler nedeni ile iflas etti. Alacaklıları icraya gittiler. Bu müşteri dürüst birisi idi. Borcunu hiç aksatmazdı. Müşterinin senetlerini alıp yanını gittim. Senetlerini verip” bunları yırtıp at, ilerde eline para geçerse, borcunu bana ödersin.” dedim. Böyle söyleyince ağladı. Akrabalarım bile beni icraya verdiler. Sen senetlerimi yırt diye elime veriyorsun dedi. Bu arkadaş altı sene sonra borçlarını bana ödedi.

İskilip’te Ganik şekerleme ile Greyderi tebrik ediyorum. Birçok hemşerimize iş veriyorlar. Böyle işyerleri çoğalırsa istihdam artar. Ben dünyanın her tarafını gezdim, inceledim. Çin de işçiler aylık 60-100 dolara çalışıyorlar. Bizim memleketimiz dünyanın en güzel yeri. Dört mevsimi birden yaşıyoruz.  Yediklerimizin tadını alıyoruz.  Tek kusurumuz çok çalışmamak. Boşa vakit geçirmek. Bunu üzerimizden atıp, bayram seyran demeden çalışmalıyız. Benim cumartesi pazarım, bayramım yok. Her zaman işimin başındayım. Yeri geliyor bir araba malı 800 kilometre yere götürüp boşaltıp geliyorum. Allah’ta bana kazancımı veriyor.

İş hayatına atılacak kişinin, işi ile ilgili eziyeti öncelikle kendisinin çekmesi lazım. İş yerinde,  işçiden daha çok kendisinin çalışması lazım. Çıraklığını yapmadığı işe girmemesi lazım. Çok para kazanılır denilen işin, riski çok olur. Sakın böyle bir işe girmeye kalkışmasınlar. Gençlere sermayesi az, emeği çok işe başlamalarını tavsiye ederim.

Necdet Bey hemşerimize bu güzel sohbet için teşekkür eder, başarılarının devamını dilerim.

Mustafa Yolcu

 

8 Aralık 2012 Cumartesi


 

DOKULMAZLIKLARIN KALDIRILMASI 

Dokunulmazlık, milletvekillerinin siyaset yapmalarının engellenmesine ilişkin olumsuzları ortadan kaldırmayı amaçlamaktadır. Dokunulmazlık, milletvekilleri hakkında gelişigüzel davalar açılarak, onların yasama faaliyetlerine katılımlarının engellenmesi riskini ortadan kaldırır. Bununla birlikte dokunulmazlık, milletvekillerinin her aklına geleni yapmalarını sağlayacak bir zırh değildir. Bu husus iktidar ve muhalefetteki tüm milletvekilleri için geçerlidir.  

Dolayısıyla tüm milletvekillerinin dokunulmazlıkların kaldırılması, BDP’lilerin dokunulmazlıklarının kaldırılmasındaki siyasi tartışmaları ortadan kaldırır ve meseleyi olması gerektiği gibi sadece hukuki bir dava haline getirir.  

Hiçbir ülke  "Terör ve şiddet ile iç içe olan siyasi organizasyonlara hayat hakkı tanımaz.”

Uluslararası Venedik kriterleri’de, teröre ve şiddete bulaşan siyasi partinin açık kalamayacağını beyan etmektedir. 

BDP beyanları ve eylemleriyle, siyasi bir partinin yasal çerçevesine sığmayan işler yapmaktadır. Şiddeti siyasetin aracı haline getirenlere göz yummak, şiddeti meşrulaştırmak anlamına gelir. BDP’liler bilinçli olarak, milletvekili rozeti bile takmıyorlar. Bu tavırlarıyla Türkiye Cumhuriyetinin egemenliğini ve meclisin meşruiyetini tanımadıklarını ilan etmiş oluyorlar.

Yakalanan birçok PKK militanı, BDP teşkilatları vasıtasıyla dağa çıktıklarını itiraf etmektedir. BDP bugüne kadar PKK terörünü kınamadığı gibi “ silahın Kürtlerin bir sigortası” olduğunu ilan etti. Şimdiye kadar yaptıkları icraatların yanında PKK’lılarla kucaklaşmaları,BDP milletvekillerinin belki de en masum görüntüleridir. Seçimlerde Kürdistan’ın sınırlarını çizdik diyenler, Apo’nun heykelini dikeceğiz diye meydan okuyanlar, halen TBMM de ellerini kollarını sallayarak dolaşıyorlar. 

Nuce TV konuşan Selahattin Demirtaş- "Bizim açımızdan mesele şudur. Ortadoğu bu kadar kaynıyorken, Kürt halkı kendi kaderini belirleme konusunda tarihi fırsatlar yakalamışken, birilerinin çıkıp bu iradeyi yok sayması Kürtler açısından yeni bir değerlendirme durumudur." Demektedir !

Hukuk uygulanmak için vardır. Bir ülkede yasaların alenen çiğnenmesine göz yummak, hukuk devletini işlemez hale getirir. Hukuka en büyük darbe vuran husus “ Hukukun, siyasetin kirli bir parçası haline gelmesidir.”

BDP kanunları hiçe sayarak, Devletin otoritesini tehdit ederek, bölgede Devlet’in otoritesinin olmadığını göstermeye çalışıyor. BDP Devletin otoritesi yerine, bölgede PKK’nın otoritesini inşa etmeye çalışıyor. Güvenlik güçlerince aranan PKK’lıları saklıyor, PKK’ya para aktararak her türlü lojistik desteği sağlıyor. Ne anlama geldiğini çok iyi bildiğimiz teröristlerle kucaklaşmayı da bu kapsamda değerlendirmek gerekir.

Dokunulmazlıkların Meclis tarafından kaldırılacak olması, bu sürecin siyasallaştığı sonucunu doğurmaz. Çünkü kararın hukuki gerekçeleri de olacaktır. Dokunulmazlıkların kaldırılmasına karşı çıkanlar, hangi çözümü getiriyorlar? Dokunulmazlıkların kalkması şiddeti tahrik eder diyenler, Devlet’in gücünün ne olduğunu bilmiyorlar. 1994’den beri terörün devam etmesinin nedeni dokunulmazlıkların kaldırılmasında değil, dış kaynaklı bölücülük faaliyetlerinin kesintisiz devam etmesindendir. 

Hukukun uygulanması değil, aksine hukukun uygulanmaması şiddet ve anarşi doğurur. Çünkü PKK gibi terörist örgütlerin ve uzantılarının besin kaynağı, kanunların yeterince uygulanmamasının doğurduğu boşluklardır. Taviz tavizi doğurmaktadır. 

BDP’liler demokratik siyaset yapma yerine, Terörle Mücadele Kanunu’nda belirtilen “örgüt mensuplarına yardım etmek, şiddet veya diğer terör yöntemlerine başvurmayı teşvik edecek şekilde propaganda yapmak, kamu görevlilerine görevlerinden dolayı karşı gelmek suçlarını işlemekten geri kalmıyorlar. BDP’lilerin söz konusu eylemleri hakkında; savcıların ellerinde birçok delil bulunmaktadır. Ayrıca BDP’liler bu eylemleri, partiye ait bina ve benzeri yerlerde işleyerek, cezanın artmasına neden olacak şekilde davranmaktan  kaçınmıyorlar. BDP’liler Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmaya, Türk Devleti’nin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmeye, Devlet otoritesini zaafa uğratmaya veya yıkmaya, temel hak ve hürriyetleri yok etmeye, kamu düzenini, Devlet’in iç ve dış güvenliğini bozmaya yönelik her türlü eylemi dokunulmazlık zırhına bürünerek işlemektedir.

Dolayısıyla BDP’lilerin sürekli ve ısrarlı bir şekilde takındıkları siyaset dışı ve hukuku ihlal edici tavır ve eylemleri siyaseten değil, hukuken ele alınmalıdır. 

Terörle mücadelede son otuz yılın en başarılı dönemini yaşıyoruz. Terörle mücadelede görevli tüm kurumlar, daha önce gerçekleşmemiş bir koordinasyon sağladılar. Bu işbirliği de terörle mücadeleyi başarı hale getirdi. Güvenlik güçleri Devlet otoritesini bölgede yeniden tesis etti. Örgüt bu yüzden zaman kazanmak ve yaralarını sarmak için “barış mesajları” vermeye başladı. Terörle mücadelede gösterilen bu kararlılık ve işbirliği devam ettirilerek, PKK’nın beli tamamen kırılacak ve Kürtlerin PKK vesayetinden kurtulması sağlanacaktır.

AK Parti bir taraftan BDP’lilerin dokunulmazlıklarını kaldırmayı düşünürken, bir taraftan da BDP’liler ve diğer KCK’lılar tarafından “şiddete bulaşmayarak” işlenen terör suçlarını bu kapsamdan çıkaran, dördüncü yargı paketini yürürlüğe koymak istemektedir. Gerek BDP’lilerin gerekse KCK’ lıların eylemleri tüm demokratik ülkelerde, terörle mücadele kapsamında suç sayılmıştır. Sayın Başbakan İspanya dönüşü yaptığı açıklamalarda, söz konusu eylemlerin İspanya’da da suç olduğunun altını çizmiştir. AKP milletvekili Yalçın Akdoğan, 30 Kasım tarihindeki yazısında AİHM’in İspanya’daki Batasuna Partisi’nin kapatılması davasında verdiği karara atıf yaparak Mahkeme’nin “demokrasiye tehdit oluşturan eylem ve söylemlerin demokratik toplum kavramı içinde yer almayacağı kararı aldığını belirtmiştir.
Herhangi bir Avrupa ülkesinde olsaydı BDP kapatılırdı ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi bu kapatmayı onaylardı. Nitekim İspanya’da Herri Batasuna Partisi ETA terörünü kınamayı reddettiği için kapatıldı ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi demokrasilerde teröre karşı durmak, terörü eleştirmek bir etik görevdir diyerek bu kapatmayı onayladı. 

BDP'ye dokunmak siyaseten yanlış diyerek, yapılan ihanet devletimize meydan okuma noktasına geldi. BDP, ancak bir terör örgütünün yapabileceği her şeyi yaptı. Eylemleri karşılıksız kaldıkça da şirretliğini, saldırganlığını artırdı. BDP bugün siyaset değil, bozgunculuk yapıyor. Kardeşi kardeşe düşman etmek için her fırsatı değerlendiriyor.
 
Hukuk devleti olacaksak, BDP'lilerin dokunulmazlıkları en kısa sürede kalkmalıdır. Sadece BDP'liler değil, milletvekilliği göreviyle bağdaşmayan işler yapan, suç işleyen tüm milletvekilleri ile bürokrat’lara da dokunulmalıdır. 

Türkiye ya BDP milletvekillerinden hesap sorarak, hukuk devleti olacaktır. Ya da hukuku rafa kaldırıp, BDP'nin ülkeyi ve milleti bölmesine göz yumacaktır.  

Mustafa Yolcu

 

 

4 Aralık 2012 Salı


 

 

Çorum’un Leblebisi

 

25.06.2009 Tarihinde aşağıdaki yazıyı yayınlamıştım. 

“Leblebi Çorum ile özleşmiştir.
Çorum deyince akla LEBLEBİSİ gelmektedir.
Çorum kaynaklarına göre halen Çorumda 200 adet leblebici dükkanı bulunmaktadır.
3 asırlık leblebi gözyaşı ile Çorum'da doğmuştur.
Leblebiyi ilk bulan kişinin, 3 asır önce yaşadığı söylenilen Seyyah Ahmedi Sever olduğuna inanılıyor.

Anlatılanlara göre leblebinin doğuşu şu şekilde olmuş:
''Ahmedi Sever adında bir seyyah varmış. Bu seyyah 19. asrın ortalarında bir ikindi namazı vaktinde düşünürken, gözlerinden yaş akmış. Gözyaşları nohutların üzerine düşmüş. Gözyaşı damlası düşen nohutların kabarmaya başladığını gören Ahmedi Sever, onları ateşte kavurmuş. Daha sonra ise çeşitlendirerek bugünkü yediğimiz leblebiyi bulmuş.
Seyyah Ahmedi Sever, Çorum'dan sonra Ankara, Güdül ve pek çok yeri gezmiş.
Son olarak gittiği Sandıklı'da vefat etmiş. Mezarı da oradadır.
Seyyah, gittiği yerlerde leblebinin yapımını anlatmış.''

Çorumlu leblebiciler her yıl Ramazan Bayramından önce; Arife gününde ikindi namazı sonrası kentin en eski leblebici dükkânında toplanarak, Ahmedi Sever Efendi ile diğer ustalarını anarlar. Ve işlerinde bereket ve helal kazanç elde etmek için dua ederler.
Benim babamın sanatı da leblebicilik idi.
Babamın zamanından kalma evimizde koyun bağırsağından yapılmış dört ayrı kalbur vardı.
Leblebinin kalitelisi nasıl anlaşılır diye babama sorduğumda:
” Leblebiyi parmaklarının arasına alıp ezmeye çalışacaksın. Kolayca ezilirse o leblebi iyi leblebidir “ diye anlatmıştı.

Diğer bir hususta leblebi irilikte karışık olmayacak, aynı cins kalburun tane iriliğinde olacaktır.
Ne çok kavrulacak, ne açık sarı olacak, hafif koyu bir sarılığı sergileyecektir.
Farklı irilikte bulunan leblebiler farklı fiyat ile satılacaktır.

1980 li yıllarda Çorumda o kadar güzel leblebiler üretilirdi ki, iri iri tek kalburdan çıkmış, karanfil kokulu leblebiler burçu burçu kokardı.
Uzun yıllardır bahsettiğim irilikteki leblebiyi Çorum’da bulamıyorum.
Çoruma geldiğimde leblebi alırken, her seferinde eski leblebilerin muhabbetini yaparım.
Niye eskiden olduğu gibi iri leblebi bulamıyoruz diye sorduğumda:
“ Eski nohutlar artık yok. O yüzden bahsettiğiniz leblebiyi üretemiyoruz “ diye cevap alıyorum.
Bu yazıyı yazmadan önce Balıkesir’de internette sitesi de bulunan bir nohut satıcısını telefon ile aradım.
Kendisine iri nohut un bulunup bulunmadığını sordum.
Bana cevaben” Bizde her cins nohut mevcuttur. Fiyatları nohut cinsine göre değişiyor. Alıcı bize geldiğinde kendi hesabına göre nohudunu alır ve gider” diye cevap verdiler.

Bilhassa Samsun yolu üzerindeki leblebici dükkânları, kaliteye çok önem vermelidirler.
O güzergâhta öyle leblebiler satılıyor ki!

Samsun tarafına giderken yolda durup, leblebici dükkanına girip leblebi almak istedim.
Leblebiye avucuma aldığım baktığımda, üç dört ayrı elek iriliğinde leblebi olduğunu gördüm.
Leblebiyi parmaklarımın arasına alıp ezmek istedim. Ezilmesi için birde mengene gerekiyordu.
Dükkân sahibine bu durumları ilettiğimde, bana içerden başka bir leblebi verdi.
O leblebiyi alarak gittim.

Yoldan geçerken güzel bir leblebi alan kişi, gittiği yerde bu leblebiyi överek Çorumdan size leblebi getirdim diye hediye edecektir. Bu Çorum leblebisinin güzel reklamı olacaktır.
Kalitesiz bir leblebiyi alıp onu hediye götürdüğünde yüzü kızaracak, Çorumdan bir daha leblebi almadığı gibi, Çorum leblebisinin kötü reklamını yapacaktır.

Çorum ile özleşmiş olan LEBLEBİ’NİN kalitesi konusunda bir norm tutturulmalı, kaliteden taviz verilmemelidir.

Leblebicilik sanatının ihtiyaç duyduğu işgücünün temini için, Halk Eğitim Merkezi düzenlediği kurslar ile sanatkâr yetiştirilebilir.
En güzeli Çorum’da Endüstri Meslek lisesine Leblebicilik ile ilgili bir bölüm eklenip, müspet ilimler ile de teçhiz edilmiş sanatkâr yetiştirilebilir.
Tabi bu ilk olacaktır. İlk olmak bazı sorunların çıkmasına neden olabilir.
Bunun örnekleri mevcuttur. Bazı bölgelerde yöresel sanatlar ile ilgili olarak Endüstri Meslek Liseleri açılmıştır.

Güzel leblebili günler dilerken bu sanatın üstadı Ahmedi Sever efendiyi rahmet ile anıyorum.” Yazım bu şekilde sona eriyordu. 

Çorum Tanıtım Günlerinde Çorum’dan Mustafa Gülşen Bey ile karşılaşarak, sohbet ettik. Kendisine daha önce yayınlanmış olan yukarıdaki yazımdan bahsederek, leblebi üretimi konusunun yeniden ele alınmasını istedim.

Mustafa Bey bu konuda şunları söyledi:
“ Çorum’da leblebiciler olarak birlik oluşturacağız. Sanayide kuracağımız leblebi işleme tesisinde, leblebinin ilk kademe işlemesini yaparak pazara sunacağız. Buradan alınan yarı işlenmiş leblebiyi, leblebici esnafımız dükkânında işleyerek satışa sunacak. Böylece yarı işlenmiş leblebiyi almak için esnafımız başka şehre gitmeyecek. Kurulacak tesiste de 15-20 hemşerimiz çalışarak iş sahibi olacaktır. 

Halen leblebicilikte çalışacak iş gücü bulmak ta zorluk çekiyoruz. Bunu temin için endüstri meslek lisesi veya halk eğitimde, leblebicilik sanatını öğretecek bölüm açtırmaya çalışacağız.”  

Mustafa Gülşen beyden bunları duymaktan çok mutlu oldum. Geç kalınmış bu hamlenin bir an önce gerçekleştirilerek, Çorum Leblebisinin hak ettiği yere gelmesini canı gönülden arzu ediyorum. 

MUSTAFA YOLCU

 

 

 

 

19 Kasım 2012 Pazartesi

ÇORUM TANITIM GÜNLERİ



ÇORUM TANITIM GÜNLERİ

Ankara’da Atatürk Kültür Merkezinde 15-18.11.2012 tarihleri arasında yapılan Çorum Tanıtım Günleri sona erdi.
Çeşitli illerin yıllardır yaptıkları bu etkinlikleri, Çorum ilk defa gerçekleştirdi. Bu etkinlikte göze çarpan şey, kamunun ağırlıklı olarak katılmasına rağmen sivil toplum örgütleri ile Çorumu temsil edecek, simgesi haline gelmiş işyerleri ve şahıslar burada yoktu.
Kâtipler Konağı baklavası, Hatap un, kiremitçiler, yumurtacılar, bakırcılar, sobacılar, hayat kâğıt- şırınga, gömlekçiler vb. yoktu. Tanıtım günlerinde Çorum dolu dolu temsil edilemedi. Hanım bir hemşerimizin dediği gibi markalar ile iz bırakanlar yoktu. Çorumlu hemşerilerimiz in’de çoğunluğu görünmediler. Belki de haberleri olmadı. Günlerce evvel basın yayın yolu, internet ile etkinlikler duyurulabilirdi.
Etkinliklerde göz dolduran” İskilip’in dolması, Sungurlu reyonu, Osmancık reyonu Pirinç dağıtımı, Bayat reyonu oldu. Bu reyonların yetkili temsilcileri, misafir karşılama organizasyonları reyonlar da eksik olmadı.
Rizelilerin, Trabzonluların günlerini gelinde görün. 4-5 gün boyunca büyük bir kalabalık ile süren etkinlikler, adeta hemşerilerin buluşma gününe dönüşüyor. Akşam kapanış saatine kadar bu faaliyetler devam ediyor. Vali yardımcısı ile Belediye Başkanları etkinlik boyunca burada bulunup, hemşerileri ile birlikte olmaya çalışıyor. Aynı zamanda Ankara’daki işlerini takip ediyorlar. Medya ile bir araya gelip ilini ilçesini tanıtmaya çalışıyorlar. Milletvekilleri bu süre boyunca TBMM de acil bir toplantıları yoksa buradan ayrılmıyorlar. İlk günün bir kısmından sonra bizim vekilleri de ara ki bulasın.
Bende etkinlikler sırasında Sayın Belediye Başkanımız Külcü ile karşılaştığımda “Kendisini Çorumla ilgili bir konuda görüşümü iletmek için telefonla aradığımı, görüşme talebime cevap alamadığımı, bu konuda hâkimiyette çıkan yazımı hatırlattım.” Oda yoğun işi olduğu için atlamış olabileceklerini söylediğinde “ Başkanım ben Ankara’da Müsteşar ile görüşebiliyorum, ama sizinle görüşemedim.” Dedim.
Sayın hemşerilerim ilklerde böyle noksanlıklar olabilir. Yılda bir kez yapılacak böyle bir etkinlik fuar anlayışı ile “ Çorumda üretilip marka haline gelen her şey, sanat, spor, turizm kapasitemiz, folklorumuzu sergilemek, Ankara’da bulunan 500 bin hemşerimize ulaşmak imkânı bulabiliriz.” Bir zamanlar Çorumda hizmet edip daha sonra Ankara ya yerleşen bürokratları, kendilerinden birçok konuda istifade edebileceğimiz bürokratlarımızı buraya davet edip, kendilerine çoğumuzun özlediği Çorum simidi ile çay ikram edebiliriz.  

Mustafa Yolcu

14 Kasım 2012 Çarşamba

KÜRTCÜLÜK DEDİKLERİ


KÜRTCÜLÜK DEDİKLERİ
 

Benim memleketimde Kürt Musdov hoca denilen âlim bir zat varmış. Medresesinde ders verir, memlekette onun hatırı sayılır, önü geçilmezmiş.

Memleketim insanları arasında ayrılık olmaz, her kez aynı dertle dertlenir, aynı neşe ile neşelenirdi.

Bizim mahallede Hanönü Camii denilen bir cami var.

Köyünden İskilip’e gelen Kürt kökenli bir hemşerimiz diyor ki” Ben masrafını karşılayacağım. Şuraya bir cami yaptıralım.” Onun bu talebine olur diyorlar.

Şehrin eşrafından birine altınları teslim ediyor.” Siz cami inşaatının başında durun. Sizin öncülüğünüzde bu cami yapılsın.” Diyor.

Cami inşaatına başlanılıyor ve kısa sürede tamamlanarak ibadete açılıyor.

Camiyi yaptıran insanın köyüne haber gönderiyorlar “ Cami inşaatı tamamlandı. Hizmete açıldı. Gelip yaptırdığın camini gör.”

Camiyi yaptıran Kürt hemşerimiz haberi alınca atına biniyor, İskilip’e geliyor. İskilip’te şehre girmeden Hindoğlu yokuşu diye bir yokuş vardır. Bu yokuşa gelince atını köyüne doğru geri çeviriyor. Diyor ki “ Ben bu camiyi Allah rızası için yaptırdım. Camiyi gidip görürsem nefsime büyüklenme gelebilir. Allah rızası için yaptığım hayrım boşa gider.” Camiyi gelip görmüyor bile.

İnsanlarımız böyle yüce duygular ile yaşamış, birlikte olmuş, kız alıp vermiş, okul müdürlerimiz, kaymakamlarımız, doktorlarımız, hâkimlerimiz olmuş, etle tırnak olmuş iki toplumu birbirinden ayırmak, hasım yapmak mümkün değildi.

 

Lise yıllarında arkadaş gurubumuzda, üç tane Kürt kökenli arkadaşımız vardı. Bunlar sınıflarının da en başarılı talebeleri idi. Herkes onlara kıvanç ile bakardı.

Kendileri talebe evlerinde kalır, zor şartlarda öğretimlerini sürdürürlerdi. Biz kazadan olduğumuz için,  şükredeceğimiz kadar kaynayan çorbamız olurdu. Bazen bizim ve diğer arkadaşların evlerine gider, Allah ne verdi ise birlikte oturur yerdik.

Bu arkadaşımızdan birisi İstanbul siyasal bilgiler fakültesini kazandı. Burayı bitirince önce bir bankanın müdürü, sonra da müfettişi oldu. Kendisi ile 20 yıldır karşılaşmamıştım.

Otobüs ile İskilip’e giderken, yan taraftaki koltukta oturan biri bana dönerek ismimi sordu. Söylediğimde kendisini tanıyıp tanımadığımı sordu. Hatırlayamadığımı söyleyince ismini söyledi. İsmini duyunca kendisini hemen hatırladım. Hemen kucaklaşıp yan yana oturduk.

Konuşurken hiç alakasızca bana “ biz hemen Kürt devleti kurulsun demiyoruz. Bu zamanla gerçekleşecek” demez mi! Şaşırdım kaldım. Konuştuğumuz konular genel konulardı.  Kürtçülük konusuna hiç değinmemiştik. Ben de kendisine “ Talebelikte yıllarca birlikte olduk. Ben ve arkadaşlarımdan hiç birisi sana sen Kürtsün diye seni ayırdı mı? Sadece kıt imkânlarımızı, ekmeğimizi paylaşmadık mı? “ dedim.

Bana cevaben “ hayır bizi ayırmadınız, ekmeğinizi bizimle paylaştınız. “ dedi.

“Peki, sendeki bu değişiklik nerden geliyor “diye sordum. Cevap yok.

Onlarla kardeş gibi olmuştuk. Hatta o zamanın şartlarında, solculara karşı birlikte fikir mücadelesi yürütmüştük.

Bu arkadaş Üniversitede kendisine tabanca çeken solcu bir Kürdün elinden tabancasını aldığını, kendisini bunlarla korkutamayacaklarını söylediğini anlatmıştı. Nerden nereye.

 

Şimdi ise Kürtçülük adına dağa çıkıp askerimize kurşun sıkıyor, ülkemize karşı adı konulmamış harp ilan ediyorlar. Partileri’de sokakta eylem yapıyor. Yenilir yutulur şeyler değil bu olanlar.

 

Bu ülkede darbeler yaptılar. Piyon olarak kullandıkları gencecik insanlardan sağcısını, solcusunu Mamak ceza evinde, Kürdünü Diyarbakır ceza evinde işkenceye tabi tuttular. Hem de ne işkenceler. Savaşta düşmanı esir alsalardı, o esirlere bu ülkenin insanına yapılan işkenceyi yapamazlardı. Guantalama ceza evi bu ceza evlerinden farklı mıydı bilmiyorum.

 

Bir coğrafya düşünün ki, orası “Yahudilerin vaat edilmiş topraklar dedikleri “ yer.

Bir coğrafya düşünün ki, orası “süper devletlerin petrol rezervi olarak ilan ettikleri alan.”

Bir coğrafya düşününki orası, bütün gizli servislerin cirit attıkları alan. Bütün servisler ayrı bir hesap peşinde.

Bu coğrafyada Kürt devleti kurmak istiyorlar. 1000 yıldır birlikte yaşamış kardeş iki milleti düşman etmeye çalışıyorlar.

Bu talep yeni değil. Yüz yıllar öncesinden başlatılmış.

Yıllarca evvelinden Kürtlere demişler ki “ Sizin nüfusunuzu artırmanız lazım.”

Bakıyorsun evlerinde yiyecek ekmekleri yok. Ama kadroyu tamamlamışlar. Babaların iki üç evlilikten 10 – 12 çocuğu olmuş.

Anadolu insanı iki çocuğuna iş bulamıyor. Peki, aç insan 12 çocuğa nasıl iş bulup, nasıl karnını doyuracak?

Tabi buralarda elektrik parası yok, su parası yok, devlete vergi verilmez. Bu devlete TC denilir. Bizim devletimiz bile demiyorlar. Ondan sonra her şey devletten bekleniyor. “Devletin işi ne. Devlet gelsin yapsın.” Diyorlar.

Devlete iş yapan müteahhitlerin % 80 doğu kökenli.

Bu müteahhitlerce devlete yapılan inşaatlar ne durumda?

Depremlerde ilk yıkılan binalar, kamuya ait binalar olduğu ortada. Toprağa gömülen milli servetimiz ortada.

Anadolu insanının tüyü bitmemiş yetimin hakkı var dediği bu milli servet, haksızlıkla bazıları tarafından el konulur çalınmakta.

Haksızlıkla elde edilen servet kimseye yaramayacaktır. İki yakaları bir araya gelmeyecektir.

Bu memlekette:

Haksızlık, adaletsizlik, düzensizlik yok mu?

Birileri darbeler ile bankaların içini boşaltmadılar mı?

İnsanlarımıza ikinci sınıf insan gözü ile bakılmadı mı?

Oylarının bile hükmü olmadığı söylenmedi mi?

Bunların hepsi oldu. Bu ülkenin tüm insanı bu sıkıntıları yaşadı.

Haksızlıklara hep birlikte karşı çıkalım. Haklarımızı kanuni yollardan arayalım.

Ama şehirde mafya, uyuşturucu kaçakçısı, silah kaçakçısı, beyaz kadın ticareti ile uğraşıp dağda eşkıya olmayalım.

Benim askerime kurşun sıkıp, benim ekmeğime ortak olan benim insanım olamaz.

O kurşunu sıktıran kim, o talimatı veren kim. Ne yapılmak isteniyor?

Kürdü Eliza sarayında ağırlayanlar, Kürdü çok sevdiği için mi ağırladı?

Tarih ten hiç ders alınmayacak mı? Dün molla Barzani’yi niye kendi başına bırakıp gittiler?

Saddam’dan kaçan Peşmergelere Eliza sarayı ve diğer Avrupa ülkeleri niye el uzatmadılar? Gıda yardımı diye onlara bozulmuş köpek maması göndermediler mi?

Peşmergelere yine benim milletim sahip çıkmadı mı?

Ama o Peşmergeler; yurdumuza PKK’ya silah ve cephane getirdiler. PKK ya yardımcı oldular.

Tabi besle kargayı oysun gözünü.

Ergenekon teşkilatlanması, yurdumuzda siyasi Kürtçülük harekâtına ön ayak olmadı mı?

Her insan kendi dilini rahatça konuşabilmeli. Şarkısını söyleyip gülüp eğlenebilmeli.

Ama bu talepler bölücülüğü neden olmamalı.

Federasyon istiyoruz, kendi dilimizde eğitim istiyoruz, kendi korumamızı kendi güvenlik güçlerimiz sağlasın gibi taleplere neden olmamalı.

Milletimizin bir deyimi var: “ Oynarken çulunu yırtma” derler.

Gün birlik zamanıdır. Düşman oyununa gelmeme zamanıdır. Yan yana durma zamanıdır

1000 yıllık bir birlikteliği bozmaya kimsenin gücü yetmeyecektir.

 

 

 

MUSTAFA YOLCU

 

29 Ekim 2012 Pazartesi

İSMET USLU


 

İSMET USLU- 11.04.2012

MY- İsmet Bey bize kendinizi tanıtırmısın.

Kıymetli kardaşım. 1.1.1955 doğumluyum. İlk ve ortaokul tahsilimi İskilip’te yaptım.Azmi milli İlkokulu mezunuyum. Azmi milli ilkokulunun ahşap binasında başladığımız öğretime, 1963 yılında, törenle gittiğimiz Misakımilli ilkokulunda 2-3-4. Sınıfı okuduktan sonra, şimdiki yeni binada 5. Sınıfı okuyarak mezun olduk. Okulun bahçe düzenlemesini yaparak, önündeki çamları biz diktik. Okula girişte sağ tarafta bulunan çamlardan, 4.çamı ben, 5. çamı Recep Kömürcü dikti. Yıl sonunda Moliyerin arzuhalci Hasan Efendi adlı oyununu oynadık.  O günün şartlarında başarılı olduk sanırım. Gazeteler fotoğrafımızı aldı. 1971 Yılında evlendim. Rahmetli eşimle 2008 yılına kadar 37 yıl evli kaldık.

Çocukluk yıllarımızdan itibaren, sanatımız fırıncılık oldu. Babam Uysal fırınını çalıştırdı.  17.04.1984 yılında konağın önündeki dükkânımız yıkıldı. Ondan sonra zahirecilik ve kuru yemişçilik yaptık. 1987 yılında buğday pazarı, terminalin yanına taşında. Allah izin verirse, zahirecilik sanatına ömrümün sonuna kadar devam edeceğim.

MY- Büyüklerimiz bize konağın önünden veya Dolmanın fırınından ekmeği al gel derdi. Sizin ekmeğinizin özelliği ne idi?

Eski postanenin olduğu yerdeki fırında, Ermeni ustası mayayı ters çevirerek el avucunda yoğurup, katmer katmer ekmek yapmasını öğretti. Bir kilo ağırlığında yapılan bu ekmeğin adı okkalık, 850 gr. ekmeğin adı tayın ekmeği idi.

İskilip’te üveyik buğday dediğimiz sert buğdaydan ekmek yapılırdı. Bizim buğdayımızın mükemmel bir aroması vardı. Organik olarak yetişirdi.  Daha sonra Hibrit tohum ile buğday üretildi. Rusyadan bestoca denilen buğday geldi.  Bu buğday bire kırk verim verdi. Yumuşak buğdaydı. Bizim üveyik buğdayımızın özelliği, diğerlerinde yok. Üveyik buğdayımız daha lezzetli idi.

Önceden İskilip’te iki traktör vardı. İlk defa tarlaları traktörle sürüp, buğday hasatı yapınca, bire yedi verim almışlar. “Aha oynunu belleyim, bu kadar buğdayı nereye koyacağız.” demişler. Traktör olmadan tarlaların hepsi sürülüp ekilemiyordu. Gübre kullanılmıyordu. Dolayısı ile toprak taşlaşmamıştı.  Hibrit tohumlarla birlikte gübre kullanıldı. Toprak taşlaştı.  Meralarımız hayvansız kaldı.

Akşam inekler sürüden gelip sütleri sağılıp ocağa konulunca, burcu burcu süt kokuları evlerden etrafa dağılırdı. Eskiden dört ayrı sürüye katılan 1200 adet ineğimiz, evlerin önünde kümesler vardı. Çayların içi tavuktan, ördekten geçilmiyordu. Taze yumurtalar yenirdi. Evlerin önünde Çükündürler ( meyve saklanan toprak çukur) vardı. Hedikler kaynıyordu. Yapılan yoğurtlar kalaylı helkeler ile çarşıya gelir, dükkânların önünde satılırdı. Komşulara ayran, süt dağıtılırdı. Biz bile dükkana iki helke ile yoğurt getirir 100- 125 kuruşa satardık. Bunlar ile beslenen çocukların yüzünden kan fışkırıyordu. Şimdiki çocukların yüzleri, kireç gibi bembeyaz.

 Eski üveyik tohumları kullanırsak, ekmeklerimizde eski lezzeti buluruz. Bunun için meralarımıza sürüleri salacağız. Hayvan gübresi ile tarlalar organik olarak besinini alacak. O zaman ekmeklerimizde eski lezzeti bulacağız.

Halen İskilip’te keşkek pişmeyen, turşu yapılmayan, mercimekli bulgur pilavı yapılmayan evimiz yok. 2001 Yılında kurduğumuz, İstarge denilen derneğimizden bahsetmek isterim. Unutulmaya yüz tutmuş meyvelerimizin, cevizlerimizin hayata geçirilmesine çalıştılar.  Avrupa birliği eğitim fonundan kredi alınarak, eğitim yapıldı. Eğitimde ağaç yetiştirme, aşılama öğretildi. 34 Kursiyer bu kurstan sertifika aldılar.  Bunun için Osman Çakır, Mehmet Abuhan, Mustafa Sak’a teşekkür ediyorum. Bu konuda; karşılık beklemeden koşturup çalışan Ayhan Uslu ya teşekkür ediyorum.  2003 yılında yapılan bir araştırma’da, İskilip bağ ve bahçelerinde 253 bin adet ceviz ağacı tespit ettiler. Bu ağaçları değerlendirilip, aşılayıp verimli bir hale getirmemiz gerekiyor. 261 bin dönüm ekilebilecek arazimiz var. Bu müthiş bir rant. Bu arazilerimize bakamıyoruz.  Boş duruyor. Biz önceden bu bölgeyi besliyorduk.  İskilip büyük bir kültürün üzerinde oturan bakir bir yer. İskilipli arkadaşlarımızın buraya gelip, bu işin ucundan tutması gerekiyor.  Daha oyuk oyuk oyulmadık. Delik delik delinmedik. Meydan çayımız gürül gürül akıyor. Bizim memleketimizde kaynaklarımız hayata geçirilirse, gelirimiz de büyük artış olur. Atıl kalmış alanlarımızın harekete geçirilmesi için, İskilip dışında bulunan hemşerilerimizin de İskilip’e gelerek, bu konularda çalışma yapması gerekiyor.

Sadece olumsuzlukları konuşarak değil, olumlu konuları da dile getirmemiz gerekir. Bizden sonraki jenerasyon bizden örnek almazsa, belki de bizim bu duyarlılığımızı göstermeyecek.

MY- Fırında yaşadığın bir olayı anlatırmısın?

Bir ağabeyim pazar sabahı fırına çömlek getirdi. Bunu fırının fazla kızgın olmayan serin yerinde 3-4 saatte pişir dedi. Bir saat sonra birisi gelip “ Yavu bizim pezevenk güveci ne oldu? “ dedi. Bende” abi yavaş yavaş pişiyor.” dedim. Daha sona başkası gelip güveci sorunca “ Pezevenk güvecini mi soruyorsun.” Dedim. Vay sen bizim güvece nasıl böyle dersin diye bana saldırınca yumruklaştık. Fırında bulunanlar bizi ayırınca “ abi kusura bakma, güvece böyle dedikleri için ağzımdan bu kelime çıktı.” dedim. Kendisine bu nasıl bir güveç diye sorunca; “Çömleğin taban ve duvarlarına ince kesilmiş, dövülmüş kuyruk yağını yapıştırdıklarını. Üzerine soğan, sarımsak, biber, domates, onun üzerine kemiksiz koyun eti, onun üzerine kuyruk yağı, onun üzerine kemikli et, onun üzerine soğan sarımsak, en sonda kuyruğu kapak yapıp beş katlı güvecin ağzını yanmaz kağıt ile bağladıklarını.” anlattı. Güveç böylece pişirildi. On sene sonra aynı güveçten bende arkadaşlara yaptım. Çok güzel oldu. Münasip bir zamanda gelinde, size bu güveçten yapıyım. Kara üzüm ile yiyelim.

Ramazanda varlıklı insanlar, yumurtalı susamlı pide yaptırırlardı. Yumurtacılar kırık yumurtaları gönderir, yumurtalı pide yapılırdı. Şimdi her kez yumurtalı susamlı pide yaptırıyor. O zamanlar fırın çörek, börek, tepsi eti ile dolu dolu olurdu. Bayrama 10 gün kala baklava pişirme başlar, sahura kadar devam ederdi. İyi İskilip baklavası 60 yohadan yapılır, altı saatte pişerdi. Baklavanın üzerine tereyağı konulur, çizilen yerler açılmaya başlanılınca fırında pişirilmeye gelirdi. Benim baklavam beyaz olsun derler. Nasıl beyaz olsun?  Sininin altına çimento kâğıdı koyardım. Sininin üzerine beyaz kâğıt veya yufka koyardım. Onun üzerine gazete kâğıdı konulur, hava almasın diye kenarlarına çakıl taşı konulurdu. İskilip’te yapılan bu baklavayı, Türkiye’nin hiçbir yerinde bulmak mümkün değil

MY- Seni küçükken etkileyen biri oldumu?

En çok Tuzcu oğlunun, baş öğretmen İsmail Atalay Efendiden etkilendim. Bizim iki dükkan üzerimizde eniştemin bakkal dükkanı vardı. Sabahleyin fırında ekmek çıktıktan sonra, kahvaltılık satmak için bakkal dükkanını ben açardım. İsmail hocam Şıh Yavsu camisinden çıkıp pide almaya fırına gelir, bakkal dükkâna uğradığında bana öğüt verirdi. “Oğlum tırnaklarını uzamadan kes, ellerin, elbiselerin temiz olsun. Terazine dikkat et, müşterinin hakkı üzerine geçmesin. Elbisen eski olabilir ama yırtık olmasın. Helva bıçağı ile peyniri kesme. Yerleri ıslat öyle süpür tozmasın” derdi. İsmail hocam İskilip’in medarı iftiharıdır.  Hamit Çağıl’dan da çok etkilendim. Sabah namazına çarşı camisine gidince başımı okşar” aferin oğlum, çok güzel namaz kıldın, dedenin şanına uygun davranıyorsun. Namaza devam et.” Diye bizi namaz kılmaya teşvik ederdi. Birçok ustamız bize rehber olmuştur. Mehmet Kaymaz müdürümüzden, Ümit Uzel hocamız, Kısar hocamız, rahmetli Veli Yıldız hocamız bize örnek olmuşlardır. Onlardan hayatta kalanlara uzun ömürler diliyorum. Ölenlere Allah rahmet etsin diyorum.

MY- Bizden sonra gelen nesle neler dersiniz.

Ben esnaf çocuğuyum. Esnaf camiasının içinde büyüdüm. Bütün esnafın üye olduğu esnaf kefalet kooperatifinin başkanlığını yürütüyorum. Bizim esnaf kültürümüzde yatan ahilik ilkesi var.  Ahievran hazretlerinin ortaya koyduğu ” temizlik, doğruluk. Çalışkanlık” esasları var. Bu bize yeter. Düşünsel anlamda sevginin barışın yanı tasavvufun derya gibi bir kültürü var.  807 Yıl evvel kurulan bu kültürün esasları halen yaşatılıyor.  Bunlara bağlı olursak bu bize yeter.

Sanayi camimizin imamı Sadık İnci hocamız var. Bu hocamız sorumluluğunu genişleterek, Cuma günü şeyh Yavsu camisinde sanayi esnafı ile birlikte toplu olarak namaz kılıp, birlikte kahvaltı yapıyorlar. Dualarını yapıp işlerine dağılıyorlar. Cuma günü namaza gelemeyen cemaati belirleyip, dükkanına gidip niye namaza gelmediğini soruyor. Önceden arasta ağaları, cuma salasından sonra camiye gelmeyeni sopa ile kovalarmış. Ölümü düğünü olan yere, mesajlaşıp birlikte gidiyoruz. Caminin etrafına ağaçlar çiçekler dikiyor. Kendisi toprağı tepiyor. Yetişemediği yerde esnaf amele tutup bu işi yaptırıyor. Belediye başkanımız konteynır hediye etti. Konteynırın konulacağı yer, bekçinin kalacağı yer olacak. Etrafı yeşillenecek. Dükkanın da işi biten esnaf buraya gelip, çayını içecek. Sanayide işi olanların dinleneceği yer olacak. İskilip güzelliklerin mekanı olacak. Bizler ceklerle çaklarla uğraşmayıp, çalışacağız üreteceğiz. İskilip böyle kalkınır.