28 Mart 2009 Cumartesi

MUHSİN YAZICIOĞLU'NA


YİĞİT İNSAN

Artık üşümezsin
Artık düşünmezsin
Açlık yok uykusuzlukta
Artık ebedi alemdesin

Mamağın zulmü çok
Olanları unutmak yok
Askıda omzunda yastık
Artık sana zulüm yok

Bir nöbetti bu dünya
Senin nöbetin bitti
Onurla yaşadın burda
Uğurlar olsun dünya


İnsanoğlu bu dünyada
Her zaman imtihanda
Yiğit Muhsin imtihana
İman etti yiğit gitti

YİĞİT İNSANA





Bir alim demişki:

Gam değildir gide dünya kala din
Gam odurki kala dünya gide din.

Yiğit Muhsin Gam değildir gide dünya kala din’i seçenlerden idi.

MUSTAFA YOLCU - ANKARA

11 Şubat 2009 Çarşamba

Gurbet

GURBET

Geceler Karanlık, Geceler Yaslı
Hüzün Çöküyor İçime Benim
Çaresiz Kuşlar Gibi Gece Yarısı
Sıla Hasretiyle Dertlenen Benim
XXX
İnsanı Yabancı Her Şeyi Başka
Çorbası Başka, Pilavı Başka
Sabah Olur İşe Gidersin
Bakışlar Başka, Selamlar Başka
XXX
Tanıdığın Yok Ki Halleşesin
Derdini Kiminle Söyleşesin
Eşten Dosttan Haber Sorup
Kederde Sevincde Birleşesin
XXX
Gurbet Akşamları Hüzünlü Olur
Sokaklar Boşalır İnsan Kaybolur
Birde Sıladan Haber Gelmezse
Hasret Yakar İnsan Kahrolur.

30.05.2008-Mustafa Yolcu

29 Ocak 2009 Perşembe

TAYYİP ERDOĞAN VE DAVOS




Tayyip Erdoğan bir kez daha milletinin sesi oldu.

Başbakanı olduğu ülkenin sesini , ölen çocukların feryadını dile getirdi.
Yıllarca süren güdümlü politikayı bırakarak ,şahsiyetli dış politikanın uygulayıcısı oldu.

Kutluyorum onu sessis insanların,mazlumların sesi oldu.

Birisinin akan kana dur demesi gerekiyor idi,bu Tayyip Erdoğan oldu.

KUTLUYORUM TAYYİP BEY SİZİ.

4 Ocak 2009 Pazar

BU TARİH UNUTULUR MU?

(Unuttuk,UNUTTURDULAR Maalesef…)

********

Birinci Dünya Savaşı'nda

İngilizlere,

150 bin askerimiz esir düştü.

Bu askerlerden bir kısmı da Mısır'ın

İskenderiye şehri yakınlarında bulunan Seydibeşir Usare Kampı'na

Hapsedildi.

********

Kampın tam adı,

'Seydibeşir Kuveysna Osmani Useray-I Harbiye Kampı' idi.

Bu kampta,

1918'de

Filistin Cephesinde esir düşen 16. Tümen'in 48. Alayı'na bağlı

Osmanlı Askerleri

Tutuluyordu.

********

12 Haziran 1920'ye kadar

Iki yıl boyunca

Her türlü işkence, eziyet, ağır hakaretler ve aşağılamaya maruz kaldılar.

********

İnsanlık dışı muamelenin nedeni ise Ermeniler idi…

********

Kamptaki, Türkçe bilen Ermeni tercümanların

Yalan yanlış çevirileri ve

kışkırtmaları nedeniyle,

kampların İngiliz komutanları,

AZILI TÜRK DÜŞMANI HALİNE

gelmişlerdi.

********

Savaş bitmişti.

Ancak,

Kamptaki ağır koşullar nedeniyle

ÖLENLER DIŞINDAKİ ASKERLERİ

TESLİM ETMEK,

İNGİLİZLERİN İŞİNE

GELMİYORDU.

ÇÜNKÜ,

OLASI YENİ BİR SAVAŞTA,

BU ASKERLERİN

YENİDEN KARŞILARINA ÇIKABİLECEKLERİ, ERMENİLER TARAFINDAN,

İNGİLİZLERİN BEYİNLERİNE İŞLENMİŞTİ.

********

Çözüm

Toplu katliamdı…

ASKERLERİMİZ,

MİKROP KIRMA BAHANESİYLE,

SÜNGÜ ZORUYLA

DEZENFEKTE HAVUZLARINA SOKULDU.

Ancak;

Suya normalin çok üzerinde

'KRİZOL' MADDESİ

katılmıştı..

Mehmetçik,

Suya daha ayağını soktuğunda,

aşırı krizol maddesi nedeniyle haşlanıyordu.

Ancak,

İNGİLİZ ASKERLERİ,

dipçik darbeleri ile askerlerimizin havuzdan çıkmalarına izin vermiyorlardı.


Mehmetçikler,

Bellerine kadar gelen suya başlarını sokmak istemediler.

Ancak,

Bu kez İngilizler havaya

(başlarının üzerine)

ateş etmeye başladı.

Askerlerimiz,

ölmemek için,

çömelerek başlarını suya soktular.

Ancak,

başını Sudan kaldıran artık göremiyordu.

Çünkü gözleri yanmıştı…

********

Dışarı çıkanların halini gören

sıradaki askerlerimizin direnişleri de fayda etmedi

Ve 15 000 (15 bin) askerimiz

KÖR OLDU.

Bu vahşet,

25 Mayıs 1921 tarihinde

TBMM.' de görüşüldü.

Milletvekilleri Faik ve Şeref Beyler

Bir önerge vererek,

Mısır'da esirlerin

Krizol banyosuna sokularak,

15 BİN VATAN EVLADININ GÖZLERİNİN KÖR EDİLDİĞİNİ,

Bunun faili olan

İngiliz doktor,

Garnizon Komutanı ve

Askerlerin

cezalandırılması için,

TBMM' nin teşebbüse geçmesini istediler.

********

Ancak,

Yeni kurulan devletin bin türlü derdi vardı.

Ağır sorunlarla uğraşan TBMM' de

Bu hesap sorma işi

UNUTULDU GİTTİİİ…..

Ama onlar

Unutmuyorlar…

Kendi ihanetlerini bile

soykırım ambalajına sarıp,

dünya kamuoyuna

Sunuyorlar.


En üzücü olanı da

Malum birilerinin,

Bu karalama kampanyalarına

çanak tutması…

********

ERMELİLER SOYKIRIM YAPILDI DİYE DÜNYAYI AYAĞA KALDIRIYOR.

BİZİM

TARİHİMİZDEN HABERİMİZ YOK.!!!

Not:

EĞER ŞEHİTLERİMİZE SAYGINIZ VARSA;

3 dakikanızı almaz

Bu yazıyı

arkadaşlarınıza göndermelisiniz

6 Aralık 2008 Cumartesi

DOĞU- GÜNEYDOĞU AÇILIMI





Benim memleketimde’ de Kürt kökenli insanlar bulunmaktadır.
Bunlardan birisi olan Kürt Musdov hoca efendi medresesinde diğer âlimler ile birlikte ders verirmiş.
Memlekette onun hatırı sayılır, önü geçilmezmiş.
Memleketim insanları arasında ayrılık olmaz, her kez aynı dert ile dertlenir, aynı neşe ile neşelenirdi.
Bizim mahallede Hanönü Camii denilen bir cami var.
Köyünden İskilip’e gelen Kürt kökenli bir hemşerimiz diyor ki” Ben masrafını karşılayacağım. Şuraya bir cami yaptıralım.” Onun bu talebine olur diyorlar.
Şehrin eşrafından birine altınları teslim ediyor.” Siz cami inşaatının başında durun. Sizin öncülüğünüzde bu cami yapılsın.” Diyor.
Cami inşaatına başlanılıyor ve kısa sürede tamamlanarak ibadete açılıyor.
Camiyi yaptıran insanın köyüne haber gönderiyorlar “ Cami inşaatı tamamlandı. Hizmete açıldı. Gelip yaptırdığın camini gör.”
Haberi alınca atına biniyor, İskilip’e geliyor. İskilip’te şehre girmeden Hindoğlu yokuşu diye bir yokuş vardır. Bu yokuşa gelince atını köyüne doğru geri çeviriyor. Diyor ki “ Ben bu camiyi Allah rızası için yaptırdım. Camiyi gidip görürsem nefsime büyüklenme gelebilir. Allah rızası için yaptığımda boşa çıkar.” Camiyi gelip görmüyor bile.

İnsanlarımız böyle yüce duygular ile yaşamış, birlikte olmuş, kız alıp vermiş, okul müdürlerimiz, kaymakamlarımız, doktorlarımız, hâkimlerimiz olmuş, etle tırnak olmuş iki toplumu birbirinden ayırmak, hasım yapmak mümkün değildi.
Şimdi ise bu insanlar, dağa çıkıp askerimize kurşun sıkıyor, adı konulmamış harp ilan ediyorlar. Yenilir yutulur şeyler değil bu olanlar.

Lise yıllarında arkadaş gurubumuzda üç tane Kürt kökenli arkadaşımız vardı. Bunlar sınıflarının da en başarılı talebeleri idi. Her kez onlara kıvanç ile bakardı.
Kendileri talebe evlerinde kalır, zor şartlarda öğretimlerini sürdürürlerdi. Biz kazadan olduğumuz için şükredeceğimiz kadar kaynayan çorbamız olurdu. Bazen bizim ve diğer arkadaşların evlerine gider, Allah ne verdi ise birlikte oturur yerdik.

Bu arkadaşımızdan birisi İstanbul siyasal bilgiler fakültesini kazandı. Burayı bitirince önce bir bankanın müdürü, sonrada müfettişi olduğunu duymuştum. Kendisi ile 20 yıldır karşılaşmamıştım.
Otobüs ile İskilip’e giderken yan taraftaki koltukta oturan biri bana dönerek ismimi sordu. Söylediğimde kendisini tanıyıp tanımadığımı sordu. Hatırlayamadığımı söyleyince ismini söyledi. İsmini duyunca kendisini hemen hatırladım. Hemen kucaklaşıp yan yana oturduk.

Konuşurken hiç alakasızca bana “ biz hemen Kürt devleti kurulsun demiyoruz. Bu zamanla gerçekleşecek” demez mi! Şaşırdım kaldım. Konuştuğumuz konular genel konular idi. Bu konuya hiç değinmemiştik. Bende kendisine “ Talebelikte yıllarca birlikte olduk. Ben ve arkadaşlarımdan hiç birisi sana sen Kürt sün diye seni ayırdı mı? Sadece kıt imkânlarımızı, ekmeğimizi paylaşmadık mı? “ dedim.
Bana cevaben “ hayır bizi ayırmadınız. Evet, ekmeğinizi paylaştınız. “ dedi.

“Peki, sendeki bu değişiklik nerden geliyor “diye sordum. Cevap yok.
Gerçekten kardeş gibi olmuştuk. Hatta o zamanın şartlarında, solculara karşı birlikte fikir mücadelesi yürütmüştük.
Bu arkadaş Üniversitede kendisine tabanca çeken solcu bir kürdün elinden tabancasını aldığını, kendisini bunlarla korkutamayacaklarını söylediğini anlatmıştı. Nerden nereye.

Öyle bir ülkede yaşadık ki: Sağcı olmak suç, solcu olmak suç. Türk’üm dediğimizde
Faşist dediler, Kürt olmak, Laz olmak, Çerkez olmak suç. Müslüman olmak en büyük suç, alevi olmakta suç. Devlete hakim olan güç; her konuda vatandaşını potansiyel tehlike olarak algılıyordu.

Bu ülkede sadece batılı bir Hıristiyan gibi yaşarsan sorun yok. Tehlikeli değilsin. Kiliselerde yılbaşı yortularına katılırsan hepten çağdaşsın!

Satanist olursan, popçu olursan, 8 yaşında içkiye, uyuşturucuya başlarsan sorun yok. Gece sabahlara kadar parklarda içkini içip, seks kölesi olursan, kumarını oynarsan sorun yok.

Bu ülkenin aydınlarına, düşünürlerine tuzaklar kur, onları öldür. Ondan sonra sucu duruma göre sağcıların veya solcuların üzerine at. Bunlarda sorun yok.

Binlerce silahı PKK’ya, Barzani’ye, Talabani’ye ver, Sınırlardan tonlarca uyuşturucu, silah, kaçak mal girsin, bu mallar Türkiye üzerinden Avrupa’ya gitsin kimse bunun farkında olmasın!

Sınırlardan kaçak mülteciler girsin, bunlar Egeye, diğer sınırlara gidip Türkiye’den çıkmaya çalışsın! Kimsenin haberi olmasın.

Darbeler olsun, piyon olarak kullanılan bu gencecik insanlardan sağcısını, solcusunu Mamak ceza evinde, Kürdünü Diyarbakır ceza evinde işkencelere tabi tut. Hem de ne işkenceler. Savaşta düşmanı esir alsalardı, o esirlere bu ülkenin insanına yapılan işkenceyi yapamazlardı. Guantalama ceza evi bu ceza evlerinden farklımıydı bilmiyorum.

Osmanlı devletinin yıkılması için Ortadoğu halkları İngilizlerin oyununa gelerek, Osmanlıyı birlikte hançerlediler. Bu ülkelerin yıllardır rahat ve huzuru yok. Diyorlar ki “ Biz Osmanlıyı arkadan vurduk. Osmanlının bedduası tuttu. Onun için rahat ve huzur bulamıyoruz, sıkıntılardan kurtulamıyoruz.”

Tabi’i ki bu millet öyle asil bir millet ki; asırlarca Anadolu da haçlılara karşı göğsünü siper etmiş. Buradan aşağı geçilmez demiş.
Her 20 yılda bir Ruslar ile harp etmişiz. Niye onların ulusal rüyalarına engel olmak için.
Sarıkamış’ta binlerce gencecik fidan soğuktan kırılmış, donmuş.
Çanakkale geçilmez demişiz 350000 fidanımızın orada sel olmuş akmış kanı.

Şimdi ise aramıza fitne tohumları ekilmiş. Et ile tırnak olmuş iki toplumu birbirine düşman etmeye çalışmışlar.

Bir coğrafya düşününki, orası “Yahudilerin vaat edilmiş topraklar dedikleri “yer.
Bir coğrafya düşününki, orası “süper devletlerin petrol rezervi olarak ilan ettikleri alan.”
Bir coğrafya düşününki, orası bütün gizli servislerin cirit attıkları alan. Bütün servisler ayrı bir hesap peşinde.

Bu coğrafyada Kürt devleti kurmak istiyorlar. 1000 yıldır birlikte yaşamış kardeş iki milleti düşman etmeye çalışıyorlar.

Bu talep yeni değil. Yüz yıllar öncesinden başlatılmış.
Yıllarca evvelinden Kürtlere demişler ki “ Sizin nüfusunuzu artırmanız lazım.”
Bakıyorsun evlerinde yiyecek ekmekleri yok. Ama kadroyu tamamlamışlar. Babaların iki üç evlilikten 10 – 12 çocuğu olmuş.

Anadolu insanı iki çocuğuna iş bulamıyor. Peki, aç insan 12 çocuğa nasıl iş bulup, nasıl karnını doyuracak?
Tabi buralarda elektrik parası yok, su parası yok, devlete vergi verilmez. Bu devlete TC. denilir. Bizim devletimiz bile demiyorlar. Ondan sonra her şey devletten bekleniyor. “Devletin işi ne. Devlet gelsin yapsın.” Diyorlar.
Devlete iş yapan müteahhitlerin % 80 doğu kökenli.
Bu müteahhitlerce devlete yapılan inşaatlar ne durumda?
Depremlerde ilk yıkılan binalar kamuya ait binalar olduğu ortada. Toprağa gömülen milli servetimiz ortada.
Doğu ve Güneydoğuya köprü yapılıyor, konut yapılıyor, teşvikten mandıralar tavuk çiftlikleri yapılıyor.

Peki, nerde bu yapılan köprüler, binalar? Bir kısmı yerinde yok, parası alınmış ama binalardan eser yok.
Biz bunu yerinde bulamadığımız afet konutları ile görmüştük. Hatta konut alanı olarak kamulaştırılan tarlanın üzerinde eski sahipleri buğday ekiyor idi.

Anadolu insanının tüyü bitmemiş yetimin hakkı var dediği bu milli servet, haksızlıkla bazıları tarafından el konulur çalınırsa ne olur?
Haksızlıkla elde edilen servet kimseye yaramayacaktır. İki yakaları bir araya gelmeyecektir.

Bu memlekette:
Haksızlık, adaletsizlik, düzensizlik yok mu?
Birileri darbeler ile bankaların içini boşaltmadılar mı?
İnsanlarımıza ikinci sınıf insan gözü ile bakılmadı mı?
Oylarının bile hükmü olmadığı söylenmedi mi?
Bunların hepsi oldu. Ama ayrım yapılmadan bu ülkenin bütün insanına aynı muamele yapıldı.
İşin realitesinde sadece geminin kaptan köşkünde oturanlar ile bunun dışındaki insanlar vardı.
Geminin kaptan köşkünde oturan baronlar buradan çıkmamak için, bu millete karşı her türlü baskı ve şiddeti uyguladılar.
Haksızlıklara hep birlikte karşı çıkılım. Haklarımızı kanuni yollardan arayalım.

Ama şehirde mafya, uyuşturucu kaçakçısı, silah kaçakçısı, beyaz kadın ticareti ile uğraşıp dağda eşkıya olmayalım.
Benim askerime kurşun sıkıp, benim ekmeğime ortak olan benim insanım olamaz.
O kurşunu sıktıran kim, o talimatı veren kim. Ne yapılmak isteniyor?
Kürdü Eliza sarayında ağırlayanlar kürdü çok sevdiği için mi ağırlıyor?
Tarih ten hiç ders alınmayacak mı? Dün molla Barzani’yi niye kendi başına bırakıp gittiler?
Saddam’dan kaçan Peşmergelere Eliza sarayı ve diğer Avrupa ülkeleri niye el uzatmadılar? Gıda yardımı diye onlara bozulmuş köpek maması göndermediler mi?
Peşmergelere yine benim âlicenap milletim sahip çıkmadı mı?

Ama o Peşmergeler yurdumuza PKK’ya silah cephane getirdiler. Yardımcı oldular.
Tabi besle kargayı oysun gözünü.

Ergenekon teşkilatlanması yurdumuzda siyasi Kürtçülük harekâtına ön ayak olmadı mı?

Şu anda hem bölücülük hareketine devam ediliyor, hem de yeniden Iraktan Ülkemize kaçış olursa kaçanlara imkân tanınması ve kabul edilmesini temin için zemin hazırlanıyor.

Her insan kendi dilini rahatça konuşabilmeli. Şarkısını söyleyip gülüp eğlenebilmeli.
Ama bu normal haklar bölücülüğü neden olmamalı.
Federasyon istiyoruz, kendi dilimizde eğitim istiyoruz, kendi korumamızı kendi güvenlik güçlerimiz sağlasın gibi taleplere neden olmamalı.
Milletimizin bir deyimi var: “ Oynarken çulunu yırtma” derler.
Gün birlik zamanıdır. Düşman oyununa gelmeme zamanıdır. Yan yana durma zamanıdır
1000 yıllık bir birlikteliği bozmaya kimsenin gücü yetmeyecektir.

29 Ekim 2008 Çarşamba

İSKİLİPLİ İBRAHİM ETHEM HAZRETLERİ























DÜZENLEYEN: YUNUS EMRE ERDOĞAN ( Lisans tezi)

İbrahim Ethem Gerçekoğlu 1303 Rumi yılında (1887) Çorum’un İskilip ilçesi Büyüktaş mahallesinde dünyaya gelmiştir. Babası Ahmet efendi İskilip’in yerlilerinden Kadıağalar ( Kadıoğlu) lakabıyla bilinen tanınmış bir ailenin mensubudur. Annesi Emine Hanım “Sülale-i Tahir edendir” Soyu Hz. Hüseyin’e dayanır.

Bu bahtiyar ana baba gördükleri bir rüyadan mülhem olarak çocuklarına İbrahim Ethem adını vermişlerdir.

İbrahim Ethem hazretleri Ahmet efendi ve Emine hanımın en büyük çocuğudur. İbrahim Ethem hazretlerinin Zahide Leblebici, Zeynep Karaman, Mehmet Gerçekoğlu adlarında üç kardeşi vardır. Baba bir anne ayrı en küçük kardeşi ise Bekir Gerçekoğludur.

İbrahim Ethem hazretlerinin Şerife hanım ile olan tek evliliğinden beş çocuğu olmuştur. İlk çocukları Cemaleddin adında bir erkek çocuk olup küçük yaşta vefat eder. Bu ilk çocuklarından sonra Ubudiyye ve Meliha ismini verdikleri iki kızları olur. Daha sonra Ali Rıza ve Ahmet Burhaneddin adında iki oğulları dünyaya gelir. Bu dört çocuğu da halen hayattadır.

İbrahim Ethem hazretleri, daha çocukken kendisini Allah yoluna ve ibadete vermiş, veliliğe ermiştir. 4-5 yaşlarında iken namaz kılmaya başlamıştır. Çok genç yaşlarında devamlı bir manevi huzur içinde, ilahi aşkın sarhoşluğu ile mest ve müstağrak yaşadı. Bu hal namaz kılarken de devam ettiğinden “ Ya rabbi. Bu hali benden namaz kılarken al, sonra tekrar iade et “ derdi.

Efendi’nin bu mest hali validesini endişelendirir. Oğlunun deli olacağı düşüncesine kapılır. Annesinin bu düşüncelerini fark eden efendi hazretleri “ oğlun deli değil veli olacak “ diye içinden mukabele edermiş.


İBRAHİM EDHEM HAZRETLERİNİN TAHSİL HAYATI:

İbrahim Ethem hazretleri daha küçük yaşlarda ilme merak sarmıştır. Sekiz yaşındayken “ Delahül Hayrat” adlı eseri okumaya başlamıştır. Eserin feyzinden cezbe haline geldiği görülürmüş.

Zahiri ve batini ilimleri bünyesinde toplayan İbrahim Ethem iyi bir medrese tahsili görerek şeri ilimleri, bir şeyhin terbiyesinden geçerek de manevi ilimleri tahsil etmiştir.

Efendi hazretleri medreseye devam ederek Müderris Mehmed efendi’den icazet alan, ledün ilmini şeriat ilmiyle birleştirerek “ Zülcenaheyn “ ( çift kanatlı olan) genç veli bu yolda kendilerinden faydalandığı Enbiya- Zade Mehmet Hilmi ve müderris Mehmet efendi gibi üstadlarına hayatları boyunca canı gönülden hizmet ve yardımdan geri durmamış, dua ve himmetlerini almıştır.

Gençliğinde Allaha olan aşkı ve ibadete olan düşkünlüğünden dolayı sürekli ibadet etmek isteyen ve geceleri uyumaktan şikayet eden efendi hazretleri bu durumu şöyle anlatıyor; Ya rab, neden geceyi yarattın sanki? Uyumayıp hiç durmadan sana ibadet etseydik derdim.

Ancak medreseye başladıktan sonda, Kur’an la olan meşguliyeti neticesinde gecelerin yaratılmasının hikmetini anlamış ve bu düşüncesinden vazgeçerek Allahın her yaptığının hikmetli ve yerinde olduğunu teslim etmiş ve tevekkülünü derinleştirmiştir. Son zamanlarında bazen uyuklar oluşunu gençliğindeki bu hadise dolayısıyla kendisine ilahi bir işaret olduğunu belirtmiştir.

İskilip’te ve Kastamonu’da uzun yıllar medrese tahsili gören İbrahim Ethem, Cıncıllı Mehmet hocanın ders halkasında bulunmuştur.

İskilip’te Şeyh Ethem diye bilinen İbrahim Ethem hazretleri, Gümüşhaneli ve Seydişehirli gibi büyük veliler ile görüşmüş olan büyük mutasavvıf Fazlullah Rahimi’den Mesnevi dersi almıştır.

İbrahim Ethem hazretleri, gençliğinde Mesnevi’yi okumayı çok istemiş, bunu kendisine okutacak ehil insanlar aramıştır. İbrahim Ethem hazretleri Allaha yalvararak ” Ya rab. Eğer bana mesneviyi okutacak kimse kalmadı ise, sen öyle bir kimse yarat. Sen her şeye kadirsin allahım “ diye dua eder.

Bu sıralarda İskilip’in mal müdürünün kayın pederi olan büyük mutasavvıf Fazlullah Rahimi hazretleri İskilip’e gelir.İskilip’te vakit namazlarını kıldığı Ulu caminin müezzinine :” oğlum buralarda sohbet yapılabilecek bir Allah dostu yokmu? “ diye sorar. Müezzin efendi Fazlullah Rahimi’yi tanıdığı meşahıyla görüştürür. Efendi bunların yeme içme şeyhi olduğunu, kendisinin ise gönül ehli birisini aradığını söyler.
Müezzin efendi: “ Buralarda İbrahim Ethem adında genç bir şeyh daha var. İsterseniz sizi onunla görüştüreyim “ der.

Fazlullah Rahimi Hazretleri teklifi kabul eder. Müezzinle birlikte İbrahim Ethem hazretlerinin evine gelirler. Fazlullah Rahimi Hz. Kapı açılıp İbrahim Ethem efendiyi merdivenin başında görünce müezzine “ ben aradığımı buldum “ diyerek gitmesini işaret eder. Fazlullah Rahimi yukarı baka baka merdivenleri çıkar. Efendi ile karşı karşıya gelince onu tepeden tırnağa kadar süzer; iki elini sonuna kadar açarak “ ohh işte ben böylesini arıyordum” diyerek Ethem efendiye muhabbet ile sarılır.

Bir süre konuşup görüştükten sonra Fazlullah Rahimi, Ethem efendiye “ Ben sana Mesneviyi okutmaya memurum, yalnız bana asla itiraz etmeyeceksin, hiç bir izahıma mukabelede bulunmayacaksın.“ der. Efendi ne zamandır arzuladığı şeye kavuşmuştur. Memnuniyetle “ tabi efendim “ mukabelesinde bulunur.

Okumaya başlarlar. İlk başlarda Fazlullah Rahimi’nin beyitleri şerh ederken verdiği manalar, efendinin hiç içine sinmez. Hep itiraz edesi gelir, kendisini zor zabdeder. Fakat zaman geçtikçe bu manalara kalbi yatışır, ruhu alışır. Aradan altı ay geçer. Mesnevinin son kısımlarına yaklaşmışlardır. Bir gün mesnevinin anlaşılması zor bir beyit’in olduğu noktaya gelip dururlar. Ethem hz. bu beyit hakkında “ efendim, buna şöyle bir mana verilebilir mi? “ demesi ile birlikte Fazlullah Rahimi birden bire susar, öylece kalır ve daha sonra “ tamam! Artık benim vazifem bitti! “ der. Ethem efendinin “” aman efendim ben öyle demek istememiştim, beni bırakıp gitmeyin” gibi çabaları sonuç vermez. Mesnevi dersi nihayete erer.

Ayrılık vakti geldiğinde, Fazlullah Rahimi hz. Ethem efendiye şunları söyler: “ oğlum ben bu asırda yaşamış beş büyük veli ile görüştüm. Beşincisi sensin. Sen zamanın feridi ( teki ) olacaksın. Tuttuğun bu yolun en yüksek mertebesine ulaşacaksın.” İbrahim Ethem hazretleri bu müjdeyi daha önce rüyasında Gavs-ı Azam’dan da ( Abdulkadir Geylani’den ) almıştır.

Mesnevi zevkine eren İbrahim Ethem hazretleri, sohbetlerinde Mevlana’dan beyitleri okur ve açıklamasını yaparmış. Ayrıca efendi Farsça ve Arapça’ yı iyi bilirmiş.

YAŞADIĞI YERLER VE İRŞAT FAALİYET’LERİ :

İbrahim Ethem hazretleri çocukluk ve gençlik yıllarını İskilip’in Büyüktaş mahalle’ sindeki iki katlı ahşap bir evde geçirmiştir. Bu ev oldukça büyüktür. Aynı zamanda tekke olarak kullanılmaktadır.

Evde misafirsiz gün geçmezdi. Kimi efendiyi görmek, kimi intisap etmek için, kimi sohbete katılmak için, görüp duasını almak için çeşitli vilayetlerden akın akın buraya gelirdi.

İbrahim Ethem hazretleri yaşadığı çevrede çok sevilen, güvenilen, inanılan ve hükmüne razı olunan bir insandı. Bu sebeple toplumsal barış ve huzurun sağlanmasında önemli bir yere sahipti.

İbrahim Ethem hazretleri gerek toplumsal huzuru sağlamak, gerek İstiklal mücadele’sine halkı teşvik etmek, gerekse irşat vazifesini yapmak üzere çeşitli vilayetlere ziyaretlerde bulunmuştur.

İbrahim Ethem hazretleri; milli Mücadele’nin başladığı sıralarda Çubuk ve Kızılcahamam taraflarına irşada gelmiş bulunmaktadır. Ankara vali vekili Yahya Galip Kargı ile o zaman Ankara müftüsü olan Rıfat Börekci’nin daveti üzerine Ankara’ya gelip kendileri ile görüşmüş sonra dönmüştür.Yayılma istidadı gösteren isyan kımıldanmalarını yumuşak ve tesirli öğütleri ile derhal yatıştırdığı ve halkı milli Mücadele’ye iştirak ettirdiği gibi; düşman istilasından korkanlara’da düşmanların bozulup gideceklerini haber vererek büyük bir kuvvet ve sükunet kaynağı olmuştur. O Milli Mücadelemizin adı bilinmeyen sayısız kahramanlarından birisidir.

Milli Mücadelenin başarıyla sonuçlanmasından sonra Ethem efendiye Hacı Bayram Dergahı Postnişinliği tevcih edilmek istenilmişse de kabul etmemiş ve serbestliği tercih etmiştir.

Menemen hadisesinden sonra olayın failleri bulunması için kurulan İstiklal mahkemesinin yanlış bir kararı ile İbrahim Ethem hazretleri tutuklanır ve Çubuk hapishanesinde üç ay kalır. Ethem efendi hamd ile irşat vazifesine burada da devam eder. Üç ayın sonunda Atatürk’ün durumdan haberi olur. Ankara valisi ve Emniyet müdürü ne kızarak “ efendiyi derhal serbest bırakmalarını, onun İstiklal harbinin kazanılmasında çok büyük hizmetlerinin olduğunu “ söyler. Bunun üzerine efendiyi hemen serbest bırakırlar.

Atatürk, Ethem efendi ile görüşmesinde ona gayrimenkul ile makam vermek teklifinde bulunmuştur. Bunları kabul etmediğini görünce bir tekke açma teklifinde bulunmuş, Efendi hazretleri ise teklifleri kabul etmemiş ve:“ İstemem Paşam, ben tekkelerin kapatılması için dua ediyorum, çünkü tekkeler iyice bozuldu, amacından saptı “ cevabını verir.
Gayrimenkul ve makam tekliflerine ise: “ Olmaz paşam, kabul edemem. Fakirin burada zerre kadar emeği yok. Milletin malını, hakkını, hak etmediğim bir şeyi nasıl kabul ederim. Hak etmediğim bir şeyi de sizde bana veremezsiniz demiştir. Ethem efendinin bu cevabı Atatürk’ü sevindirir. Efendinin bu hediyeleri kabul etmemesi karşısında hayretler içinde kalan Atatürk ; “ Madem öyle ben sana bir izin belgesi vereyim. Sen Türkiye’nin neresinde olursa olsun istediğin gibi faaliyet göster. Kimse sana dokunamaz “ diyerek mukabelede bulunur.
Daha sonraki değişik zamanlarda da Atatürk tarafından köşke çağrılarak kendisi ile dini konularda görüş alış verişinde bulunulmuştur. (1)

Milli mücadele yıllarından bu yana Ankara’ya sık sık gelen Ethem efendi 1951’de Ankara’ya geldiğinde buraya yerleşmeye karar verir. M. Asım Köksal beyin teklifi ile Keçiören’de bir arsa satın alır. Buraya üç katlı bir ev yaptırarak yerleşir. Asım Köksal beyde kendi arsasına bir ev yaptırarak Ethem efendiye komşu olur.

Efendi hazretlerinin İskilip’teki yaşam tarzı 1963 senesine rastlayan vefatına kadar bu evde aynen devam eder.

SİYASET HAKKINDAKİ GÖRÜŞLERİ:

İbrahim Ethem hazretleri günlük yaşantısında, mecbur kalmadıkça ehli dünya ile sohbet etmekten ve beraber olmaktan uzak dururdu. Dedikodu ve gıybet yapılan meclislerde oturmazdı.

Efendi hazretleri bir Cuma günü hacı bayram’da Said Nursi ile karşılaşır. Said Nursi’ye ; “ Evlen, otur, mazbut bir hayatın olsun. Hükümetle uğraşma, ibadetine devam et.” Diyerek tavsiyede bulunur. Said Nursi “ hapishaneden çıkamıyorum ki, halimi görüyorsun. Nasıl evleneyim.” cevabını verir.

Adnan menderes’in kurduğu partide aktif olarak çalışan bir müridi İbrahim Ethem hazretlerini ziyarete geldiğinde efendi hazretleri ona yaşadığı bir olayı şöyle anlatır. “ oğlum; geçen hafta Çankırı valisi ile Celal Bayar beni ziyarete geldiler. Seçimleri kazanmak için fakirin dua etmesini istediler. Bende İnşallah dedim. Onlar gittikten sonra iki halk partili geldi. Onlarda aynı istekte bulundular. Ben yine İnşallah dedim. Onları’ da gönderdikten sonra ikindi namazını kılıp, şöyle dua yapmayı düşünüyordum; Allah’ım hayırlı olanını ihsan et. İkindi namazını kılıp selam verir vermez aniden iki koluma iki kuvvet çullandı. Beni yüz üstü kapaklandırdılar. Yerimden kımıldayamıyordum. Ter içinde kalmıştım. Ölecek gibi oldum. Görmediğim bir el önüme bir ağaç tomruk koydu. Bir testereyi elimin üzerine koyarak şuradan mı keselim, şuradan mı keselim diye testereyi elimin üzerinde gezdiriyordu. Testerenin dişleri tenime batıp çıkıyordu. Önümde yere yakın bir pencere vardı. Zoraki başımı kaldırıp pencereden ufuklara bakar gibi oldum. Tam o sırada, Peygamberimiz ( S.A.V.) mübarek elleri ile işaret ederek; “ Bırakın bu kadarı Ethem’e yeter” dedi.O iki kuvvet ellerini üzerimden çektiler. Yavaş yavaş doğrulur gibi yapıp, sağ tarafıma baktım ki ne göreyim! Seyyid Abdul Gadir Geylani Hazretleri, sol tarafıma baktım ki Seyyid Ahmet Rufai Hazretleri dikiliyordu. Abdul Gadir Geylani hazretleri sert bir şekilde; “ oğlum, sen kime dua edecektin ?” deyip ikisi de gözden kayboldu. Tam kırk gün gece – gündüz ağladım. Az kalsın velayet elimden alınacaktı. Sen nasıl oluyor da bizzat politikanın içine giriyorsun diye beni uyandırdılar.

İbrahim Ethem hazretleri bir müridine: “ 27 Mayıs ihtilal’ından sonra,Adnan Menderes’in idam edilmemesi için gece, yüce alah’a duada bulunduğunu ifade ederek; şöyle devam ediyor. Ey Allah’ım Adnan senin Habib’inin atalarından birinin ismi. Onun hatırına Adnan menderes kulunu kurtar, onu bağışla, diyerek duada bulundum. Yüce rabbim kalbime; Kulum onun şehit olmasını, ahirete temiz gelmesini istiyorsan dua etme. Ben onu şehit yapacağım. Onun büyük bir hatası var. O hatanın affedilip temizlenmesi için, şehit olabilmesi için idam edilmesi gerekir. Fakir’de emr-i ilahi’ye boyun eğerek; Ya rabbi sen daha iyisini bilirsin dedim.

İbrahim Ethem hazretleri ile Atatürk arasında şöyle bir olay geçer: Atatürk İbrahim Ethem hazretlerini yanına çağırtır ve ona; “ Sen ne iş yaparsın?” diye sorar. Efendi hazretleri de hiç fütur etmeden; “ Paşam ben şeyhlik yaparım “ der. Atatürk “ Nasıl şeyhlik yaparsın, insanlara ne anlatırsın.” diye sorar. Efendi hazretleri “ İnsanlara doğruyu söyler, İslam’ın hükümlerini öğretir, Allah ve Resulünün istediği gibi yaşamalarını tavsiye eder, onlara zikir yaptırırım.” diye cevap verir. Peki, başka şeylere karışmaz mısın? Mesela devlet işleri, siyaset gibi şeylere.Efendide “ hayır Paşam. Ben öyle şeylerden anlamam. Bu gibi şeyler sizin işinizdir. Benim işim budur” der.

TASAVVUF ANLAYIŞI:

İbrahim Ethem hazretlerini gören ve tanıyan herkes, insanı hemen tesiri altına alıveren manevi heybetinden ve kendisi ile tanışan herkesi sarıveren sevimliliğinden bahsederler. Efendi’nin şahsiyeti ve vakarı karşısında her türden ve her kimlikten insan, ona ister istemez hürmet eder, sayısız insan onun sayesinde hidayete erer.

M. Asım Köksal, efendi hazretlerinin evindeki bereketi şu şekilde anlatıyor; “ Efendi’nin evine her zaman ziyaretçiler gelir, efendide onları daima en iyi şekilde ağırlamaya çalışırdı. Sofrası her zaman misafirler ile dolu olurdu. Ortaya bir miktar yiyecek gelir, ben “ acaba bu yiyecekler misafirlere yetecek mi? “ diye merak ederdim. Yemekler yenir ve doyulur, fakat sofradaki yiyecek pek azalmazdı.

Efendi hazretleri ders halkasına katılanlara şöyle derdi: “ Tasavvufa intisaplı olduğumuzu ne kadar gizli tutarsak o kadar iyi olur. Hatta evdeki hanımımız dahi bilmese daha iyi olur. Maneviyatımızı ne kadar gizlersek o kadar çabuk ilerler, yükselir ve derecemizi artırırız. Manevi hallerimizi gizlemezsek bu halleri taşıma gücü ve kuvvetini kazanamayız. Dışarı sızdırırız, manevi halimizi kaybeder daha ileri gidemeyiz. Bu sebepten dolayı keramet gösterme gibi olağanüstü haller görüntüsünü büyüklerimiz hoş görmemişler, müsaade de etmemişlerdir. Bizler ancak yokluk duygusu içinde, devamlı kalbimiz kırık, gözümüz yaşlı bir halde yüce Allah’a tevazu ve niyazda bulunarak Rıza-i ilah-iye’sini kazanmak için çaba göstereceğiz.



İBRAHİM ETHEM HAZRETLERİ’NİN M. ASIM KÖKSAL İLE TANIŞMASI:

1951 Yılında Ankara’nın Cebeci semtinde oturmakta olan Pakize Hanım ( İbrahim Etem Hazretlerinin akrabası) , evinde mübarek bir insan olduğunu söyleyerek karşı evdeki komşusu Asım beyi evine davet eder. Davete icabet eden M. Asım Köksal bir kış günü efendi hazretleri ile karşılaşır. Oda küçük, sobalı ve basıktır, ancak içeri girer girmez Asım Köksal’ı büyük bir huzur ve ferahlık hissi kaplar. Efendinin huzurunda büyük bir manevi saadet duyar, daha ilk görüşmede, kalbinde ona karşı muazzam bir sevgi ve bağlılık duygusu belirir. Maneviyat ve muhabbet dolu beraberlik geç vakitlere kadar sürer.

Komşunun evinde efendi hazretleri ile Asım Köksal’ın buluşmaları 6-9 ay kadar sürer. Her gün geç vakte kadar başka birinin evinde oturmak sebebi ile Asım Efendi doğal olarak utanır ve sıkılır olmuştur. Yine bir gece evden ayrılırken yine bu his içindedir. Bu sırada efendi hazretleri elini omzuna koyar ve :” oğlum! Benim burada ve bu evde ne işim olduğunu zannediyorsun? Ben manevi bir işaretle, seni yetiştirmek için İskilip’ten Ankara’ya bu eve geldim. Sen buraya sıkılmadan her gün geleceksin.” buyurur.

Asım Köksal, İbrahim Ethem hazretlerine karşı derin bir muhabbet duymaktadır. Ancak gönlünde bir velinin muhabbeti daha vardır ki o da M. Sami Ramazan oğlu hazretleridir. Bu iki veli den hangisine intisap edeceğine bir türlü karar veremez. İstihare yapmaya karar verir. İstihareden sonra İbrahim Ethem hazretlerine intisap eder.

Efendi hazretleri 1951’de Ankara’ya yerleşir. Böylece Asım bey 12 sene boyunca efendi hazretlerinden ders alır.

Bir gün İbrahim Ethem hazretleri, Asım bey’e ;” oğlum! Bende her fani gibi bu dünyadan gideceğim. Ben vefat edince yerime sen geçeceksin. Vazifeyi sen yürüteceksin.” der. M. Asım Köksal:” Efendim, malumunuz ben çok meşgul bir kimseyim. Resmi ve ilmi çalışmalarım var. Eğer uygun görürseniz, ihvan kardeşlerimizden birisi uygun olur mu?” deyince efendi:” Oğlum bu benim elimde olan bir şey değil. Bana manen böyle emredildi.” Cevabını verir. Bunun üzerine Asım Köksal sukut etmek zorunda kalır.

İbrahim Ethem hazretleri, Dursun Güler beye şunları anlatmıştır. “ Oğlum Yüce Allah beni İskilip’ten Ankara’ya Asım Köksal’ı yetiştirmek için gönderdi. O çok güzel bir şekilde yetişti. Kendisinde üç güzel özellik vardı: İlim sahibi olması, cömert olması, güzel ahlak sahibi olması. Bu özellikleri olmayan kimse mürşit olamaz.

Kendisi çok zor imtihanlardan geçti. Bu imtihanlar sonunda üzerimizdeki görevin ona verilmesi işaret edildiğinden bir gece kendisine ‘ hilafet duası ‘ yaptık. Dua sonunda M. Asım Köksal yanıp tutuşmaya başladı. Bu hal kendisinde iki sene devam etti. Halk arasında hakk’a vuslata erdirildi. Dışı halk ile içi tamamen maneviyatla dopdolu olarak ‘ Halvet Der Encümen’ şeklinde yetişti. Görev kendisine verildi.

Asım Köksal, İbrahim Ethem hazretlerinin vefatına kadar 12 yıl boyunca yanından ayrılmadı. Bütün sıkıntılarını, efendi hazretlerinin tavsiye ve dualarıyla üzerinden attı. Efendinin maddi ve manevi sohbetinde yetişti, olgunlaştı ve kemale erdi.

İBRAHİM ETHEM HAZRETLERİNİN VEFATI:

Hayatının tamamını, gönüllere Allah ve Peygamber sevgisini aşılamak, ibadet zevk ve neşesini tattırmakla geçiren bu büyük veli, bu büyük ve kamil insan; 1382 yılı ramazan’ın 11’ine rastlayan 6 Şubat 1963 Çarşamba günü, acil tedavi için kaldırıldığı Ankara hastanesinde, teyemmüm ederek akşam namazını ima ile kıldıktan sonra Allah diye zikir çekerek dünyamıza gözlerini kapamıştır.

Efendinin vasiyeti üzerine cenazeyi veliyullahtan bir zat olan Kasım efendi yıkar.
Kasım efendi;” İbrahim Ethem hazretlerini yıkarken, evinde başucunda bulunan on iki kişinin orada da hazır bulunduğunu ve efendi’yi kabre koyup üzerini örtünceye kadar on iki Piran Hazerat’ı başından ayrılmadı.” diye yaşadıklarını anlatmıştır.

Perşembe günü ikindi namazını müteakip Hacı Bayram camii’nde cenaze namazı kılındı. İbrahim Ethem hazretleri Ankara’daki Asri mezarlığın 194 ada, 176 parselinde bulunan mezara defnedildi.
Gasledilirken ve defnedilirken yanında bulunanlar efendi hazretlerinden buram buram gül kokularının yayıldığını söylüyorlar.

Kabri başına Asım Köksal efendi tarafından şöyle yazılmıştır:
Meftun burada kamil insan
Mensup-i şah-i Gavs-i Geylan
İbrahim Ethem İskilipli
Allah deyip etti azm-i Yezdan

KAYNAKLAR:
- Eraydın, Selçuk Tasavvuf ve tarikatlar
- Pakalın, Mehmet Zeki Osmanlı tarih deyimleri ve terimleri sözlüğü
- Şamil İslam ansiklopedisi
- Öztürk, Prof. Dr.Y. Nuri tasavvufun ruhu ve tarikatlar
- Kara, Mustafa tasavvuf ve tarikatlar tarihi
- Köksal, A.Cüneyt M. Asım Köksal hayatı ve hatıraları
- Güler, Dursun İskilipli İbrahim Ethem Gerçekoğlu Hz.( basılmamış eser)
- Köksal, M. Asım “ Kaybettiğimiz kamil insan İbrahim Ethem”
- Gerçekoğlu’nun mezarı başında - Diyanet aylık ilmi dergi C.2, S. 3-4
- Altundaş- Hayrani, tasavvuf tarihi ist. 1991
- (1) torunu İzzettin Galip Karaman



Mustafa Yolcu- Ankara
28.10.2008

20 Ekim 2008 Pazartesi

OFLİ HOCA

Karadeniz in bir kazasında görevli bulunan Ofli hoca hakkında müftülüğe şikayet gelir.

Müftülük durumu ilgililere bildirir. Durumu tetkik için murakıp olarak bir başka yerde görevli müftü görevlendirilir.

Görevli müftü bir vatandaş gibi Cuma günü Ofli hocanın camisine gider. Hoca cemaate vaaz vermektedir:
“ İbrahim peygamberimize allahimiz dediki: ya İbrahim Mekkei Mükerreme yi yeniden inşa et. Oda dedi ki ey allahım çimento yok, kum yok, tuğla yok ben mekkei mükerreme yi nasıl inşa edeceğum.

Hazreti peygamberimiz cennetin kapısı girişine yattı. Allahımıza seslendi .
Ey allahım bütün mümünleri çennetüne koymaz isen ben buradan kalkmayacağum.
Allahumuzda dediki ya Muhammet kalk oradan, istedüğünü yapacağum.

Muhammetde oradan kalkti ama soğukta yerde yatmaktan ayakları romatizma oldi. “

Vaaz bu şekilde devam etmiş ama Ofli hoca halen o camide göreve devam ediyormu , murakıp ne rapor vermiş bilmiyorum.

Hani derlerya “ yarım doktor candan, yarım imam imandan edermiş “

Mustafa Yolcu