9 Mart 2020 Pazartesi

TARİHİN ŞEREF LEVHALARI- 15






TARİHİN ŞEREF LEVHALARI- 15

YÜZBAŞI İLHAMİ

İkinci İnönü muharebesinin en buhranlı günlerinden olan 28 Mart 1921 sabahı; bu ölüm meydanının tek süsü olan güneş; üzerinde kar bulunan zirveleri devirerek yükseliyor, Mehmetçikler gecenin soğuk sillesinden henüz kurtulmuşlar ve ılık bir okşayışla içlerine işlemeye başlayan güneşle ısınmaya yeni başlamışlardı.  

Bu günde düşman saldırısı bekleniyordu. Ortalık aydınlandıkça, ilerideki kayalıkları siper alarak bir yılan soğukluğuyla süzülen düşmanın ilerleyişi görülüyordu.  Bütün gece keşif kollarının tek, tük ateşleri ve kazma, kürek sesinden başka bir şey duyulmayan bu bölgede, şimdi birden bire başlayan ve acı uğultularla siperlerimiz üzerinde patlayan düşman topçu ateşinin sert gümbürtüleri; kayaları parçalıyor, siperlerimizi dağıtıyor, siperlerde süngüleşme zamanını bekleyen Mehmetçiklerimizi hırpalıyordu. Toplar, makineliler durmadan ateş ediyordu.    Muharebe meydanını korkunç bir uğultu kaplamış ve cehenneme dönmüştü.

Bir saat kadar devam eden bu ateşten sonra; binlerce düşman askerinin saldırıya geçtiği görüldü. Az sayıda olan topumuz ve makineli tüfeğimizin seyrek ateşi önünde düşman; piyade tüfeklerinin tesirli menziline kadar serbestçe ilerledi. Fakat bu anda; deminden beri düşmanın ilerleyişini kinle seyreden Mehmet’in elleri, pervasızca ilerleyen düşmana ölüm saçmak için harekete geçti ve bir anda yüzlerce namludan çıkan mermiler, düşmana ölüm kusturdu.
Biraz önce serbestçe ilerleyen düşman, şimdi kaçacak bir delik, saklanacak toprak parçası arıyorlardı.

Düşman bu günde GÜNDÜZ BEYE saldırı ile cephemizin sağ kanadında bir netice almak istiyordu. Fakat bu bölgede savaşan kahraman tümenimiz, günlerdir verdiği şiddetli muharebe ve uğradığı zayiata rağmen bulunduğu cepheyi korumuş, düşmanı bir adım ileri attırmamıştı.

Bu kısımda savunmada olan 3. Alay, savaşın başından bu güne kadar, altı gün düşmanın şiddetli saldırılarına kahramanca karşı koymuş ve fedakâr 3. taburunu da bütün mevcudunu şehit vermişti. Buna rağmen eksilen adede karşılık, Mehmetler de artan bir karşı koyma ruhu, şehit olan askerimize rağmen artan bir enerji ile savaştılar. Cephelerini asla terk etmediler. 3. Alayın bu direnişi sayesinde sağ kanat gurubu ( Metres tepenin) ele geçirilmesi sebebi ile meydana gelen buhrana çare bulmak için, gerekli taarruzu yapmaya imkân bulabildi.

Bu Alaydan cephede, sekiz bölük komutanı mevcuttu. Bunlardan altı bölük komutanı şehit olmuş ve her biri tarihe geçen büyük fedakârlıkla, ölümü hiç sayarak tuttukları mevzilerini terk etmemişlerdir.

Kanlı sırta dönüyoruz; cephesinde bir kaya kütlesi kadar dik duran birliklerimizi devirmek için patlatılan binlerce top mermisinin, ortalığı cehenneme çeviren velvelesini görüyoruz. Hangi tarafa baksanız, oluk gibi akan Mehmetçiğin kanını görürsünüz. Bütün bunlar yurdunu korumak için, hürriyet ve istiklal için savaşan Türk evlatlarının gösterdikleri harikalardır.

Türk anası, dağarcığındaki bir lokma ekmeğiyle ve günlerce süren meşakkatli ve öldürücü bir yolculuktan sonra sırtındaki cephaneyi, cephede savaşan oğluna taşımaktan zevk duyuyordu.

Kezban, iç paralayan iniltileriyle, daha süt emen kundaktaki yavrusunu omzuna almış, Allaha güvenip hayatından memnun bir insan tavrıyla, Mehmetlere erzak taşıyor ve günlerce gıcırdayan kağnısının arkasında, yavrusuna ninni söyleyerek sevinçle cepheye gidiyor.

İkinci İnönü muharebesi bütün şiddetiyle devam ediyordu. Düşman 29 Mart 1921 tarihinde bütün gücüyle saldırıya devam etmiş, bir netice alamamıştı. 30 Mart sabahı düşman son bir gayretle, bütün gücü ile tekrar saldırıya girişti. Bilhassa Kanlı Sırtta çok kanlı bir boğazlaşma başlamıştı. Burada savunmada olan 3. Alayın beşinci bölüğü; üzerine saldıran bu düşman sürülerini devamlı biçiyor, gittikçe eksilen mevcuduna rağmen, bir adım geri atmıyordu. Bölük komutanı Yüzbaşı Hilmi, ilahi bir aşka gelmiş; levent ve kahraman varlığıyla siperden fırlamıştı. İlhami sağa koşuyor, sola koşuyor ve gittikçe şiddetlenen düşman saldırılarına karşı tepeyi elde tutmak için bütün gücü ile çalışıyordu.

Mehmetler, kahraman Yüzbaşılarının bu yiğitliği karşısında saklanmaya gerek görmüyorlardı. Bombalar patlıyor, mermisi biten Mehmet eline geçirdiği kaya parçasını yuvarlayarak savaşa devam ediyordu.

Düşman gittikçe yaklaşmıştı. Bu esnada ayakta bir metanet heykeli gibi dolaşan Yüzbaşı İlhami; bir düşman mermisiyle sol memesi üzerinden ağırca yaralanmıştı. Bu zor devrede yalnız zaferi ve vazifeyi düşünen İlhami, yavaş yavaş toprağa düşerken, onu geriye götürmek için yanına gelen erlerine- “ Siz savaşa devam edin çocuklarım, ben çok iyiyim.” Demişti. Takım komutanının ve bütün erlerinin ısrarlarına rağmen İlhami geriye gitmedi ve  -“ Ya burada ölecek, ya da bölüğün zaferini göreceğim.” Diyerek yaslandığı kaya parçasından, bu cehennem tufanı arasında süngüleşen bölüğünün arzu ettiği zaferini gördü. Bir müddet sonra da bu kahraman Yüzbaşı, bölüğünün zafer nidaları arasında sargı yerine götürüldü.

Önceden Eskişehirlilerin batı cephesi komutanına hediye ettiği, Batı cephesi komutanının da en çok yararlılık gösterecek subaya hediye olarak vaat ettiği atın Yüzbaşı İlhami ye verilmesi, 1. Tümen komutanlığı tarafından teklif edildi. Batı Cephesi komutanı tarafından, Arap atının Yüzbaşı İlhami’ye hediye edilmesi kararlaştırıldı.

30- 31 Mart gecesi, siyah tüllerini Gündüz Bey sırtlarında yatan kanlı cesetler üzerine örterken, top ve tüfekler susmuş, etrafa hazin ve korkunç sükûnet çökmeye başlamıştı. Uzaktan duyulan tek, tük tüfek sesleri, sıhhiye erlerinin yürekleri tırmalayan kazma sesleri, bu sükûneti ara sıra ihlal ediyordu.

Düşman çekildiği her yeri yakıyordu. Köyler, kasabalardan kızıl bir alev sema ya yükselirken, 2. İnönü zaferinin kahramanları olan Mehmetler, düşman boyunduruğunda inleyen insanımızı kurtarmak için batıya doğru bir lav gibi akıp gidiyorlardı.

Mustafa Yolcu
   


28 Şubat 2020 Cuma

33 ŞEHİDİMİZ VAR, BUNA DAYANMAZ CANLAR


33 ŞEHİDİMİZ VAR, BUNA DAYANMAZ CANLAR

Bugün İdlib’ te, 33 şehidimizin haberi ile uyandı Türkiye. Ocaklara ateş düştü. Ülkemiz bulunduğu coğrafya ’da, yalnızlığı yaşıyor. İttifaklar yalan ve İran takiyesi üzerine kurulu. Biz Amerika için, NATO ittifakı için Kore’ye gittik. Askerimiz orada şehit, gazi oldu.  

Şimdi ise sözde NATO ittifakımız, bize başsağlığı mesajı yolluyor. Olmayan yardıma, yardım ettim diyor.

Günlerdir İdlib’te yapılan yığınak sonucu, hava saldırısının olacağı endişesini yaşıyordum. Biz bu hatayı Kıbrıs’ta da yapmıştık. Beş parmak dağlarının önüne 60 bin askerimizi yığmıştık. Şaş kaza bir uçak gelseydi, askerlerimiz başak biçilir gibi biçilirdi.

İdlib koruma noktalarına askerlerimizi yığdık. Hava savunmamız yok. Karşı üçlü ittifakın elinde uçağı, S- 400 hava savunma sistemi, varil bombaları var. Bizim ise onlara karşı koyacak İHA ve toplarımız var. Düşmanın haberleşmesini kesecek, sinyal dağıtıcılarımız nerede? Üçlü çetenin uçakları geldiler ve noktasal olarak belirledikleri askeri yığınaklarımızı bombaladılar. 33 Askerimiz şehit oldu. Bize de tüh demek kaldı.

Suriye’deki hadise İsrail, Amerika, Rusya’nın birlikte planladıkları olaydır. Üçü de dayanışma içindeler. Hedef Arz-ı Mevudu gerçekleştirmek için, Suriye coğrafyasını boşaltmaktır. Sonra da Suriye’yi altın tabak içinde İsrail’e hediye edecekler. Arkasından sıra, bizim ülkemizi bölmeye gelecek.  Oyun budur. Gerisi lafı güzaftır.

Diğer taraftan Esad ile İran, mezhep savaşı yapıyorlar. Şiilik ve Nusayri ligin, suniler ile kavgasını yapıyorlar. Suriye’de hiç Nusayri bölgesi bombalandı mı? Göce zorlandılar mı? Yarın bu topraklara İsrail el koyarsa, Süryanilerin durumu da Filistinliler gibi olacaktır. Ya Yahudilere köle olacaklar ya da sürgün edileceklerdir. Yahudilerce kolları, bacakları taşlarla kırılacaktır.  
.
Bu durum gerçekleştiğin de Rusya mevcut konumunu koruyabilecek mi? Ona da “haydi güle güle git” diyecekler.

Olan Orta doğuda Müslümanlara oluyor. Tekbir getirerek birbirlerini öldürüyor. Zenginliklerini emperyalist ülkelere peşkeş çekiyorlar. Müslüman hacı olmak için Arabistan’a gidiyor, Hac ta kestiği kurbanların eti, Amerikan askerlerinin içki masalarının mezesi oluyor. Fakir mazlum Müslümanlar’ da açlık çekiyor. Adamların umurunda mı? Hayır. Onlar gidip, milyonlarca dolar verip, Avrupa takımlarını satın alıyorlar. Nice Lawrence’ ler orta doğu da cirit atıyor. Ülkemizde cirit atıyor.

Zor bir geçitteyiz. Ülkemizde dört milyon, kapımıza dayanmış üç milyon göçmen var. Balinayı kurtaranlar, orta da gözükmüyorlar. Bu Suriyeli göçmenlerin hali ne olacak? Kapına gelmiş. Kovsan gidemiyor. İçeri alsan. İçeride zaten dört milyon Suriyeli var. Çağdaş Avrupa’nın, Özgürlük şampiyonu Amerika- İngiltere’nin kılı kıpırdamıyor. Biz ise bu zalimlere hayranlık besliyoruz.
Sanal medya da bu faciayı mesajlar ile paylaşalım. Yabancı dili olanlara bu konu da görev düşüyor. Avrupa ülkelerinde, insanların yaşadıkları facia hakkında kamuoyu yoklaması yapılabilir, kamuoyu oluşturulabilir.

Ben Bayburt’ tan İskilip e muhacir olmuş, bir ailenin çocuğuyum. Bu muhacirlik ile ilgili babaannem “BİZE NE ETTİYSE KÖR URUS ETTİ. BİZİ EVİMİZDEN YUVAMIZDAN ETTİ “dermiş. Tarih tekerrür ediyor. KÖR URUS VE ÜÇLÜ ÇETE İNSANLARI EVİNDEN YUVASINDAN EDİYOR.
Allah kötü düşünceli insan ve kavimleri, nasıl bilirse öyle etsin.

Mustafa Yolcu- 28.02.2020


4 Şubat 2020 Salı

KAYMAKAMIN HATIRALARI



KAYMAKAMIN HATIRALARI

1-Egenin şirin bir ilçesine, Kaymakam olarak gelmiştim. İlçeyi yeni
tanıyordum. Bir gurup hanım Kaymakamlığa gelerek, benimle görüşmek istemişler. Kendilerini kabul ettim ve odama geldiler. Yer gösterdim oturdular. İçlerinden birisi söz alarak- “Kaymakam Bey, ilçemize her yıl çadırları ile halkacılar gelir. Burada kumar ve kadın ile, bir yılda tarlada çalışarak elde ettiğimiz ürünlerin parasını, bir hafta da kocalarımızın elinden alıyorlar. Sonra’ da biz, ihtiyaçlarımızı karşılayamayıp, sıkıntı içine giriyoruz. Ne olur bizi ve kazamızı bunlardan kurtar.” Dediler.

Konuyu incelettim, doğru imiş. İşin içinde’ de iş varmış! Halkacıların patronunu kaymakamlığa çağırttım. Ne iş yaptıklarını, nasıl para kazandıklarını sordum. Kendilerine toz kondurmadan yaptıkları işi anlattı. Bir hafta içinde, çadırlarını toplayıp, kazadan ayrılmaları talimatını verdim. Adam şaşırdı kaldı. Beyim yapma, bizi gönderme. Ne istersen onu yapayım dediyse de, hayır gideceksiniz dedim.

Ertesi günü bir bayanın, benimle görüşmek istediğini bildirdiler. Kabul ettim.  Üzeri çarşaflı bir bayan, odamdan içeri girdi. Üzerindeki çarşafı çıkardı. Çok güzel bir hanımdı. Bana- “Beyim ne istersen, onu yapacağım.” Dedi. Sen kimsin, seni kim gönderdi?” diye sorduğumda, halkacıların sahibinin gönderdiğini, ilçede kalmak istediklerini söyledi.  Zile basıp görevliyi çağırarak, bu kadını göndermelerini, bir daha odama  almamalarını söyledim.

Üçüncü gün halkacıların patronu odama gelip- “Kaymakam Bey, ben bunca yer dolaştım. Sizin gibi lafının eri biriyle karşılaşmadım. Toplanmaya başladık, hafta sonu ilçeden ayrılacağız.” Dedi. Meğerse bunlar burada, idareden birilerinin desteği ile kalıyorlarmış. Görev yaptığım ilçemi, bu kötülükten böylece kurtarmış oldum.

2- Soma ilçesinde Kaymakamdım. Bir gün polisin, 13 yaşlarında bir çocuğu adliyeye götürdüğünü gördüm. Görevliyi çağırıp, çocuğu ve polisi odama getirmelerini söyledim.

Çocuğu odama getirince, “Bu çocuk ne yaptı’ da adliyeye götürüyorsun.” Didim.
Polis- “Efendim bir marketten çikolata çalmış. Yakalamışlar, şikâyet üzerine adliyeye getirdik.” Dedi.
Bende- “Bir çikolata aldı diye, bu yaşta bir çocuk mahkemeye verilir mi? Bırakın gitsin.” dedim.
Polis- “Efendim market sahibi şikâyetçi. Bırakamayız.” Dedi.

Bunun üzerine market sahibini çağırttım. Şikayetini geri almasını isteyerek, bu yaştaki çocuk mahkemeye verilir mi. Marketinden bir çikolata alıp, yakalamış olabilirsin. O zaman kulağını çekip, ikaz etmeliydin. Doğru yolu göstermeliydin dedim. Bunun üzerine marketçi, şikayetini geri aldı.

Çocuğu oturttum, önce ona çikolata ikram ettim. Karşıma alıp-“Evladım, bir daha canın çikolata çekerse, benim yanıma gel. Ben sana çikolata veririm. İnşallah sende okur, büyük insan olursun.” Dedim. Evine gönderdim.

Aradan yıllar geçti. Bir ilde Vali Yardımcısıyım. Odama birisi gelip, elimi öpmek istedi. Bende teşekkür edip, oturacak yer gösterdim.

Bana- “Valim beni tanıdın mı? “diye sorunca, tanımadığımı söyledim. Valim ben, Soma da marketten çikolata çalan çocuğum dedi. Şaşırmıştım, şimdi ne yapıyorsun diye sorunca- “ben buradaki şeker fabrikasında ziraat mühendisi olarak çalışıyorum. Sizin ilimizde görev yaptığınızı öğrendim. Sizin sayenizde bu yerlere geldim. Sizi hiç unutamadım Teşekkür etmeye geldim.” Dedi.

İçimden Allaha şükrettim. Bu insanı kaybetmeyip, kazanmıştık.

Mustafa Yolcu- 20.01.2020



23 Ocak 2020 Perşembe

BEZ BEBEK




 BEZ BEBEK 

Eşi öldüğü için, üç çocuğuna bakma mücadelesi veren bir hanımın hatırasıdır.
Ankara- Kızılay’da bir iş yerinin personel yemeğini yapıyordum. Akşam olup trenle Sincan’a gidince, direk eve gitmiyor, hastası olan, doğum yapan, bana ihtiyacı olan komşularımızın evine uğrayarak, onlara yardım ediyordum.

Bir gün, evinde iki kız çocuğu olan komşumuzun evine uğradım. Beni görünce sevindiler. Nasılsınız diye sorduğumda, küçük çocuklarının sokakta, bir çocuğun elinde naylon bebek gördüğünü, kendisinin’ de o bebekten istediğini. Bebeği alamadıkları için, ağlayarak uyuduğunu. Çocuğun şimdi de ateşlendiğini söylediler.

Önceden evlerde bez ve kumaş parçası torbası olurdu. Bez torbanız var mı? Diye sordum, var dediler. Bez torbasını getirdiler. Bebek yapabileceğim büyüklükte iki parçayı aldım. Bezin üzerine bebek resmi çizip, iki bezi birlikte kesip dikip, içini bez parçaları ile doldurdum. Bebeğe renkli ipler ile kaş, göz, ağız yaptım.

Bu arada büyük çocuk, “teyze benim bebeğim nerde? “diye sordu. Bu yaptığım bebekle oynarsın dediğimde “ama kardeşim bebeğini bana vermez ki.” Dedi. Bende “kızım senin bebeğini yarın akşam yapacağım.” dedim. Böyle deyince sustu, sesini çıkarmadı. Uyuyan çocuk uyandı ve bebeğini gördü. Çok sevindi. Hemen bebeğini bacaklarının üzerine koyup, üzerine bezleri koyarak yorgan yaptı. Bebeğini sallayarak uyutuyordu.

Ertesi günü akşamı iş dönüşü, komşulara yine gittim ve büyük çocuğun bebeğini de yaptım.
 Evde ikisi birlikte, bebekleri ile oynuyordu. İki sene sonra biz o evden ayrılarak, başka mahalleye taşındık.

Çocukların babası öğretmendi. Onların ’da memleketleri Söke’ye tayini çıktı. Bu eski komşumuzla, bir süre irtibatımız kesildi. Çocukların ikisinin de evlendiklerini duydum.

Bodruma, bir tanıdığımın davetlisi olarak gitmiştim. Bodrumdan dönerken, Söke’ye uğradım. Komşumuz beni, Söke’nin terminalinde karşıladı. Evlerine gittik. Evlendirdikleri iki kızı’ da geldi. Çocuklar sohbet sırasında, onlara yaptığım bez bebeği anlatarak- “teyze bizim çocukluğumuz, sizin yaptığınız bez bebekle geçti. O bebekleri çok seviyorduk. Taşınma sırasında, bebekleri kaybettik.” dedi.

Bir bebekle bile çocukluk geçiyordu, bir bebekle bile mutlu oluyorlardı. Şükrediyorlardı. Şimdi çocukların, odalar dolusu oyuncakları var, doyum yok. Şükür yok. Mutlu olmuyorlar. Aradaki farklılık bu.

Şimdiki çocukların şanssızlıkları ise, sokakta oynayacak arkadaşları yok. Cumartesi, pazarları yok. Okul, sonra’ da kurs arasında at gibi koşuyorlar. Elleri toprağa değmiyor. Arkadaşı ile oturup sohbet etmiyor. Evde boş vakitlerinde, telefon veya tabletle oyun oynuyorlar.

Yeğenim Ankara’da, büyük bir kolejde çalışıyordu.  İlk okul çağındaki çocukların cebinden, tomarla dolar çıkıyor diyordu.  Bu çocukların en büyük eksiğinin ise, anne ve babalarının çocukları ile yeterince ilgilenmiyor olması idi. Sanki verdikleri dolarlar onları mutlu etmiyordu.

Keşke çocuklarımız, torunlarımız doya doya çocukluklarını yaşasa. Yarış atı gibi koşturulmasa. Arkadaşları olsa ‘da sokakta oyun oynasalar. Elleri toprağa değse. Toprakla ağaçla yan yana gelseler. Kuşlarla konuşsalar. O zaman daha mutlu olurlar.

Mustafa Yolcu- 18.1.2020


12 Ocak 2020 Pazar

VALİNİN HATIRALARI






VALİNİN HATIRALARI

Valiliğin, Kaymakamlığın toplumumuz’ da ayrı bir yeri olduğuna inanıyorum. Bu sebeple, Siyasal Bilgiler fakültesini bitirip, kaymakam olamamak içimde bir uhdedir.

Talebelik yıllarımda, Ankara- Cebecide Siyasal Bilgiler fakültesi öğrencilerinin çoğunlukta olduğu, Cumhuriyet yurdunda 1,5 yıl kalmıştım.
Siyasal Bilgiler Fakültesin’ den birçok arkadaşım oldu. Bunlardan kaymakam, vali, müsteşar, milletvekili olanlar oldu. Halkla iç içe olmak, onların sorunları ile uğraşmak apayrı bir duygudur. Vatandaşın sorununu çözdüğünüzde, onlarla mutlu olursunuz. Soruna müspet bir çözüm bulamadığınızda, vatandaşla birlikte üzülürsünüz.

Herkes evinde istirahatte iken, mülki idarecilerin uyumadığı, görevinin başında olduğu zamanlar olur. Görevli bulundukları yerin, her şeyinden sorumlulukları vardır. Bayrama memleketlerine gidemezler, istedikleri zaman tatile çıkamazlar. Görevleri günlük sekiz saat değil, 24 saattir. Bütün bu saydıklarım duyarlı bir yönetici içindir. Aksi durumda, kendileri protokol temsilcisi olurlar, görevi yardımcıları yürütür.

Bir vali şunları anlatmıştı:
Bir gün makama, ilimizde 15 yıldır görev yapan bir öğretmen geldi. Kendisine çay ikram ettim. İsteğin var mı diye sorduğumda- “Valim size iki ayrı bakanın selamını getirdim. Milletvekilimizden de selam getirecektim, meşgulmüş görüşemedim.” Dedikten sonra; “Vali Bey, beni ilimize milli eğitim müdürü olarak görevlendirirseniz memnun olurum.” Diye konuşmasını bitirdi.

Kendisine sordum: Sen kaç yıllık öğretmensin?
- “15 Yıllık öğretmenim.” Dedi. Bende kendisine, yazık senin okuttuğun öğrencilere, görev istenmez verilir. Hak etseydin, seni görev yaptığın okulda müdür yaparlardı. Sen okulunda müdür bile olamadan, Milli Eğitim Müdürü olmak istiyorsun.” dedim. Makamdan kendisini gönderdim.

Yine bir vali bey şunları anlattı:
Görev yaptığım şehirde yumurta hırsızlığı olmuş, 13- 14 yazlarında olan hırsız yakalanmıştı. Bu olayın üzerinden yıllar geçmiş, unutulmuştu.
Bir akşam eve gittiğimde hanım- “Gönderdiğin yumurtayı getirdiler.” Dedi. Şaşırdım- “Ne yumurtası hanım, ben yumurta göndermedim.” Dedim. Benim çarşıdan bir şey alıp eve göndermek, iş yoğunluğum sebebi ile mümkün değildi. Kim getirdi diye sorduğumda, bir delikanlının getirdiğini söylediler.

Ertesi günü Valilik Konağının kapısında görevli memura, eve yumurta getiren kişiyi bulmalarını, valiliğe getirmelerini söyledim. Yumurta getiren delikanlıyı bulup makama getirdiler. Kendisine:
“Evladım bu yumurta neyin nesi, bizim eve niye yumurta getirdin?” Dedim.
“Sayın valim, birkaç yıl önce ben yumurta çalıp yakalanmıştım. Emniyette
sizinle karşılaştık. Bana “evladım niye hırsızlık yaptın “diye sorarak, bana bir daha hırsızlık yapma diye nasihat vermiştiniz. Ben o gün çok utanmış, hapishanede yatarken de yaptığım hırsızlığın pişmanlığını yaşamıştım. Hapishaneden çıktığımda, valime bir koli yumurta götüreceğim diye kendi kendime söz verdim. Yumurtayı direk size getirseydim, kabul etmezdiniz. Bende siz gönderdiniz diye yumurtayı, eve götürüp teslim ettim.” Dedi.

Ne diyeceğimi şaşırmıştım ama, delikanlının duyguları çok hoşuma gitti. Çay ısmarladım, birlikte çay içtik. Bende, yumurta için teşekkür ederek, zorla parasını kendisine verdim. Bu olayı unutamıyorum.


Başka bir Valide hatırasında; Urfa’da Vali idim. Odamın penceresinden dışarı bakınca, Valiliğin bahçesinde baba ile kızının tartıştığını gördüm. Babası durmadan sigara içiyor, oturup kalkıyor, kızına bir şeyler söyleyip ikna etmeye çalışıyordu.

Tartışmalarını merak ettim. Görevlileri çağırarak, baba kızı odama getirmelerini söyledim. Gidip getirdiler.

Babasını odama alarak, kızı ile tartışmalarının nedenini sordum.  Baba önce tartışmadıklarını söyledi. Sonra konuyu anlatarak “Kızımı berdel verip, evlendirmek istedim.  Ama kızım bu evliliği kabul etmiyor. Onu iknaa etmeye çalışsam da iknaa olmuyor.” Dedi.

Bu sefer kızını çağırarak, aynı soruyu sordum. Kızı’ da aynı şeyleri söyledi. Babasına zorla evlendirmek olmayacağını, oğluna kızını alacakları aileyi çağırtıp, bu evliliğe berdel olmadan razı etmeye çalışacağımı söyledim.

Görevliler, karşı tarafta bulunan kızın babasını alıp valiliğe getirdiler. Kızın babasına, berdel olmadan bu evliliği sağlamalarını söyledim. Kızın babası da razı oldu. Evliliği kabul etti. Böylece zorla yaptırılmak istenen evliliğin önüne geçmiş oldum.

Bu hatıralara, başka yazı ile devam edeceğim.

Mustafa Yolcu- 8.1.2020


                                     


31 Aralık 2019 Salı

İSMAİL KEMAL ALPSAR



İSMAİL KEMAL ALPSAR
1873’te İskilip’te doğmuştur. Babası İskilip tüccarlarından Alpsar zade Şakir Efendi, annesi Hafize Hanım’dır. Fransızca bilen İsmail Kemal Bey; (29 Mayıs 1944) Vefat tarihi, özlük dosyasında, 15.12.1943 olarak görülmektedir.

 İstanbul Çiçek pazarı Rüştiyesinde orta, Der Saadet İdadisi (İs­tanbul Lisesi'nde) lise öğrenimini tamamladı. Ağus­tos 1894'de Mülkiye'nin Yüksek Kısmı'ndan "iyi" derecede ile mezun oldu. Kasım 1894’te Ankara Vilâ­yeti Maiyet Memurluğuna tayin edilerek devlet hizmetine girdi. Burada stajını bitirdikten sonra bir süre ’de, Ankara İdadisi Tarih, Kitabet' (Resmi Yazışma), Kavaidi-i Türkî (Gramer) Dersleri Muallim­liklerini ve Nallıhan Kazası A'şar İhale Memurluğu ‘nu, Haçin (Kadirli) Kazası Kaymakam Vekilli­ğini ifâ ettikten sonra Kaymakamlığa terfi etti. Ni­san 1897'de Mecitözü, Eylül 1901'de Ayvalık, Ekim 1902'de Merzifon, Temmuz 1905'te Söğüt Kazaları Kaymakamlıklarına atandı.
Bu arada bir süre de Ertuğrul (Bilecik) Mutasarrıf Vekilliği yaptı. Ehliyet ve başarısı göz önüne alınarak (Vali yardımcısı) mutasarrıflığa yükseltildi. Nisan 1907'de De­nizli, Ağustos 1909'da Yozgat, Mayıs 1911'de Kütahya Sancakları Mutasarrıflıklarına (İskilip Ulu Camiindeki mihrap çinilerini hediye olarak gönderdi. A.E.); 1914'te beş ay kadar Bursa Vali Vekilliği'ne; Eylül 1915'te Maraş, Ekim 1916'da Tokat Sancakları Mutasarrıflıklarına getirildi. Son vazifesinde iken valiliğe terfi etti.
Mayıs 1918'de Sivas Valiliği’ne atandı. Ocak 1919'da birinci Dâmât Ferit Paşa Hükümeti tarafından. 19 Vali ile, Sivas Valiliği’nden azledildi. "Ermeni Tehciri" ile suçlandırıldı; tutuklanarak İngiliz Kumandanlığı'nca Halep'e sevk edildi. Beş ay Halep'te tutuklu olarak kaldıktan sonra Damat Ferit Kabinesi'nin düşmesi üzerine muhakeme edilmek için Maraş'a sevk edildi. Ma­raş Ağır Ceza Mahkemesi'nde yapılan muhakemesi sonunda beraat etti.
Ekim 1919'da ya­pılan seçimlerde, Çorum Mebusu olarak Meclisi Mebusuna girdi. 16 Mart 1920'de İstan­bul'un işgali ve Meclis'in dağıtılması üzerine tevkif edileceğini anlayınca, gizlice Anado­lu'ya kaçtı. Çorum'un İskilip Kazasında "Müdâfaa-i Hukuk Cemiyeti" Reisliğini yaparak, Millî Mücadele sonuna kadar "Millî Davaya hizmet etti. Bu görevde iken Türkiye Büyük Millet Meclisi II. Dönem seçimlerine katılmıştır.5 Temmuz 1923’te yapılan seçimlerde 542 oy alarak Çorum’dan milletvekili seçilmiştir. 11 Ağustos 1923’te meclise katılmış ve 12 Ağustos 1923’te mazbatası onaylanmıştır.

Dâhiliye, Memurin Muhakemât, Ziraat, Nizamname-i Dâhilî ve Posta Telgraf Komisyonu üyeliklerinde bulunmuştur. Meclis adına Adana’nın kurtuluşuna katılan heyette yer almıştır.
Askerlere tarım aletlerinin kullanımının öğretilmesi, Göğeri Aşarı, İlköğretim Kanunun değiştirilmesi, yol mükefelliyeti ve Çorum Sungurlu Çerikli yolunun genel yollar programına alınması hakkında kanun teklifleri, çeşitli üç konuda önergesi, Genel Kurul’da 49 konuda 121 konuşması vardır.
“Aşarın kalkmasını istemek cinayettir.” demiştir. Memurin Kanunu ve Gögeri aşarı hakkında soru önergeleri vermiştir.

Mebusluğu 3., 4., 5. dönemlerde de devam etti. Çorum Mebusu iken 13 Kasım 1942'de Ankara'da Hakkın rahmetine kavuştu. Evli olup iki erkek evlât babası idi. Fransızca bildiği sicilinde yazılıdır. 1908’de “Ûlâ” rütbesinin 2. sınıfına terfi etmiş; 1909'da tebdilen 2. rütbeden "Mecîdî"; 1917'de tebdilen 3. rütbeden "Osmâni" Nişanları, 1915’te de "Gümüş Donanma" Madalyası, Milli Mücâdeledeki hizmetlerine karşılık "Kırmızı şeritli İs­tiklal Madalyası" ile taltif edilmiştir.
İsmail Kemal Alpsarın oğlu Edip Alpsar; (d. İskilip 1902 - ö. 29 Eylül 1977) Türk devlet adamı ve milletvekilidir.
1902 yılında İskilip’te İsmail Kemal Alpsar'ın oğlu olarak doğdu. Lise eğitiminden sonra Almanya'ya bankacılık eğitimi almak için gitti. Stuttgart Ticaret Akademisini bitirdi. Türkiye'ye dönünce bankacılık ve tarım ile uğraştı. İskilip'te Kızılırmak kenarında kendi adıyla günümüzde bile anılan örnek bir tarım işletmesi kurdu. Merkez Bankası Emisyon Müdür Muavinliğinde bulundu. Babası İsmail Kemal Alpsar'ın ölümünden sonra onun yerine İskilip kontenjanından iki dönem olmak üzere VII. ve VIII. dönemlerde Çorum Milletvekilliğinde bulundu. Türkiye Cumhuriyeti ilk kâğıt paralarında imzası vardır.
DERLEYEN-MUSTAFA YOLCU- 30.12.2019




12 Aralık 2019 Perşembe

NE OLACAK BU MİLLETİN HALİ


NE OLACAK, BU MİLLETİN HALİ

Arkadaşımla sohbet ederken, toplumun halini konuştuk. Birçok nokta ’da işin şirazesinden çıktığını, değer yargılarımızın bozulduğunu konuştuk. Ümitsizlik hat safhaya ulaşmıştı. İyi olan özelliğimiz kalmamıştı.

Kendimizi bıraktık, çocuklarımızın, torunlarımızın hali ne olacak? Kafamızı bu sorular, doldurmaya başladı.

Arkadaşım bir anekdot anlattı. Şehrin birinde, sözüne güvenilir, arkasından gidilir alim varmış. İnsanlar sorunlarını ona anlatır, oda latif lisanı ile yol gösterirmiş. 
Su ihtiyaçlarını gidermek için, kırbalarla hayvan sırtında su taşırlarmış. Alimin biraz yaramaz olan oğlu, hayvanlara sokulur iğne ile kırbayı delermiş. Tabi su yere akmaya başlar, insanlar güç duruma düşermiş. Bunu alimin oğlunun yaptığını bilirlermiş ama alime’ de durumu söyleyemezlermiş. 

Bir gün birisi durumu, alime aktarmış. Alim oğlunun yaptığını duyunca, hanımının yanına gitmiş. “Hanım bizim oğlan, böyle böyle yapmış diye durumu aktarmış. Biz ne yaptıkta, bizim oğlan böyle yapıyor? “Diye sormuş. İkisi ’de düşünmüşler. Hanım demiş ki” beyim, ben bu çocuğa hamile iken, komşumuzun bahçesindeki nara aşerim geldi. İğne alıp narın yanına giderek, narı iğne ile deldim çıkan suyunu emmeye çalıştım. Aşerim’ de böylece gitti” demiş.

Alim anladım demiş. Senin bu yaptığın yanlış, çocuğumuzun şimdi bu davranışına neden oluyor. Gidip komşularına durumu aktarıp, helallik dilemişler.

Bayındırlık bakanlığın’ da çalışırken, sabah işime gittiğimde dairedeki arkadaşların bizim oda da bir masanın etrafına toplanıp, sohbet ettiklerini gördüm. Ülke sorunlarını konuşuyorlar, hataları tespit ediyorlar, yanlış yapanları laf ile görevden alıyorlardı.  Ben konuşmalarına hiç katılmadım. Masama oturup, sadece konuşulanları dinledim. 

Arkadaşların konuşmaları bitti. Mesaiden en az, yarım saat çaldılar. Tam dağılacaklardı onlara dedim ki- “Arkadaşlar konuşmalarınızı dinledim. Tespitleriniz de haklı olabilirsiniz ama size bir şey sormak istiyorum. Hangimiz rüşvet yiyor, hangimiz yemiyor? Hangimiz devletten aldığı maaşı hak ediyor, hangimiz hak etmiyor? Bu sorulara müspet cevap veriyorsak, eleştiride haklısınız. Müspet cevap veremiyorsak, kimseyi eleştirmeye hakkımız yoktur.” Ben bunu söyleyince, kimse cevap vermedi. Odadan çekip gittiler.

Şu anda toplum olarak problem yaşıyorsak, bunda bizim ’de dahlimiz vardır. Biz hak ettiğimiz ile yönetilir, hak ettiğimizi buluruz. Toplum olarak hepimizin, otokritik yapıp nerede yanlış yaptığımızı anlamamız gerekiyor. Toplumdaki bu çöküşün nedenini bulmamız gerekiyor. 
Evlat ana babasını, kardeş kardeşi dinlemez, el uzatmaz olmuş. Komşuluk kalmamış. Yardım etmek ortadan kalkmış. Kimse kimseye güvenmiyor. Bu nereye kadar gidecek. Bu ip, bu sıkleti ne kadar taşıyacak.  

Umutsuz olmak istemiyorum ama, artık bir şeylerinde iyiye gitmesi gerekiyor. 
Dilerim işler iyiye gider. Kötü gidiş son bulur.

Mustafa Yolcu- 10.12.2019