3 Mart 2023 Cuma

DEPREME KARŞI TETBİRLER

 DEPREME KARŞI TEDBİRLER 

Depreme karşı tedbirleri ikiye ayırıyoruz.  1- Devletin üzerine düşen tedbirler. 2- Vatandaşın üzerine düşen tedbirler. 

DEVLETİN ÜZERİNE DÜŞEN TEDBİRLER: 

Her şeyden önce, 1984 yılında yürürlüğe giren imar kanununun yeniden düzenlenerek, kuralların yeniden koyulması gerekiyor. Aradan geçen 40 yıldan sonra, kanuna giren ek maddeler ile kanun uygulanamaz hale gelmiştir. Bir takım ana prensipleri ortadan kaldırılmıştır. Büyük Şehir Belediyesi kanununa, ek maddelerin  konulmasını gerektiriyor. 

Mimar ve mühendislere, kendine ait inşaata  ruhsat verilmesi sırasında kolaylık tanınmalıdır. Halen kendi arsasına inşaat yapacak mühendisten, müteahhitlik belgesi istenilmektedir. Aynı belge, mühendis olmayanlardan da istenilmektedir.  İnşaat sektöründe mühendisin, hiç bir ayrıcalığı bulunmamaktadır. Bu oluşumu da bizzat, kendi meslektaşları yapmaktadır. Mühendis odalarının da bu konuda girişimi yoktur. Odalar daha çok siyasi konular ile ilgilenmektedir. Avukatın mahkemelerde baro odası bulunmakta, orada gerekirse bilgisayarda yazısını yazmakta, fotokopisini çekmektedir. Mühendis ise, belediye ve kamu kuruluşlarında kapı önünde beklemektedir. 

Yapı denetimi: Devletin inşaatları doğru olarak denetlemesi gerekiyor. Yapı Denetimi uygulamasının iyi ve kötü yönleri var. 

İyi yönleri- İstenildiğinde yapılar çok güzel denetleniyor. Denetim beton dökümü, demir döşenmesi, su basman kotunun kontrolü seviyesinde olmaktadır. Yapı Denetim de çalışan elemanların eğitimden geçirilerek, imar kanununu ve yönetmeliklerden bilgi sahibi olması gerekiyor. Bunun seviyesi,  projesinde  olmayan bir uygulamanın, kanun ve yönetmenliğe uygun olup olmadığını ayıracak seviyede olmalı, uygun değilse aykırılığın giderilmesi, uygun ise tadilat ve tashih at projesine işlenmesini temindir. Eline metreyi alıp, havalandırma bacasının 20 cm küçük veya büyük olmasını sorun etmek değildir. 

Yapı denetim ücreti hakkaniyet sınırını aşmaktadır. 120 dairelik bir binanın yapı denetim ücreti, 2 milyon lirayı geçmektedir. Bu miktar, binanın inşaat maliyetinin % 4 buluyor. Müteahhit bu parayı kimden çıkarıyor? Tabiki daireyi alan vatandaştan. Uygulamada bu göz ardı edilmektedir. Yapı denetim ücretinin maksimum- minimum seviyesi olmalı, yapı denetimin inşaat denetimindeki m2 alanlar, buna uyumlu olmalıdır. Yani maksimum ücretten sonraki alanın m2 si hak kaybı sınırından ayrılmalıdır. Yapı denetim hak kaybına uğramamalı. Her türlü Kamu yatırımı inşaatları da, yapı denetim kapsamına alınmalıdır. Depremler de ve kendi halinde yıkılan kamu inşaatlarının denetimini nasıl izah edebiliriz? İhale kanunu elden geçirilerek, ihalelerin tekelleşmesi ortadan kalkmalıdır. Müteahhitlik karnesini, sadece mühendis olanlar almalıdır. 

Yapı denetimde belediyeler, göz ardı edilmiştir. Belediyelerde yapı denetimde görev almalı, sorumluluğu birlikte götürmelidir. Belediyeler sivil yapılarda olduğu gibi, kamu yatırımlarını da denetlemelidir. 

Müteahhitlere kimlik belgesi verilerek, yaptığı inşaatlara not verilmeli, usulsüz inşaat yapandan inşaat yapma yetkisi alınmalıdır.

 

Müteahhitler belediyelerin gelir kaynağı olmamalı, her adımda harç almaktan vazgeçilmeli. Bürokrasi en aza indirilerek, işleri hızlanmalıdır.  İnşaat ruhsatı için müracaat ettiğim belediye de, mimari proje, dört kere kırmızı tashih at aldıktan sonra, ancak beşincisinde onaylanmıştı.

İmar kanunu- yönetmelikte bulunmayan hususları, belediye kendi kararı ile işleme koymuştu. Çatıyı betonarme çatı olarak kabul etmemiş, ahşap çatı olarak mimari projeyi onaylamıştı. Merdivenden  kata girişe, kapı koy durmamışlardı. 

Devlet devletliğini, vatandaş vatandaşlığını bilmelidir. 

Vatandaş, yaptığı işin bilincinde olmalı, yapılan konutlarda insanın barınacağı bilincine varmalıdır. Belediyecilik yaptığım dönemde ısı yalıtımını, demir vizesini ilk defa belediyemizde biz uygulamaya koymuştuk. Yaptıklarımız için kimse bize iyi yaptınız demedi. 

1984 Yılında Keçiören in Çubuk çayı etrafı, belli miktarda dere koruma bölgesi ilan edilmişti. Daha sonra bu bölgeden koruma kararı kaldırılarak, yapılaşmaya açıldı. Gölbaşı ilçesinde gölün temiz kalması için, yapılaşmaya kısıtlama getirilmişti. Şimdi Gölbaşı'nda kısıtlamalar kalkmış, dört katlı bina yapılmaktadır. 

Ankara'nın en riskli bölgesi Demet evler mahallesidir. Kentsel Dönüşümün Ankara da, ilk defa bu mahallede uygulanması gerekirken; 10 yıldır bu Kentsel Dönüşüm uygulaması yapılmamıştır. Uygulama ranta dönük, emsal artırımı yapılan parsellerde yapılmıştır. Ankara çevresinde bulunan ilçelerden fay hattı geçmektedir. Ankara Büyük şehir belediyesinde yapılan demet evler mahallesi kentsel dönüşümü ile ilgili toplantıda, Yıkılan MİT lojmanların rezerv konut olarak kullanılıp, acilen demet evlerde kentsel dönüşüm uygulamasının yapılması teklif edilmiş, bu teklif reddedilmiştir. Anılan lojmanlarda  yıkıldı. 

Kentsel Dönüşüm kanunu nun yeniden ele alınması gerekmektedir. Bu kanuna dayanarak yapılan inşaattan, belediye bazı harçları almamaktadır. Bu sefer inşaat ruhsatı alımı sırasında hak sahiplerinden, belediye ye bağış yapması istenilmektedir. Spor kulüplerine bağış adı altında, inşaat ruhsatı verilirken bağış alınmaktadır. 

Ankara’da Konya yoluna cepheli, Emek mahallesinin üzerinde bulunan yeşil bant iptal edilerek, konut bölgesine dönüşmüştür. Benzer şekilde yeşil alanlar, konuta çevrilmektedir. Bunun bir benzerini de ben, Keçiören Ayvalı mahallesinin üzerinde yaşamıştım. 

Belediyelerin elinden, imar planı yapma yetkisinin alınması tartışılabilir. O zaman imar planlarını kim yapacak? Bu işi siyasetten kim soyutlayacak. Bunlar gündeme gelmektedir. 

Görüyorsunuz tartışacağımız, iyileştirmesi gereken birçok konu var. En acilini bile, Ankara için Demet evler mahallesi konusunu bile halledemedik. 

MUSTAFA YOLCU

3.3.2023

 

 

 

 

 

28 Şubat 2023 Salı

SELAM OLSUN

 


SELAM OLSUN

 

UNUTMADIK.. İmansız bir Asker bunu yapabilir mi  Okusun birileri  Türk askeri nasıl olur. Nasıl harcanırmış...    

Mart ayıydı.
Kara kış.
Kuzey Irak'taydı.
Haf tanin kampını basmıştı.
35 bin askerle yürütülen Çelik Harekatının sonuna doğru, telsiz mesajı geldi.
Cudi dağının Ballı-kaya köyü kırsalında 250 kişilik terörist grubu tespit edilmişti, Cemil Bayık ve Sakine Cansız da oradaydı.
Hassas bir istihbarattı, kapsamlı harekat için vakit yoktu.
Özel kuvvetler komutanından emir geldi, “sen git” denildi.
Derhal Silopi'ye geçti, gece yarısı zifiri karanlıkta Cudi'ye sızdı. Gün ışımadan Ballı kaya bölgesine ulaştı.
Eksi 40 dereceydi.
Her yer bembeyaz kar kaplıydı.
Hedef tespitini yaptı, 40 kişilik grubuyla 250 kişilik terörist grubuna bindirdi. Çok sert vuruşma yaşanıyordu, neredeyse beş metre mesafeden çarpışıyorlardı.
Çatışma noktası, oraya önceden konuşlanan Pkk açısından avantajlıydı, ilk temas anında 10 subay ve astsubayımız yaralandı, bir uzman çavuşumuz şehit oldu. Terörist grupta daha ağır kayıp vardı.
Akşama kadar muharebe oldu, hava kararınca az geri çekildik. Nispeten yüksek tepede mevzilendik.
Şehidimiz aşağıda kalmıştı.
Gece yarısı saat ikiye kadar birkaç deneme yaptık ama, zemin buzdu, aralıksız karşı ateş geliyordu, şehidimizi alamadık.
Şimşek kod adını kullanan terörist, telsizden seslendi.
“Ozan beni duyuyor musun?”
Albayımızın kod adı Ozan'dı.
“Söyle, ben Ozan” dedi.
Terörist bir anlaşma önerdi.
“Ozan bak durmadan girip çıkıyorsun, bu şekilde cenazeyi alamazsın. Hava soğuk, burada böyle kalmanız çok zor, sonunda gitmek zorundasın. Bizim de çok cenazemiz var, yaralımız var, senin de çok yaralın var. Anlaşalım, cenazeni sana vereyim” dedi.
Ozan kısaca “ne istiyorsun” diye sordu.
Şimşek ne istediğini anlattı…
“Gidiş yolunuz üzerinde Armut Boğazı var, buradan ayrılırken oradaki ilk çam ağacının altına çuval içinde konserve, ekmek, oksijenli su, tentürdiyot, sağlık bezi bırakacaksın, seni savaşırken gördüm, bırakacağım dersen inanırız, eğer malzemeyi o ağacın altına bırakırsan, biz de cenazeyi veririz” dedi.
Ozan yine kısaca “nasıl vereceksin” diye sordu.
Teröristin cevabı da kısaydı.
“Sabah saat 9'da tek başına geleceksin, alıp gideceksin!”
Elbette zor bir karardı.
Tuzak olabilirdi.
Ama, şehidin eşini ve çocuklarını düşündü.
“Tamam” dedi.
“Söz mü?” diye sordu Şimşek.
“Söz!”
Sabahı zor etti, saat 9'u gösterince ayağa kalktı, tek başına aşağı doğru yürümeye başladı, bütün gün çarpıştığı teröristlerin arasına silahsız indi.
Şehidimiz sırtüstü yatıyordu.
Yüzü gözü silinmiş, temizlenmiş, hazırlanmıştı. Yanında tüfeği, parmağında yüzüğü, her şeyi tamdı.
Kucakladı.
Aldı sırtına…
Etrafına baktı.
Sağdaki soldaki teröristler kayaların arasından ayağa kalkmıştı, Ozan'ı başlarıyla selamladılar, adeta saygı duruşuydu. Yürümeye başladı, adım adım yukarıya çıktı.
Grubuyla birlikte oradan ayrıldı.
Yarım saat geçti geçmedi…
Şimşek kod adlı terörist, telsizin mandalına bastı.
“Aldım Ozan, sağ ol.”
Armut Boğazındaki çam ağacının altında, yiyecek, tentürdiyot, oksijenli su, pamuk dolu çuval vardı.

Ozan…
Levent Göktaş'tı.
Hukuk fakültesi mezunu, işletme masterli, İngilizce, Rusça, Arapça, Kürtçe bilen, üçüncü dan seviyesinde kara kuşaklı, yüksek irtifa paraşütçüsü, derin su dalgıcı, özel kuvvetler şampiyonasında üç defa dünya şampiyonluğu olan, bin 500'e yakın defa sıcak çatışmaya girmiş, üç defa Üstün Cesaret ve Feragat Madalyası almış, albaydı.
Bugün bize vatan-bayrak dersi vermeye kalkışan bademler, bu kahraman albayımızı kumpasla Silivri'ye tıktı.
“Terör örgütü üyesi olmak”la suçladılar!
21 yıl hapis cezasına çarptırdılar.
5 yıl yatırdılar.
Yukarıda okuduğunuz yaşanmış öyküyü, duruşmada anlattı.
Sonra da savcıların hakimlerin suratına haykırdı…
“Pkk bile mertçe savaş tığımızda bize saygı gösteriyor, ama uyduruk delillerle bizi buraya tıkanlar ve sizler, saygı göstermiyorsunuz” dedi.

Savaşın bile ahlâkı vardır.
Savaşta bile saygı vardır.
Üç bin yıllık töremiz var bizim…
Mert olacaksın.
 


17 Şubat 2023 Cuma

DEPREMİN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ



 

DEPREMİN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ 

Güneydoğu Anadolu depremi. 10 İlimizin alanında meydana gelen depremle 16.2.2023 tarihi saat 21.00 itibarı ile 36000 ölü, 110000 yaralı var. 

400 Yıldır uyuyan fay hattı uyandı, yurdumuzun en büyük afetine dönüştü. Bir taraftan soğuk hava, öbür yanda afetin meydana getirdiği yıkım, insanlar evsiz barksız hale dönüştü. 

Hasar tespiti için Gazi Antep’e giden arkadaşıma, depremin meydana getirdiği yıkım ve sebepleri hakkında kanaatini sordum. Tespiti şöyle 

1-Kolon -kiriş bileşiminde üst kat kolonu ile birleşim yerinde en az 80 cm. filiz bırakılması gerekirken, 15-20 cm. filiz bırakılmış. Bu filizlerde depremde kolondan sıyrılıp ayrılmış.

2- Kolon- kiriş birleşim yerlerinde etriye aralıkları 10 cm olması gerekirken, 20-25 cm etriye aralığı bırakılmış. Bu sebeple kolonlarda burkulma ve yırtılma meydana gelmiş.

3- Bölgede hava çok sıcak olduğu için, yazın dökülen beton sulanmamışsa, betonda yanma meydana gelmiş. Beton dayanımı büyük oranda kaybolmuş.

4- Bazı binalar, beton karkas- yığma bina olarak karışık yapılmış.

5- Yıkımın en büyük nedeni’ de, zemin kaynaklı olmuştur. Zemin etüdü yapılmayan binalar’ da seçilen temel türü, deprem hareketini karşılamadığından temel ve sömeller’ de kırılmalar meydana gelmiştir.  

Ankara’ da Bayındırlık ve İskân Bakanlığında çalışıyordum. Güneydoğu Anadolu bölgesinde bulunan bir ilçe belediyesinden yazı geldi. Yazı da diyor ki- “İlçemizde bulunan fay hattı, Belediyemiz meclis kararı ile 50 metre yukarı alınmıştır. İlçemiz İmar planın da yeşil alanda bulunan bu alanı, konut alanı olarak revize edebilir miyiz? “ 

Bende cevaben” Deprem fay hattının yeri, meclis kararı ile değişmez. Böyle bir plan değişikliği yaparsanız, suç işlersiniz.” Diye cevap vermiştim. Gülelim mi- ağlayalım mı? 

İnşaatları denetlemek için “Yapı Denetim Kuruluşları” oluşturuldu. Daha önceden bu işi belediyeler yapıyordu. Belediyeler inşaat ruhsatı verirken, yapı denetimi diye bir harç almıyordu.  Şimdi yapı denetime bina maliyetinin %4 kadar ücret ödenmektedir.  Bunun yanında projeler, inşaat ruhsatı, su, kanal, elektrik, doğalgaz bağlantısı gibi birçok ücretler de devreye girmektedir. 

1985 Li yıllarda inşaat ruhsatını almak için 30 imza gerekli ise, şimdi bunun iki katı imza ve bürokrasi gerekiyor. Rahmetlik Özal bürokrasiyi azaltacağım demişti. Şimdi ise daha da çoğaltıldı. 

Mühendis olarak kendime ait arsaya inşaat yapmaya kalktığımda, benden müteahhitlik belgesi istenildi. Müteahhitlik belgesini temin etmeye Bayındırlık İskân il müdürlüğüne gittiğimde, ortaokul mezunu birisi ile aynı muameleye tabi oldum. Bendende aynı evrakları ve ücreti istediler. 

Proje tasdikinde, imar yönetmeliğinde bahsedilmeyen konularda, uygulama yaptılar. Örneğin beton çatı yapmak istedim, bina emsali delinir diye, ahşap çatı yaptırdılar. Mimari Projem, dört defa kırmızı tahsisattan sonra, beşincisinde onaylandı. 

Belediye meclis toplantılarında, imar planı kararları meclis gündeminde çoğunluk teşkil ediyor. 1000 İmar Planları onaylandıktan sonra, aynı adada 3-4 parsel için plan değişikliği kararı alınıyor. Ada bazında plan düşünün, adanın tek parseli harici için emsal artırımı yapılıyor. Tek parsel, plan harici kalıyor. Bu durum nasıl izah edilebilir? 

İstanbul’ da Saray Burnundan sonraki sahil kenarına, yüksek katlı binalar yapılıyor. Bu binalar sanırım, kıyı kenar şeridini ihlal ettiğinden, deniz dolduruluyor. Bir gün gelecek o deniz, kendinden alınanı geri alacak. Bunu İzmit- Gölcükte görmüştük. Binaların zemin katlarını deniz suyu basmıştı. 

Belediyeler müteahhidi sağılır inek yerine koyuyor. Müteahhitten ne alınırsa kazanç sanıyorlar. Haklı olarak müteahhit’ de masraflarını satacağı dairelerin üzerine koyuyor. Bundan da vatandaş zararlı çıkıyor. 

Bürokratik işlemler azaltılmayıp, çoğaltılıyor. Kamu kurumu niteliğindeki Enerjisa, başkent doğalgaz gibi kurumlarda, vatandaş olarak derdini, sorununu anlatmak için zemin kattan üst katlarda bulunan kurum yetkililerine çıkmaya izin verilmiyor. 

Bütün bunlar, inşaat yaparken gidilmesi gereken yerlerdir. Derdin, sorunların bitmesi için bürokratik işlemlerin azaltılması, vatandaşın düşünce ve kanaatinin dinlenmesi gerekmektedir. 

Vatandaş meslek odalarına yüklü miktarda aidat ödemektedir. Bu odalar vatandaşın, hangi sorununu çözmektedir? Ankara’ da TOB hastanesi var. Odalara aidat ödeyen vatandaşlar, burada sağlık hizmetini indirimli alabiliyor mu? Statükonun kaldırılıp, sorunların çözülmesi. Devletin ve kurumlarının vatandaşın hizmetinde olması en büyük dileğimizdir.

 

Mustafa Yolcu

16.2.2023


22 Kasım 2022 Salı

12 EYLÜL DARBESİ VE SONRASI

12 EYLÜL DARBE VE SONRASI

 

Türkiye 27 Mayısı, 12 Mart muhtırasını, 12 Eylül’ü, 28 Şubat, 15 Temmuz darbe ve darbe teşebbüslerini yaşadı. Bu olaylardan sonra hapishanelere doldurulan binlerce insanı, bunlara yapılan sayısız işkenceleri darbe teşebbüsü sırasında öldürülen yüzlerce insanımızı unutmadı.

 

12 Eylül sonrası Mamak ceza evine konularak altı yıl boyu hapis yatan, işkenceleri yaşayan çilekeş bir insanımız, şunları anlattı:

“Bize her gün sistematik olarak işkence ettiler. Günlük en az 40 cop yiyorduk. Filistin askıları, elektrik şokları, kafes olayı vb. işkenceler.

 

İşkence sırasında diyorlardı ki-” Bizi Türkeş azmettirdi diye ifade verin yeter. Bizde sizi hemen serbest bırakalım.” Bir arkadaşımız dahi, bütün işkencelere rağmen böyle bir ifade vermedi.

 

Dayak yiyip koğuşa gelen arkadaşlarımızın, acıdan inlemesi ses çıkarması yasaktı. Koğuştan inleme sesi duyarlarsa; ses çıkaran arkadaşı koğuşun önüne çıkararak, ortalarına alıp copla dövüyorlardı. Bizde gelen arkadaşımızın sesi duyulmasın diye üzerine battaniye örtüyorduk.

 

Yemek için sıraya giriyorduk. Sırada beklerken, yanımızdan geçen gardiyanlar bizi coplayarak yürüyorlardı. Yemek alma sıramız gelince “ Ahmet Güneş Ankara. 3. Koğuş, 5. Ranza yemek almaya hazırdır komutanım. Karşıdan bağırıyorlar” Ne dedin duymadım lan.”  Bizim adımız lan, onların adı komutan. Böyle birkaç kez tekmilden sonra hakaret duyarak, yemeği alabiliyorduk. Yemeklerin içinden genellikle taş çıkardı.

 

Zorunlu banyo ihtiyacını, kışın bile dışarıda soğuk su ile yapıyorduk. Amaçları, hastalanıp ölmemizdi.

 

Hapishaneye gönderilen askerler, birliklerinden özel olarak seçilmiş, sadist yapılı insanlardı. Bunlar özel olarak işkence yapma eğitiminden geçirilmiş, bizim bu vatanın düşmanı olduğumuz şeklinde şartlandırılmışlardı. Bazı askerler bizi coplamak istemediğinde, başındaki komutan onu copla dövüyordu.

 

İşkenceden ölen, askıda beli kırılan, sakat kalan arkadaşlarımız oldu. İşkence görmenin sağcısı solcusu olmadı. Herkes aynı muameleye tabi tutuldu.

 

İranlı bir Azeri de bizim koğuşa atıldı. Ona 30 adet marşı yarına kadar ezberleyeceksin demişler. Adam gece gözünü kırpmadı, az ışıklı lambanın altında sabaha kadar marşları ezberledi. Sabahleyin koşar adım ile cop yiyerek toplanma alanına geldik. Bu Azeri’yi çağırdılar. Koşarak gardiyanların karşısına gitti. Şu marşı oku diyorlar, söyledikleri bütün marşları okuyunca-“Aferin böyle adam ol.” dediler. Bunun üzerine Azeri” Vallah komutan, siz İran’da benim elime düşerseniz, size bir gecede Kuranı ezberlettiririm.” Dedi.

 

Konuşurken gardiyanların yüzüne bakmak yasaktı. Göz göze gelirsek copu yiyorduk. Devamlı havaya bakmamız isteniyordu.

 

Darbe mantığı bu işte. 15 Temmuz darbesi gerçekleşseydi yapılacak olanda bunlardı. Konuşmalar kayıtlara geçmiş, toplantılar yapılmış, planlar hazır ama Allah onlara bu fırsatı vermedi.

 

Milletimizin açıkça farkına vardığı gibi, darbelerin arkasında Amerika ve diğer ülkeler bulunmaktadır. Amaç, darbe yapılan ülkeyi yeniden dizayn etmek, kendi istedikleri kuralları kabul ettirmektir. Bununla da kalmayıp, bankaların içini boşaltıp ülke ekonomisini sorunlu hale getirmektir.

Ülkemiz bundan sonra, darbelerle anılan ülke olmasın. Analar ağlamasın. Gelişme düzeyimizi, daha ileri seviyelere çıkaralım

 

Mustafa Yolcu – 12.9.2017


14 Kasım 2022 Pazartesi

SEVDİĞİNİ ELDE EDEMİYORSAN, ELDE ETTİĞİNİ SEV

 

 

 

 

SEVDİĞİN ELDE EDEMİYORSAN, ELDE ETTİĞİNİ SEV

 

 

Gün görmüş bir arkadaşımla sohbet ederken, yeni neslin ulaşılması zor talepleri için “SEVDİĞİNİ ELDE EDEMİYORSAN, ELDE ETTİĞİNİ SEV” tabirini kullandı. İçinde bulunduğumuz toplumun, içinden çıkamadığı bir sorundur bu.

 

İnsanlarda doyum noktası kalmamış. Şikayetleri ayyuka çıkmış durumda. Allah’ın verdiğine şükür, başımıza gelen musibetlere sabır ortadan kalkmış. İstekler bitip tükenmiyor.

 

Şantiye şefliğini yaptığım inşaata, bir hemşerim iş istemek için geldi. Sen ne iş yaparsın diye sorduğumda, her işi yaparım dedi. Benimde o sıra fayans- seramik kaplama işim vardı. Seramik, fayans işini yaparmısın dediğimde yaparım dedi. İş isteyeni, şantiyede diğer seramik ustasının yanında işe başlattım. Aynı gün diğer seramikçi “abi bu adamı nerden buldun, bu işi bilmiyor.” Dedi.  Yaptığı işe baktığımda, işin vahametini anladım. İşi bilmiyordu. Hemen işi bıraktırarak işine son verdim. Her işi yapabileceğini söyleyen, bir işi bile yapamıyordu.

                                                                                         

Hayvanat bahçesine iki adet kartal almışlar. Kartalın biri uçuyor, diğeri ise bir dala konmuş, yerinden kımıldamıyormuş.

Ne yaptılarsa kartalı uçuramamışlar. Bunun üzerine kartalı aldıkları yeri telefon ile arayarak, kartalın birinin uçmadığını, konduğu daldan kımıldamadığını söyleyerek, uçurmak için ne yapalım diye sormuşlar.

Telefon ettikleri kişi demiş ki- “Kartalın üzerinde pineklediği dalı kesin. O dalı kestiklerinde kartal oradan uzaklaşarak, başlamış uçmaya. Yani bazı insanların miskin miskin durup pinekledikleri dal kesilince, bu kişiler önce şaşırıp, sonrada normal çalışma hayatına dönüyorlar.

İnsanlar yan yana geldiklerinde birikimlerini paylaşacakları, yararlı şeyleri konuşacakları yerde, politik tartışmalara giriyorlar. Fikirlerini değil, medyadan duyduklarını konuşuyorlar. Konuştuklarının bir kısmı yalan haber. Bunun farkında olmadan, konuşmuş olmak için konuşuyorlar. Birbirlerinden ayrıldıklarında birbirlerini kırmış olmanın dışında, konuştuklarının hiç kimseye faydası olmuyor.

Çalışmayıp yatarsak, yatmayıp çalışanların boyunduruğu altına gireriz. Çalışıp üretmemiz gerekirken, boş şeylerle vakit geçiriyoruz. Çalışan demirin parladığı gibi, çalışan insan sağlıklı olur. Çalışmadığımızda bedenen, ruhen çöküntü devresi başlıyor. Arkasından hastalıklar, unutkanlıklar vb. sıkıntılar ortaya çıkıyor.

 

Tutkularımız, hayallerimiz olabilir. İnsan hayal ettiği kadar hedefine ulaşır. Ama hedefimizin en üstü olmadığında, olana şükretmek, kaçırdığımız fırsatlara sabretmemiz uygun olur. Geçmiş için çekeceğimiz tühlerimiz, bize bir şey kazandırmayacaktır. Aynı şekilde, gelecek endişesi ve vehmi ’de bize sıkıntı verip huzursuz edecektir.

En güzeli gökyüzünü ve yıldızları seyredip, mutlu olalım. Yer yüzündeki çamurlara bakıp ta huzursuz olmayalım.

 

Mustafa Yolcu

11.11.2022

 

 

 

 

 

  

28 Ekim 2022 Cuma

BÜYÜK DEVLET NASIL OLUNUR ?

 

 

 

 

BÜYÜK DEVLET NASIL OLUNUR?

1-Büyük devlet sözle olunmaz.  Çok konuşarak hiç olunmaz.  Dünya ölçeğinde yeni vizyon ve misyon üstlenmek gerekir.  

2-Büyük devlet olmanın şartı, kendi içinde maddi ve manevi birliğini tam ve kâmil anlamda sağlamakla mümkün olur.

3-Büyük devlet, tarımını geliştirmiş, tarımsal üretimini en üst düzeye çıkarmış, sanayisini kurmuş, dışa bağımlı olmaktan çıkarak olur.

4-Köylüsü, şehirlisi, sanayicisi çok üreterek, az tüketerek, depoları dolu, ihracatı ithalatından büyük olmakla büyük devlet olunur.

5-Silahlı kuvvetleri dünya ölçeğinde operasyon yapacak, bilgi, teknik, taktik, stratejik komutanlık öğelerini üzerinde taşırsa, büyük devlet olunur.

6-Yer altı ve yer üstü kaynaklarını en iyi kullanan, evrensel üretim kapasitesinde üretim yapan fabrikalara kavuşmakla olabilir.

7-"Sosyal barışı sağlamış, din-devlet, devlet-toplum, aydın-devlet, aydın- toplum arasındaki pürüzlerin giderildiği" bütün bunlar evrensel barış kurallarına göre oluşturulduğunda, büyük devlet olunabilir.

8-Bütün bunların sağlandığı "adalet mülkün temelidir" veya" devlet adaletle ayakta durur " evrensel gerçeğinden yola çıkarak "Fırat kenarında bir koyunu kurt kaparsa, Allah onun hesabını Ömer'den sorar" anlayışının çizdiği bir bakışla olur.

9-"Bir insana, bir topluma, bir millete olan kininiz, sizi adaletli olmaktan alıkoymasın" ilahi buyruğu beyinlerde ve gönüllere yerleştiğinde büyük devlet olunabilir.

10-Dağdaki çoban ile en üst makamdaki insanın, toplumsal olaylarda asgari birlikteliğinin sağlandığı, yönetenlerin benim değil devletimin, milletimin dediği, bütün hedefin insanının refah ve mutluluğuna yöneldiği zaman büyük devlet olunur.

11-Ülkeyi yönetenler; kendilerine göre değil, toplumun huzuru ve güvenliği için kanunları çıkardıklarında büyük devlet olunabilir.

12-Ülkeyi yöneten insanların "büyük vizyon, misyon sahibi olduklarında" bulundukları bölgenin mitolojisinden, insanlarının sos yo-politik, sos yo-ekonomik   kültürlerini bildiklerinde büyük devlet olunur.

13-Büyük devlet olabilmek güçlü bir ekonomiye, bilimsel düşünen beyinlere, dünya politikasını iyi bilen hariciyecilere, gelişmiş teknoloji ile her türlü silah, hava araç gereç ve malzemesini kendi üreten silahlı kuvvetlere sahip, milli politikaları uygulayabilecek “uzak görüşlü" devlet adamlarına sahip olunduğunda büyük devlet olunabilir.

14-Hukuk devleti olmadan, büyük devlet olunmaz.               

Netice itibarıyla "İster isen sulh-u selâh hazır ol cenge" anlayışı olmadan büyük devlet olunamaz.

Bunların dışında söylenecek sözlerde var tabi. Önemli olan işin gerçeğini kavrayıp, en doğru yoldan gitmektir. Bunları yaptığımız zaman BÜYÜK DEVLET OLURUZ.

MUSTAFA YOLCU

 

 

9 Ekim 2022 Pazar

İSKİLİP'TE BİR KÖŞE BAŞI DÜKKAN

 


                İSKİLİP TE BİR KÖŞE BAŞI DÜKKÂNI 

Resim ’de gördüğümüz yer, İskilip te Hamam önü caddesi ile Dikiciler caddesinin birleştiği köşe başıdır. Çocukluğumdan bu yana bende hatırası olan, unutamadığım yerdir. 

Dikiciler caddesi tarafında bulunan kırmızı boyalı dükkân, dayımın saraç dükkanıdır. Daha sonra saraç Bekir Çorsuz dayım bu dükkânı, oğlu İsmail Çorsuza devretmişti. 1963 lü yıllarda boş gezmeyeyim diye beni, İsmail abimin dükkanına gönderdiler. Bura ’da çırak gibi durur, sanatı öğrenmeye çalışırdım. Cif iğne ile deri dikmeyi, kaltağa keçe sıkıştırıp mumlu iplikle dikmeyi burada öğrenmiştim.  

 

Dükkânda mal satılınca, bana alıcıdan şerbetçe iste dediler. Bende istedim bana 50- 100 kuruş arası para verirlerdi. Bazı günler, İsmail ağabeyim arkadaşları ile bol biberli tepsi eti yaparlardı. Eti ben hazırlayıp fırına götürürdüm. O tepsi etlerinin tadını unutamıyorum.

Dükkânın üzerinde, Oluklu köyünden Halıcıların kahvehanesi vardı. Çay ocağında Şakir’in dedesi veya babası olurdu. Şakir çayı götürüp getirirken merdivenleri cay cay diye jet gibi inip çıkardı.

Ahmet Şerbetçi’nin oğlu İsmail, omuzunda boya sandığı ile ayakkabı boyacılığı yapardı. Bende şerbetçileri tanıdığımdan, İsmail’in niye boyacılık yaptığını merak ederdim. Bir gün dayıma sordum. Bu aile zengin bir aile, niye oğullarına ayakkabı boyacılığı yaptırıyorlar? Dayım cevap verdi; Oğulları hayatı anlasın diye, çarşıda ayakkabı boyacılığı yaptırıyorlar. Rahmetlik İsmail dükkânın önünden, boyacı diye geçerdi. Bu durum benim içinde hayat dersi olmuştu. Bende o sene pazardan yumurta toplayıp, satmaya başladım. Parkta Teksas, Tommiks kiraya verip okuttum.

Halıcı ’gil kahvehaneyi bırakınca, burası din görevlileri lokali olmuş.  Yıllarca bu lokal devam etmişti. Dayımın dükkanının altında bulunan köşe başındaki dükkânı, Hamdi hafız hocam kiralamıştı. Namazdan sonra buraya gelir kitap okur, soruları olan insanları dinler, sorularını cevaplardı. O zamanlar çarşı daha kalabalıktı. Kapalı duran dükkân yoktu. Ayakkabıcılar, mutaflar, demirciler, bakırcılar harıl harıl çalışıyordu. Ürettiklerinin bir kısmını’ da İskilip dışına satarlardı. Ne zaman emekli olan bağ kur ve SSK lılar çalışırsa, maaşından kesinti yapma kuralı getirdiler; emekli olan esnaf ve sanatkârlar maaşlarından kesinti olmaması için işlerini bırakıp, dükkanlarını kapattılar.  İskilip’in çöküşü böylece başlamış oldu. Memleket kapalı dükkanlar memleketi oldu.

Çalışan insan daha geç çöküyor. Çalışmayıp evde oturan kısa sürede çöküyor. İskilip bu kaderi yaşadı maalesef.

MUSTAFA YOLCU

6.10.2022