Son günlerin kamuoyunda en çok tartışılan konusudur.
Halen İran’ın elinde 2000 km. menzilli Şahap–3 balistik füzesi bulunduğu, İsrail’in nükleer başlıkta takılabilen 7000 km. menzilli Jericho füzesine sahip olduğu basında yer almaktadır.
Dünyanın 30 ülkesinde füze savunma sistemleri mevcuttur. Yurdumuzda ise füze savunma sistemleri kurma çalışmaları bulunmakta olup, bunun maddi tutarının ise yedi milyar doları bulacağı hesaplanıyordu.
Füze kalkanı sistemi ile ilgili şunlar akla gelmektedir.
Füze Kalkanı projesi Türkiye’nin çıkarına mıdır yani bize ne fayda sağlayacaktır?
Füze kalkanı projesi tıpkı ABD’nin NATO’ya sağladığı nükleer savunma gibi kendi tehdit algılamasına göre geliştirdiği, davulun kendisinde tokmağın biz olacağı bir projedir. Kısaca ABD kendini uzaktan savunacak biz de ona savaş alanı, senaryosunun uygulama alanı olacağız.
Bu olumsuzlukları yenebilmek için; füze kalkanının Türkiye'ye kurulması durumunda bu silahın çalışması için gereken kontrol mekanizmasının içerisinde Türkiye doğrudan etkili olmalıdır. Yani Türkiye kontrol odasında yer almak ve anahtarlardan birini elinde tutmak zorundadır.
Türk yetkili kalkanın çalışması için gerekli olan anahtarlardan birini çevirmedikçe sistem çalışmayacak şekilde bir ayarlama yapılmalıdır. Bunun yanı sıra, eğer bu kalkan Türkiye'ye yerleştirilecekse tüm Türkiye bu kalkanın koruması altında olmalıdır ve Türk yetkililer bu projenin teknik yeterliliklerine vakıf olmalıdırlar.
Türkiye, füze kalkanı sisteminin yalnızca kendisine odaklanmış bir proje olmadığını ve projeye uygun diğer ülkelerin de bu sorumluluğu üstlendiğini ispatlamak için, kalkan projesinin bir bölümünün NATO üyesi Balkan ülkelerine konuşlandırılabilmesini sağlamalıdır. Böylece Türkiye'nin üzerinde durduğu uluslararası meşruiyet sağlanabilir.
Türkiye, gerçekten çok zorlu bir dönüm noktasından geçiyor. Türk Hükümeti, ABD tarafından kendi dış politika inisiyatifi ile bağlı bulunduğu askeri ittifak arasında bir tercih yapmaya zorlanıyor. Bu zorlamayı yapanların amacının ne olduğunu tahmin etmek hiç de zor değildir.
Son dönemde İsrail'den uzaklaşan, Rusya ve İran ile dengeli bir ilişki kuran, uzun yıllardır bekletildiği AB'nin bekleme odasından çıkıp kendi ayakları üzerinde durmayı deneyen Türkiye'nin bu pozisyonu hiç kuşkusuz prangayı kırmak anlamına gelmektedir. Washington Türkiye’nin bu siyasetinden memnun değil.
Füze kalkanı şantajı akıllı bir tercih, zira Washington, Türkiye'ye kuracağı füze kalkanı ile Türkiye'nin Ortadoğu Politikası'nın birinci halkasını oluşturan Türkiye-İran-Suriye-Lübnan Bloğu'nu kırmak istiyor ve bunu yaparken de İsrail'in savunmasını bu bloğu kuran ülkeye, Türkiye'ye devrediyor. Türkiye son yılların en önemli dış politika yönelimlerinden birini gerçekleştirmek üzere bekletilmektedir.
ABD Türkiye’ye yerleştirmeyi istediği füze kalkanı ile şunları hedeflemektedir:
1- Türkiye’nin hem İran hem de Çin ve Rusya ile gelişen ilişkilerini baltalamak; arkasından bu ülkeler ile karşı karşıya getirmek! ABD’ye rağmen ekseni doğuya kayan Türkiye’yi, bu yolla Atlantik’e çapa attırmayı planlıyor.
Washington’un Ankara’dan gelen “İran bizi tehdit etmiyor” şeklindeki kalkan aleyhtarı görüşlere karşı iddiası, daha doğrusu tehdidi ise “İsrail İran’a saldırırsa, İran İncirlik’i vurur” şeklindedir.
2- ABD, füze kalkanı ile güdümünden çıkan AB’yi yeniden kontrol etmeyi hedefliyor. İran füzelerine karşı AB’yi koruyan ABD, İran’a savaş açtığı takdirde, Irak saldırısında alamadığı desteği AB’den isteyebileceğini düşünüyor.
3- ABD, Türkiye’nin doğusuna yerleştireceği kalkan ile Ortadoğu’daki kukla devletlerini korumayı hedefliyor. İsrail ile Kuzey Irak’taki ikinci İsrail’in güvenliğini, Türkiye’deki kalkan sağlayacak. Bir iddiaya göre de kurulması planlanan Kürdistan’ın füze kalkanı ile korunacak olmasıdır.
4- ABD, İran’ı gerekçe göstererek, Sünni Arap bloğu oluşturmayı hedefliyor. Washington, bu bloğa geçen aylarda yaptığı 60 milyar dolarlık silah satışı gibi kontratları da çoğaltmayı hesaplıyor.
ABD füze kalkanı sisteminin, ülkesini, Kuzey Kore ya da İran'dan gelmesi muhtemel balistik füzelerden koruyacağını söylemektedir. Avrupa'da ise Polonya'daki bir üsse 10 veya daha fazla füzesavar füze yerleştirmeyi ve Çek Cumhuriyeti'ne de bir radar üssü inşa etmeyi planlamaktadır.
NATO ile Türkiye’nin tehdit algılaması bambaşkadır. Türkiye NATO’nun aslında hedefindedir. İsrail uçakları Türkiye den izin almadan hava sahamızı kullanarak Suriye’yi bombalamıştır. Bunun üzerine İskenderun’a I-Hawk füze bataryası konuşlandırıldığında, bunun kendisini hedef alıp, Suriye ve Lübnan’ı korumak için yerleştirildiğini iddia etmektedir.
Türkiye’ye F–16 jet uçağı satan ABD, uçağın elektronik harp ve gece görüş sistemlerini vermemektedir. Yıllardır Türkiye ABD’den hava savunma sistemi almaya çalışmaktadır ama ancak bugün ABD projesi olduğunda Türkiye’nin hava savunma ihtiyacı hatırlanmıştır.
NATO’da da durum farklı değildir; Körfez Savaşı esnasında sözde müttefiklerimiz Patriot’ların Türkiye’ye gelmemesi için elinden geleni yapmışlardır. Bu devletlerin pek çoğu halen bölücü terör örgütünün açık ve örtülü destekçisidir.
Ülkemiz çok önemli kararların arifesindedir. Ya bulunduğu coğrafyanın kendisine yüklediği görevleri yerine getirecektir. Yâda kapı kulu gibi güçlü olanın arkasından gitmeye, dediklerini yapmaya mahkûm olacaktır.
Mustafa Yolcu
9 Ocak 2011 Pazar
KÜRTCÜLÜK HAREKETİ
Kimilerine göre 100 yıldır, bazılarına göre de 150- 200 yıldır devam eden hareket. Devire göre kışkırtıcıları değişen, ırkçılık temeline oturmuş, devrimci kimliğinde, halkına karşı dindar kisvesine bürünen ama caminin imamını bile öldüren bir hareket.
Cenabı Allah “ Suçsuz bir insanı öldürmek, bütün insanları öldürmek gibidir.” Diyor ayeti kerimede. Bu hareket ise acımadan, çocuk demeden, masum sivilleri öldürüyor, katliam yapıyor, haraç topluyor.
Militanları silahlanıp dağa çıkıyor, güvenlik güçlerimize tuzak kurup, devletimize karşı adı konulmamış savaş ilan ediyorlar. Sonrada insan haklarından, özgürlükten bahsediyorlar. Bu tenakuza kargalar da güler.
Yüz yıldır Kürt nüfusu artış hareketini sürdürüp, üç dört evlilik yapıp, 10–15 çocukları oluyor; sonrada işsizlikten, yoksulluktan, geri bırakılmışlıktan bahsediyorlar.
Yurdumuz stratejik bir konumuna sahip yerdedir. Kendisini süper güç olarak gören devletlerin, ülkemiz üzerinde hesapları bulunmaktadır.
Yurdumuz da siyasi Kürtçülük hareketini başlatan, bu yarayı kaşıyanlar; kendisini süper güç olarak gören devletlerdir. Bu devletler bölücülük hareketini yönlendirip, başımıza bela etmeye çalışmışlardır. Amaçları ise; bir kısım taleplerinde bunu koz olarak kullanıp, istediklerini elde etmek, hayır denilmemesini temindir.
Devletimizin; Kürtçülük hareketine karşı tavır takınması gerekirken, bu ülkelerin dümen suyuna gidilerek, yıllardır kayda değer bir şey yapılmamıştır. Yanlış politika izlenmiştir. Bataklığı kurutmak varken, sivrisinek ile uğraşılmıştır.
Ergenekon adına PKK’nın eylem yapmasına, güvenlik güçlerimizin şehit olmasına sebep olunmuştur. Ülkemizin içinde bulunduğu tehlikeler görmezlikten gelinmiş, bölücülük hareketine karşı gerekli tedbir alınmamıştır.
12 Eylül darbesinde, Mamak ve Diyarbakır cezaevlerinde yatan tüm tutuklulara yapılan insanlık dışı uygulamalar ile bölücü hareketin militan teminine, sempati kazanmasına zemin hazırlanmış, sağlanan lojistik destek ile güçlenip büyümesi temin edilmiştir.
İsrail, Amerika, Türkiye’nin istihbarat işbirliği; bizim en mahrem bilgilerimizin bu ülkelerin eline geçmesini sağlamıştır. Gizli bir el ülkemizdeki bölücülük hareketinin devam etmesini istiyor. Terörle mücadele adına, ülkemizin kıt imkânlarının silah alımı için harcanmasını istiyor.
Ülkemiz ve bölge ajan kaynıyor. Yabancılar özgürlük adına, elinde pankart ile gösterilere katılıyor. Kimsede onlara burada ne yaptıklarını sormuyor. Acaba aynı gösterileri Türk vatandaşları Amerika da, İngiltere de, Almanya da yapabilir mi? Bu kadar pervasızca eylemlere katılabilir mi?
Bu sorunlar çözülmeyip, bu olaylar ne zamana kadar devam edecek?
Kirli oyunlar, pazarlıklar ne zaman sona erecek?
Kürtçülük hareketi; devletimize karşı, adı konulmamış bir harp ilan etmiştir. Dostumuz dediğimiz ülkeler bölücülerle işbirliği yapıyor, onlara her türlü desteği sağlıyorlar. Biz sözde dostlarımıza karşı bir şey yapmıyor, olanları görmezlikten geliyoruz.
Üç aylık askeri eğitim ile gencecik çocuklarımız; eli kanlı teröristlerin karşısına çıkarılıyor. Basından öğrendiğimize göre; Heronlar terörist sürüsünü tespit ediyor. Değerlendirme merkezi görüntüleri inceleyerek “bunlar çoban” diye nitelendiriyor. Bölücülerde tahkimatlarını yapıp, karakola saldırıyorlar. Saldırı saatler boyu sürüyor, kimse karakoldaki askerlerimize yardıma gelmiyor. Karargâhta ise bu saldırılar ekrandan izleniyor.
Sonrada bilmiyorum, görmedim, duymadım oyunu oynanıyor.
Devletin ‘bilmesi gereken görevlileri’ her şeyi biliyor. Yapılması gereken; bu kirli oyuna artık son vermektir.
Bölücülerin önce lojistik destekleri kesilmelidir. Bölücülere destek olan güçler ve devletler alenen ilan edilip, yaptıkları sergilenmeli, dost diye koynumuzda yılan beslenmesine son verilmelidir.
Ülkemizdeki Kürtçülük hareketinin sözcüleri; televizyonların karşısına geçip, federasyondan bahsediyorlar. Doğuda bölgesel yönetimin olmasını, sonrada hayallerinde ki Kürdistan’ın gerçekleşmesini istiyorlar.
Peki, kafalarındaki gerçekleşirse; Ankara, İstanbul, İzmir, Mersindeki akraba olduğumuz, arkadaş olduğumuz diğer Kürtler ne olacak?
Herhalde kafalarındaki; artan nüfusları ile tüm yurdu ele geçirip, Kürdistan’a dönüştürmektir.
Bu oluşuma, düşüncelere ne kadar göz yumacağız. Analar daha ne kadar ağlayacak? Birileri bu oluşumdan servet kazanacak. ( silah, uyuşturucu, insan ticareti)
Bilmesi gerekenlerin her şeyi bildiği, görmesi gerekenlerin gördüğü bu bölücülük oyunu; ne zamana kadar devam edecek?
Bu ülkenin insanları kirli oyunları görmekten, senaryoları seyretmekten bıkmıştır. Yalancıların yalanlarından usandık artık.
Ülkeyi yönetenler, sorumluluk taşıyanlar artık gereğini yapmalı, bu kirli oyuna son verilmelidir.
Kara bulutlar ülkemizin üzerinden kalkmalıdır.
Kaderde, kıvançta bir olan bu ülkenin insanları; huzura kavuşsun. Yöneticilerimiz sorunlarımıza çare bulsunlar.
İpteki cambazlara da, onları oynatanların oyununa da son verelim artık.
Mustafa yolcu
Cenabı Allah “ Suçsuz bir insanı öldürmek, bütün insanları öldürmek gibidir.” Diyor ayeti kerimede. Bu hareket ise acımadan, çocuk demeden, masum sivilleri öldürüyor, katliam yapıyor, haraç topluyor.
Militanları silahlanıp dağa çıkıyor, güvenlik güçlerimize tuzak kurup, devletimize karşı adı konulmamış savaş ilan ediyorlar. Sonrada insan haklarından, özgürlükten bahsediyorlar. Bu tenakuza kargalar da güler.
Yüz yıldır Kürt nüfusu artış hareketini sürdürüp, üç dört evlilik yapıp, 10–15 çocukları oluyor; sonrada işsizlikten, yoksulluktan, geri bırakılmışlıktan bahsediyorlar.
Yurdumuz stratejik bir konumuna sahip yerdedir. Kendisini süper güç olarak gören devletlerin, ülkemiz üzerinde hesapları bulunmaktadır.
Yurdumuz da siyasi Kürtçülük hareketini başlatan, bu yarayı kaşıyanlar; kendisini süper güç olarak gören devletlerdir. Bu devletler bölücülük hareketini yönlendirip, başımıza bela etmeye çalışmışlardır. Amaçları ise; bir kısım taleplerinde bunu koz olarak kullanıp, istediklerini elde etmek, hayır denilmemesini temindir.
Devletimizin; Kürtçülük hareketine karşı tavır takınması gerekirken, bu ülkelerin dümen suyuna gidilerek, yıllardır kayda değer bir şey yapılmamıştır. Yanlış politika izlenmiştir. Bataklığı kurutmak varken, sivrisinek ile uğraşılmıştır.
Ergenekon adına PKK’nın eylem yapmasına, güvenlik güçlerimizin şehit olmasına sebep olunmuştur. Ülkemizin içinde bulunduğu tehlikeler görmezlikten gelinmiş, bölücülük hareketine karşı gerekli tedbir alınmamıştır.
12 Eylül darbesinde, Mamak ve Diyarbakır cezaevlerinde yatan tüm tutuklulara yapılan insanlık dışı uygulamalar ile bölücü hareketin militan teminine, sempati kazanmasına zemin hazırlanmış, sağlanan lojistik destek ile güçlenip büyümesi temin edilmiştir.
İsrail, Amerika, Türkiye’nin istihbarat işbirliği; bizim en mahrem bilgilerimizin bu ülkelerin eline geçmesini sağlamıştır. Gizli bir el ülkemizdeki bölücülük hareketinin devam etmesini istiyor. Terörle mücadele adına, ülkemizin kıt imkânlarının silah alımı için harcanmasını istiyor.
Ülkemiz ve bölge ajan kaynıyor. Yabancılar özgürlük adına, elinde pankart ile gösterilere katılıyor. Kimsede onlara burada ne yaptıklarını sormuyor. Acaba aynı gösterileri Türk vatandaşları Amerika da, İngiltere de, Almanya da yapabilir mi? Bu kadar pervasızca eylemlere katılabilir mi?
Bu sorunlar çözülmeyip, bu olaylar ne zamana kadar devam edecek?
Kirli oyunlar, pazarlıklar ne zaman sona erecek?
Kürtçülük hareketi; devletimize karşı, adı konulmamış bir harp ilan etmiştir. Dostumuz dediğimiz ülkeler bölücülerle işbirliği yapıyor, onlara her türlü desteği sağlıyorlar. Biz sözde dostlarımıza karşı bir şey yapmıyor, olanları görmezlikten geliyoruz.
Üç aylık askeri eğitim ile gencecik çocuklarımız; eli kanlı teröristlerin karşısına çıkarılıyor. Basından öğrendiğimize göre; Heronlar terörist sürüsünü tespit ediyor. Değerlendirme merkezi görüntüleri inceleyerek “bunlar çoban” diye nitelendiriyor. Bölücülerde tahkimatlarını yapıp, karakola saldırıyorlar. Saldırı saatler boyu sürüyor, kimse karakoldaki askerlerimize yardıma gelmiyor. Karargâhta ise bu saldırılar ekrandan izleniyor.
Sonrada bilmiyorum, görmedim, duymadım oyunu oynanıyor.
Devletin ‘bilmesi gereken görevlileri’ her şeyi biliyor. Yapılması gereken; bu kirli oyuna artık son vermektir.
Bölücülerin önce lojistik destekleri kesilmelidir. Bölücülere destek olan güçler ve devletler alenen ilan edilip, yaptıkları sergilenmeli, dost diye koynumuzda yılan beslenmesine son verilmelidir.
Ülkemizdeki Kürtçülük hareketinin sözcüleri; televizyonların karşısına geçip, federasyondan bahsediyorlar. Doğuda bölgesel yönetimin olmasını, sonrada hayallerinde ki Kürdistan’ın gerçekleşmesini istiyorlar.
Peki, kafalarındaki gerçekleşirse; Ankara, İstanbul, İzmir, Mersindeki akraba olduğumuz, arkadaş olduğumuz diğer Kürtler ne olacak?
Herhalde kafalarındaki; artan nüfusları ile tüm yurdu ele geçirip, Kürdistan’a dönüştürmektir.
Bu oluşuma, düşüncelere ne kadar göz yumacağız. Analar daha ne kadar ağlayacak? Birileri bu oluşumdan servet kazanacak. ( silah, uyuşturucu, insan ticareti)
Bilmesi gerekenlerin her şeyi bildiği, görmesi gerekenlerin gördüğü bu bölücülük oyunu; ne zamana kadar devam edecek?
Bu ülkenin insanları kirli oyunları görmekten, senaryoları seyretmekten bıkmıştır. Yalancıların yalanlarından usandık artık.
Ülkeyi yönetenler, sorumluluk taşıyanlar artık gereğini yapmalı, bu kirli oyuna son verilmelidir.
Kara bulutlar ülkemizin üzerinden kalkmalıdır.
Kaderde, kıvançta bir olan bu ülkenin insanları; huzura kavuşsun. Yöneticilerimiz sorunlarımıza çare bulsunlar.
İpteki cambazlara da, onları oynatanların oyununa da son verelim artık.
Mustafa yolcu
UNUTULAN GÜZELLİKLER
Rahmetli Vali Recep Yazıcıoğlu; görev yaptığı illerde denetim gezisine çıktığında, kahvelerde boş oturan insanları görünce sinirlenir, kahveyi boşaltmalarını, gidip çalışmalarını istermiş.
Yurdun her yerinde kahveler yine dolu, insanlar bomboş oturuyor. “Bu insanların yapabilecekleri bir iş yok mu.” diye düşünüyor insan.
Ülkemizde birçok köy boşalmış, insanlar şehirlere göç etmiş. Araziler ekilip biçilmiyor. Meralar sürüsüz kalmış, hayvan yetişmiyor.
Bağlar bahçeler bakımsız, viran olmuş. Mahalli sebze ve meyveler unutulmuş, yetişmiyor artık. Toplum olarak kolaycı olup çıkmışız.
Köyünden kente göç eden insan buralarda; simitçi, pazarcı, seyyar satıcı, inşaat amelesi olmuş. Artık üretici olmaktan çıkıp, tüketici hale dönüşmüş.
Sinop’un Gerze ilçesinin yaylasına, arabası ile Amerikalı bir turist gelir. Yaylada karşılaştığı bir vatandaşımıza, yanında bulunan tercüman vasıtası ile sorar” Burada sarımsak yetişiyor mu?” Vatandaş cevap verir” Hayır yetişmiyor, dağın başında sarımsak yetişir mi ?”
Meğer turistin annesi, babası buradan Amerika’ya göç etmiş; Rum kökenli insanlarmış. Babaları çocuklarına “ Gerze ilçesindeki köyümüzde, yumruk büyüklüğündü sarımsak yetişirdi.” Diye köyünü, yaylasını anlatırmış.
Nerden nereye! Şimdi aynı köyün yaylasında sarımsak yetiştiğini bilen yok.
İnsanlar işsiz, kahveler dolu. Bir evde bir kişi çalışıyor, diğerleri onun getirdiğini yiyor.
Kahvede oturan insanı nasıl iş yapar hale getirebiliriz?
İnsanlar kahvede daha çok, kış aylarında oturmaktadır. Bu aylar inşaatların durma noktasına geldiği, zirai çalışma yapılmadığı aylardır. Bu dönemlerde küçük ve büyük sanayi işyerleri çalışmaktadır. Sanayi açısından da bu dönem, üretilen mala talebin azaldığı dönemdir.
Kahvede oturan insanlar, küçük ve büyük sanayi alanlarında istihdam edilerek, sigortası vergisi, devletçe sürbanse edilebilir. Bu aylarda üreticiler stoka üretim yaparak, malını sattığı zaman çalışanların ücretlerini ödeyebilir. Veya işçiliğin az bir kısmını, işçinin çalıştığı aylarda ödenebilir.
Üretici bu aylarda, sadece ham maddeyi satın alacak; geri kalan ücretler malın satılmasından sonra ödenecektir.
İnsanlar kahvede boşa oturacağına, sonradan ödenecek ücret karşılığı, karın tokluğuna, sigortası ödenerek çalışma yapabilir. Bu durum, üretilen malın pazarlaması aksamadan sağlanırsa, her iki taraf açısından verimli hale gelir.
Bundan ülkemizde, insanlarda katkı sağlar.
Boş oturacağımıza, bir şeyler üretmenin gayreti içinde olmalıyız. Bilmiyorsak öğrenmeli, kamu da yetkili olanlar görevlerini iyi yaparak, halkı bilinçlendirmelidir.
Yurdumuzda ihtiyacın üzerinde; mühendis, tekniker, teknisyen, işletmeci, endüstri mühendisi bulunmaktadır. Bunlar yeterince görevlerini yapmadıkları, halkı aydınlatıp yol göstermedikleri için arzu edilen gelişmeler olmamaktadır.
Sorunlarımızı çözebilmek için, milli bir seferberlik ilan etmeliyiz. Herkes işin bir uçundan tutmalı, yurt kalkınması için görevini, tam manası ile yerine getirmelidir.
Her bölgenin; unutulmaya yüz tutmuş ürünleri, yöresel imalatları, meyveleri, yemekleri, folkloru vardır. Bunlar yeniden üretilip, hayata geçirilebilir.
Kazılar yapıp, yer altından tarihi eser ararken, yerin altına girmeden unutulmaya yüz tutmuş ürünlerimizi, eserlerimizi yeniden canlandırabiliriz.
Mürdüm eriğini, çatal kara üzümünü, misket elmasını, mahman armudunu yine yetiştirebiliriz.
Yeşil badem yahnisini, dünür aşını, incir dolmasını yemek menümüze ekleyebiliriz.
Çarığı, çapula yı, mes’i, potini, kabaralı kundura’yı giyme sek’te vitrinimizin bir köşesine koyabiliriz, turistlere satabiliriz.
Üretim yaparken kara düzen değil, gelişmiş teknoloji ve teknikleri kullanarak üretim yapmalıyız.
Her yörenin kendisine özgü hammadde kaynakları var. Bu hammaddeler, hammadde olarak değil, işlenilerek mamul madde olarak pazara sunulmalıdır.
Üretimde hedeflenen pazar iç pazar değil, ihracat yapmak olmalıdır. Bu imalatın kalitesini artıracak, sıradan bir ürün olmamasını sağlayacaktır.
1970 yıllarında ülkemizde 3600 tane ithalat- ihracat firması vardı. Bunlarında % 90 yakını, ülkemizde bulunan gayri Müslimlerin firmalarından oluşuyordu.
Rahmetlik Turgut Özal bu memlekete ticaret yapmayı, ithalat- ihracat yapmayı öğretti. Anadolu’nun en ücra köşelerinden üreticiler, ürettiklerini ihraç edebilmek için eline valizini alıp, yurt dışına çıktılar. Uğraşıp, didindiler. Ülkemizin yıllık 115 milyar Amerikan doları tutarında ihracatı bulunmaktadır.
Bu potansiyel gelişen üretim ile daha çok büyüyebilir, çeşitlenebilir.
Yapacak o kadar çok işimiz var ki. İşin bir ucundan tutup, yeniden seferberlik ruhu ile işe başlamamız gerekiyor.
Mustafa Yolcu
Yurdun her yerinde kahveler yine dolu, insanlar bomboş oturuyor. “Bu insanların yapabilecekleri bir iş yok mu.” diye düşünüyor insan.
Ülkemizde birçok köy boşalmış, insanlar şehirlere göç etmiş. Araziler ekilip biçilmiyor. Meralar sürüsüz kalmış, hayvan yetişmiyor.
Bağlar bahçeler bakımsız, viran olmuş. Mahalli sebze ve meyveler unutulmuş, yetişmiyor artık. Toplum olarak kolaycı olup çıkmışız.
Köyünden kente göç eden insan buralarda; simitçi, pazarcı, seyyar satıcı, inşaat amelesi olmuş. Artık üretici olmaktan çıkıp, tüketici hale dönüşmüş.
Sinop’un Gerze ilçesinin yaylasına, arabası ile Amerikalı bir turist gelir. Yaylada karşılaştığı bir vatandaşımıza, yanında bulunan tercüman vasıtası ile sorar” Burada sarımsak yetişiyor mu?” Vatandaş cevap verir” Hayır yetişmiyor, dağın başında sarımsak yetişir mi ?”
Meğer turistin annesi, babası buradan Amerika’ya göç etmiş; Rum kökenli insanlarmış. Babaları çocuklarına “ Gerze ilçesindeki köyümüzde, yumruk büyüklüğündü sarımsak yetişirdi.” Diye köyünü, yaylasını anlatırmış.
Nerden nereye! Şimdi aynı köyün yaylasında sarımsak yetiştiğini bilen yok.
İnsanlar işsiz, kahveler dolu. Bir evde bir kişi çalışıyor, diğerleri onun getirdiğini yiyor.
Kahvede oturan insanı nasıl iş yapar hale getirebiliriz?
İnsanlar kahvede daha çok, kış aylarında oturmaktadır. Bu aylar inşaatların durma noktasına geldiği, zirai çalışma yapılmadığı aylardır. Bu dönemlerde küçük ve büyük sanayi işyerleri çalışmaktadır. Sanayi açısından da bu dönem, üretilen mala talebin azaldığı dönemdir.
Kahvede oturan insanlar, küçük ve büyük sanayi alanlarında istihdam edilerek, sigortası vergisi, devletçe sürbanse edilebilir. Bu aylarda üreticiler stoka üretim yaparak, malını sattığı zaman çalışanların ücretlerini ödeyebilir. Veya işçiliğin az bir kısmını, işçinin çalıştığı aylarda ödenebilir.
Üretici bu aylarda, sadece ham maddeyi satın alacak; geri kalan ücretler malın satılmasından sonra ödenecektir.
İnsanlar kahvede boşa oturacağına, sonradan ödenecek ücret karşılığı, karın tokluğuna, sigortası ödenerek çalışma yapabilir. Bu durum, üretilen malın pazarlaması aksamadan sağlanırsa, her iki taraf açısından verimli hale gelir.
Bundan ülkemizde, insanlarda katkı sağlar.
Boş oturacağımıza, bir şeyler üretmenin gayreti içinde olmalıyız. Bilmiyorsak öğrenmeli, kamu da yetkili olanlar görevlerini iyi yaparak, halkı bilinçlendirmelidir.
Yurdumuzda ihtiyacın üzerinde; mühendis, tekniker, teknisyen, işletmeci, endüstri mühendisi bulunmaktadır. Bunlar yeterince görevlerini yapmadıkları, halkı aydınlatıp yol göstermedikleri için arzu edilen gelişmeler olmamaktadır.
Sorunlarımızı çözebilmek için, milli bir seferberlik ilan etmeliyiz. Herkes işin bir uçundan tutmalı, yurt kalkınması için görevini, tam manası ile yerine getirmelidir.
Her bölgenin; unutulmaya yüz tutmuş ürünleri, yöresel imalatları, meyveleri, yemekleri, folkloru vardır. Bunlar yeniden üretilip, hayata geçirilebilir.
Kazılar yapıp, yer altından tarihi eser ararken, yerin altına girmeden unutulmaya yüz tutmuş ürünlerimizi, eserlerimizi yeniden canlandırabiliriz.
Mürdüm eriğini, çatal kara üzümünü, misket elmasını, mahman armudunu yine yetiştirebiliriz.
Yeşil badem yahnisini, dünür aşını, incir dolmasını yemek menümüze ekleyebiliriz.
Çarığı, çapula yı, mes’i, potini, kabaralı kundura’yı giyme sek’te vitrinimizin bir köşesine koyabiliriz, turistlere satabiliriz.
Üretim yaparken kara düzen değil, gelişmiş teknoloji ve teknikleri kullanarak üretim yapmalıyız.
Her yörenin kendisine özgü hammadde kaynakları var. Bu hammaddeler, hammadde olarak değil, işlenilerek mamul madde olarak pazara sunulmalıdır.
Üretimde hedeflenen pazar iç pazar değil, ihracat yapmak olmalıdır. Bu imalatın kalitesini artıracak, sıradan bir ürün olmamasını sağlayacaktır.
1970 yıllarında ülkemizde 3600 tane ithalat- ihracat firması vardı. Bunlarında % 90 yakını, ülkemizde bulunan gayri Müslimlerin firmalarından oluşuyordu.
Rahmetlik Turgut Özal bu memlekete ticaret yapmayı, ithalat- ihracat yapmayı öğretti. Anadolu’nun en ücra köşelerinden üreticiler, ürettiklerini ihraç edebilmek için eline valizini alıp, yurt dışına çıktılar. Uğraşıp, didindiler. Ülkemizin yıllık 115 milyar Amerikan doları tutarında ihracatı bulunmaktadır.
Bu potansiyel gelişen üretim ile daha çok büyüyebilir, çeşitlenebilir.
Yapacak o kadar çok işimiz var ki. İşin bir ucundan tutup, yeniden seferberlik ruhu ile işe başlamamız gerekiyor.
Mustafa Yolcu
KÖPEĞİN TASMASI
İskilip’te demirciler çarşısının, kaleye bakan tarafında simitçi dükkânı, onun yanında da kahvehane vardı.
Ortaokulda okuduğumuz yıllarda, arkadaşlar ile çarşıda dolaşırken yolumuz demirciler çarşısına düştü. Simitçinin yanında bulunan kahvede oturmak âdetimiz değildi. Ama o gün simitçiden taze simit alıp, kahvehanenin önüne oturup, çay ile simit yemeyi kararlaştırdık.
Aslen Çorumlu olan simitçi o zamanlar fırının da; simit, tatlı maya, kurabiye üretirdi. Ürünlerini sokakta gezen simitçiler ile ekmek fırınları satardı. Tatlı maya dediğimiz, üzeri yumurtalı, ağza biraz tat veren çörekti. Onun kokusunu tadını hala özlüyorum.
Küçüklüğümüzde sokakta simit satan, sonra okuyarak, ticarete atılarak iyi yerlere gelen hemşerilerimiz var.
Simitçiden aldığımız taze simitler ile kahvehanenin önünde bulunan, alçak hasır iskemlelere oturduk. Çaylarımızı ısmarladık. “Taze çay birazdan çıkacak” dedikleri için, çayı beklemeden simitleri yemeye başladık.
Yanımızdaki masada Ulaştepe mahallesinden bir büyüğümüz oturuyordu. Biz kendi aramızda sohbet ederken, konuşmamıza oda katıldı. Bize bir zamanlar yaşadığı bir olayı şöyle anlattı.
-”1940- 1950 yıllarında belediye tarafından toplanan hayvan vergisi vardı. Evlerde bulunan inek, keçi, at, eşek, köpekten vergi alınırdı.
Benim evimde, yıllardır baktığım köpeğim vardı. Belediye görevlileri benim köpeğimin de tespitini yaparak, ona vergi salmışlar. Köpek ile ilgili vergi tebligatı bana ulaşmıştı.
Köpeğe vergi vermek ağırıma gidiyordu. Bu köpek evimizi bekliyor, kıra bayıra giderken bizimle geliyordu. Evde soframızdan artanları yer, bize yüklüğü olmazdı.
Köpek vergisinden kurtulmanın yolunu ararken aklıma bir fikir geldi.
Köpeğin tasmasını alarak Belediye Başkanı’nın makamına çıktım.
—Başkanım sizin görevlileriniz benim köpeğimi zehirlemişler. Köpeğin ölüsünü götürüp, tasmasını atmışlar dedim.
Başkan- Ne köpeği, ne zehirlemesi benim haberim yok. Dedi.
Bende “ Bilmiyorum başkanım, işte köpeğimin tasması. Ama köpeğim yok. Benim köpeğimi bulun.” Dedim.
Başkan başını bir o yana, bir bu yana büktü. Köpek vergisine bakan görevliyi çağırarak “ Bunun köpeğini vergiden düşün.” Diye talimat verdi.
Sonrada bana dönerek “ Vergisi düştü, köpeğini de sen bul. “ Dedi.
Başkana teşekkür ederek yanından ayrıldım.
-“Yeğenlerim ben cahil birisiyim ama o kadar çok şey görüp yaşadım ki. Ah bir kalem olsa da benim söylediklerimi yazsaydı.” Dedi.
Bu anlatılanların yazılı hale gelmesini, bizden sonra gelen nesillerin bunları okumasını öğrenmesini istiyordum. Yıllar sonra aklımda kaldığı kadarı ile o günleri sizler ile paylaşıyorum.
Mustafa Yolcu
Ortaokulda okuduğumuz yıllarda, arkadaşlar ile çarşıda dolaşırken yolumuz demirciler çarşısına düştü. Simitçinin yanında bulunan kahvede oturmak âdetimiz değildi. Ama o gün simitçiden taze simit alıp, kahvehanenin önüne oturup, çay ile simit yemeyi kararlaştırdık.
Aslen Çorumlu olan simitçi o zamanlar fırının da; simit, tatlı maya, kurabiye üretirdi. Ürünlerini sokakta gezen simitçiler ile ekmek fırınları satardı. Tatlı maya dediğimiz, üzeri yumurtalı, ağza biraz tat veren çörekti. Onun kokusunu tadını hala özlüyorum.
Küçüklüğümüzde sokakta simit satan, sonra okuyarak, ticarete atılarak iyi yerlere gelen hemşerilerimiz var.
Simitçiden aldığımız taze simitler ile kahvehanenin önünde bulunan, alçak hasır iskemlelere oturduk. Çaylarımızı ısmarladık. “Taze çay birazdan çıkacak” dedikleri için, çayı beklemeden simitleri yemeye başladık.
Yanımızdaki masada Ulaştepe mahallesinden bir büyüğümüz oturuyordu. Biz kendi aramızda sohbet ederken, konuşmamıza oda katıldı. Bize bir zamanlar yaşadığı bir olayı şöyle anlattı.
-”1940- 1950 yıllarında belediye tarafından toplanan hayvan vergisi vardı. Evlerde bulunan inek, keçi, at, eşek, köpekten vergi alınırdı.
Benim evimde, yıllardır baktığım köpeğim vardı. Belediye görevlileri benim köpeğimin de tespitini yaparak, ona vergi salmışlar. Köpek ile ilgili vergi tebligatı bana ulaşmıştı.
Köpeğe vergi vermek ağırıma gidiyordu. Bu köpek evimizi bekliyor, kıra bayıra giderken bizimle geliyordu. Evde soframızdan artanları yer, bize yüklüğü olmazdı.
Köpek vergisinden kurtulmanın yolunu ararken aklıma bir fikir geldi.
Köpeğin tasmasını alarak Belediye Başkanı’nın makamına çıktım.
—Başkanım sizin görevlileriniz benim köpeğimi zehirlemişler. Köpeğin ölüsünü götürüp, tasmasını atmışlar dedim.
Başkan- Ne köpeği, ne zehirlemesi benim haberim yok. Dedi.
Bende “ Bilmiyorum başkanım, işte köpeğimin tasması. Ama köpeğim yok. Benim köpeğimi bulun.” Dedim.
Başkan başını bir o yana, bir bu yana büktü. Köpek vergisine bakan görevliyi çağırarak “ Bunun köpeğini vergiden düşün.” Diye talimat verdi.
Sonrada bana dönerek “ Vergisi düştü, köpeğini de sen bul. “ Dedi.
Başkana teşekkür ederek yanından ayrıldım.
-“Yeğenlerim ben cahil birisiyim ama o kadar çok şey görüp yaşadım ki. Ah bir kalem olsa da benim söylediklerimi yazsaydı.” Dedi.
Bu anlatılanların yazılı hale gelmesini, bizden sonra gelen nesillerin bunları okumasını öğrenmesini istiyordum. Yıllar sonra aklımda kaldığı kadarı ile o günleri sizler ile paylaşıyorum.
Mustafa Yolcu