4 Haziran 2011 Cumartesi

ŞİRANLI MUSTAFA EFENDİ


ŞİRANLI MUSTAFA EFENDİ
Asırların Emsalini Nadiren Yetiştirdiği Büyük Velî

H A Z I R L A Y A N
Ahmet Hamdi Ertekin
Emekli Vaiz


GİRİŞ

Asırların emsalini nadiren yetiştirdiği büyük velilerdendir. Zülcenahayn alimlerden, kâmil mürşitlerdendir. Engin ilmi, zengin feyzi, örnek takvası ile çok kimseleri irşat etmiştir. Kerameti açıktır. Yakın tarihimizin ünlü şeyhlerindendir. Orta Anadolu'yu kapsayan geniş irşat hizmetleri vardır.

Fakat ne acıdır ki, hayatı hakkında henüz yazılmamış, kulaktan kulağa gelen bilgiler de unutulma safhasına girmiştir. Bilinenler yazılmazsa bu büyük zatın hayatı, hizmetleri, irşat ve kerametleri unutulup gidecektir.

İşte bu yazı dizisi, bu kâmil mürşidi tarihe kazandırmak maksadı ile yazılmıştır. Yazdıklarımız büyüklerimiz arasında tevatür haline gelen bilgilerden kaynaklanmaktadır. Yanlış veya eksiklerimiz varsa bilenler tarafından düzeltilmesini hassaten rica ediyorum.

DOĞUMU ÇOCUKLUĞU VE TAHSİL HAYATI

Şeyh Efendi, takriben H.1254 (1839) tarihinde Şiran'ın Sarıcalar köyünde doğmuştur. Hamile olan annesinin, aile efradıyla birlikte yaylaya çıkarken bir dere içerisinde doğum yaptığı ve o derenin nurla dolduğu rivayet edilir.

Çocukluğunda kendi davarlarını güdermiş. Akşam davarları eve getirdiğinde hemen abdest alır, kendi odasına çekilir, namazla, niyazla meşgul olurmuş. Babası dindar bir kişi olduğu için oğlunun bu haline çok sevinir, onu teşvik ve takdir edermiş.

4 yaşında iken okumaya başlamış, 14 yıl kadar köyünde tahsilini devam ettirmiştir. 18 yaşında iken kendi köyünden Güllü adında bir kızla nişanlamak istemişler, "Bunu ilim tahsilinden sonra düşünürüz" tarzında bir ifade ile babasını kırmadan bu işi reddetmiştir. Uzun gençlik yıllarını alan ilim tahsilinden sonra aynı kızla evlenmiştir.

Tokat'ta tahsiline devam etmek için babasından izin almış, orada tuvaletin bitişiğinde bir odada tahsile başlamak zorunda kalmıştır. Kısa zamanda derslerindeki başarısı dikkati çekmiş, diğer talebeler müzakere için kendi odalarına davet etmeye başlamışlardır. İlim ayağa gitmez diyerek talebeleri kendi odasına çağırır, müzakere orada yapılırmış. Sonradan kendisine en uygun odayı tahsis etmişlerdir.

Tokat'taki tahsili 4 yıl devam etmiş, sonra hocasının tensibiyle Uşak'a gönderilmiş, iki yıl kadar da Uşak'ta tahsil yapmıştır. Zahiri ilimleri ikmal edip icazet aldıktan sonra "Heybenin bir gözünü doldurduk, öbür gözü boş kaldı" diyerek tasavvufa olan meylini ortaya koymuştur.

Uşak'taki hocasının isteği üzerine Mekke'de ikamet eden Dağıstanlı Şeyh Yahya hazretlerine intisap etmek üzere Mekke'ye gitmiştir.

Mekke-i Mükerreme'de konaklayacak bir yer bulamadığı için Mualla Kabristanı'nda iki mezar arasında yatmaya mecbur kalmış, yorgunlukla derin bir uykuyu daldığı sırada birisi, kendisini uyandırarak, Şeyh Yahya Efendi'nin tekkesine götürmüştür.

Tekkede müritlerin çokluğu yüzünden kimse kendisiyle ilgilenmemiş, kim olduğu, nereden, niçin geldiği sorulmamıştır. Böylece aradan aylar geçmiş, Efendi tam bir sabır ve teslimiyetle neticeye intizar eder olmuştur.

Müritlerin dağıldığı bir sırada Şeyh Yahya Efendi, Yemenli arkadaşı ile birlikte Hacı Mustafa Efendi'yi huzura kabul edip "Artık zamanı geldi, kuru kalabalık dağıldı" diyerek, bu sadakatli müritlerine feyiz kanallarını açıvermiştir.

Nakşî tarikatının yetiştirme metotlarından olan sülûk ve riyâzât usulleri tatbik edilmiş, bu ihlâslı ve kabiliyetli müritler tasavvuf yolunda büyük merhaleler katetmişlerdir.

Tekkede kaldıkları bu süre içinde yemeklerde haram şüphesi olabilir düşüncesiyle Mekke dağlarında ot yemek suretiyle takvânın zirvesine ulaşmışlardır. 7 yıl devam eden böyle mükemmel bir tahsil ve terbiye neticesinde kalp gözleri açılmış, kâmil mürşit olabilecek olgunluğa ulaşmışlardır.

Şeyh Mustafa Efendi'nin Yemenli arkadaşının adı da Mustafa imiş. Mürşit mertebesine ulaşmış üçüncü bir arkadaşlarının bulunduğu, Pakistanlı sanılan bu zatın adının da Mustafa olduğu bilinmektedir.

Şeyh Yahya Efendi, yetiştirdiği bu 3 Mustafa'nın irşat yerlerini tayinde müşkülatla karşılaşmış, sonunda şöyle bir çare bulmuş: "Üçünüz birlikte Medine'ye gideceksiniz, Ravza-i Mutahhara üzerine 3 boş kâğıt koyacaksınız, kağıtlara ne yazılırsa ona göre hareket edeceksiniz"

Şeyh Mustafa Efendi'nin kağıdına Anadolu, Çorum; Pakistanlı Mustafa Efendi'nin kâğıdına Hindistan, Yemenli'nin kâğıdına da Medine yazılmış. Böylece Peygamber Efendimizin manevi işaretleriyle görev yerleri tespit edilmiştir.

Şeyh Mustafa Efendi, çok sevdiği Medine-i Münevvere'den pek ayrılmak istemiyor, verilen görevi de yerine getirmek zorunda kaldığı için, Peygamber Efendimizden huzuruna tekrar kabul edilme dileğinde bulunuyor. Buna dair mânevî işaret aldıktan sonra vapurla İstanbul'a dönmek üzere Cidde'ye hareket ediyor.

Bir fakir derviş kılığında gemiye biletsiz olarak biniyor. Bilet kontrolü esnasında, biletsiz olduğu görülerek gemiden indiriliyor. Hareket saati geldiğinde geminin hareket edemediği hayretle görülüyor. Herhangi bir arıza olup olmadığı araştırılıyor. Arıza bulunamıyor. Sonunda gemiden indirilen derviş akla geliyor. Sıkı bir aramadan sonra bir mescitte derviş bulunuyor. Hürmetle gemiye alınıyor. Böylece Efendi'nin kerameti ortaya çıkıyor, kendisine "Gemiyi Durduran Kara Şeyh" lakabı veriliyor.

Gemi tehirli kalkmasına rağmen normal zamanından daha önce İstanbul'a varmış oluyor. Geminin kaptanı, Şeyh Efendi'nin büyüklüğünü anlıyor, bunu Sultan Abdulhamid'e bildiriyor. Padişah, Efendi Hazretleri'ni huzura kabul ediyor. Şeyhülislâm'ın başkanlığında toplanan ünlü alimler arasında 26 mesele üzerinde münazara yapılıyor. Sigaranın haramlığı da dahil, Efendi'nin görüşleri takdirle karşılanıyor.

Padişah, Şeyh Efendi'ye huzurda kalmasını ısrarla teklif ettiği halde, Efendi bunu nezaketle reddediyor. Sultan'ın verdiği altınları kabul ettiğini, fakat Hazine'ye iade ettiğini söylüyor.

İstanbul'dan hareketle Çorum'a geliyor. Mekke'de iken tanıştığı zengin bir zat tarafından Çorum'da ilgi görüyor. Tekke açmak suretiyle irşat görevine başlamış bulunuyor.

Orta Anadolu'yu kapsayan geniş bir irşat faaliyetine girişmiş oluyor. Zahiri ilimlerin yanında, Nakşî tarikatını da yaymaya çalışıyor.

İlmi, irfanı, ihlâsı sayesinde çok başarılı bir irşat hizmeti veriyor. Tekkesi ziyaretçilerle dolup taşıyor. Müritlerinin sayısı bilinmiyor.

Tekkede yenen ekmeklerin daha helal olmasını sağlamak için özel bir yel değirmeni yaptırdığı, ekinlerin burada öğütüldüğü söyleniyor.

Böyle sıkı bir çalışma neticesinde 366 tane halife yetiştirdiği, her birini ayrı ayrı yerlerde görevlendirmek suretiyle hizmet sahasını genişlettiği bilinmektedir. Bu halifelerden en sonraya kalan Niksarlı Hacı Ahmet Efendi 1334 (1919) tarihinde vefat etmiştir.

İskilip'teki halifeleri de meşhur Hacı Ömer Efendi'dir. Hacı Ömer Efendi, Köprübaşı Camii yanında açtığı medreselerde zahiri ilimlerin yanında Kıraat ilmi de okutmuş, İskilip'te kıraat ilminin yerleşmesini sağlamıştır. Ayrıca Nakşî tarikatı üzerinde çok verimli çalışmalarda bulunmuştur. Bu tarikatın halkımız üzerindeki müspet neticeleri ve çok faydalı tesirleri hâlâ görülmektedir.

EVLİLİK HAYATI VE ÇOCUKLARI

Efendi Hazretleri Mekke-i Mükerreme'den dönünce Şiran'a uğramış, babasının nişanlamak istediği Güllü Hanım'la evlenmiştir. Bu evlilikten Hacı Abdullah Efendi ile Hafız Mehmet Nuri Efendi olmuştur. Bu iki zaatın çok kıymetli menkıbeleri anlatılır. Hele Hafız Efendi'nin ilmi ve kerametleri hakkında çok şeyler söylenmiştir.

İskilipli Emine Hanım'la olan evliliğinden Hacı Hilmi Efendi ile Hacı Faik Efendi dünyaya gelmiştir. Hacı Faik Efendi, babasının ilim, ahlak ve tarikatını Çorum ve İskilip'te uzun zaman yaşatmış, hayırlı bir evlat olduğunu ispat etmiştir.

Hacı Mustafa Efendi'nin Çorum'daki ikameti esnasında Tokat ve Afyon'la da sıkı ilişkisi olduğu anlaşılmaktadır. Tokatlı Valide ile evlenmesi bu tezi doğrulamaktadır.

Tokatlı Valide, merhum bir paşa hanımıdır. Oldukça zengin ve itibarlıdır. Tokat'ın zenginlerinden aldığı bütün evlenme tekliflerini reddetmiştir. Önce Efendi Hazretleri'nin teklifini de kabul etmemiş, sonradan kendisi talip olmuştur.

Zifaf gecesi lüks bir yatak hazırlanmış, fakat Efendi Hazretleri bu yatağı katlayarak, başını yatağa koymak suretiyle kuru yerde yatmıştır. Bunu gören ferasetli Valide Hanım da Şeyh Efendi'nin ayaklarına başını koymak suretiyle yerde yatmayı tercih etmiştir.

Valide Hanım, sabahleyin ne kadar altın ve ziynet eşyası varsa hepsini Efendi'nin önüne koymak suretiyle bunları kendisine bağışladığını söylemiştir. Şeyh Efendi bu altınların bir kısmı ile o civarda çok lüzumlu olan bir yere oldukça sağlam bir köprü yaptırmıştır.

Afyon'da da başka bir hanımla evlendiği bilinmektedir. Fakat bu konuda fazla bilgimiz yoktur.

Şeyh Efendi'nin Çorum ve çevresinde ikamet ettiği sırada 6 defa hacca gidip geldiği rivayet edilmektedir.

Bu seferlerden birinde İstanbul'da Padişah Abdulhamid tarafından saraya davet edilmiş, yanında bulunan 15 müridiyle birlikte davete icabet etmiştir.

Abdulhamid, müritlerin isim listesini istediğinde 15 kişilik listeyi vermiş, kendi ismini yazmamıştır. Abdulhamid, müritlerden her birine 15 şer altın bağışlamış, kendisine de 600 altın vermek istemiştir. Efendi Hazretleri "Bunları aldım, kabul ettim, geri hazineye bağışlıyorum" buyurmuşlardır.

Çorum'daki ikametlerinin son günlerinde dili tutulmuş, ancak Kur' anı Kerim okurken açılırmış. Bu esnada yedinci defa hacca gitmeyi düşünmüş. Tokatlı Valide ile Afyonlu Valideyi ve 4 oğlunu yanına alarak yola çıkmışlardır. Tokatlı Validenin bağışladığı altınlardan 60 altını 4 oğlu arasında eşit şekilde paylaştırmıştır.

Hac vazifesini ifa ettikten sonra Medine-i Münevvere'ye dönmüşler, çok sevdiği bu mübarek beldede ikamete başlamışlardır. Bu arada Efendi Hazretleri hastalanmış, çok arzuladığı Peygamber Şehrinde vefat etmiştir. Cennetül-Bakîa'da yeni yetişen bir ağacın dibine gömülmüştür. Vefat tarihi H.1317(1902)'dir.

3 gün sonra da Tokatlı Valide vefat ediyor, çok sevdiği Efendisinin yanında kalma bahtiyarlığına eriyor. Geriye kalan aile fertleri üzüntü içinde Türkiye'ye dönüyorlar

----------------------- Aşkınla inşa eyledim,
Dostun kûyüne hanemi
Esmâü hüsna çevresi
Taştan cidarı neylerem.

Yandım tecelli nûruna
Mûsâ gibi hayretteyim
Cûru dilim sadpâredir
Artık şerân neylerem.

Göçtüm diyarı dilbere
Dönmem dahi ben Şiran'a
Uçtum özel sahrasına
Yerde karan neylerem

Şiirde geçen bazı kelimelerin açıklaması:

GÜLZAR: Gül bahçesi, LÂHUT İLİ: Cenabı Hakka mahsus yüce makam, HÂK: Toprak, KEŞTÜ-GÜZAR: Geçiş gemisi, ŞEB: Gece, LEYL: Gece, NEHAR: Gündüz, AĞYAR : Yabancılar, BİGÂNE: Yabancı, CÂNAN : Sevgili, VAHDET: bir KESRET : Çokluk, DİL: Gönül, MUTMAİN: Huzurlu, HAVF: Korku, RECA: Ümit, GUBAR: Toz, ZAHİD: Dünyadan yüz çeviren, BEHİŞT: Cennet, ŞİKÂR: Av, NİGÂR: Güzel sevgili, KÛY: Köy, ESMÂÜ-HÜSNA: Cenabı Hakkın güzel isimleri, CİDAR: Duvar, CÛRİ-DİLİM: Dolu gönlüm, SAD PARE: Yüz Parça, ŞİRAR: Kıvılcım.

Münacâtlarından şu iki kıtayı da teberruken alıyorum. Bu da şiirdeki maharetinin bir başka örneğidir:

Seherde kölendir bu dertli ârif,
Halleri sana malum, istemez tarif,
Dertlere dermandır İhlası Şerif,
Hürmetine bizi affeyle Allahım.

Günahım çoktur eyleme tâzir.
Şiranlı hacıyım, cevherim hâzır.
Gam dükkânım açtım, pirimdir Hızır.
Hürmetine bizi affeyle Allah'ım.

KERAMETLERİ

18 yaşlarında iken, kendinden iki yaş küçük kız kardeşi ile ormana odun getirmeye gitmişler. Kağnı ve öküzleri ayrı ayrı yerlerde bırakarak, kendileri başka tarafa gitmişler.

Kız kardeşinin bir an önce odunları hazırlayalım diye ısrar etmesine aldırmadan, ormanda bir hayli dolaşmışlar. Sonunda kağnının odunla yüklü vaziyette sefere hazır olduğunu hayretle görmüşlerdir. Mustafa Efendi, kız kardeşine, "Bu sırrı ifşa edersen bir daha beni göremezsin" diye çok sıkı bir tembihle kerametinin gizli kalmasını istemiştir.

Odun getirme işi böyle devam ederken, babaları da bunda bir başkalık olduğunu fark etmiş, "Sizin getirdiğiniz odunlar başkalarının getirdiğine benzemiyor, siz bunları hangi ormandan getiriyorsunuz?"diye soruşturmaya başlamış, kız kardeşi kerameti açıklamak zorunda kalmıştır. Bunun üzerine Mustafa Efendi, tahsilini ikmal etmek bahanesiyle köyünden ayrılmıştır.

Mekke'deki 7 yıllık tahsil ve irşat dönemi sonunda görev yerinin Ravza-ı Mutahhare'ye bırakılan boş kâğıda yazılması, Cidde'de, gemiden indirildiği zaman geminin hareket edemeyişi de ilk kerametlerindendir.

Gemi ile İstanbul'a geldiği zaman, karaya çıkmak üzere iken denize düşüyor, suya batmadan denizin yüzünde durduğu gözleniyor. Türkiye'deki ilk kerameti böyle başlıyor. Bu durum Sultan Abdulhamid'e arz ediliyor.

Çorum'da irşat görevine başlayınca sigara içen birisi izin almak istiyor. Sigarayı bırakmak şartı ile izin veriliyor. Ormana odun kesmeye giden tiryaki mürit, bir ağacın oyuğunda sigarasını yakıyor, şeyhim beni nereden görecek diyerek bu işin gizli kalacağını sanıyor. Şeyh Efendi'nin huzuruna geldiğinde "Sen kör Şeyhe mi hizmet ediyorsun, niçin sözünde durmadın, ağacın kovuğunda sigara içtin?" diye azarlanarak müritlikten kovuluyor. Adam köyüne giderken yolda ölüyor. Cenazesi tekkeye getirilmeden önce Efendi, suyunu ısıtıp cenazenin getirilmesini bekliyor.

Halifelerinden birini, Koyulhisar'dan Şiran'a kadar olan mıntıkadaki müritlerini kontrol için görevlendirir. Halife'nin yolu Şiran civarında 300 haneli bir Alevî köyüne uğrar. Köy odasında misafirken oraya Dede gelir, Halife'yi görünce kızar, yakılmasını ister. Şeyh Efendi bu sırada Çorum'da tekkede müritleriyle akşam yemeği yemektedir. Murakabe esnasında Halife'nin durumuna vakıf olur, yemek sahanının kapağını siniye vurur. Halifeye kötülük etmek isteyen Dedenin başının yarıldığı, kanların aktığı görülür. Bu kargaşadan yararlanan Halife köyden kaçar.

Şeyh Efendi yemekten sonra siniyi tersine çevirir. Bu esnada köyün üzerindeki dağ kayarak köyü yerle bir eder. Bu manzaraya o akşam köyden ayrılan bir adam da şahit olur. Sonunda tövbe ederek itikadını düzeltir.

Halife Çorum'a döndüğünde Şeyh Efendi, kendisinden bilgi almak ister. Halife olup bitenleri anlatır. Şeyh Efendi, "Bir daha dikkatli ol da beni bir sahan kapağına minnet ettirme" der.

İskilip'e geldiğinde Hindoğlu Emin Efendi düğün yemeğine davet eder. Şeyh Efendi, pirinç, yağ gibi yemek malzemesini kendi yanından vermek suretiyle kendisine özel yemek yapılmasını ister. Ancak bu şartlar altında davete icabet edebileceğini söyler. Yemek pişirenler, Şeyh nereden görecek diye gelen malzemeyi diğerlerine karıştırarak yemeği hazırlarlar. Şeyh Efendi davete geldiğinde önüne getirilen yemeği görünce, ev sahibinin yüzüne hışımla bakar, adam çarpılmış gibi olur, son derece utanır. Şeyh Efendi bir şey yemeden evi terk eder.

İskilip'in Ulaştepe mahallesinden Koca Osman adında bir zat Çorum'la İskilip arasında postacılık yaparmış. Bazı seferlerde İskilip'ten Şeyh Efendi'ye gönderilen hediyeleri de götürürmüş. Şeyh Efendi, Koca Osman'ı sefer kıyafetiyle kabul eder, çok iyi karşılarmış. Sen tiryakisin, sigara içmeden yapamazsın diyerek huzurunda sigara içmesine bile izin verirmiş. Böylece sigarayı terk etmesini sağlamış.

Tokatlı Mustafa Hâki Efendi ile Niksarlı Hacı Ahmet Efendiler yaylı araba ile sülûk için Çorum'a kadar gelmişler. Arabadan inmeden tekke içine girmişler. Efendi hazretleri bu saygısızlığa gücenmiş, onlarla görüşmeden Tokada geri dönmelerini istemiştir.

Büyük bir üzüntü içinde geri dönen ziyaretçiler, daha sonra çarıkları giyip yaya olarak tekrar Çorum'a gelmişler. Şeyh Efendi huzura kabul ettiği Niksarlı Hacı Ahmet Efendi'ye nasıl geldiklerini sormuş. O da Şeyhimizin himmetiyle cevabını vermiştir. Şeyh Efendi, böyle gelen misafiri böyle kabul ederler diye maddi, manevi büyük ikramlarda bulunmuştur.

Suşehri'ne gidişi esnasında şehrin yakınında bir köyden geçerlerken, köylüler yollarına çıkıp köye davet etmişler. Efendi Hazretleri dönmek istemeyince, köylüler "Hiç olmazsa yeni vefat eden hocamızın kabrini ziyaret ederek mezarı başında okuyuverin" diye ısrarda bulunmuşlar. Efendi Hazretlerinin cevabı şöyle olmuş: "Sigara içerek vefat eden hocanızın kabrinden hâlâ dumanlar çıkıyor. Benim ziyaretimin ona bir faydası dokunmaz."

Suşehri'ne vardıklarında şehir eşrafından Hatip Efendi, Şeyh Efendi'yi evinde misafir etmek istemiş. Şeyh Efendi, Hatip'in hanımının namaz kılmadığını söyleyerek bu daveti kabul etmemiş, hana inmiştir.

Merhum dedem Emin Hafız Efendi, vefat eden ağabeyi Yakup Efendi'nin dul eşi Ayşe Hanım'la evlenmek istememiş. Bütün ısrarlara rağmen bu teklifi kabul etmemiş. Durum Şeyh Efendiye arz edilmiş. Efendi Hazretleri, Emin Hafız Efendi'ye, Levh-i Mahfuz'u göstererek, "Senin bundan başka nasibin yoktur" diye ikna etmiştir.Şiranlı Şeyh Efendi'nin Hacc için Hicaz'a gittiğini, Medine'de hastalandığını, hastalık ağırlaşınca Osmanlı Birlikleri komutanına, kendisini Baki' Mezarlığı'na defnetmesini vasiyet ettiğini anlatırdı. Vefat ettikten sonra yıkanıp kefenlenen bu mübarek zatın Baki'a mezarlığına defnedileceğini öğrenen Araplar itiraz ederler, iş ciddi boyutlara ulaşır. Netice olarak komutan: - Ben bu zatın vasıyyetini silah zoruyla da olsa yerine getiririm. Fakat gelin bir anlaşma yapalım. Ben vasiyet gereği onu istediği yere kadar götüreyim, siz de oradan alın, canınızın istediği bir yere defnedin, der. Araplar bu teklifi kabul ederler. Komutan, tabutu Baki'ye kadar getirir ve tabut yere indirilir. O zaman komutan, - Ben vasiyyetini yerine getirdim. Sen de eğer gerçekten Allah dostu bir kişi isen kendi yerini seç, der ve askerlerin geri çekilmesini emreder. Bu defa Araplar devreye girerler, tabuta sarılırlar ama bütün zorlamalar sonuçsuz kalır. - Bu adamın yeri gerçekten burası olmalı demeğe mecbur kalırlar. Baki Mezarlığı'na girdikten sonra sola doğru dönen yolda on beş, yirmi adım ilerlendiğinde Şiranlı Şeyh Efendi'nin kabrine gelinmiş olacaktır. Mezarı yolun solundadır."*

Şeyh Efendi'nin kerametlerinden biz ancak bu kadarını tespit edebildik. Başka kerametlerini bilenlerin bize anlatmalarını rica ediyoruz.

Merhum Dedem Emin Hafız Efendi'nin "Hatemül Evliya" dediği ve son derece bağlı kaldığı Şeyh Hacı Mustafa Efendi'ye Yüce Mevla'dan rahmet niyaz eder. Cenabı Hakkın bizleri, şefaatlerine nail kılmasını dileriz.

ARŞİV İSKİLİP'İN SESİ
YIL:2 SAYI:27-28-29-30-31-32 06.11.1988-09.02.1989

31 Mayıs 2011 Salı

HAYAT DERSİ

HAYAT DERSİ

İskilip’te Pirinç Pazarında dükkânımız vardı. Babam hasta olduğu için, dükkânı açamıyordu. Okuldan fırsat buldukça, tatilde dükkâna ben bakıyordum.

Dükkânın önünde, hasır iskemlede otururken; babamın arkadaşı Osman emmi dükkâna geldi. Kendisine iskemle verdim oturdu. Kendisi ile sohbet ediyorduk.

Osman emmi; kendisi ile aynı mahalleden olan, iflas ettiği için sinirsel rahatsızlık geçirmiş, Ahmet emminin geldiğini gördü. Ahmet emmi dükkânın önünden geçerken-“ Lan Ahmet, sana verdiğim çuvallar nerde? Bana lazım. Onları hemen gönder.” Dedi. Ahmet emmi cevaben- “ Veririm lan çuvallarını, yemedim ya.” Dedi. Osman emmiye hiç bakmadan yoluna devam etti.

Ahmet emmi dükkânın önünden uzaklaştıktan sonra, Osman emmiye-“ Bu ne çuvalı?” diye sorduğumda- “Kendisine ceviz satmıştım. Cevizin çuvalları.” Dedi. “Cevizin parasını aldın mı” diye sordum. Aldığını bildirdi.
—“ Osman emmi, cevizin parasını almışsın. İflas ettiğinden dolayı Ahmet emmi, zaten rahatsızlanmış. Yolda zor yürüyor. Keşke çuval için böyle kırıcı konuşmasaydın.” Dediğimde; olsun çuvallarımı getirsin dedi.

Aradan zaman geçti. Ahmet emmi tekrar ticaretine başladı. Para kazandı. Sermayesi tekrar eski duruma geldi. Sağlığı da düzeldi. Osman emmi ise vefat etmişti. Ahmet emmiye, yıllar önce bizim dükkânın önünde olanları anlatmış ve benimde söylediklerimi aktarmıştım.

Ahmet emmi dedi ki- “ Osman hastalandığında, çalışamaz hale gelmişti. Evinin zaruri ihtiyaçlarını bile karşılayamıyordu. Elimden geldiği kadar, evinin ihtiyaçlarını ben karşıladım.”

Hayat dersi bu işte. Mal el kiri. Bir gün yok oluyor. İnsanlık ise baki kalıyor. Düşenin dostu olmuyor. Bir tekme de görenler vuruyor. Sağlıkta gidiyor, parada bitiyor. Ama gün ola devran döne. Herkes yaptığı ile kalıyor. İyi yaptı ise, onun ile anılıyor. Kötülük yaptı ise, kötüden kurtulduk deniliyor.

İyiliğe iyilik her kişinin işi.
Kötülüğe iyilik, er kişinin işi.
Hepimiz er kişi olalım inşallah.

Mustafa Yolcu

24 Mayıs 2011 Salı

HACI FAİK EFENDİ



HACI FAİK EFENDİ

Şiranlı Mustafa Efendi; İskilip’in sesi internet sitesinde, hayatı Hamdi Ertekin hocamızca kaleme alınan, İskilipli büyük âlimlerden dir. Yurt çapında kendisine bağlı tarikat ehli insanlar bulunmaktadır.

Hacı Faik Efendi, Şiranlı Mustafa Efendinin oğlu, Abidin Şiranlının babasıdır. Evleri Hanönü camisinin yanında, Bizim evin bitişiğinde idi.

Hacı Faik Efendi, gayet mütevazı bir hayatı olan, sorulana cevap veren, İskilip ve Çorumda evi bulunan büyüğümüzdür. Evine gelen misafirleri ile sohbet eder, nasihat ta bulunurmuş. Evine gelen hanımlar da bulunduğu odanın yanındaki odada oturur, sohbeti dinlerlermiş. Evlerinde semaver takımı vardı. Gelen misafir sayısına göre büyüklükteki semaverle çay yapılır, misafirlere ikram edilirmiş.

Mahallemizde bulunan Süleyman emmi, oğlunu küçükken hafızlığa göndererek, hafız olarak yetiştirmiş. Gün gelmiş, Süleyman emminin oğlu saçlarını uzatıp, namazını kılmaz, kuran okumaz biri olmuş.

Süleyman emmi bu duruma çok üzülüyormuş. Hacı Faik Efendiye giderek- “ Faik Efendi, bizim bu çocuğun hali ne olacak.” Demiş. Faik Efendide “ Süleyman efendi su mecrasına akar. Sabredin, o kendi yerini bulacaktır.” Demiş.



Bunun üzerine Süleyman emmi oğlunun, normal bir yaşantı içine girmesini sabırsızlıkla beklemiş. Hacı Faik Efendi beş vakit namazını da Hanönü camiin de kılarmış. Süleyman emmi ikindi namazını kılıp camiden çıkarken, Faik Efendiyi görünce içinden “ Faik efendi de bizim oğlanın durumunu bilemedi. “ diye geçirmiş.

Camiden çıkıp köprüye doğru yürürken; cami duvarındaki çeşmeden, oğluna benzeyen birinin abdest aldığını görmüş. Hem yürüyor, hem de ona bakıyormuş. Başı ile takip etme mesafesi bitince, geri dönüp dikkatlice yine bakmış. Abdest alan oğlu Ömer Hafız’mış.

Doğruca Hacı Faik Efendinin evine gitmiş. Bir taraftan da; Faik Efendi hakkında içinden geçirdiği düşünceden, mahcubiyet duyuyormuş. Faik efendiye; oğlunun abdest aldığını, saclarını kestirdiğini, namaza gitmeye hazırlık yaptığını söyleyecekmiş.

Eve gidince Faik Efendi, Süleyman emmiyi ayakta karşılamış. Daha o bir şey söylemeden “ Süleyman efendi önemli olan, suyun mecrasına akmasıydı. Gözün aydın olsun. Oğlun eski haline döndü.” Demiş.Karşıdaki âlim olunca, ona söze ne gerek var. Rabbim sevdiği kullarının kalbine, ilham veriyor.

Süleyman emmi; yetiştirdiği oğlunun güzel günlerini gördü. Oğlu müftü oldu. Müftülük yaptığı yerlerde, çok güzel hizmetler yaptı.

Bu hatırayı; yaşadığımız toplumda, çocukları hakkında endişe duyan insanlara anlatırım. Önemli olan çocuklarımızı, helal lokma ile büyütmemiz, onlara inancını, Allah ve Peygamber sevgisini verebilmemizdir. Sonra da söylediklerimizi kendimizin yaşamasıdır.

Bizim çocuklarımızda, anne babasının gösterdiği yolda yürüyecek, onların istediği gibi insan olacaktır.


“ TARLAYA NE EKERSEK, GÜZ GELİNCE ONU BİÇECEĞİMİZİ UNUTMAYALIM.”



Mustafa yolcu

KANAL İSTANBUL

KANAL İSTANBUL

Her yanı tarih kokan,
Altında medeniyet yatan,
Bize olmuş vatan,
Güzel şehir İstanbul.
Yurdumuzun incisi, gerdanlığı dünya şehri İstanbul.
13 milyon kişinin yaşadığı, çağı kapatıp, yeni bir çağın başlamasına neden olan İstanbul.
Kanal İstanbul gerçekleşir mi?
İstanbul’a ne kazandırır, ne kaybettirir?
Bunun için yapılacak yatırıma değer mi?
Kanal İstanbul konusu ortaya atıldıktan sonra, bu sorular sorulup, konuşulmaya başlandı.
Keban barajının yapıldığı yıllarda, ortaokul ikinci sınıfta idim. Coğrafya dersi hocamız derste Keban barajı konusunu açarak dedi ki:
- “ Çocuklar Keban barajına öyle bir para harcanıyor ki, bir liraları üst üste koyup, bir metre yüksekliğe getirseniz, Türkiye’nin etrafını 1,5 kere dönersiniz. Elektrik üreteceklermiş. Ürettikleri bu kadar elektriği ne yapacaklar. Toprağa mı verecekler !”
Daha sonra Keban’ın iki katı kapasitede Atatürk barajı yapıldı. Başka barajlar yapıldı. Mevcut elektrik ihtiyacımızın, hidroelektrik santrallerden ancak % 40 karşılayabilir durumdayız.
İlk boğaz köprüsü yapıldığında, entellerimiz köprüye karşı çıktı. Şimdi ise bu köprüleri kullanmakta beis görmüyorlar.
Süveyş kanalı yapıldığında da, buna karşı çıkanlar olmuştur. Panama kanalına da karşı çıkmışlardır. Şimdi ise bu kanallar, oraların olmazsa olmazı durumundadır.
Cenabı Allah İstanbul’a İstanbul boğazını bahşetmiş. Kıyılar boğaz akıntısına göre oluşmuş. Betonu yok, demiri yok ama yüz yıllardır; büyük aşınma göstermeden kıyılar kendisini korumuş.
Boğazın altından zehirli gaz çıkmamış. Karadeniz’den gelen akıntı, Marmara denizinin doğal dengesini bozmamış.
Ama artık bu boğaz 13 milyonluk İstanbul’u, günlük 350 gemi geçiş talebini karşılayamaz duruma gelmiştir. Boğaza gelen gemiler bir gün beklemeden sonra, ancak geçiş yapabiliyorlar.
Boğazdan geçen gemiler, İstanbul için büyük bir tehlike oluşturuyorlar. Kılavuz kaptan almadan geçerek, her yıl birçok kazalara neden oluyorlar. Bütan gaz yüklü bir gemi düşünün. Boğazdan geçişi sırasında, bünyesinde oluşan sızıntı ile gemi infilak ederse! İstanbul ne hale gelir? Atom bombası tesiri yaratır. İstanbul un yerinde yeller eser.
Bu sebeple; emniyetli gemi geçişinin sağlanabileceği, yeni kanal büyük ihtiyaç olmuştur. Tabi ki bu kanal düşüncesinin, iyi bir etüde, projeye ihtiyacı var. Bu konuda dağarcığında bilgisi olanlar, bildiklerini ortaya koyup, uyarı vazifelerini fikir üretme vazifelerini yerine getirmelidir.
Bir düşüncenin, birçok çözüm yolları ortaya çıkabilir. Bölgenin nüfus yoğunluğu en az tutularak, rekreasyon ağırlıklı planlama yapılmalıdır. Kanal İstanbul’un çevresi İstanbul’un Walt Disney’i Olabilir.
Kanalın iki yakasını birleştiren ulaşım yollarının, mevcut yolların dışında; ihtiyaç olacak talepleri nazara alarak planlanmalıdır.
Dünya şehri haline gelen İstanbul’un ihtiyaçları hızla artmaktadır. İstanbul boğazının altından tüp geçişler yapıldığı gibi, kanal İstanbul’un altından metro, tren yolu, içme suyu isale hatları, alt yapı galerisi inşa edilebilir. Bunların hesaplaması yapılırken 30 yıl sonraki nüfusa göre değil, 100 sene sonraki nüfusa göre hesaplama yapılmalıdır.
Kanal İstanbul konusunda düşünen beyinlerin düşünmesi, bildiği varsa ortaya koyması, gerekmektedir. Bu tarihi bir teşebbüstür. Geleceğin Süveyş kanalı, panama kanalıdır. Ev yapanla evlenene Allah yardım edermiş. Çağ kapatıp, yeniçağı açan şehirde, bu kanal “ Yeni bir çağın açılmasına neden olacaktır.”

Mustafa Yolcu

17 Mayıs 2011 Salı

İSKİLİPLİ YOLCU: YENİ DÜNYA DÜZENİ

İSKİLİPLİ YOLCU: YENİ DÜNYA DÜZENİ

YENİ DÜNYA DÜZENİ

YENİ DÜNYA DÜZENİ

Yenidünya Düzeni’nin temelini, Avrupalı zengin Lord Rothschıeld ile Amerikalı zengin Davıd Rockefeller 29 Temmuz 1921 yılında ortaya atarak, CRF diye bilinen “Amerikan dış ilişkiler Konseyi’ni” kurmuşlardır.

Yenidünya düzeni söylemini 1991 yılında, Amerika’nın ırak’a saldırısından sonra duymaya başladık. Bu kavramların savunucuları, "sınırlar kalkıyor, dünya küçülüyor, artık herkes istediği yerde, istediği gibi çalışabilecek." diye yutturmuşlardı. Sonunda gördük ki, sınırları kalkan, ekonomik özgürlüğünü elde edemeyen ülkeler oldu. Amerika ve Avrupa ülkelerinin sınırları; daha çok kapandı! Amerika’ya gidebilmek insanlara azap verir hale geldi.

Rothshıld sülâlesi, Amerikan merkez bankası diye bilinen “Federal Reserve Bank’ın” hisselerinin çoğunun sahibidir. Bu banka A.B.D. devletinin değil, banka sahiplerine ait bir kuruluştur. Yani Rothschıld Amerika'yı hem dışarıdan, hem içerden idare ederler.

CFR'nin amacı ise, çeşitli mason derneklerinde toplanmış olan, seçkinlerin ve zenginlerin dünya egemenliğini sağlamaktır. Milliyet, hürriyet, medeniyet bunlar için bir anlam taşımadığı gibi; demokrasi, insan hakları, özgürlük kavramları da, insanları köleleştirmek için kullandıkları "elma şekeridir”.

Kendi kıtasında Pasifik’ teki sömürgeleri ile yetinen Amerika Birleşik Devletleri, 1. Cihan Harbine katılmamasına rağmen; Osmanlı Devleti’nin savaş sonrasındaki paylaşılmasında söz sahibi olmaya çalışmıştır. A.B.D. başkanı Wilson, meşhur "milletlerin kaderlerini tayin hakkı" bildirisini yayınlayarak Türkiye topraklarında Ermenistan, Kürdistan, hatta Pontus Rum devleti kurulması için çaba göstermiştir.

ABD başkanı Wilson, özel delegesi Hause'a, "Türkiye bütünüyle ortadan silinmeli. " der! Hause da, "eğer böyle bir işlem uygulanacaksa, Türkiye galip devletler arasında paylaşılmayıp, etnik kökenli özerk yönetimler kurulmalı" tezini ileri sürer. Wilson da bunu kabul ederek, malum "Wilson Prensipleri"ni şu şekilde açıklar
Bu antlaşmanın 1. Maddesi iki ülke arasında "diplomatik ilişki" kurulmasını, 2. Madde de "Kapitülasyonların Kaldırıldığı’nı belirtiyordu. Bu antlaşma uzun süre Amerikan Senatosu'na sunulmamış, 18 Ocak 1927'de senato'da görüşülerek reddedilmiştir!

Yani, biz hâlen A.B.D. ile savaş halindeyiz! Dostluk, müttefiklik, stratejik ortaklık boş laflardır. A.B.D. ile halen barış dahi yapmadık! İşte bu yüzden Amerika Ermenileri, Kürtleri kışkırtıyor! Muavenet zırhlımızı topa tutuyorlar! Bu yüzden helikopterimizi düşürüp, Eşref Bitlis Paşa'yı şehit ediyorlar! Bu yüzden askerlerimizin başına çuval geçirip esir alıyorlar!
A.B.D. o tarihten bu yana Türkiye’yi parçalamak hedefinden asla vazgeçmemiş, yeni Türkiye Cumhuriyeti’ni 1926 yılına kadar tanımamıştır!
Dikkat edilirse, anlaşma’yı reddetmesi, "tanımadan sonradır ve âdeta tanıdığını da reddetmiştir!
İngiltere ve Fransa ise, geçmişte tümü Osmanlı Devleti’ne ait olan Arabistan yarımadasını ele geçirmişler, buraları terk ederken de bu topraklarda; 10 kadar suni devlet kurmuşlardır!

Elbette ki batılılar, bu kıymetli toprakların ve insan kaynaklarının ellerinden çıkmasına izin vermemişlerdir. 1947'den sonra İngiltere, Hindistan’ı terk ederken, Müslümanlar ile Hindular arasında sürtüşmeler çıkardı. Hindistan, Pakistan, daha sonra Bangladeş tek bir ülkeden doğdu, geriye de Keşmir sorunu kaldı.
Çin’den çekilirken Tayvan, Tibet, Nepal gibi ülkeler doğdu. Afrika’ da cetvelle çizilmiş sınırları olan, halkları bölünmüş, birbirine düşürülmüş suni devletler oluşturuldu!

Sömürgeden çekilmeyi hazmedemeyen batılılar, bu sefer yeni sömürgecilik dönemini başlattılar. Eski sömürgeleri olan yeni devletleri, başlarına getirdikleri kukla yöneticilerle, onların sağladığı imtiyazlarla, yönetme yolunu seçtiler. Karşı koyan liderleri, ülkede çıkardıkları iç savaşlarla sıkıntıya soktular. İhtilal yaparak devirdiler.

Bilderberg Mayıs 1954'de Yahudi asıllı CIA mensubu, 33. Dereceden mason Joseph Retınger'in girişimiyle, Hollandalı prens Berndhard'ın başkanlığında kurulmuştur. Bilderberg'in amacı, “yapılan toplantılar ile CRF ve Trilateral komisyonu kararlarını, hedeflenen ülkelerin politikacıları, işadamları ve işbirlikçi medya mensuplarına sunmaktadırlar.”

Bunların hepsi; bir avuç emperyal zengininin, dünya’ ya tamamen hâkim olmak için “serbest piyasa, özelleştirme “talepleri ile bastırmaları; ama bir yandan da basın-yayın organlarını, yani medya’yı ve gazetecileri, politikacılar ve işadamlarını kullanarak, demokrasi insan hakları ve özgürlük kavramlarıyla insanları uyutmaları sonucu meydana gelmektedir.

—İstedikleri “ tek dünya devleti” oluştuğunda, insanların kendilerini yönetme hakları, dünya bankerleri ve emperyalların hâkimiyeti altına girecektir!"
Bunu gerçekleştirebilmek içinde; devletlerin direnmemesi, küçülmesi, sonra “Millî Devlet” ile halkların milliyetçilikten, yani kendi milletinin hakkını savunmaktan vazgeçmesi gerekmektedir!
Din’den, bilhassa zengin ham madde kaynaklarının üzerinde yaşayan Müslüman ülke halklarının, İslâm’dan uzaklaşması, böylece zulme karşı direnme sağlayan, manevî gücünü kaybetmesi gerekmektedir.

Milliyetçilik, millî devlet ve küçülme konusunda, CRF'ın kontrolünde olan Amerikan dış politika araştırmaları enstitüsü başkanı R. Strausz Hupe diyor ki:
—“Milliyetçilik, bu yüzyılın en güçlü gerici kuvvetidir!”
Milliyetçilik, mal ve hizmetlerin serbest dolaşımını engeller! Amerikan halkının misyonu, millî devletler’ i tarihe gömmek, halklarını parçalamak, Amerika’nın elindeki güç ile kurulacak yeni düzene karşı olanları yok etmektir.

Mustafa Yolcu