7 Ağustos 2017 Pazartesi




KÖROĞLU KISSASI

Berbere tıraş olmaya gitmiştim. Dükkânda dört adet berber koltuğu vardı. Dördü de faal çalışıyordu.
Benim sıra beklediğim dükkânın sahibi berber, makası ile iki kere tıraş ediyor, sonra da tıraş ettiği insanla sohbet ediyordu. Ben ise sıranın bir an önce bana gelmesini ve tıraş olup gitmeyi istiyordum.

Diğer koltuklar da en az iki kişi tıraş olup gitmişti. Benim sıram bir türlü gelmiyordu.

Nihayet sıra bana geldiğin de berbere-“ Bu dükkânda en iyi tıraşı sen yapıyorsun. En yavaşta sen çalışıyorsun.” Dedim.
Berber –“ Abi bu tıraş ettiğim kişi, benim altı yıldır tanıdığım aile dostum. Karşılaştığımızda bana bazı özlü kıssalar anlatır ama sonucunu açıklamaz. Bazen konuştuğumuzun ertesi günü beni telefonla arar ve kıssa da ne demek istediğimi anladın mı.” diye sorar dedi. İstersen bu gün ne anlattığını sana anlatayım dedi. Anlatmaya başladı;

Köroğlu yalnız başına dağda dolaşırken karnı açıkmış. Önüne koyunlarını otlatan çoban çıkmış.
Çobana-“ Ben Köroğlu’yum. Karnım açıktı. Benim karnımı doyur.” Demiş.
Çobanda sertelerek- “ Defol git be adam. Köroğlu dağda çobana gelerek, benim karnımı doyur mu der.” Demiş.

Köroğlu fazla üstelememiş oradan ayrılmış. Aradan bir müddet süre geçince, çobanın yanına iki kişi gelmiş.

Çobana- “ Köroğlu süründen iki koyun istiyor .” demişler.
Çoban-“ Ağamın emri olur.”  Demiş ve seçtiği iki koyunu gelenlere teslim etmiş. Koyunları alıp gitmişler.
Bu kıssadan ne anlamamız gerekiyor diye berbere sorduğumda;
Arkadaşının şu cevabı verdiğini söyledi.
Büyük insanlar, her işi kendi yapmaya çalışmamalı. Bazen yanında bulunanlar işi, büyük insandan daha iyi halleder dedi. Bunun adına bazen yüz eskimesi diyoruz. Bazen yüz göz oldu diyoruz. Gerçek olan her şeyi bir kararında bırakmaktır.

Bu kıssayı dinleyince benimde aklıma başka bir olay geldi.
Yalova kaymakamlık iken Yalova’nın kaymakamı arabalı vapura binerek, İstanbul’a Eminönü’ne gider. Vapurdan inerek, ayakkabı boyacısına ayakkabısını boyatmak ister. Ayağını boya sandığının üzerine koyarak, ben Yalova’nın Kaymakamıyım der.
Boyacıda- “ Bırak bunları beyim. Elimi sallasam elim, kırk Yalova Kaymakamına değiyor. Akşama kadar kırk kişi, ben Yalova Kaymakamıyım diyor.” Demiş.






İnsanlar işini gördürmek için, devlet dairelerine ve bir takım yerlere giderler. Karşısındaki insana ilk söyledikleri şey “ Ben avukatım, hâkimim, subayım, mühendisim, doktorum.”  Demek olur. Böyle diyerek işlerini yaptırmak isterler.  Bura da yapılmak istenen, karşısındaki insanı tesir altına alarak işini daha çabuk yaptırmaktır.
Çoğunlukla da bu davranış, karşıda ki insan üzerinde olumsuz etki yapar. İşi yapacaklarsa da yapmayıp, tepki gösterirler.
Böyle yapmayıp ta sabırlı olup, işlerini sade bir insan gibi gördürmeye çalışsalar, işleri daha rahat görülür.

Az gittik, uz gittik. Dere tepe düz gittik. Sözümüzü bura da bitirdik.

MUSTAFA YOLCU  






















27 Haziran 2017 Salı

İSMAİL BEŞİKÇİ

 7 Ocak 1939 Yılında İskilip’te Hacıpiri mahallesinde doğdu. Babası Hüsnü Beşikci, annesi Zahide Beşikcidir. Dört kardeştiler. En büyükleri Vasfi, onun küçüğü Muhittin, onun küçüğü Satı, en küçükleri İsmail Beşikçidir. Baba Hüsnü Beşikçi Rüştiye mezunu olup, Osmanlı İmparatorluğu döneminde İskilip Kuzuluk köyünde, dokuz yıl öğretmenlik yapmıştır. Harf inkılâbı yapıldığında, öğretmenlik yapacak kadar yeni yazıyı bilmediğinden; öğretmenliği bırakmıştır. Yeni yazıyı sonradan öğrenerek, evine dört ciltlik tarih ansiklopedisi ile İsmail beşikçinin sonradan okuyacağı bazı kitapları almıştır. Hüsnü emmi daha sonra, pirinç pazarındaki dükkânın da bakkallık yapmıştır. Hanımından ve kendi ailesinden gelme, İskilip’in Kazannı mevkiinde çok miktarda tarlası olmasına rağmen, tarlalar verimli ekilip biçilmediğinden elden çıkmıştır.

 İsmail Beşikçi 1946 yılında Azmi milli İlkokuluna başlamıştır. 1. Sınıftan itibaren Nadir öğretmen de okumuştur. 3. Sınıfta Misaki milli İlkokuluna gitmiş, buradaki öğretmeni İbrahim Kestektir. İlkokul arkadaşları: Ahmet Gazez, Ahmet Namlı, Mürsel Gazez, Şekerci Mehmet, Mehmet İnce, Ahmet Kaymak, Mehmet Hotman vb.

 Aynı evde kaldıkları aileden Hatun ablası, ona bin bir gece masallarını okur. Okunan masalları mahalle arkadaşlarına anlatır. Kendi okuma yazma öğrenince zevkle okumaya başladığı, babasının aldığı tarih ansiklopedisidir. Yaz tatillerinde kuran kursuna gider. 

 Hacıpiri Mahallesinden çocukluk arkadaşları: Kemal Beşikçi, Mehmet Beşikçi, Hüseyin Hotman, Ahmet Şiranlı, Yaşar Yolcu, Hüseyin Gülerdir. Çocukluk hatıraları: 1950 Yılı idi. Annemgil hamama gideceklerdi. Bana” Okuldan gelince Haceri ( kardeşinin kızı) al hamama getir.” dediler. Bende okul çıkışında, Haceri evden alıp hamama götürürken, akrabamız olan Meyşur teyzenin mandası bize saldırdı. Kucağımdaki Hacerle birlikte beni boynuzlayıp attı. Ben bir tarafa, Hacer bir tarafa düştük. Bu arada hemen Meyşur teyze gelerek, mandayı alıp eve soktu. Beni ve Haceri kaldırdı. Bize su içirdi. İkimize de bir şey olmamıştı. Tekrar Haceri kucağıma alarak hamama götürdüm.”

 Mahallemize gelen kömür ve samanını hep birlikte evlerine taşırdık. Komşumuz Mürsel Aygün emmi hamam işletirdi. Evlerine gelen samanı, mahalle çocukları olan bizler taşıyınca, hepimizi hamama götürür, yıkanır çıkardık.

 Diğer bir zevkimizde; çiten veya kağnı ile mahallemize gelen saman boşalınca bunlara binip, Hindoğlu yokuşuna kadar gitmekti. Burada kağnı veya çitenden iner, yürüyerek tekrar eve gelirdik.

 Ortaokulu 1951 yılında İskilip Ortaokulu’nda başlayarak, 1954 yılında tamamlıyor. Ortaokul müdürü Sadık Koçhisarlıdır. Ortaokul arkadaşları; Hüseyin Güler, Mahir Keçeci, Ahmet Namlı, Duraloğun Hacı, Ahmet Kaymak, Mehmet Bardakçı, Burhan Tanay, müdürün oğlu Aytektir Liseye 1954 yılında Çorumdaki Çorum Lisesi’nde (şimdiki adı Atatürk Lisesi) başlayarak, 1958 yılında bitirdi. Çorum’da okurken arkadaşlarıyla birlikte İskilip hanın da kalmışlar. “Sabah erkenden İskilip’ten kalkan otobüs ile Çoruma giderken, Kızıl ırmağın üzerindeki Salur köprüsünün kırık kalaslarının üzerinden dua ederek geçerdik. 60 Km uzunluğundaki yoldan, otobüs ile 2,5 saatte Çoruma gelirdik. Yazıhane Veli paşa hanındaydı. İskilip’ten gelenler ile Çorum saat kulesinin önünde buluşurduk. Ellerinde torbalar ile gelirler, gelen erzakı hana götürürdük. İkindiye doğru kalkan otobüs ile de gelenleri İskilip e yolcu ederdik.

 Bu zor şartlarda babası Hüsnü emmi, oğlunun üniversite de okumasını istemiyor. Daha doğrusu, maddi olarak destekleyemeyeceğini belirtiyor. Ancak okumak isteyen Beşikçi, 1958 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne (SBF) ilk kırkın içinde, başarılı bir dereceyle girme hakkı elde ediyor. Bu sayede İçişleri Bakanlığı bursunu kazanıyor. Maddi sorun böylece kısmen aşılmış ve Beşikçi İskilip’ten okumak için, Ankara’ya gelmiştir. İlk sene Ulus- Doğan bey mahallesi Işıklar caddesindeki teyzesinin evinde, ikinci seneden itibaren okul bitinceye kadar Siyasal yurdunda kalıyor.

 Burada Beşikçi istisnasını anlamak için, önemli olan bir noktaya değinmek istiyorum. Beşikçi ilerideki hayatında uzun süreler hiç zorlanmadan, hatta isteyerek, çok zor koşullarda yaşamıştır. Birkaç örnek vermek gerekirse, askerliğini kendi isteğiyle Bitlis-Hakkâri de yapmış; etnografya çalışmaları için aylarca göçebe Alikan aşiretiyle birlikte göçmüş, zor şartlarda yıllarca yaşamıştır. Böyle bir hayatı tercih etmesinde ve bunu sürdürebilmesinde, taşra kökeninin ve gençliğinde yaşadığı zor şartların önemli etkisi olmuştur. Tipik bir “Anadolu çocuğu” olarak, kafasını koyduğu yerde uyuyabilmesi, börtü böcekten korkmaması, konfora düşkün olmaması vs. hiç şüphesiz ileriki yıllarda yaşadığı zor hayatta, kendisine yardımcı olmuştur. 

1962 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden mezun oldu. 1965-1971 yılları arasında Erzurum'daki Atatürk Üniversitesi'nde asistanlık yaptı. Atatürk Üniversitesi'nde asistanlığı döneminde doktora tezi olarak hazırladığı "Alikan Aşireti Üzerine Sosyolojik Bir İnceleme" alanında Türkiye'de yapılmış önemli sosyolojik bilimsel çalışmalardan biridir.

 İsmail Beşikçiye sorduğum üç ayrı soruya şu cevapları aldım:

 M.Y.1.İskilip in ekonomik ve kültürel olarak gelişmesi için neler yapılabilir? İs. Beşikçi- Turizm, ekonomik ve kültürel gelişmeyi sağlayabilir. Bunun için, eski İskilip evlerinin, konakların korunması, bazı tarihi yapıların korunması önemlidir. Bu güne kadar, turizm konusunda yanlış politikalar izlendiği, dikkatlerden uzak değildir. Kalenin eteğindeki kaya mezarlarına karşı yapılan muamele, turizm anlayışıyla hiç bağdaşmaz. Eski evlerin, konakların yıkılıp apartman yapılması da…

 M.Y.2- Genç kuşağa tavsiyeleriniz nelerdir? İs. Beşikçi- Önemli olan; ailelerin kendi çocuklarının iyi eğitim almalarını sağlamalarıdır. İyi eğitim alan gençler, ne yapacaklarına, nasıl yapacaklarına kendileri karar verebilir.

 M.Y.3- İskilip ten dışarıya olan göç, nasıl durdurulabilir? İs. Beşikçi- Göç ancak, sanayileşmekle durdurulur. Bölgede sınaî yatırımların artması istihdam sağlar. Ama böyle bir gelişme görülmüyor. Değil sınaî gelişme, tarımın gelişmesi için bile sağlıklı bir politika izlenmiyor. Hacıkarani’den hemen sonra, çayın kıyısında başlayan yol çalışması, çayın iki tarafındaki bağ-bahçe tarımını öldürmüştür. O alanlar, bugün atıldır. Yol, o alanlardaki bağ-bahçe tarımını öldürmeyecek şekilde planlanabilirdi. Rıhtım, bağ-bahçe tarımının gelişmesi yönünde planlanabilirdi.

 İsmail abiye bana ayırdığı zaman için teşekkür ediyor, kendisine sağlık ve sıhhatli ömür diliyorum. 

10 Haziran 2017 Cumartesi

İYİMSERLİK- KÖTÜMSERLİK


İYİMSERLİK- KÖTÜMSERLİK

Bazı ortamlarda ruhumuz kararır, oradan negatif enerji ile ayrılırız.
Bazı ortamlara girdiğimizde oradan huzur ile ayrılır, yaşama sevinci ile dolarız.

Başkanlığını Mehmet Bozdemir beyin yaptığı İNSANİ DEĞERLER DERNEĞİNİN Cumartesi günleri düzenlenen toplantısından güzel duygular ile ayrıldım.

Buradaki toplantıda siyaset ve politika konuşulmuyordu.
Buraya çağrılan değerli konuşmacılar ‘İNSANİ DEĞERLER’ ile ilgili konularda birikimlerini dinleyenleri ile paylaşıyorlar.

Günün değerli konuşmacısı eski TBMM. Başkanımız Ferruh Bozbeyli idi.
Sayın Ferruh Bozbeyli konuşmasında dedi ki:
“- Dünya insanlar ile güzeldir. İnsanlar olmazsa dünya güzel olmaz.
Ülkemizde güzel şeylerde oluyor. Anlatacaksak bu güzellikleri de anlatalım

Konuşması sırasında bir hatırasını anlattı:
“ - Bir televizyon programına katılmak üzere İstanbul’a gitmek için yola çıktım.
Hava alanına gitmek üzere taksiye bindim.
Hava alanına giden yol yeni yapılmış, düzenlemesi bitmek üzereydi.
Dedim ki”- Yolları ne güzel yapmışlar.”
Taksici hemen cevap verdi”-Beyim şu elektrik direklerinin sıklığına bak. Kim bilir hangi müteahhidi buradan köşe ettiler.”
Sordum “ - Sizin mesleğiniz mi bu elektrik işi, elektrik direklerinin aralarının yakın olduğunu nereden biliyorsunuz? “
Dedi ki “- Beyim göz kararı kestirdim!”

Uçak ile İstanbul’a vardığımda orada beni gideceğim televizyonun arabası bekliyordu.
Arabaya binerek televizyona gitmek üzere yola çıktık.
Yollar çok güzel yapılmış, refüjlere çiçekler dikilmişti.
Dedim ki”- Refüjleri ne güzel çiçeklendirmişler.”
Arabayı kullanan şoför hemen cevap verdi “ -Beyim belediye bizim paramızı nerelere harcıyor görün işte! “

Öyle bir cemiyet haline gelmişiz ki, yapılan güzelliklere karşı çıkıyor, altında kötü manalar arıyoruz.
Sonrada hiçbir şeyden mutlu olamıyoruz.

Yıllar evvel bir yazı okumuştum.
İngiliz kız Maden Mühendisliğinde birlikte okudukları Afrikalı Zenci gence âşık olur.
Zenci gençle evlenmek istediğinde babası derki:
“- Kızım bu genç okulunu bitirip Afrika’ya gidecek. Orada burada gördüğünden apayrı bir yaşam tarzı ve insanlar var. Oraya uyum sağlayamaz, zorlanırsın. Bu yüzden düşündüğün bu evliliği uygun bulmuyorum”
Kız babasının karşı çıkışına aldırmaz ve zenci genç ile evlenerek Afrika’ya eşinin memleketine giderler.

Gittikleri yer İngiliz kıza göre apayrı yaşam tarzı olan bir yerdir.

Eşi sabah olup kahvaltıyı yaptıktan sonra işine gidiyor, kız evde yalnız başına kalıyor.
Çevrede yaşayanların dillerini bilmiyor, onlar ile anlaşamıyor akşama kadar evinde yapa yalnız duruyor.
Bir süre sonra İngiliz kızı için hayat çekilmez hale geliyor.
İngiltere de bulunan babasına mektup yazıyor:
“- Baba ben burada hapishane hayatı yaşıyorum. Eşimden başka kimse ile konuşamıyor, anlaşamıyorum.
Çoğu zamanda eve kapanıp kalıyorum.
Ne olur buraya gel de beni bu hapishaneden kurtar. Birlikte İngiltere’ye dönelim.”

Babası kızının bu mektubunu alınca ona cevabi mektup yazar:
“- Kızım hapishanede iki türlü insan yaşar.
Birincisi: Hapishanenin penceresinden yerin çamurlarına bakar.
Çamurlara baktıkça da içi kararır, hayatı tamamen kendisine yaşanmaz eder.

İkincisi: Aynı hapishanenin penceresinden gökyüzüne bakar.
Orada ayı yıldızları görür, harikuladeliklerin farkına varır.
Oraya bakmaktan, parlayan ay ve yıldızları seyretmekten mutluluk duyar.
Kızım bulunduğun hapishanenin penceresinden sende gökyüzünü seyret.
Çevrende bulunan insanlara yaklaşmaya, onlara yardımcı olmaya çalış.
Göreceksin onlarla gözlerin ile anlaşacak, onları seveceksin.”

İngiliz kız babasının bu mektubunu alınca günlük yaşamında değişikliğe gidiyor.
Ufakta olsa hediyeler vererek, çevresinde bulunan insanlar ile ilişki kurmaya çalışıyor.
Onlarla gözleriyle el kol hareketleriyle anlaşmaya çalışıyor.
Zenci çocuklarına İngilizce öğretmeye, onlarında dillerini öğrenmeye gayret ediyor.
Onlarla birçok şeyi paylaşıyor, paylaştıkça mutlu oluyor.

Bizimde çevremizde güzellikler var.
Bu güzellikleri görüp, onları diğer insanlar ile paylaşmaya çalışmalıyız.
Bunu yapabilirsek mutlu ve huzurlu oluruz.

Kötümser değil, iyimser olalım.
Çevremize iyi bakarsak güzel şeylerinde olduğunu görürüz…

Mustafa Yolcu- Ankara
24.11.2009



29 Mayıs 2017 Pazartesi

EMEKLİ ALBAY FİKRİ KISAR

EMEKLİ ALBAY FİKRİ KISAR
30 YIL ÖNCE BUGÜN…( 28.05.1988)

Emekli Albay FİKRİ KISAR KOMUTANIMIZIN, görevi sırasında yaşadığı hatıralarının bir kısmını sizlerle paylaşıyorum. Allah kahraman Komutanlarımıza, Güvenlik güçlerimize güç kuvvet versin. “BİZ EVİMİZDE OTURURKEN” adlı yazımın devamı niteliğinde olan bu yazı, şehitlerimizi, gazilerimizi unutmamamızı sağlar inşallah. MUSTAFA YOLCU
  
Doğup büyüdüğüm güzel İskilip ilçemde ailemden, okulumdan, çevremden milli ve manevi değerleri alarak yetiştim. Mehmet KISAR gibi bir öğretmenin oğlu olmamdan, Azmi millî İlkokulunda temel eğitimi almamdan, İskilip Ortaokulu’nda yetişmekten dolayı kendimi çok şanslı addediyorum.

Askerliği sevmemde, İstiklal ve Çanakkale gazisi dedem Fikri Efendi etkili oldu. Kardeşimle birlikte 3-4 yaşlarından itibaren, dedemin yaşadığı anıları dinleyerek büyüdük. Tuna nehrini Kızılırmak’a çevirerek; ’

KIZILIRMAK AKMAM DİYOR,
KENARIMI YIKMAM DİYOR,
ŞANI BÜYÜK OSMAN PAŞA
PLEVNE’DEN ÇIKMAM DİYOR.’’

Nakaratını yüksek sesle, koro halinde söylerdik. Temenne’ deki evimizde, mahalleli evin önünden geçerken marşımızı zevkle dinler, ”Fikri Efendi torunları ile yine coşmuş” derlermiş. Vasiyetinde de “bu göbellerden(erkek çocuk)birisi behemehâl Zabit olsun ”diye babama söylediğini hatırlıyorum.
Kuleli Askeri Lisesini kazanmam ile askerlik yaşantım başladı. Kara Harp Okulundan Piyade Subayı olarak mezun oldum. Eğirdir’deki Komando İhtisas Kursu ile zor meşakkatli görevlerim başladı. Teğmenliğimden itibaren kurs bitimi ile Bölük Komutanlığı görevi Hayrabolu Tekirdağ, Dağ Komando Tugayı, Hakkâri/Şemdinli, Bolu Komando Tugayı, Şırnak/Gabar dağı, KKTC Komando Taburu ve Eğirdir’de öğretmenlik görevlerim oldukça zorlu geçti. Sevgili eşim ve kızım ile yakın çevrem hep bana destek oldular.
En unutamadığım ve hayatımda onur nişanesi olarak taşıdığım anı Şemdinli’de geçti. Gencecik Üsteğmen rütbemle gecemi gündüzüme katarak, bölüğümle PKK şerefsizlerini adım adım takip ediyorduk. Tütünlü Köyü’nde vatandaşla bütünleştik. Köy Korucularını, Mehmetçikten ayırt etmeden operasyonlara çıkıyorduk.

Anımda bahsettiğim operasyonumuzun olduğu bölgede, bir yıl önce bir Binbaşı, iki Üsteğmen, dokuz erbaş erimiz şehit olmuştu. Şehitlerimizden birisi devre arkadaşım Üsteğmen Halil Durmaz ile bir hafta önce birlikte olmuştuk. Birbirimizi, bu sıkıntılı günlerin geçeceği, ülkemizin PKK illetinden bizlerin mücadelesi ile kurtulacağını konuşarak motive etmiştik.
Zaman zaman bölüğümü toplar, PKK yı milletimizin başına emperyalist güçlerin musallat ettiğini, Kürt milliyetçiliğinin maske olduğunu, Kominist-beynelminel bir zihniyetin ürünü olduğunu anlatırdım. Bir önceki yıl silah arkadaşlarımın şehit edildiği bölgeyi işaret edip, kanlarının yerde kalmaması için yemin ettirirdim.

Komandolar ‘’TIRMANIRIM AŞARIM YÜCE ENGİN DAĞLARA ‘’diye başlayan andımızı haykırarak motive edilirdi.
26 Mayıs 1988 günü, Tütünlü Köyü’nden bir çoban haber getirdi. “Komutanım Navrazan tepede, 20 kadar silahlı sırt çantalı PKK lı gördüm” dedi. Süratle Tabur Komutanım, sonradan Tunceli de şehit olan Suat Binbaşıyı kriptolu telsizle bilgilendirdim. Bölüğümü 6 timle hazır edip, bir plan içinde operasyonu başlattım.27 Mayıs 1988 gece yarısı ay ışığı kaybolduğu esnada, bir timimin pususundan yaralılar vererek, Irak sınırına doğru kaçtıklarını tespit ettik. Yeniden plan yaparak önlerini kesip, sınır ötesine çıkmadan imhasını sağlamak için geçiş güzergâhlarına pusular tertip ettim. Komandolar ve korucularımız, geçen seneki şehitlerimizin intikamını almak için canla başla çalışıyor, verilen emirleri harfiyen yerine getiriyorlardı.

Yanımda 55 yaşında bölgeyi çok iyi bilen, Kurmay Başkanı diye isim taktığımız Sait amca vardı. Kendisi yaşı ilerlediği için, Korucu statüsüne alınamamıştı. Vatanseverliği dürüstlüğü üst seviyede, inançlı bir vatandaşımızdı. Karşılıklı sevgi ve saygı ortamında çok samimi bir dostluk kurulmuştu. Birlikte mevzide geceyi geçirdiğimiz sırada, çevrede köpeklerin havlamasından PKK lı grubun yakınımızda olduğunu, izlememizde takibimizin doğru olduğunu belirledik. Mevzide sabah namazımızı eda edip, Tabur Komutanı’na rapor ettim. Rahmetle yâd ettiğim Tabur Komutanım Suat Binbaşı, yıllarca Özel Kuvvetlerde görev yapmış tecrübeli bir subaydı. Yalçın Assubayımın timi ile hareket ediyordum. Yalçın gözünü budaktan esirgemeyen, kahraman bir Assubaydı.

Tabur Komutanıma telsizle, temasın muhakkak olduğunu, hakkını helal etmesini söyledim. ‘’Allah yardımcınız olsun’’ diyerek operasyon emrini aldım. Sessizce yaklaşıp, etraflarını saracak şekilde plan yapmıştık. İlk etapta bizim yerimizi fark etmediklerini, ciddi derecede yorulduklarını, yaralılarını otların üzerine yatırıp tedavi ederek bıraktıkları görüp anlamıştık.

Geçen yılki çatışmada Şehit olan Ömer Binbaşı ve Halil Üsteğmen, birliğinin en önünde hareket ettiği için önce onların şehit olduklarını ve fazla zayiat verdiklerini biliyordum. Ancak heyecan ve davranışlarımın örnek olacağı inancından en öndeki timde üçüncü sırada, yani öncünün hemen gerisinde olduğumu fark ettim. Sırtı çıkar çıkmaz PKK nın tepeci tabir ettiğimiz gözcüsü, ateş etmeye başladı. Biz süratle ağaç gerisine, sütreye mevzilenip yerimizi almaya çalışırken, diğer PKK lıların da yoğun ateşine maruz kaldık. İstanbullu er Metin AREFE ilk ateşte boğazından yaralanmıştı. Astğm. Nazmi ve Tğm. Emin timleri ile kaçış bölgesine tıkama yaparak PKK lıları aramıza almamızı sağladılar.  Takviyeye gelen Erdinç Yzb. dere yatağına havanları kurdurmuş, benden ileri gözetleyicilik yapmamı isteyip, verdiğim koordinatlara havan atışı yaparak, ateş desteği sağlıyordu.

Telsizden emirler verdiğim için Bölük Komutanı olduğumu, öncelikli hedefin ben olduğumu, RPG-7 roket atılınca anladım. Allahtan roket mevzilendiğim ağaca isabet etmedi ama parçası, diğer taraftaki Korucu Mecit’e isabet etmişti. Mecit bana yardım et diye seslendi. Sürünerek sol taraftaki Mehmetçiklere doğru gitmesini, orada gerekli ilk yardımın yapılacağını söyledim.

Ağaca çıkan PKK lı Kanas keskin nişancının, mevzilendiğim çatal ağacın arasından beni vurduğunu bacağım ağırlaşınca fark ettim. Merminin kemiğe denk gelmediğini, diz kapağımın hemen altından girip çıktığını gördüm. Boynumdaki fuları çıkarıp, kanı dindirecek şekilde sıkıca bağladım. Üst bant telsizden rapor edip, çatışmanın seyri hakkında bilgi verdim. Habercim Konyalı Osman, benim vurulduğumu görünce yanıma yardım etmek için geldiği anda, başından vurulup kucağıma düştü. “komutanım’’ dedi. Kucağımdaki Osman’a “hadi oğlum kelime-i şehadet getirelim” dedim. Birlikte tane tane kelime-i şehadet getirdik. Ağzına su verdim, son olarak “anne’’ dediğini duydum ve ruhunu teslim etti. Kahraman yiğit habercim Osman, şehadet şerbetini içmişti. İnşallah ahirette bizlere şefaatçi olur.

Bölüğüm kahramanca çarpışıyordu. Akşama doğru 9 teröristin öldüğünü, birinin yaralı teslim olduğunun raporunu tim komutanlarından aldım. Yıllarca bölgede ıstırap yaşatan, şehitler vermemize sebep olan şerefsizlerin sonu gelmişti. Gece boyunca, kimsenin mevzileri terk etmemesini emrettim. Şimdi Balıkesir Vali Yardımcısı olan Hasan Ali Asteğmenim, beni sırtına alıp yaralı Metin ‘in yanına götürdü. Metin in ilk tedavisini yapan sıhhiye çavuş Mithat’ a boğazının mikrop kapmaması için alkollü su ile temizlenmesini ve gazlı bezle fazla sıkmadan sarılmasını emrettim.

Bir taraftan benim yaram,  öbür taraftan onun yarası sebebiyle sabahın nasıl olduğunu anlamadım. Metin konuşamıyordu fakat bana eli ile helikopteri soruyordu. Sağ olsun kahraman pilotlarımız, o zaman silahlı helikopter bulunmamasına rağmen, müthiş destek sağlıyorlardı. Daha sonra General olan Hamza Üsteğmen, Alaca karanlıkta dar bir alana inerek, Korucu Sait Amca, Metin, Ahmet Assubay ve beni alıp havalandı. Metin önce Diyarbakır Askeri Hasta hanesine daha sonra GATA Ankara’ya götürülmüş. Ameliyatlar sonucu tekrar konuşur hale geldi. Beni sonraki görev yerim Bolu Komando Tugayında ziyaret etti, konuştuğunu duyunca çok mutlu olmuştum.

Sait Amca da sağ karın boşluğundan hafif yaralanmıştı. Tıpkı Ahmet As subayım gibi onlar ve ben kısa süreli tedaviyi müteakip görev yerimize dönüp, hizmetimize kaldığımız yerden devam ettik.

Şemdinli Bölgesi bu operasyondan sonra rahat etti. Uzun süre PKK ilk hedefleri olan, özgür vatan parçası dedikleri bu bölgede barınamadı. Burada başarı gösteren erbaş ve erlerimiz ödüllendirildi. Sait amca Valinin direktifi ile korucu statüsüne kavuştu. Bana ve iki Assubayımıza Devlet Üstün Cesaret ve Feragat Madalyası taltif edildi.
Bu yazdığım, TSK’nın bölgede yaptığı küçük çaplı operasyonlardan sadece birisidir. Müteakip aşamada ve şimdi nice kahramanlık destanları yazılmaktadır.
VATAN SAĞ OLSUN…

FİKRİ KISAR




25 Mayıs 2017 Perşembe

BİZ EVİMİZDE OTURURKEN

BİZ EVİMİZDE OTURURKEN!

Biz evimizde otururken, güvenlik güçlerimiz ve askerlerimiz dağda taşta neler yaşıyor biliyor muyuz?
Onlar dağda üç gün başlarını yastığa koymadan, 24 saat ayaklarındaki potini çıkarmadan hainlerle savaş veriyor.

Güney Doğu Anadolu bölgemizde görev yapmış gazi bir arkadaşımın anlattığı anekdotları sizinle paylaşmaya çalışacağım.

Elazığ- Bingöl yolunda çevirme yapıyoruz. İçi insan dolu bir minibüs geldi. Önde iki erkek var. Arkada oturanların tamamı, çarşaflı bayan. Erkeklerin üzerini ve minibüsü aradık. Aramızda bayan görevli olmadığı için çarşaflı kadınları arayamıyoruz. Merkezi aradım ve bayanların üstünün aranması için bayan polis veya görevli göndermelerini istedim. Merkezden minibüsü aramayı bırakıp, göndermemiz istenildi. Bu emri alınca, istemeyerek minibüsü gönderdim. 

Aradan üç gün geçti. Telsizime Cemil Bayık’tan çağrı geldi. –“ Asker ben Bingöl yolunda çevirmede minibüsümüzü durdurduğun, Cemil Bayık’ım. Beni uçurdun, yakalayamadın.” Dedi. Telsiz konuşmalarını banda kaydediyordum. Bu ses kaydını merkeze bildirdim ve kuşu uçurduğumuzu söyledim.

Bu olaydan bir hafta sonra, terhis olan 33 askerimizi Bingöl- Elazığ yolunda şehit ettiler. Bu devre, sözde PKK’lıların silahlarını bırakacağı, çarpışma olmayacağı devre idi. Hep böyle yaptılar. Silah bırakıyoruz dediler, saldırdılar. Kalleşçe baskın yaptılar.

Bizde 33 askerimizin kanını yerde bırakmadık. O bölgede onlara baskın düzenleyerek, 44 PKK’lıyı etkisiz hale getirdik. Gariptir bu olay basına hiç sızmadı, haber olmadı. Haber olmalıydı, yanan yüreklere su serpilmeli idi.

Bir gün, PKK’lıların içinde barındığını haber aldığımız eve baskın yapıp, etrafını kuşattık. Evin kapısını kırıp önce ben içeri girecektim. Askerlerim beni bırakmadı” Komutanım biz içeri gireriz.” dediler. Askerlerimle ben, ağabey kardeş gibiydik.

Zor şartlarda terör ile mücadele ettikten sonra terör alanı dışına çıkan, bu fedakar insanlarımız ’da başka sendrom başlıyor.  Bir tarafta defalarca mermiler havada uçuşurken yaşamak. Diğer tarafta hiç bir şeyden haberi olmadan yaşamak. Denizin kenarın ’da  güneşlenmek. Haklı olarak bu kahramanlar, namlunun ucundaki yaşam koşullarında verdikleri emeğin, akan kanlarının karşılığı olarak kendilerine öncelik tanınmasını, toplumun kendilerine saygı duymasını bekliyorlar. Duyarsız insanların, bunu anlamamaları sıkıntısını yaşıyorlar.

PKK ile olan mücadelede ayağından yaralanan emekli bir subayımız şunları anlatıyor.
Amerika’ya gitmiştim. New York hava alanın ’da uçağa binmek için bekliyorum. Hoparlörden gelen anonsu dinlemeye başladım. Anonsta diyor ki  SAYIN YOLCULARIMIZ, VİETNAM GAZİSİ ………. HAVA ALANI SALONUMUZA GİRMİŞTİR. KENDİSİNE İLGİ GÖSTERİLİP, ÖNCELİK TANINMASI RİCA OLUNUR.

Kendi ülkemizde biz, yaşadığımız sıkıntıların, akan kanımızın bedelini almak bir tarafa, toplumda fark edilmiyoruz bile. Tabi biz vazifemizi yaptığımız için, ülkeye olan borcumuzu bir nebze ’de olsa ödediğimiz için mutluyuz, gururluyuz. Kaç silah arkadaşımız yanımızda şehit oldu, gazi oldu. Aileleri açısından ateş düştüğü yeri yakıyor. Hangi şehit ailesini, gaziyi ziyaret edip dertlerini paylaştık?

Amerika kendi ülkesi için değil, sömürü için gittiği ülkedeki gazisine nasıl değer veriyor? Bizde ise askere alınan sözleşmeli ere kendi arkadaşları ve çevresi (KANINI PARA İLE SATACAKSIN !) diyorlar.

Onlar bu meşakkate bizim, çocuklarımızın yatağında rahat uyuması için katlanıyorlar. Bir metre karın, tipinin, yağmurun altında hainlerin arkasında gidip, onları takip ederken güvenlik güçlerimizin ayakları donuyor. Ayakları yara oluyor, yaralanıp şehit oluyorlar. Hanımı ile birlikte çocuğuna hediye almaya gittiğinde, şehrin ortasında kurşunlanıyorlar.  BİZ EVİMİZDE RAHAT RAHAT AYAKLARIMIZI UZATIP OTURUYORUZ. Bu rahat uykumuzun bir bedeli olduğunu aklımıza getirmiyoruz. 

Sahipsiz olan ülkenin batması haktır. Sen sahip olursan bu ülke batmayacaktır. Gelin şehitlerimizin gazilerimizin ailelerine, kendilerine sahip çıkalım. Onlara değer verelim. EVİMİZDE RAHAT OTURMANIN BEDELİNİ ÖDEYELİM.

Mustafa Yolcu
24.05.2017






26 Nisan 2017 Çarşamba

İFRAT İLE TEFRİTİ KARIŞTIRMAK

İFRAT İLE TEFRİTİ KARIŞTIRMAK

"İFRAT NORMALDEN ÇOK FAZLA, TEFRİT NORMALDEN ÇOK AZ” MANASINA GELEN KELİMEDİR. HAYATIN AKIŞI İÇİNDE HER İKİSİ DE KÖTÜDÜR. DOĞRU OLAN, NORMAL OLANIDIR. TOPLUM OLARAK SIKINTIMIZ İSE İFRAT VE TEFRİTİN BİRBİRİNE KARIŞMASIDIR.

Yaşadığımız zaman diliminde siyasi, iktisadi, askeri uygulamalara baktığımız ’da bu yanlışın sıkıntılarını görür, eleştiririz. Buna bezer bir tabirde “balığın az oksijenli suda yaşayıp, çok oksijen bulunan karada yaşayamamasını” örnek gösteririz.

Allah bütün yarattıklarını uyum içinde yaratmıştır. İnsan olarak biz bu uyumu değiştirmeye kalktığımız ’da, problemin tetikleyicisi oluruz.

Ankara’nın ilk imar planı yapıldığın’ da, şehrin en güzel yerleri gazino yeri olarak ayrılmış, tüm Ankara’ya iki elin parmaklarından daha az cami yeri konulmuştur. Büyüyen Ankara’da insanlar binaların bodrum katlarına mescitler yaparak, buldukları boş arsalara cami yaparak ibadet yeri ihtiyacını karşılıyorlardı.

Çankaya’da eski Anayasa Mahkemesinin karşısı, Ankara imar planında cami yeri olarak ayrılmıştı. Zamanın Belediye Başkanı buraya cami yaptırmak isteyince, bir gurup idare mahkemesine dava açtı ve cami planını iptal ettirdi! O alana cami yapılmadı.

Ankara metrosu inşaatı tamamlanırken Melih Gökçek, Kızılay metrosunun altına şimdiki camiyi yapmak için teşebbüse geçti. Bir gurup yine, buraya cami yapılmasının iptalini sağlamak için teşebbüs ettiler ama başaramadılar.
BU ANLATILANLAR’DA İNANCA KARŞI, TEFRİT ANLAYIŞI VARDIR.

Aynı Ankara’da şimdide ihtiyacının üzerinde cami yapılmakta, camiler ancak Cuma günleri dolmakta, diğer vakit namazlarında bir sıra cemaat bile birçok camide bulunmamaktadır. Bazı köylerin mezralarına bile cami yapılmıştır. Ankara’nın merkezi yerlerine cami inşaatına başlanılmış, belki de Kızılay’a cami yapılır. Cami cemaati azalmakta, cami sayısı çoğalmaktadır.
BÖYLE OLUNCADA CAMİ İFRATINI YAŞAMAKTAYIZ.

Laikliği istismar ettiler. Atatürk’ün cenaze namazını, laikliğe aykırı diye camide kıldırmadılar. Kız kardeşinin itirazı üzerine Atatürk’ün cenaze namazı, Dolmabahçe Sarayında bir odada kılındı. Cenaze namazı kılınırken odaya basın mensupları alınmadı.

Kamusal alan tabiri ile milletin inancının kurallarını yaşamasına engel oldular. Analar bile, başı örtülü diye kamusal alan denilen yerlere sokulmadı.
12 Şubat’ta bu uygulamalar zirveye ulaştı. İmam Hatip Okulları kapanmaya zorlandı. Mezunlarının üniversiteye girmesi zorlaştırıldı. Bu baskılar ile İmam Hatip Okuluna devam eden öğrenci sayısı 500.000 den 70.000 rakamına indi. Öyle bir ortam oluştu ki, bu okul mezunları imam hatip mezunuyum demeye çekinir hale geldiler. Memur olarak kamuda görev almaları engellendi.

Orta kısmı kapatılan İmam Hatiplere öğrenci gitmesin diye, eğitim sistemi 8 yıllık temel eğitime dönüştürüldü. Bu uygulama ülkemizde sanatkâr yetişmesine engel oldu. Bir çocuk sanatı, ortaokuldan sonra değil, ilkokul devresinden sonra verimli olarak öğreniyor. Babalar çocuğunu, ilkokuldan sonra dükkânında çalıştırmaya başlıyordu. Ortaokuldan sonra çocuklar, babasının mesleğini seçmez oldu. Şimdi ise sanatkâr kalmadı. Sanatlar yok oldu. Arastalar boş kaldı. Bunun en iyi örneğini, İskilip’in boşalan arastalarında görebilirsiniz.

28 Şubat döneminde, sermayeyi bile yeşil ve kırmızı sermaye diye ikiye ayırdılar. Yeşil sermaye diye listeler düzenlendi. Buralardan alış veriş yaptırmamaya çalıştılar.  Bu devrede batan bankalar ile devlet milyarlarca lira zarara uğratıldı.
BUNLAR “ YAŞAM VE İNANÇ ÖZGÜRLÜĞÜ AÇISINDAN TEFRİT UYGULAMASIYDI”

Şimdi ise kamusal alan anlayışı, tamamen ortadan kalktı. Dairelere top sakal ve sakal ile gidiliyor. Kravat takılmıyor. Memurlar arasında Hiyerarşi ortadan kalkmış. Sevgi saygı yok. İşler ise zorlanarak yürüyor.

FETÖ okullarına el konulunca, bu okulların çoğu İmam Hatip Okuluna dönüştürüldü.  İmam Hatip okullarında okuyan öğrenci sayısı 2002 yılında 70.000 iken, 2017 yılında 1.500.000 öğrenci sayısına ulaştı.
Yukarda saydığımız hususlar “ İFRAT UYGULAMASINA DÖNÜŞMÜŞTÜR.”

Evet, ülkemizde “ İFRAT İLE TEFRİTİ KARIŞTIRIYORUZ.” yaşadığımız sıkıntılar bu yüzden herhâlde.

MUSTAFA YOLCU
24.04.2017




22 Nisan 2017 Cumartesi

OSMAN ÇORUMLU

İSKİLİP’İN 1963- 1968 DÖNEMİ  
BELEDİYE BAŞKANI OSMAN ÇORUMLU  

İskilip’te 1, 5 dönem belediye başkanlığı yapmış büyüğümüzdü. Kendisi 1327 doğumlu olup, babamla yaşıttı.  

Belediye başkanlığının ikinci devresinde, başkanlıktan istifa ederek ayrılmıştı. Ankara’da ve İskilip’te evi vardı. Çok eskiden beri yol müteahhitliği ile İskilip’te manifaturacılık yapardı. Ankara’da otobüs yazıhanesini işletirdi.  

Keçiören belediyesinde göreve başlamamın ilk aylarıydı. Belediye ye beni ziyarete geldi. Belediyecilik konusunda kendisiyle görüş alışverişinde bulunarak, tecrübesinden istifade etmeye çalıştım.


Belediyecilik zor işti. Bire bir halkla karşı karşıya olup, onların sorunlarını çözmek, anlaşmazlıklarını gidermek gerekiyordu. Belediye de karşılaştığım sorunları anlatınca bana ; “ oğlum Mustafa; belediyecilik öyle bir iştir ki, soğan yiyip ağzın kokmadığı müddetçe, kimsenin hakkını çiğnememek kaydı ile bildiğini yap. Sen doğru hareket edersen, Allah sana yardım eder, başarılı olursun.” Dedi.  

Bu taşa kazınacak bir hayat tecrübesi, unutulmayacak sözlerdi. Bu söylediklerini şu hatırası ile devam ettirmişti:  

“ İskilip’e 1963 tarihinde gelen büyük sel ile köprübaşındaki üzeri kapalı köprü yıkılmıştı. Köprünün, DSİ. ce yapılması zaman alacaktı. Bir an önce köprünün yapılması gerekiyordu. İnsanlar Hacipiri den köprü olmadığından çarşıya geçemiyor, bir tarafta maruz kalıyorlardı. " 

Köprünün yapılması konusu acil olduğu için, Belediye Meclisi gündemine aldım. Burada nasıl hareket edeceğimiz konusunda karar alacaktık. Meclis üyelerinin bir kısmı, köprüyü ihale ile yaptıralım dedi. Bir kısmı da daha ucuza, daha çabuk bitmesi için emanet usulü ile yapılmasını teklif etti. Bende emanet usulü ile yapılmasını destekledim.   

Köprünün emanet usulü ile yapılmasına karar alındı.  Hemen bir emanet komisyonu kurarak, lazım olacak malzemeler ile işçiliğin keşfini çıkarttım. Emanet komisyonu, teklif almak sureti ile alınacak malzemelerin bağlantısını yaptı. Malzemeler köprünün başına getirildi. İnşaatta çalışacak usta ve ameleleri de yevmiye ile çalıştırarak, köprü inşaatına başladık. Kısa sürede ahşap köprüyü bitirerek hizmete açtık. Köprünün üzerinden at arabaları, insanlar geçebiliyordu. Otomobiller ile diğer araçların geçişi yasaktı.  

Vatandaşın sıkıntısını bu şekilde giderdik ama bizim yaptığımız köprüyü, ihale edilerek yapılmadı diye bizi, İçişleri bakanlığına şikâyet etmişler.  

Bir gün bakanlıktan Mülkiye Müfettişi çıktı geldi. Belediyeyi ve özellikle de köprü inşaatını teftiş edeceklerdi. Gelen müfettişin önüne bütün sarf evraklarını, meclis kararını, diğer istenilen belgeleri koydurdum.  

Müfettiş belgeleri inceledi. Bayındırlık birim fiyatına göre iş ihale edilseydi, kaça mal olurdu ile emanet usulü ile yapılan maliyeti tespit ettiler. Bizim maliyetimiz ihale maliyetinin çok altında bir fiyat idi.  

Müfettiş- ” başkan bey, siz kazanızın ihtiyacı olan köprüyü kısa sürede, düşük maliyet ile yaptırmışsınız. Yapılacak bir şey yok. Elinize sağlık. Raporumu bu şekilde yazıp Bakanlığa vereceğim. “ dedi.  

Ben o gün medeni cesaretimi gösterip, lafı sözü bir tarafa atmasaydım, köprü kısa sürede yapılmayacak, ihale mevzuatını tamamlamak için aylar geçecekti. Köprüde daha pahalıya mal edilecekti. Hemşerilerimde köprüden geçemeyecek, çaydan karşıya geçmeye çalışacak, perişan olacaktı. “  

Osman emmi bunları anlatmıştı. Hala belediyecilik netameli bir iştir. Bir iş yapılır, nalına da vururlar, mıhına da. Kimseyi memnun edemezsin. Belediyecilik deli Dumrul işidir. Her şeyi göze alıp, lafa söze kulak asmayıp, memleketin için gerekeni yapmak işidir.  

İskilip’in 1960 yılından sonra belediye Başkanlığına bakan, deli kaymakam lakabını taktıkları kaymakamı vardı. Kaymakam imar yollarını açtırırken, bütün herkes yapılan yol açım işine karşı çıktılar. İcraatın aleyhine konuştular. O kaymakam sayesinde İskilip’in imara uygun yolları açıldı. İskilipliler hala o kaymakamı unutmayıp, yaptıkları güzel icraatları yâd ediyorlar.  

Büyükler ne demişler ” İyilik yap denize at. Balık bilmezse Halik bilir.”  

MUSTAFA YOLCU- 5.3.2011