29 Ocak 2019 Salı

DEĞERLİ HEMŞERİLERİM

DEĞERLİ HEMŞERİLERİM
Ankara'da Devlet İstatistik Enstitüsünden alınan resmi belgeye göre ; Ankara' da yaşayan 40 bin tane İskilip'li bulunmaktadır.
Ülke çapında ise 300.000 tane İskiliplinin bulunduğu sanılmaktadır.
Lütfen İskilip'i , İskilipte yaşayan 35.000 kişi olarak düşünmeyin.. Sosyal medyaya düşen her yazı, Türkiye çapında 300 bin İskilipliyi'de ilgilendirmektedir. Onlarıda alakadar etmektedir. 
Yolumuz yapılmıyorsa, hastanemiz'de doktor yoksa, üvey evlat muamelesi görüyorsak bu tüm İskiliplileri'de ilgilendiriyor.
18 yıldır İskilip' li milletvekili yapılmıyorsa, bu duruma tüm İskilipliler üzülüyorlar.
İskilip' li olarak kendi yapabileceklerimizi düşünerek, onu yapalım. Memleketimize söz verilip' te yapılmayanların, farkında olalım.
Bizde memleketimiz için talepte bulunalım. Artık bu kadar beklediğimiz yeter.
SİZ NE DERSİNİZ. YORUMUNUZU BİZİMLE PAYLAŞIN.

27 Ocak 2019 Pazar

MESUTLAR SÜLALESİ



MESUTLAR SÜLALESİ

İSKİLİP Hacıpiri mahallesi, Hacıpiri sokak 3 noda evleri bulunan sülaledir. Bu sülale İskilip’te bizim komşularımızdı.

İskilip Müftüsü olan Mansur zade Mehmet Efendi’nin üç oğlu vardı. İsmail Hakkı- Mesut- Ahmet Rasih.

Bunlardan Ahmet Rasih, Bursa Gemlik’ te müftü olmuş. Sonra da kaymakamlık yapmıştır. Aile soyadı kanunu ile “AKGÜÇ “soyadını almıştır. Oğlu Hıfzı Akgüç, 1944- 1950 yılları arasında Mudanya’nın belediye başkanlığını yapmış olup, aile halen Mudanya’da bulunmaktadır. Bu aileden birisi halen profesör olup, biri de Cumhuriyet gazetesinde yazarlık yapmaktadır.

İSMAİL HAKKI Efendi’nin HAYATI 1859 (1275)'da İskilip Hacı Piri mahallesinde doğdu. Babası. İskilip Müftülerinden Mansur zade Mehmet Efendi'dir. İlk öğrenimini İskilip Sıbyan Mektebi'nde okudu. İlk dini bilgileri öğrendikten sonra, 1874 yılına kadar İskilip Köprübaşı Medresesi'ne devam etti. Daha sonra İstanbul'a giderek, Sultan Ahmet Medresesine kaydoldu. 2 yıllık öğrenimden sonra, 1890'da Müderrislik icazeti aldı.
 Öğrenimi sonrasında memleketine dönen İsmail Hakkı Efendi, 27 Haziran 1904 tarihinde) vekaleten. 1 Ocak ı909'da da asaleten İskilip Müftülüğüne tayin edildi.  İsmail Hakkı Efendi İskilip Müftüsü iken. 8 Şubat 1922'de vefat etmiştir. Ailesi "Ünal" soyadını almıştır.
İsmail Hakkı Efendi'nin Millî Mücadele’deki Hizmetleri- Millî Mücadele başlarında, İttihat ve Terakki Fırkası kendisini feshetmişti. İskilip’in bağlı bulunduğu, Çorum livasının en üst seviyedeki idarecisi olan Semih Fethi (Tarihçi Turhan Tan) İstanbul Hükümeti yanlısı olarak, milli faaliyetlerin aleyhinde idi.
Müftü İsmail Hakkı Efendi'nin ve müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'nin çalışmaları sayesinde İskilip halkı, Çorum merkezinin aksine, milli faaliyetleri desteklenmiştir. Bu arada Sivas Kongresi kararlarına da bağlılıklarını bildirmiş, ilk günden itibaren Milli harekatın yanında yer almıştır. Nitekim bu durum; İskilip Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Başkanı Necmettin, Müftü İsmail Hakkı, Belediye Başkanı Ali, Aza; Tahir, Mustafa, Şükrü ve Sabri imzalarıyla TBMM'ne çekilen 30 Nisan 1920 tarihli telgrafta da dile getirilmektedir.

Mutasarrıfın, İstanbul Hükümeti taraftarı olması yüzünden, Çorumlu vatan severlerin, Sivas Kongresine gizli olarak delege göndermesi sebebiyle, İskilip'in önemi daha da artar. Hiç kuşkusuz İskilip halkının, milli harekât yanında yer almasında, Müftü İsmail Hakkı Efendi'nin, unutulmaz hizmetleri olmuştur. Özellikle onun, Şeyhülislam Dürri zade Abdullah'ın fetvasına karşı, Anadolu uleması tarafından hazırlanan Ankara Fetvasını tasdik etmesi, başlı başına bir cesaret örneğidir. Vatan ve millet sevgisidir. Çorum'un merkez ve diğer ilçeleri din adamları içinde, yalnız Müftü İsmail Hakkı Efendi fetvayı imzalamıştır.

Soyadı kanunu çıktığında, İskilip’ te bulunan Mesut” ATAR” soyadını alır. Şöyle bir anekdot anlatılır. Gemlik’te bulunan Ahmet Rasih’ in oğlu, İskilip’ e Mesut amcasına gelerek- “Amca hangi soyadı alacağız. Hepimiz aynı soyadı alalım’ da çocuklarımız birbirini unutmasın.” Der. Mesut emmi de cevaben- “oğlum birbirinizi soyadınızla tanıyacaksanız, hiç tanımayın. Siz ne soyadı alacaksanız alın.” Der. Böylece Gemlik’tekiler “AKGÜÇ” soyadını alır.

Mesut Atar İskilip’ten, Gocol’ unun kızı olan” Azize” ile evlenir. Bu evlilikten üç oğlu, bir kızı olur. Oğulları Osman- İsmail- Mehmet Atar’dır. Kızı ise, Abu hanların oğlu ile evlenir. Mesut Atar, İskilip’ in hatırı sayılı esnaflarındandır. Hasan’de ve civarında tarlaları vardı. Azize Teyzenin ise Çağıl ardın da mülkü vardı. Bizim küçüklüğümüz de Hasan’de köyünden gelenler, mallarını Mesutların damına bağlardı. Osman emminin hanımı olan Şadik teyze, bir anekdot anlatmıştı. İstiklal harbinden dönen bir mahallelimiz, Mesut emmiye gelir. – “Mesut ağa seninle ticaret yapalım der. Mesut emmi- Benim şu anda, ticarete bağlayacak param yok. Ticareti hangi para ile yapacağız der. Oda cebinden çıkardığı altınları ortaya boşaltır. İstiklal harbinde, Sakarya tarafında askerlerimiz, Yunanlılar ile yaptıkları savaş sırasında bataklığa saplanır. Üzerlerinde bulunan değerli şeyleri, diğer arkadaşlarına atarak, eşyalarının ailelerine teslimini isterler. Ortaya dökülen altınların, bu altınlardan olduğu düşünülerek Mesut emmi birlikte iş yapmayı reddeder.”

Şadik teyzede Ulaştepe’ den Fidanlar sülalesindendi. Bu ailenin kökeni, Şeyhülislam Sunullah efendiye dayandığını, oğlu Seyit Atar abi anlatmıştı.

Değerli hemşerilerim. Sülaleler kökenine indiğimizde, böyle ilginç tespitlerin çıkacağını sanıyorum. Ailelerinizi kaleme alırsanız, birlikte değerlendirir yazıya dökeriz.

Mustafa Yolcu- 26.01.2019

20 Ocak 2019 Pazar

AYLA KÜYÜK

AYLA KÜYÜK

19.01.2019- Ayla Küyük hocamıza bugün “vefat eden İSMET KÜYÜK hocamız için “ taziye dileğimizi iletmeye, Ali Kılcı- Mehmet Altun- Muhittin Çağıl- Ceyhan Leblebici- Mehmet Şişman ve ben, Eryaman’daki evlerine gittik. Eve giderken, Olcay Kestek’de bize katıldı. 50 Yıllık birliktelikten sonra, eşini kaybetmek hocamızı çok üzmüş. İsmet Küyük hocamıza, Allahtan rahmet diliyorum.

Ayla hocam ile evinde otururken, talebelik yıllarımızdaki hatıraları yad ettik.
Ayla hocanım- "Bir kış günü okul da odamda iken, Erol leblebici geldi. Hocam dışarı gel, size bir şey göstereceğiz dedi. Ne göstereceksiniz deyince-“ hocam dışarı da göstereceğiz.” dedi. Dışarıya çıkarken, gözümden gözlüğümü de aldı. Okuldan dışarı çıktığımızda, bir gurup öğrencinin beklediğini gördüm. Onlara yaklaşınca, hepsi birden beni kar topu yağmuruna tuttular. Ben de onlara, kartopu atmaya çalışıyordum ama nafile. Onlar hazırlıklı ve çoktular. " dedi.

Bir gün, okulumuz müdürlüğü ne yazılmış mektup geldi. Zarfı açtığımda, içinden mektup ile posta pulu çıktı. Mektubu Eyüp Eriş yazmıştı. Mektup da diyordu ki – “Ben Eyüp eriş. Tayinim sizin okulunuza çıktı. İskilip’ e gelirsem, ora da kalacak yer bulabilir miyim? “Biz de kendisine tabi bulursunuz diye cevap yazdık.

Eyüp hoca İskilip’e gelince- “kardeşim mektubu yazıyorsun’ da, içine niye pul koyuyorsun. Bizim sana cevap veremeyeceğimizi mi düşündün.” diye sordum.  Kendisi, çok bilgili bir tarih hocası idi. Kitaplar yazdı.

Okulu, 19 Mayıs bayramına götürüyorduk. Sınıf başkanlarına, sınıf yoklaması yaptırdım. Yoklama sonucunu alırken, bir başkan geldi- “HOCAM VAR YOK “dedi. Öğrenciye kızarak, sen dalga mı geçiyorsun dedim.  Meğer soyadı VAR olan öğrenci yokmuş. İzah edince, bu durumu anladım.

Eyüp Eriş Hoca, yazılı imtihana katılmayan Ceyhan Leblebiciyi, tek başına tarih dersinden imtihana sokar. Yanına tarih kitabını da verir. Ceyhan’ a derki, beşin altında cevap yazarsan, sınıfta kalacaksın. Beşin üzerinde yazarsan, sana on not vereceğim.” Der.  Ceyhan bu şartla imtihanda, beşin altında not alıp tarihten  İkmale kalıyor.

Ayla hocaya, ortaokul ’da iken erkek öğrencilerin saçlarının uzatılmasına nasıl karar verildiğini sordum. Bakanlıktan ülke çapında, öğrencilerin sacının uzatılmasının serbest bırakılması için yazı geldiğini, bu yazıya binaen sac uzatılmasını serbest bıraktıklarını söyledi.

Ayrıca – “bizim dönemimiz’ de okulda sıkı bir disiplin vardı. Veliler öğrencileri, eti sizin kemiği bizim diye okula getiriyorlardı. Üniversiteler arası giriş imtihanında, İskilip Lisesi ülke çapında, 38. Sırayı almıştı. Bütün öğretmenler, öğrencilerin başarılı olması için, canla başla çalışıyorlardı.” dedi.

Ayla hocanıma tekrar başsağlığı dileyerek, evinden ayrıldık. Kendisine sabır ve sağlık sıhhat diliyoruz.

Mustafa Yolcu- 19.01.2019
 

13 Ocak 2019 Pazar

KÖSTEKÇİLER SÜLALESİ ( MÜFTÜLER )



KÖSTEKCİLER SÜLALESİ (MÜFTÜLER)

Köstekçiler sülalesine ait bu yazı, İbrahim Ethem Köstekçinin anlatımı ile kaleme alınmıştır. Amaç geçmişten haberdar olup, iz kalmasıdır. Bu yazı dizimiz, başka ailelerle devam edecektir.

İskilip’te köstekçiler, geniş bir aile topluluğudur. Köstekçiler sülalesinin tamamı, Mutaflar Mahallesinde oturmaktadırlar. Bizim aileye müftüler denir.

Büyük dedem Ali Galip Köstekçi, hem Osmanlı Devleti’nin son döneminde, hem ’de Cumhuriyet döneminde müftü olarak hizmet vermiş bir alimdir. 1919-1962 Yılları arasında yaklaşık, 41 yıl müftülük görevi yapmıştır. Görevi esnasında devlete sadakatle bağlı kalmış, verilen emirleri yerine getirmiş, toplum ’da birlik ve beraberliği sağlamış, kendisini sevip saydırmıştır.

Müftülük görevini, leblebiciler çarşısında kendisine ait, tek odalı bir dükkânda, bir yardımcısı ile yürütmüştür. O zaman müftülüklere fetvahane deniliyormuş. Müftülükle ilgili görevlerinin dışında, aralarında problem olan kişi ve ailelerin problemlerini dinleyerek, problemlerini çözüp, kişileri barıştırarak, bugünkü arabulucuların görevini o dönemde yapmaktaymış. Müftü dedem, iri yarı ve güçlü kuvvetli idi. 100 kg lık çuvalı, tek eliyle kaldırırmış. Müftü dedem evde’ de çok disiplinliydi. Herkes ondan çekinirdi. Kendisine ait odasında oturur, yemeğini ve ibadetini orada yapardı. Sık sık eve, dedemin misafirleri gelirdi. Babamgil her akşam, müftü dedeme o günkü işleri hakkında bilgi verip, onun görüşlerini alırdı.

Müftü dedemin bir oğlu olmuştur. İbrahim Ethem Köstekçi dedem ’de, 45 yıl Mutaflar Mahallesi camisinin, imam hatipliğini yapmış. Bu görevi, 15 yıl ücret almadan yapıp, daha sonra kadrolu olmuştur.

İbrahim Ethem Köstekçi dedem, Genç ağaların kızı Şefika Köstekçi ile evlenmiş, iki oğlu bir kızı olmuştur. Oğulları Fazlı Köstekçi ve Ali Necati Köstekçi, manifaturacılar çarşısında kendilerine ait dükkânda, manifaturacı dükkânı işlettiler. Sümer Bank’ ın Karadeniz bölge bayiliğini yaptılar. Ayrıca Çorum yolunda, Hacı Bey köyünü geçince, mazotla çalışan un değirmenleri vardı. O bölgenin tüm un öğütme işi, bizim
değirmen ’de yapılırdı.

Tarlaları ortakçılar eker, bağ bahçe işlerini kendimiz yapardık. Uludere ve Ova’ da bulunan meyve bahçeleri ile Kuruçay önünde, 5 dönüm bağda ziraat mühendisleri ile birlikte üretim yapılıyordu. Yıllık 10-15 ton üzüm, 100-120 ton civarında elma ve ayva üretimimiz vardı. Bağ ve bahçe de, her çeşit elma, ayva, üzüm bulunur, kışlık üzümler hevenk yapılıp duvarlara asılır, nisan ayı sonuna kadar evimiz de üzüm bulunuyordu. Elma ve ayvalar, en az 10 işçi ile 15-20 gün bahçeden toplanır. Babamlar elmaların saplarını, birbirine batıp çürümesin diye tek tek çay kaşığı ile kırar, meyvelerin irisi, ufağı ayrılarak, ayrı yerlere depolanır, kış aylarında toptan satılırdı.

 Evde nüfus çoğalınca, müftü dedem 1938 yılında, Mutaflar Mahallesindeki 400 m2 arsa üzerine, 3 katlı 13 odalı, avlusu, ahırı, samanlığı, ambarı olan evi yaptırmıştır. Meydan çayından su çekilerek, evin kerpiçlere dökülmüş.
 Bu konak gibi evde. Müftü dedem, oğlu İ. Ethem dedem ile 2 oğlu Fazlı ve Ali Necati Köstekçi 4 aile birlikte yaşardık

Evimizde bir kazan kaynar, yemek vakti iki ayrı sofra kurulur, bir sofrada erkekler, diğerinde hanımlar yemek yerdi. Çocuklar istediği sofraya otururlardı. Hacı Anne genelde, erkeklerin sofrasına otururdu. Yemekten sonra çardaktaki abdestlikte eller yıkanır, dişler misvakla temizlenir, abdest alınırdı. Evde her ailenin ikişer odası vardı. Odaların bir tanesi yatak odası olarak, diğeri’ de misafir odası olarak kullanılırdı.  Akşam olunca evde, erkekler bir odada, kadınlar bir odada otururdu.
                   Amcam Fazlı Köstekçinin, Süreyya, Naci, Kâmil, Ali Galip adın ’da 4 oğlu vardı. Babamın da Hulusi, Fatma, İbrahim adın da 2 oğlu bir kızı vardı.

Mutaflar mahallesindeki evimizdeki ahırda, 2 adet inek, eşek, at bulunur, sabah ve akşam inekler sağılır, hayvanların altı temizlenir, saman ve yemleri verilirdi. Sabahleyin kullanım fazlası süt, Çorum’dan gelen süt toplama aracına bırakıp, oradan okula giderdik. Müftü dedem çarşıya, atla gidip gelirdi,
                        Yaz tatilinde, bizleri çalışmaya teşvik etmek için ödül verilir, ticareti öğrenmemiz için, dükkânın önüne bir kasa üzüm, terazi koyup bize sattırırlardı. Sattığımız üzümün parasını biz alırdık. Bizde sabahları altı da kalkıp, işlere yardım ederdik. Uludere’deki bahçeyi sulamaya gece gidilir, bunun için de su başından birkaç gün önceden randevu alınırdı. Bahçeyi sularken, birimiz bahçeye su tutar, birimizde suyu kesmesinler diye ark boyu takip ederdik. Sulama işi sabaha kadar sürerdi. İşimiz bittikten sonra çay demlenir, lahana yaprağına salata yapılır, yufka ile birlikte karnımızı doyururduk. Bahçemizdeki her şey doğal yetişir ve mis gibi kokardı.
                          
Evin yönetimi hacı annemdeydi. Onun bilgisi dışında evde bir şey yapılmaz, işlerin organizesi, bir haftalık yapılır, hangi gün ne iş yapılacağı bilinirdi.

Her sabah, hacı annem ve hacı babam, sabah namazından sonra, ispirto ocağında yapılan Türk kahvelerini içerlerdi. Kahve çiğ alınır, evde kavrulur, el değirmeninde çekilirdi. Her yıl hacı annem 15-20 gün kaplıcaya gider, bizi de kaplıcaya götürürdü.

Evimiz’ de bayramlar çok güzel geçerdi. Dört-beş sini döşeme, gül baklavası yapılır, baklava pişirmeye çok önem verilirdi. Baklavalar odun ateşi közünde, yavaş pişirilir, kar gibi beyaz olur, cevizi çok kızarmazdı. Sonra itina ile şekerlenip, bir odaya kilitlenirdi. Yemeye bayramda çıkartılırdı.

Her bayram evimiz’ de, İskilip dolması yapılır, evin alt katındaki odalara sofralar kurulur, camiden bayram namazı çıkışı, mahallenin fakir ve yaşlıları yemeğe davet edilirdi. Yemekten sonra bayramlaşılırdı. Ayrıca yaşlı ve hastaların evlerine de yemek götürülür, babamlar misafirlerle yemeklerini yerlerdi. Bizde misafirlerden sonra yemeğimizi yerdik. Müftü dedemin sağlığında İskilip’ten, Çorum’dan, Ankara ve çevre il ve ilçelerden çok sayıda misafirimiz gelir, evin içi dolar taşardı. Bayram boyunca bu yoğunluk devam ederdi. Aynı gelenek, müftü dedemden sonra da devam ettirildi.

Hacı babam 94, hacı annem 95 yaşında vefat etti. Dedemin ve babamların vefatından sonra, konakta oturan kalmadı. Bizler yaz aylarında, İskilip’e gittiğimizde bu evde kalıyoruz.


Mustafa Yolcu- 10.01.2019
                      

3 Ocak 2019 Perşembe

EVLÜCELER SÜLALESİ



EVLÜCELER SÜLALESİ
Evlüce sülalesi hakkında bilgileri, Mehmet Evlüce’ den aldım. Kendisi sülalelerini şu şekilde anlattı:
Evlüce sülalesi İskilip’in Ulastepe nüfusuna kayıtlı, 1941 yılında Baha bey mahallesine yerleşen, soy isim kanunu çıkmadan Gıymıklar lakabı ile anılan, sonradan Evlüce soy ismini almış ailedir. Gıymığın Hacı Hafızı, Ulu Caminin imamlığını yapmış, imamlara maaş bağlanması ile “ben maaş karşılığı imamlık yapmam.” Diyerek imamlığı bırakmıştır. Dikicilik mesleğine dönmüştür.
Dedem Osman Evlüce, 1941 yılında belediye başkanlığı yapmıştır. O zamanlar İskilip, CHP’nin kalesi olarak görülürmüş. Osman Evlüceye aile ’de hacı baba denilirdi. Hacı baba, gerçekten otoriter ve sert görünümlüydü. Ama yardım severdi. Onunla sohbet edenler, kendisinin sohbetine doyum olmadığını söylerler. Hacı babam, her gün sakal tıraşı olurdu. İleri görüşlü biriydi.  Kendisi odasında yemeğini yer, bizler mutfakta yer sofrasında, asker biçimi oturarak yemek yerdik. Hacı babam sabah camiden gelince, evde odasında Yasin suresini okur ve tesbih çekerdi. Daha sonra dama inerek, ineklere kömüşe bakar, oraları düzenler, bizim evde sağılır inek eksik olmazdı.
O zamanlar İskilip’te yaygın olan iki eşlilik durumu, bizim ailede de mevcuttu. Büyük babaannem ve Tabanalı anamız olmak üzere, iki tane babaannemiz vardı.
Evimiz tam bir ataerkil ailesi olarak idare edilen, 22 nüfuslu bir aile idi. Bu arada büyük babaannem, içişleri olan inek çanak işlerine, Tabanalı anamda bağ bahçe işlerine bakardı. Mustafa ve Hasan emmilerimin hanımları ve annemle beraber aynı evde yaşamımızı sürdürülürken, 1966 yılında evimizin yanındaki arsaya ev yapılarak, amcalarım evden ayrıldılar. Ev yaşantımız, belli kurallara bağlı, emir komuta zincirinde denilebilecek şekilde sürmüştür. Bayramlar ’da Ulaş tepe ve Baha bey’ deki komsulara, mutlaka bayram sabahı 5- 6 sofra yemekle verilir, bu misafirler arife günü, Hasan amcam tarafından tek tek eve davet edilirdi.
Bayram günleri, hacı babam Osman Evlüce evden çıkmaz, üst kattaki misafir odamızda misafirleri ağırlardı. Bu arada, akrabamız Ahmet Maden emmi kapı da gelen misafirleri karşılardı. Rahmetli bekçi Cumayinin Hamdi emmide, kahve ve hizmet işlerine bakardı. Bu isler sonradan, Hasan amcam ve diğer aile bireylerine kaldı. Bu durumlar, babam zamanın’ da bir müddet daha devam etti. Zamanla bu adetler kayboldu.
 Babam Tahir Evlüce ve amcam Mustafa Evlüce, beraber yedek parça, otobüsçülük, Pirelli lastikleri bayiliği yaptılar. Hacı babam ve Hasan amcam, şu an belediye yanındaki dükkânda hem Pirelli hem de Philip is bayiliği yaptılar. Zaman içerisin de bu islerle beraber, gıda sektöründe iştigal ettik.  İskilip’in, ekonomik ve siyasi durumunun günden güne geri gitmesi, bizleri İskilip dışına gitmek zorunda bıraktı. Ankara’ da gıda işini  yürüttük. Aslında teknoloji ve dünyanın globalleşmesi, eski adet ve ananelerimizi alıp götürürken, bizler hiç farkında olamadık.

Babam Tahir Evlüce, girişimci bir insan insandı. Ana mesleği otobüsçülüktür. Çok kişiyle ortaklık yapmış, yanında çalışan bir sürü insana ekmek vermiş, birçok kişinin’ de şoför olmalarına imkân sağlamıştır. Otobüsçülük işinde, Kocali ve Hacı Yılmazla yıllarca rekabet yapmışlar, Çorum’a bir liraya, Ankara’ya yedi liraya yolcu taşımışlar. Neticede çarpışan testinin biri kırılmış, biri çatlamış, ikisi ’de su tutmamış. Ticari olarak erimişler.
Şimdi sizlere Silifke taş ucundan selam ve sevgilerimi gönderiyorum, hoş çakalın.
Mustafa Yolcu- 1.1.2019


27 Aralık 2018 Perşembe

KARTALLAR SÜLALESİ


KARTALLAR SÜLALESİ

İskilip’in kalabalık sülalelerinden biridir. Bu yazıda sülalenin Hancı Hakkı’gil kısmını ele alacağım.
Rahmetlik Hakkı emmi hancılık yapardı. Han köyden gelen vatandaşların, ahırına hayvanını bağladığı, yukarı katta bulunan odalarda, kendisinin yattığı yerdir. Diğer adı ile oteldir.

Hakkı emmi, aynı zaman’da katırcılık da yapardı. Katır bir zamanlar, günümüzün otomobili, kamyonu gibiydi. Katırla yük, yolcu, top arabası, yük arabası v.b. taşınır, dağ taş engebeli araziler ’de dahi nakliye için kullanılırdı.  Resmî kurumlar, vatandaşlar katır alımı yapar, bu talepler yurt genelinden toplanan katırlar ile karşılanırdı.
İskilip’in Kuru Saray köyünden ortakçı ile katır işi yapılır, sağlanan kar paylaşılırdı. Babam ’da zaman zaman, Hakkı emmi ile katır ortaklığı yapardı. 





Hancı Hakkı emmi ailesi hakkında, torunu Mustafa Kartal ile sohbet yaptık. Mustafa şunları anlattı:

“Kalabalık bir aileydik. Evde Hakkı dedem, baba annem (evde kendisine altuncu ana denirdi). Babamgil dört erkek kardeştiler. Amcamın bir tanesi trafik kazasında vefat etti.  İki emmim, halam, annem ve yengelerim, torunlar ile 20 kişiden fazla kişi bir arada yaşıyorduk.

Evimizde 7 tane oda, 3 tanede kiler vardı. Soğukta bulunacak yiyecekler için soğuk kilerde, normal şartlarda duracak yiyecekler normal kilerde, havadar bir yerde bulunacak yiyecekler havadar kilerde saklanır, kilerin anahtarları altuncu Ana’da olurdu.

Yaşam tarzlarını ise Mustafa Kartal şu şekilde anlattı. “Evimizde bir kazan kaynar, yemek vakti iki ayrı sofra kurulur, bir sofrada erkekler yemek yer, bir sofrada hanımlar yemek yerdi. Biz çocuklar, istediğimiz sofraya otururduk.

Yemekten kalktıktan sonra, Hakkı dede den başlayarak, yaş sırasına göre amcalar, amcaların oğulları, en son sıra biz çocuklar ıbrıkla su getirip, leğende ellerimizi yıkardık. Erkeklerin elini yıkaması bittikten sonra, aynı şekilde hanımlar ellerini yıkar, leğen ırbık yerine kalkar. Evde dedenin haricinde konuşan olmaz, dede konuşmuyorsa, oğulları nadiren konuşurdu. Evde bir nizam, intizam vardı

Yemekten sonra, erkekler bir Oda’da, hanımlar ayrı oda da otururdu. Uzun kış geceleri çay içilir, tabaklarla meyve gelir yerdik. Çocuklar kendi aramız ’da oynardık. Evin idaresi, Hakkı dedenin hanımı olan altuncu anada idi. Altuncu anadan sonra idareci, büyük emmimin hanımı idi. Evde kimse, altuncu anadan direk talep ’de bulunamaz, bir şey denilecekse önce büyük yengeye iletilir, oda altuncu anaya söylerdi.

Evde kış hazırlıkları yapılır, sucuk, köfter, elma, ayva armut vb. kilere konurdu.  Biz altuncu anadan, yemek için sucuk köfter isterdik. Bize “Yivlik kayasına kar yağınca, sucuğu, köfteri yemeye başlayacağız.” Derdi. Her gün, Yülük kayasına kar yağdı mı, yağmadı mı diye bakardık. Yülük kayasına kar yağınca, doğru Altuncu anaya gider, “Altuncu ana yülük kayasına kar yağmış. Bize sucuk ver.” Derdik.

Dedem ortak iş yaptıkları insanları, eve yatmaya ve yemek yemeye getirirdi. Bayram sabahı, otel’ de ve handa kalanlar eve yemeğe çağrılır, bizim evde bayram yemeğini birlikte yerdik. Altuncu anam dolma yapar, misafirler ve biz kurulan yer sofrasında, bayram yemeğini yerdik. Hiçbir bayram sabahı, kendi başımıza misafirsiz yemek yemedik. Bazen de hana, evden yemek götürülürdü. Ramazan’ da akrabalarımız iftara çağırılır, birlikte oruç açardık.

Dedemin vefatından sonra, bu düzen devam ettirilmeye çalışılsa da devam etmedi. Amcalarımızla, evimiz ve işimiz ayrıldı. Her aile, kendi içinde kalabalıklaştı. Şimdi ise ancak ramazanda, bayram da bir araya gelebiliyoruz.

15- 20 Kişilik aile yaşamından, karı kocanın tek başına yaşadıkları aile yaşamına döndük. İnsanımızda yaşlanır, hastalanırsam halimiz ne olacak endişesi başladı. İnsanlar yaşlanınca, huzur evi bulma gayreti içine girdi.

Şimdi sormak gerekiyor. GEÇMİŞTEKİ YAŞANTIMIZLA MI HUZURLU VE MUTLU İDİK? BU GÜNKİ YAŞANTIMIZLA MI HUZURLU VE MUTLUYUZ.

Mustafa Yolcu- 26.12.2018


19 Aralık 2018 Çarşamba

İSKİLİP'TE SPORUN GEÇMİŞİ


İSKİLİP’TE SPORUN GEÇMİŞİ

Bizim çocukluğumuzda spor denilince, güreş, futbol, voleybol akla gelirdi. Haçeren’de, şimdi Endüstri Meslek Lisesinin bulunduğu alana, spor sahası denirdi. Alan, spor sahası ebatlarına göre kireçlenir, futbol çalışmaları ve maçlar bu saha da oynanırdı.

Halamın oğlu Ahmet Dursun, futbol maçlarda santrafor olarak oynardı. Maç ve antrenman sırasında, saha gerisinde kaçan topları yakalamak için beklerdik. O vakitler İskilip spor, maddi olarak zor ayakta duruyor, eşofmanlar, toplar, malzemeler eksik ve yetersizdi.

Mahallemizde, iki duvarın arasına gerdiğimiz ip ile voleybol oynardık. Oyun sırasında top, evlerin camına çarpar, çamın kırıldığı ’da olurdu. Evin sahibi bizi, bu sebeple okuldaki öğretmenimize şikâyet etmiş, öğretmenimizden ceza almıştık.

Yılda bir kez ’de, şimdiki Türk Telekom’un olduğu yerde, yağlı güreş yapılırdı. Güreşin yapılacağı, 1-2 ay önceden ilan edilir, tüm İskilipliler güreşi seyretmeye çağırılır, İskilip dışından ’da güreşi seyretmeye gelenler olurdu. Güreş seyrine ücretli biletle girilir, toplanan para ile ilk üç kademenin ücreti ödenir, alt kademeye katılanların parası, seyircilerden güreşçiler tarafından toplanırdı.

Güreş günü, İskilip’e birçok insan gelir, esnaf bayram eder, fırınlar’ da ekmek kalmaz, lokantalar da yemek tükenirdi.

Ben de sabah erkenden, güreş seyretmeye giderdim. Çocuklar para ödemeden, güreş sahasına girer, davullar, zurnalar çalar, insanlar şevke gelirdi. Güreş sahasına, kemre denilen hayvan gübreleri dökülür, böylece güreşçilerin yara almamaları sağlanır. Sahaya gelen güreşçiler, valizlerinden kispetlerini çıkarır giyerler, bir kısmı ’da zeytin yağı ile yağlanırdı. Sahanın dış kısmında su, ayran, gazoz, köfte satılır, zaruri ihtiyaçlar giderilirdi.

Bir önceki yılın baş pehlivanı, en son güreşe girer, baş altı ve 3. Dereceye pehlivanlar güreşerek gelirler.

Cazgır denilen kişi de aşağıdaki nakaratı okur:

Allah Allah illallah
Erler Çıktı Meydana,
Biri Birinden Merdane,
Biri Ak, Biri Kara
Mevla’m Her Birine Kuvvet Vere.

Bu Meydan Er Meydanıdır,
Nice Koç Yiğitler, Bu Meydandan Geçti,
Acı Tatlı Suyun İçip Göçtü
Atlar Gibi Tepisin,
Aslanlar Gibi Kapısın
Ya Muhammed Ya Ali

Pehlivanların Piri Hazret-İ Hamza Veli,
Tellal Çıksın Aradan,
Hepsine Kuvvet Versin Yaradan,
Pehlivan, Pehlivan

İşte Meydan, İşte Pehlivan
Güreş Edenlere Yardım Eder Hazret-İ Yaradan
Hani Ali, Hani Veli
Pirimiz, Üstadımız Hazret-İ Hamza’dır Belli
Karşıdan Gelir Kır At, Kanatları Kat Kat,
Gönderelim Hazret-İ Muhammed’e Salavat.

Allah Allah illallah,
Hep birlikte Pehlivanlarımıza
Alkışlar diyelim Maşallah

Her kademede güreşçiler, cazgırın bu nakaratı ile meydana çıkar, davul zurnalar’ da meydanı inletirdi. En heyecanlı güreş, baş pehlivanlık güreşi olur, İskilip’in baş pehlivanı olan Kozverenli İsmail Çördük, baş pehlivanlığı kimseye kaptırmazdı. İsmail Çördük, yağlı güreşte Türkiye ve Avrupa şampiyonu olmuştu.

Güreş sona erdikten sonra, güreşçiler ellerinde valizleri ile birlikte hamama gider, yıkanırlardı. Yağlı vücutlarının Hamam’da nasıl temizlendiğini merak ederdim. Güreş, Türklerin ata sporu olarak bilinir. Erkek çocukları, çocukluktan itibaren güreşe merak salar babalar, amcalar, dayılar çocuklarını aile ortamında güreştirir, onları zevkle seyrederdi. Anneler, çocuklarının güreşmesine karşı çıkmaz ama çocuklarına güreşirken bir şey olacak diye korkarlar.

Unutulmuş olan, başka bir sporumuz ’da cirit oyunudur. Küçükken İskilip düğünün’ de, iki sefer CİRİT oyununu seyrettim. Savaş oyunu olan cirit, ata binmeyi, mızrak atmayı sembolleştiren sopa atmayı, müsabakada centilmen davranmayı hedef almıştır.  Ata sporumuz olan CİRİT’İNDE, tekrar memleketimiz de hayat bulmasını arzuluyorum.

Sağlam kafa, sağlam vücutta bulunduğu için, sporu her yaşta yapmaya çalışmalı, çocuklarımıza örnek olmalıyız.

Mustafa Yolcu- 19.12.2018