29 Mart 2019 Cuma

MORFİNLİ MEHMET VE BEBUK


MORFİNLİ MEHMET VE BEBUK

Çocukluk yıllarında tanıdığımız, alkolik derecesinde içki tüketen iki insanlardı.
Morfinli Mehmet; Hacıpiri’nin yukarı mahallesindendi. Bebuk’ün ise kalenin dibinde, hamamın arkasında tek odalı evi vardı.
Gündüz vakti ikisinin de ayık gezdiğini gören olmazdı. Nerden temin ettiklerini bilmediğim para ile içkilerini alırlardı.

Bebuk ile parkta veya başka yerde karşılaştığımız da “ Bakın delikanlılar, benim vaziyetimi görüyorsunuz. Ayakta zor duruyorum. Bu zıkkımı içmekten memnun değilim. İçkiye alıştım bırakamıyorum. Sakın siz içki şişesini elinize almayın, vb.” diye nasihat ederdi. Açıkta içki içmez, elinde içki şişesi görülmezdi.

Morfinli Mehmet sabahları, içki almadığı zaman, halim selim, efendi görünüşlü biriydi. İçkili iken kimse ile konuşmaz, evini zor bulur, bir yerlerde sızıp kalırdı.
Kışın karın üzerine sızıp, sabahladığı olurdu.

Karnı aç olduğunda, mahallemizde kapısını çaldığı, birkaç ev vardı. O evlerden birine gider “ Ana benim karnım aç. Bana bir dürüm yapında yiyeyim .” derdi.
Gittiği evde yiyecek ne varsa, tepsi ile kapının önüne konur, oda konulanı yer, dua edip giderdi.

Bebüğün, başında yana yatık şapkası, havalar soğuduğunda da, sırtından çıkarmadığı paltosu vardı.
Kalenin dibindeki bir göz odalı evi, belediye yaptırmış, mahalleliler de içinin eşyasını koymuşlardı. Bebuk; kirlenen çamaşırlarını deterjan ve para ile birlikte bir torbaya koyar, torbayı da ihtiyaç sahibi bir evin kapısı önüne bırakırmış. Evden torbayı alıp, çamaşırları yıkar, ütüler Bebüğün evinin kapısının önüne koyarlarmış. Bebuk evine geldiğinde, torbasını içeri alırmış.

İskilip’te hacca, otobüsler ile gidiliyordu. Her sene 6–8 otobüs ve eşyaları götüren kamyon ile hacca giderlerdi.
İçki içmeye tövbekâr olmuş morfinli Mehmet; bir Cuma günü sabahı hamama gider. Güzelce yıkanır. Sonrada soluğu otobüsleri hacca gidecek olan, otobüs firmasının sahibinin yanında alır. “ Ben hacca gitmek istiyorum. Tövbe ettim, içkiyi bundan sonra ağzıma almayacağım.” Der. Oradakiler şaşırırlar. “ Mehmet emin misin? İçki içmeden durabilir misin?” diye sorduklarında; kararının kesin olduğunu, içkiyi bıraktığını söyler.
Onlarda;” Sen kararını vermişsen, bizde seni hacca götürürüz.” Demişler.
Hacca giden Mehmet; hac farizasını yerine getirerek Hacı Mehmet olmuştur. Hac dönüşü İskilip belediyesine işçi olarak alınmış, evlenerek düzenli bir hayatı olmuştu.

Bebukte; Hacı Mehmet’ten 1–2 yıl sonra aynı süreci yaşadı. Hacca gitmeye karar verince, otobüsçüler ondan ücret almadı. Esnaftan para toplayıp, kendisine harçlık olarak verdiler. Bebuk daha hacca gitmeden “ Yarabbi; mübarek yerlerde al benim canımı. Buraya beni bir daha getirme.” Diye dua edermiş. Hac yolculuğunda yanındaki koltukta, dolmacı Bekir Hallı oturmuş.

Bebuk; mübarek yerlerde haccını güzelce tamamlıyor. Mekke’den Medine’ye geliyorlar. Orada da ibadet ve ziyaretler tamamlanıyor. Medine den ayrılmadan bir gün önce, kaldıkları otelde Bebuk; yalnız başına bir köşede ağlıyor. Onun bu halini gören biri soruyor-” Hacı bebuk niye ağlıyorsun?” Cevap veriyor “ Ben mübarek yerlerde feyiz alarak, ibadetimi, görevlerimi yapıp haccımı tamamladım. İskilip’e gidince beni azdırıp, tekrar içkiye başlatırlarsa ben ne yaparım diye ağlıyorum.” Ellerini kaldırıyor “ Allahım benim canımı bu mübarek yerde al. Burada kalayım.” Diyor.

Ertesi günü toparlanıp, yolculuğa çıkmaya hazırlanıyorlar. Bebük sessiz sedasız, her kesten önce otobüste kendi yerine oturuyor. Diğerleri de otobüse binmeye başlıyor. Bebuk başını yana dayamıştır. Onu uyuyor sanıyorlar. Birisi gelip” Hacı uyuma, otobüs kalkacak.” Diyor. Ama hacı bebuk’ten ses yok. Bir iki kişi daha geliyor, bakıyorlar ki hacı Bebuk; gerçek dünyasına gitmiş. Ruhunu mübarek yerde teslim etmiş. Her kes şaşırıyor. Bir gün evvel edilen dua, ertesi günü gerçekleşiyor.

Hacı Bebuk Medine de, Cennet’ül Baki’ye, sahabelerin bulunduğu mezarlığa defnediliyor. Hacı kafilesi de yola çıkıp İskilip’e geliyor.
Soruyorlar” hacı Bebuk nerede?”
Cevap;” Hacı Bebuk Medine’de, Peygamberimizin, sahabelerin yanında kaldı. Yaratan onun duasını kabul etti. O sevdikleri ile birlikte Medine’de kaldı.”
Hacı Bebüğün tek göz odalı evinin kapısını açıyorlar. Evin duvarında asılı tabelada diyor ki;
Harabat ehlini hor görme Şâkir.
Defineye malik viraneler var.

Yalan dünya da kimseyi küçük görüp, hor bakmamalıyız. Rabbimin yanında kim daha değerlidir? Onu ancak yaratan bilir.

Mustafa Yolcu- 03.11.2005


25 Mart 2019 Pazartesi

ANKARA- AYAŞ İÇMECESİ

ANKARA- AYAŞ İÇMECESİ

Ankara’ya 83 km. uzunlukta bulunan içmeceye, 10 Mart itibari ile gidip kaldım. Ben dört yaşında iken, annemgil buraya gelmişlerdi.  Ayaş içmecelerinin şifası, bizim memlekette dahi duyulmuştu.

Tatili, sıcak yaz günlerinde deniz kenarına gidip yatmayı sanan insanımızın, sağlıkları açısından içmece ve termal tesislerden yararlanmaları gerekir. Bilhassa yaşlılık dönemlerinde, yıllarca ilaç kullanıp bağırsak florasını bozduktan sonra, içmecelere gidip rektifiyeden geçmesi gerekir. Bağırsaklar insanın ikinci beynidir. Bağırsak florasının bozulması, birçok hastalığın oluşmasına neden olmaktadır. İçmeceler bağırsak florasının temizlenmesini sağlayabilir.

Bu yazı ile sizlerin’ de içmeceyi tanımanızı, yararlarını öğrenmenizi amaçladım. Ayaş içmecelerinin:
İÇMECE OLARAK FAYDALARI
* Mide bağırsak ve karaciğer tembelliklerine iyi gelir. Bu organları faaliyete geçirir.
* Safra kesesi taş ve kumlarını böbrek taş ve kumlarını döker.
* İdrar yolları iltihaplarını tedavi eder.
* Mide ve bağırsakları solucan, şerit ve kıl kurdundan temizler. Bunları dışarı atar.
* Hazımsızlığı, ağız kurumasını ve müzmin kabızlığı önler, iştahı açar.
* Nedeni bilinmeyen baş ağrılarını giderir. Kanda bulunan toksinlerin dışarı atılmasına yardımcı olur.
KAPLICA OLARAK FAYDALARI
Romatizma, Lumbago, Siyatik, Nevralji, Nevrit, Polinevrit, Kadın Hastalıkları, Kırık ve çıkıklardan sonraki mafsal yapışıklıklarında, havuz banyosu en uygun tedavidir.
Ayrıca hiçbir rahatsızlığı olmayanların bile, senede bir defa içme kürü yapmaları çok faydalıdır. İnsan vücudu yaşadığı sürece, organizmada biriken zehirli maddeleri idrar, dışkı, ter, safra, tükürük bezleri ve buna benzer boşaltım yolları ile dışarı atar. Zamanla bu zehirlerin tam olarak dışarı atılması güçleşir, organlar tembelleşir ve zehirli maddeler vücutta birikip artmaya başlar.
Her türlü tedavide ilk şart, hastanın iyi olacağına inanması ile başlar. Şifayı Allahtan bilerek, vesilelere müracaat etmemiz gerekir.

Bir doktor arkadaşım hatırasını – “Anneannem hep hasta olduğunu söyler, kendisine ilaç vermemi isterdi. Bir gün anneanneme giderken, üç ayrı renkte lolipop şeker aldım. Bunları sabah, öğle, akşam ayrı ayrı renkte şekeri   emmesini söyledim. Daha sonraki günlerde, anneanneme gittiğimde sağlığını sordum. Bana (yavrum ilaçların çok iyi geldi. İyiyim) dedi. Dayım anneanneme sağlığını sorduğunda, benim verdiğim ilaçların iyi geldiğini söylemiş. Dayım ilaçları görmek için buzdolabına gidip, topitop şekerleri görünce bunlar ilaç değil şeker demiş. Böylece benim’ de tılsımım bozuldu. Anneannem tekrar hastayım demeye başladı.” Diye anlatmıştı.
Her şeyin başı moral ve hayata tutunmak çabasıdır. Kendimizi kapıp koyuverirsek, dertlerimiz o zaman başlar. Allaha şükredelim, dertlere sabredelim. O zaman mutlu oluruz.

Mustafa Yolcu- 26.03.2019



19 Mart 2019 Salı

KONSOLİDASYON VE MORATORYUM NEDİR


KONSOLİDASYON VE MORATORYUM NEDİR?

Konsolidasyon ve Moratoryum nedir? Ne anlama gelmektedir?
Konsolidasyon TDK’de ‘’ekonomi Süreye bağlatma “olarak bilinmektedir.
Konsolidasyon bir borcun, borçlusu tarafından ödenmeyip zorunlu veya gönüllü olarak vade, faiz, tür ve benzeri yönlerden yeniden yapılandırılması anlamına gelir.
Konsolidasyon kararı alan devlet, o an için bu borçların faizini dahi ödeyemeyecek durumdadır. Sonraki yıllarda kendini düzeltip borçlarını kapatsa dahi, konsolidasyon işlemi, o ülkenin uluslararası kredi notunu ve prestijini düşürür.

MORATORYUM NE DEMEK?
Moratoryum ise TDK’de ‘’ekonomi erteletme’’ olarak ifade edilmektedir. Moratoryum, borçlanıcının ödeme gücünü kaybetmesi nedeniyle, borçlarının tümünü veya bir kısmını ödeyemeyeceğini ilan etmesidir. Genelde borçlu ve alıcı arasında borcun yeniden yapılandırılması ile sonuçlanır. Moratoryum bir ülkenin, dış borçlarıyla ilgili olabileceği gibi ülke içinde belirli bir grubun borçları üzerinde de yapılabilir. Devletler içine düştükleri yoğun döviz darboğazı dolayısıyla, dış borçlarının ana para ve faizlerini ödeyemeyeceklerini ilan ettiklerinde, borçlularla alacaklılar arasında bir anlaşma yapılarak borçların vadesinin uzatılması işlemi de moratoryum olarak adlandırılır.

MORATORYUM KAPIDA

Ekonomi resmen çöküyor.
Bu bir sonuçtur. Kimse olaya bir "dış" kılıf aramasın. 2003'ten beri ülkeye dışarıdan, 600 milyar doların üzerinde, para girişi oldu. Şimdi de çıkıyor.

Gelirken iyi de, çıkarken niye kötü oluyor. Gelen parayı, kendilerinin sandılar. Elin parasıyla hava atıp durdular. "Hazinede yüzlerce milyar dolarımız var" dediler.

"IMF'ye borç veriyoruz" dediler. Küresel tefeciler, Türkiye'de faizden ayda kazandıkları parayı, kendi ülkelerinde yılda kazanamıyorlar. Niye para girmesin. Şimdi de "Türkiye güvensiz" diye, gidiyor. "Türkiye iflas ediyor" diyorlar.
Peki, gerçek böyle mi?
Evet, ne yazık ki böyle?

Kimse olaya bir "dış" kılıf aramasın. Yabancı para, yabancı asker gibidir, yabancı paraları "sermaye" diye çekersin, sonra "dış mihraklar" dersin.
Kapıları açarsan, düşman içeri girer. Sonra verdikleri zarardan kurtulmak için "dış güçler yapıyor" diyorlar.
Bir ülkede saman dahi ithal ediliyorsa, öküzler ithal samanla besleniyorsa, o ülke betonla nasıl kalkınır? Özel şirketlere hazine garantili borçlanma yetkisi vermek, ülkeyi soymak değil mi? Ülkede gelir getiren her şeyi satıldı. Devletin geliri, vatandaştan vergi almak veya vatandaşa cezalar kesmek oldu.

Türkiye her yıl, borcu borç ile kapatıyordu. Artık borçta alamıyor. Acaba Moratoryumu ilan edilecek!...

Ekonomiden daha etkili bir silah yoktur dünyada.  KKTC'den bir açıklama geldi, duydunuz mu? "TL'den çıkacağız" diye. Bu ne demektir, biraz düşünün!

Asker ile elde edilemeyen, ekonomi ile elde edilir. KKTC'de Lira'dan çıkması demek, KKTC'de başka bayrağın dalgalanması demektir.
Demek ki borç yiğidin kamçısı değilmiş!

Mustafa Yolcu- 19.03.2019





18 Mart 2019 Pazartesi

ÇANAKKALE HARBİ


 ÇANAKKALE HARBİ

Şu Boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi?
En kesif orduların yükleniyor dördü beşi.
-Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya-
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.
Ne hayâsızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı!
Nerde-gösterdiği vahşetle 'bu: bir Avrupalı'

Bazı savaşlar, milletlerin hayatında önemli yere sahiptir. Türk Milleti açısından 1071 Malazgirt Meydan Muharebesi, 1453 İstanbul’un fethi, Viyana kuşatması, Çanakkale harbi, Kurtuluş Savaşı bu öneme sahip savaşlarımızdır.

İlk kez Çanakkale’ye 1994 yılında, ikinci 0larak 2012 yılı temmuz ayında gittim. İlk gittiğimde, Çanakkale’yi görüp manasını anladığım da, “ bu zamana kadar,  burayı niye gelip görmedim” diye kendimden utandım. Ayrıca hacca, askere, Üniversiteye gidecek her vatandaşımızın, önce Çanakkale ye giderek bu savaşın manasını anlamalarını, ondan sonra gitmelerini tavsiye ederim.

Abdülhamit han hazretleri, 1900 yıllarında çağın en gelişmiş topu olan Kurup toplarından, Almanya ya sipariş veriyor. Çanakkale boğazında da tabya inşasına başlıyor. İngiliz ve Fransız elçileri, Abdülhamit’in huzuruna çıktıklarında tabyalar konusunu gündeme getirerek “Siz niye Çanakkale Boğazına tabya yaptırıyorsunuz. İstanbul Boğazına niye yaptırmıyorsunuz? Bu bizim ülkelerimize karşı hasma ne bir tutum mu ”  diye sorduklarında Abdülhamit- “ Burası benim evim. Evimin istediğim penceresini açar, istediğimi kaparım. Bunun için kimseden izin almam.” Demiştir. Tarih Abdülhamit i haklı çıkarmış, yaptırdığı tabyalar da, Kurup topları da Çanakkale harbinde çok işe yaramıştır.

İlkokul Müdürümüz Mehmet Kaymaz, ilkokul yıllarımızda bize Çanakkale’yi anlatmıştı. Babası Çanakkale savaşına katılıp, gazi olmuş. Babasının amcaoğlu şehit olmuş. Gazi olan babası şunları anlatmış:
- “ Siperde beklerken, üzerime uyuklama geldi. Rüyamda amcaoğlu gelip, bir aileye bir şehit yeter, cephe gerisine git dedi. Hemen uyandım. Sigara içimi süresi kadar, cephe gerisinde durulan üzeri kapalı mevziiye gittim. O anda mevziimize bomba düşüp patladı. Mevzide olanlar şehit oldular.

-Yürüyüş kolu halinde, Sığın dere sahra hastanesine gidiyorduk. Yakınımıza bomba düştü. Benim sağ kolum isabet almış, derisi tamamen sıyrılmış kemiklerim gözüküyordu. Yürüyüş kolunda bulunan, tüm arkadaşlarım şehit oldu. Tek ben kalmıştım. Yaralı şekilde hastaneye gittim. Hastane’de bombalanmış, ölen yüzlerce askerimizin kanı, dere gibi akıyordu. Sağ kalan sağlık ekibi koluma ilk müdahaleyi yapıp diktiler. Beni İstanbul’a havale ettiler.”

Sığın dere sargı yeri hastanesi cephenin en büyük hastanesidir. Burada bizim askerlerimizin dışında, yaralı gelen düşman askerleri de tedavi edilmektedir.  Düşmanın elinde, burasının hastane olarak koordinatları da bulunmasına rağmen; 28 Haziran 1915 gecesi, Sargı Yeri Hastanesini hedef alınarak, çoğu parmağını bile kıpırdatamayacak kadar ağır yaralı olan 18.000 askerimizi şehit ettiler. Mehmetçiğimiz onların hastane gemilerinin hiçbirini bombalamazken,  İngilizler Ortaçağdan kalma vahşiliklerini pervasızca sergiliyorlardı. Savaş ve insanlık suçu işleyerek 18.000 savunmasız yaralı askerimizi katlediyorlardı.

Çanakkale İngiltere, Fransa önderliğinde yapılan haçlı çıkarmasıdır. Osmanlı Çanakkale’de yenilmiş olsaydı, İngiltere ve Fransa İstanbul’u işgal edecekler, Türkü Anadolu’dan kovacaklar, şark meselesini halletmiş olacaklardı. Allah onlara bu fırsatı vermedi. Balkanlar da ittihat terakkinin yanlışları ile yenilen ordumuz, Çanakkale’de aslan kesilmişti.

Çanakkale Savaşı: Deniz harekâtı ve Kara harekâtı şeklinde iki dönemde cereyan etmiştir. Çanakkale cephesi, I. Dünya Savaşı’nda, tarihin en kanlı savaşlarının yapıldığı ve metrekareye 6000 mermi düştüğü, doktoru, mühendisi, ekonomisti, öğretmeni, öğrencisi, esnafı ve çiftçisiyle topyekûn istiklâl mücadelesine giren bir milletin yaklaşık 250.000 şehit ve kayıp vererek, sonuçta büyük bir zaferin kazanıldığı yerdir.

I. Dünya Savaşı’nda, Çanakkale Cephesi’nde yapılan savaşlar, 19 Şubat’tan başlayarak 18 Mart 1915 günü Türk zaferi ile sona eren deniz savaşı ile 2. dönem 25 Nisan 1915’te başlayıp, yaklaşık bir yıl kara savaşlarının sürdürüldüğü ve ikinci büyük Türk zaferi ile sonuçlanan dönem olmak üzere iki aşamada cereyan etmiştir. Bu savaşlarda iki taraf da tüm gücünü ortaya koyarak, mücadele etmek zorundaydı. Çünkü Çanakkale Cephesi, Savaş’ın kaderini değiştirecek önemli bir cephe idi.

2. Dünya harbinde Ruslar, Almanlara karşı Stalingratı savunurken, üç askerinden birine silah verebilmiştir. Osmanlı ise onca savaştan ve Balkan savaşından sonra bile, tüm askerinin eline tüfeğini, süngüsünü, mermisini, top mermisini verebilmiştir. Bu savaşlar aynı zamanda, istihkâm ve levazım savaşıdır. Harp sırasında askerin karnı doyurulmuş, mektubu gelmiş, sigarasını bulmuştur. Bu iş başlı başına organizasyondur. İstanbul’da bulunup kullanılmayan savaş gemilerinin topları, bir kısım makineleri sökülerek Çanakkale de tabyalarda, gözlem merkezlerinde, istihkâm bölüklerinde kullanılmıştır. Yüzlerce süvari atının yemi, samanı da karşılanmıştır.
Çanakkale öyle bir savaş alanı olmuştur ki, burada olanları metafizik ile değerlendirme imkânı yoktur.

Alman Komutan Liman Von Sanders, Çanakkale harbinde birçok hatalar yapmıştır. Düşman donanmasının, Saroz Körfezine çıkarma yapacağı tezi üzerinde durmuş, askeri yığınağın o tarafa kaydırılmasını istemiştir. Başta Atatürk olmak üzere, bu fikre karşı çıkılmış, Von Sanders’in emrine rağmen, Anzak Koyu tarafına’da yığınak yapılmıştır. Bu durum kuvvetlerin ikiye ayrılmasına neden olmuş, Saros körfezinden saldırı yapılmayıp, Anzak koyuna saldırı yapılınca, birliklerin Anzak koyuna ulaşması zaman almıştır. Bütün bunlar savaşın uzamasına, zayiatın büyümesine yol açmıştır. Almanlar söz verdikleri miktarda, lojistik destekte de bulunmamışlardır

Çanakkale hatıraları adlı kitapta şunlar anlatılıyor:
Gözetleme yerinden cephede savaşan askerlerimizi izliyoruz. Çıkartma yapılmadan önce İngiliz gemileri cephemizi uzun süre bombalıyor. Bomba yere düşünce beş, altı metre yüksekliğe kadar toprak yükseliyor, bulut gibi tekrar yere iniyor. Eyvah dedik, buradan bir askerimiz bile sağ çıkamaz. Düşmanda bu kanaate sahip olunca, gemilerden çıkarmaya başlıyor. Bir müddet sonra bombalanan mevzilerden askerlerimiz ok gibi fırlayıp, düşmana hücum ediyor. Çıkarma birlikleri geldikleri gibi geri dönüyorlar.

Düşmana hücum eden birliğimiz, Anzakları kovalıyor. Biz kovalıyoruz, Anzak birlikleri kaçıyorlar. Birliğin komutanı geriye dönüp baktığında, arka tepelerden kendilerini çevirme yapıldığını görüyor. Geri dönse, birliği yerine götürme imkânı yok. Askerlerine bu durumu açıklamadan “ son askerim kalıncaya kadar, düşmanı kovalamaya devam edeceğim.” Diyor. Bir süre sonra tekrar geri döndüğünde, etrafını kuşatan düşman askerlerinin bozguna uğratıldığını görüyor. Savaş bittikten sonra, bizim hangi birliğimizin, bu bozgunu gerçekleştirdiğini öğrenemedim diyor.

İki tarafça kazılan hendeklerin birbirine uzaklığı, 10 metrenin altında olan yerler vardır. Akşam olduğunda dinlenmeye geçilen cephelerde, başka şeylerde olur. Düşman askerleri keman, mızıka çalarak eğlenmeye çalışırlar. Keman çalma sona erince, bizim cepheden de alkış sesi gelir. Bu sefer yiğit askerim, sıla özlemi ile uzun hava türküsü söylemeye başlar. Türkü bitince, düşman cephesinden alkış sesi gelir. Ertesi gün akşam, düşman cephesinden bizimkilere seslenilerek yine türkü söylenilmesini anlatmaya çalışırlar. Bizimkilerde gündüz ki çatışmada o askerimizin öldüğü bilgisini aktarırlar.

İngilizler Çanakkale için, sömürgeleri altında olan Müslüman ülkelerden asker topluyorlardı. Müslümanları, “Sizin halifenizi Almanlar kaçırdı. Biz, sizin halifenizi kurtarmak için Almanlarla savaşıyoruz.” diyerek kandıran İngilizler, bu yalana kanmayan Müslümanları, ailelerini öldürmekle tehdit ederek zorla cepheye getirdiler. Gelmek istemeyenleri ise öldürdüler. İngiliz’in oyununa gelen Müslüman askerler Çanakkale’de, Türklerle savaştıklarından habersiz harp ediyorlardı.
Bir bayram sabahı, ilahî bir lütuf olarak, Türk siperlerinin üzerini bulutlar kapamıştı. Düşmanın, siperlerimizi gözetleme imkânı ortadan kalkmış, askerlerimiz çok sevinmişti. Zira bayram namazı kılmayı çok arzu ediyorlar, fakat komutanları, toplu halde namaz kılmanın düşman için bulunmaz bir fırsat olacağını söyleyerek, müsaade etmiyordu. Siperlerimiz bulutlarla kapandığına göre artık namaz kılınabilirdi. Komutanından erine hep beraber saf tuttular ve vecd içinde namaza durdular. Bayram namazını kıldıktan sonra hep bir ağızdan şevkle tekbir getirmeye başladılar. Bu sırada düşman siperlerinden gürültü, arkasından da silah sesleri gelmeye başladı. Meğer kendileri gibi Müslümanlarla savaştıklarını anlayan kandırılmış askerler, düşman siperlerinde karışıklık çıkarmışlardı. İngilizler de onların bir kısmını kurşuna dizmiş, bir kısmını da cephe gerisine çekmişti. Bu Müslüman askerlerin bir kısmı, saf değiştirerek bizim tarafa geçtiler. Büyük kısmı, kahramanca çarpışarak şehit oldular.

Müslüman askerleri kandırarak cepheye süren İngilizler, Müslüman olmayan Avustralya, Yeni Zelanda gibi ülkeleri de propaganda yolu ile kandırıyordu. Hıristiyan devletlerine “ dünyayı barbar Türklerden kurtarmanın zamanı gelmiştir.” Diyorlar, bu savaşın aynı zamanda bir haçlı savaşı olduğunu ifade ediyorlardı. Avustralya ve Yeni Zelanda’dan gelen Anzak askerleri de, İngilizler tarafından kandırılmıştı. Çanakkale savaşında, Türklerin kahramanlığı gibi insanlığına da hayran kalan Anzak askerleri, İngilizlerin gerçek yüzünü görüyordu. Nitekim İngilizler onlara “Türkler yamyamdır. İnsan eti yerler. Dünyayı bu yamyamlardan kurtarmak için savaşıyoruz” şeklinde propaganda yapmışlardır. Fakat onlar cephede gördüler ki Mehmetçik, kendi hayatını tehlikeye atarak, yaralı düşman askerini kurtaran, kendi yaralı iken düşman askerinin yarasını sarabilecek kadar, kendi bayat ekmek yerken düşman esirine taze ekmek yedirebilecek kadar insanlığın zirvesindedir. Çanakkale’ye gelirken Türklerden nefret eden Anzaklar, Türklere hayran kalarak memleketlerine dönmüşlerdir.

İngilizlerin Çanakkale’de yaptıkları âdiliklerden birisi de kimyasal gaz kullanma teşebbüsleridir. Bu insanlık cinayeti, Lordlar Kamarasında Çörçil tarafından gündeme getirilmişti. Bunun bir insanlık suçu olduğu vurgulanınca Çörçil, “Türkler insan değildir. Bu yüzden gaz kullanmamızda bir sakınca yoktur” diyerek, oradakileri ikna etmişti. Varillerle kimyasal gazlar gemilere yüklenip, Çanakkale’ye sevk edildi. Rüzgâr, mevsimin özelliğinden dolayı denizden karaya doğru esiyordu. Varillerin kapaklarını açacaklar, rüzgârın etkisiyle karaya doğru esen gazlar Türkleri zehirleyecekti. Kendi askerlerine de gaz maskesi dağıttılar. Fakat Müslüman Türk’e olan ilahî yardım, İngilizlerin hesabını bozmuştu. Variller Çanakkale’ye ulaşınca rüzgâr yön değiştirmiş, karadan denize doğru esmeye başlamıştı. Gemilerinde panik yaşadılar. Rüzgarın bu durumu, savaş boyunca devam etti.
Zehirli gaz kullanmaya muvaffak olamayan İngilizler, başka bir kalleşliğe, başka bir insanlık suçuna imza atmayı başardılar.
Çanakkale’de İngilizler ve müttefikleri mağlup oldular. Savaş bitti, fakat İngiliz hilesi bitmedi. Savaştan sonra İngilizler Londra’nın iki önemli caddesine, Oxford ve Cambridge caddelerine birer heykel dikmişler. Hâlen mevcut olan bu heykellerde, Osmanlı askerinin süngüsünün ucunda bir İngiliz askeri tasvir edilmekte ve altında şu ifadeler yazmaktadır: “Türkler, Çanakkale’de babanı böyle öldürdüler

İkiyüzlü İngilizler, aldatmacaları ile yetmiş iki milleti peşlerine takıp, dev zırhlılarla dünyanın bir ucundan gelip, ülkemizi işgal etmeye çalışıyorlar. Her türlü imkânsızlığa rağmen, göğüslerindeki imanla savaşan Mehmetçiğe ölüm kusuyorlar. “Bütün bunlara rağmen, vatanını savunan Türkler hunhar, saldırgan İngilizler mazlum oluyor. “

Medeniyetin timsali olarak gösterilen İngiliz ve batı hayranlığımız ile ülkemizde İngilizce ders görülen okullar açıyoruz, onların yaşam tarzlarını kendimize örnek alıyoruz.
Bize düşen “Çanakkale savaşından, halen süren Haçlı seferinden gerekli dersleri alarak, uyanık olmamızdır.”

Mustafa Yolcu


13 Mart 2019 Çarşamba

BİR DENİZ YILDIZI KURTULDU


BİR DENİZ YILDIZI KURTULDU


Adamın biri okyanus sahilinde, güneşin doğuşunu seyretmek için sahile indiğinde, uzakta birini görür. Sahile yaklaştığında gördüğü kişinin, sahile vuran deniz yıldızlarını okyanusa atan, bir çocuk olduğunu anlar.

Çocuğun yanına giderek sorar:
-Deniz yıldızlarını neden okyanusa atıyorsun?
 Çocuk der ki:
– Güneş yükseldiğinde, okyanusta sular çekiliyor. Bu deniz yıldızlarını suya atmazsam, karada susuzluktan ölecekler.

Adam devam eder:
– Sahil kilometrelerce uzanıyor ve sahilde, binlerce deniz yıldızı var. Bunlardan hangi birini atıp kurtaracaksın. Ne fark edecek ki? Der.
Çocuk adamı dinledikten sonra, bir deniz yıldızını daha okyanusa atar ve cevap verir:
– Bir deniz yıldızı daha kurtuldu.
Adam, çocuğun yalnızca okyanus manzarasının keyfini çıkarmaya gelmeyip, bir fark yaratmak istediğini anlar ve ona katılarak, bütün sabahı okyanusa deniz yıldızı atarak geçirir.

Günlük hayatımızda, bazen ümitsizliğe düşüyoruz. Biz bir şeyler yapmaya çalışırken, moral bozmaya çalışan oluyor. Yaptığımız işi yersiz görüyor. “BOŞUNA UĞRAŞMA, BU BÖYLE GELMİŞ BÖYLE GİDER.” Diyen de oluyor.

Yıllar önce İskilip vakfında iken, Vakıf Başkanı Abdulkadir Alpaslan Bey- “vakfın arsası üzerine bina yaptıralım.” Fikrini öne sürdü. Bu fikre, mütevelli heyet üyeleri olarak hiçbirimiz sıcak bakmadık. Çünkü, Vakfın parası pulu yoktu. Sadece Ahmet Evlice “Arsaya inşaata başlayalım, ölü yerde kalmaz. Ölüyü bir kaldıran olur.” diye fikre destek vermişti.

Balgat’taki arsaya bina yapıldı. İkinci bir arsa alınıp, onun üzerine’ de bina yapıldı. Bu binalardan alınan kiralar ile İskilip Vakfı, her yıl İskilipli yüze yakın üniversite öğrencisine burs veriliyor. Eğer olumsuz düşünüp, bu bina yapılamaz denilseydi, binalar yapılamaz, bu kadar öğrenciye burs verilemezdi.

İskilip’te pirinç pazarında dükkanımız vardı. Pirinç satar, başka ticarette yapardık. Babam dükkândan ayrıldığında, dükkâna ben bakardım. Babam dükkânda iken bizden alışveriş yapanlar, babam olmadığında bizim dükkâna gelmiyordu.
Babama sordum- “Dükkânda sen varken bize alışverişe gelenler, sen yokken niye gelmiyorlar.” Dedim.  Babamda- “oğlum, yılların verdiği tanıma ve güvenme duygusu var. Bunu sen küçük olduğun için göremediklerinden, güvendikleri yere gidiyorlar.

Bu sebeple önce bir işe başlamamız, çırakken usta olmamız gerekiyor. Bir işe girildiğinde, eksik diyende tamam diyende olacaktır. Önemli olan, doğru zamanda doğru işin yapılmasıdır.

Mustafa Yolcu- 13.03.2019




9 Mart 2019 Cumartesi

iskilipliler Derneği Toplantısı

İSKİLİPLİLER DERNEĞİ TOPLANTISI

23.02. 2019 tarihinde, İskilipliler derneğinde 35 İskilipli bir araya geldi. Gelenler arasın’ da Ömer genç, Ahmet Pabuççu, Cevat Durmuş’ ta vardı.

Toplantı sırasında, tüm gelenler kendilerini tanıttılar. Ve dernek hakkında düşüncelerini söylediler. Ömer Genç’in çok önemli tespitleri oldu.  – “Bu dernek İskiliplilerin derneği olsun. Burada parti, cemaat, gurup konuşulmasın. Burası İskiliplilerin görüşüp, tanışacağı yer olsun.” Dedi.

Bu konu çok önemli. Biz İskilipliler, bulunduğumuz sivil toplum örgütlerinde, partilerde en ileri seviyelere gelmeye çalışalım. Sokağa çıkınca hepimiz sadece İskilipli olalım. İskilip için çalışalım. Kardeş, İskilip Vakfımız’ da var. Vakıf ile karşıt değil, kardeş olalım. Vakıf öğrencilerimize burs veriyorsa, dernekte başka konular üzerinde çalışsın. Vakıf ayrı, dernek ayrı çalışmalarına devam etsin.

Ürün veren ağaç taşlanır. Bırakın birileri, ileri geri konuşsun. Herkes üzerine düşeni yapabilirse, yol alınacak, dedi kodu yapanlar, konuştuğu ile kalacaktır.
Ankara’da bulunan 40 bin İskilipli hemşerimizin, adreslerini ve telefonlarını derneğe iletmeye çalışalım. Her hemşerimizin, davulcuya ’da zurnacıya ‘da şoföre’ de, kasap’ ada işi düşecektir. Dernek baş vuru yeri, aracı olma yeri olarak görev yapabilir. Evimizi boyatacaksak, önce hemşerimizden fiyat alıp, sonra bir karar verebiliriz. Uygun iş yapanı bulursak, işimiz düştüğünde kara kara düşünüp, adam aramayız.

Ankara’ da bir ilçenin Milli Eğitim müdürüne işimiz düşmüştü. Öğrendiğimize göre müdür İskilipli idi. Ama tanımadığımız’ dan, tanıyan birini bulamadığımızdan yanına gidemedik.

Hemşerilerimizle diyalog kuralım. Halini hatırını soralım ki, ihtiyacımız olduğunda kapısını çalabilelim. Bir kamu kuruluşun ’da önemli bir birimde daire başkanı olan hemşerimiz- “Bana şimdiye kadar, bir İskilipli gelipte İskilip için benden bir şey istemedi.” demişti.

İnşallah dernek, iyi bir performans gösterir. Başarılı olur. Bunun’ da İskilip’e, İskiliplilere faydası olur.

Mustafa Yolcu- 8.3.2019

27 Şubat 2019 Çarşamba

AKİL İNSANLAR GURUBU

AKİL İNSANLAR GURUBU

“İskilip’e seçilecek belediye başkanından beklentimiz.” Adlı yazımın 3. Maddesinde;
- “İskilip’te akil insanlar gurubu oluşturulup, zaman zaman bu gurupla toplanıp, fikir alışverişi yapılmalıdır. Mehmet Dimici, Ahmet Ertekin, Mustafa Sak, Coşkun Akkoca, Sabri Çiçekçi, Nurettin Tanay, İsmet Uslu, Mehmet Lokum, akil insanlar grubu için aklıma gelen isimlerdir. “Diye yazmıştım. 
Buradaki kişilerin ismi sadece düşüncedir. – “Muhakkak böyle olmalı, başkası olmaz.” Diye bir şey söz konusu değil. 
Yazım hakkında yorum yapan birisi;
misafir –
Sayın yolcu. Akil adamları nasıl seçtin bilemiyorum ama-------------------------
(Bu kısmı uygun bulmadığım, hakarete yakın olduğu için koymadım.) 
Ankara’dan İskilip’i tozpembe görüyorsun. Yazılarını döktürüyorsun. Mademki çözüm önerileriniz var, gel İskilip e sorunları hep beraber çözelim. Dışarıdan gazel okuma. Diye beni eleştirmiş. Tabi bu eleştirinin altında, akil insanlar diye yazdığım isimlerin içinde, kendi adının bulunmaması yatıyor herhâlde!..
Bir de “bu yazının başkasınca bana yazdırıldığı, İskilip’ te böyle ortalığı karıştıracak gurupların olduğu” iması var.
Bunu söyleyenler bil meliki, ben hayatımın hiçbir dönemin’ de kullanılan, satın alınan birisi olmadım. Hep doğrunun, haklının yanında yer aldım. Gelenin hatırı için, geçmişe kalkıp sövmedim. İsimleri yazdığıma’ da pişman değilim. Yazdığımın arkasında ’da duruyorum. Bu sadece benim düşüncemdir. Beni bağlar.
Bana- “Ankara’ dan İskilip’ i toz pembe görüyorsun.” diyor.  Talebelikle birlikte, 46 sene önce İskilip’ten çıktım. Ama hep İskilip’in sorunları ile ilgilenmeye her zaman çalıştım. Bunu bilmesi gerekenler biliyor. Kimseye de bunu ispat edecek değilim. İskilip’in sorunları ile ilgilenmekle hatamı ettim !..
Ben Ankara’dan bu sorunları görmeye çalışıyorsam, herhangi bir karşılık beklemeden gördüğüm sorunları çözmeye çalışıyorsam, siz İskilip’te ne yapıyorsunuz? Hangi konuyu gündeme taşıdınız. Siz niye sorunları görüp çözmeye çalışmıyorsunuz ?
Ben yapmaya çalıştıklarımı desinler diye, bir beklentim olduğu için yapmıyorum.
Birileri rahatsız olsa’ da ben doğru bildiğimi yazacağım ve söyleyeceğim.
Birilerinin hoşuna gitsin diye yazacak, fikir beyan edecek te değilim.
Birçok hemşerim ile röportaj yaptım. Hayatını ve düşüncelerini paylaşmaya çalıştım. Profesyonel çalışma da bu işler para karşılığı olur. Ben herhangi birinden paramı talep ettim?
Allaha şükür, benim kimseden bir beklentim yok. Allah’ın bana verdikleri ne, sonsuz kere şükreden birisiyim. Aç gözlü olmadım. Olanımla yetindim. Doğru bildiğimi söyledim ve söylerim.  Birinin çayını içmişsem, yeri gelince ben ona yemek ısmarlamışımdır.
Söz söyleyen olur ama, kervanda yoluna devam edecektir.

Mustafa Yolcu- 27.02.2019