25 Şubat 2013 Pazartesi

1956 YILI İSKİİPTEN NOTLAR- 2


 

1956 YILI İSKİLİP’TEN NOTLAR- 2

 

NARE

Yamaca abanmış, üst üste binmiş evler düşünün. Eğri büğrü kaldırımlar, dar sokaklar düşünün. Masal dağları düşünün. Eski kaleler, bu kalelere dolana dolana çıkan yollar düşünün.

Sonra tellalların “ vakti salaaa eyyy müslimiiin” diye seslendirdiği dar sokaklardan geçin. Kaleye dolana dolana çıkan yolda yürüyün. Yorulup nefes almak için durduğunuzda, kendinizi kasabamızın kale yolunda bulursunuz.

Solunuzda, üstünüze yıkılacakmış gibi Yivlik yükselir. Arkanızda Uludere, yemyeşil bir ağaç denizidir. Bir yanda Çağıl uzanır. Önünüzde Kızıl ırmağa kadar buğulu, sisli bir ağaç denizi yatar. Siz her adımda kasabadan uzaklaşırken, ona yaklaştığınızı anlarsınız.

An gelir, yarın altında yamaca abanmış evlerin, damlarına düşeceğinizi sanırsınız. Aşağıda pazar yerinde kaynaşan insanları görürsünüz. Karınca kadardırlar. Yer yer yükselen minareler, sıra sıra kavaklar, halı benzeri bahçeler, küme küme evler altınızdadır. Hele kalenin düzüne çıkınca kasabada her şey küçülür, sesler büyür yalnız.

Büyük şehirlerimizin birinde bu kale, akıllı bir işletmeciye milyonlar getirir. Ama kalenin düzünde baharda, yeşil otları geveleyen başıboş birkaç danacık, ya da tavuklar eğleşir. Bu düz ramazan aylarında şenlenir.   

Kimlerden kaldığını araştırmadığım kalenin, son duvarları yer yer ayaktadır. Kaleye yine eski kale kapısı kalıntısından girilir. Bu duvarlar gölgelerini, arkada yükselen, mavi gökyüzüne düşürürler. Ramazanda duvarlar üzerindeki nareciler , uzaktan kaleyi bekleyen silahşorları hatırlatırlar. Ramazan gibi diğer mutlu günlerimizi de müjdeleyen kasabanın topu, yine bu duvarların dibinde gümbürder. Arife günü toplar atılınca, ardından nareciler kale duvarlarına çıkar kurulurlar.

Kasabayı o anda davul- zurna sesi sarar. Perde perde yaklaşan, uzaklaşan, alçalan, yükselen, adım adım peşinizden gelen yanık bir sestir bu. Kasabanın neresine gitseniz yanınızda kulağınızın dibindedir. Kurtulamazsınız. Davulcu her tokmağı indirişte, sanki başınıza vurur gibidir. İlk günleri nareyi çok yadırgarsınız. Alışınca da ararsınız.

Hele zurna.. Size düğün alaylarını, halayları, horonları hatırlatır. Yemenlere cephelere giden, Mehmetçikleri hatırlatır bize. Eski türküler gelir kulaklarınıza. Güreş meydanları görürsünüz. Naralar,hey heyler duyarsınız içinizden. Garipsersiniz. Yolunuzdan olur, kale duvarlarında zurnacıyı arar gözleriniz.

Oysa zurnacı hiç durmadan üfler. Gelen zurna sesi, bir daha kesilmez. Bir sağ bir sol yanağını şişire şişire, tükenmez bir nefesle yorulmadan üfler. Zurnasını havaya kaldırarak çalar. Sağa döner, ulaş tepe mahallesine seslenir. Sola döner, Uludere ye üfler. Eğilir kasabaya üfler. Onun için ses, perde perde yaklaşır, uzaklaşır, fakat dinmez. Sanırsınız biri radyonun düğmesi ile oynuyor. Değildir, zurnacının maharetidir bu. Ama davul biteviye gümler. Güm güm de güm güm. Bu sırada kaledeyseniz, karıncaların buğday döküntüsünden paylarına düşeni alıp, yuvalarını dönüşlerini hatırlarsınız. Tıpkı karıncalar gibi, çocuklar çıkar evlerden. Doğru keşkek fırınına gidip, güveçlerini alıp dönerler. Narenin bir ödevi de keşkeğin piştiğini, evlere hatırlatmaktır. Nare, akşam topuna en az bir saat kala başlar.

Kale kapısının üzerinde, göklere çekilmiş bir bıçak gibi, bayrak direği yükselir. Ramazanda üzerindeki düzlükte, çocuklar oynar. Akşam topunu beklerler. Top atılınca, nara atarak evlerine koşarlar. Sonra nare susar, insanlar susar. Sesler donar kasaba da. Köpekler bile havlamaz olur. Sokaklar birden cansızlaşır, açık kapılardan birinden diğerine insanlar koşuşur. Kahveler boşalır. Akşam pidesi elinde, eve geç kalanların koştuğu görülür. Bu saatte kasaba insanları tarafından bırakılmış, bir masal şehridir.

KIR

İşim bana, yurdumun çok yerini görme imkânını bağışladı. Güzel köşeler gördüm, ama kasabamız kadar değişik dekorlu yer görmedim. Kıyılarda denizgüzelliğini, ormanda ormanı bulursunuz. Değişmeyen bir güzelliktir bu. Kısa zamanda alışır kanıksarsınız. Örneğin bir gün yolunuz Uludere’ye uzanır. Yeşilin tadını çıkarırsınız. Koyu, dalgalı, açık benekli yollarda yürür, iplik iplik sarkan patikalar dan geçersiniz. Dallarda bülbüller şakır. Değirmen oluklarından sular dökülür. Yaz ortasında nemli bir serinlik sizi sarar. Kırmızı elmalar, sarı sarı ayvalar güler dallarda. Cevizlerin serin loş gölgesinde, bahçelerde çalışanlar dinlenir. Çalı dipleri mor menekşe doludur.

Bir başka gün yivlik yamaçlarında, yükselmenin tadını çıkarırsınız. Kasaba ayaklarınızın altında serilir. Siz, bir gülüver olursunuz. Elinizi uzatsanız, masal şehrinizi darma dağın edecek kanısına varırsınız. Uçsuz bucaksız bir ağaç denizi, daha uzaklarda, bozkırda ekin tarlalarının halı yeşili uzanır. Bakmaktan ayrılamazsınız.

Kasaba her yönünden bir başka görünüştedir. Artık çıplaklaşmış, ormandan yoksun kalmış tepelerde bile, bademler çiçek açar. Hele baharda kasabayı bir çiçek, koku, renk, ses cümbüşü sarar.

Oysaki biz kasabalılar ne bu güzellikleri görür, ne bu sesleri duyarız. Bir koza gibi,çevremize sardığımız gelenek çemberimiz içinde, bütün tabiat güzelliklerinden yoksun yaşarız. Ne Yivliğe, ne kaleye, ne Çağıl’a çıkarız. Uludere’ye yalnız bahçesi olanlar çalışmaya gider. Evlerimizin ardından başlayan yamaçlarda taze danalar, kuzular otlar. Dere boyunca sıralı değirmenlerin çağıldamalarını, buğday öğütmeye gelenler dinler. Ne kaynak başları, ne çınar dipleri, ne dere boyu tabiatı sevenlerin uğrağı olur.

Neden böyledir bu? Milletçe tabiatı sevmiyor muyuz? Türkülerimiz, manilerimiz, efsane- masallarımız, çevrelerimiz- nakışlarımız tabiatla örülmüş değimli? Vaktimiz mi yok? Değil elbet, Kahvelerimiz adam almıyor.

Kasabaya geldiğimizde topluca gezmenin, bu tabiat güzelliklerinin tadını çıkaralım dedik. Eşi dostu kandırıp bir iki gezdikte, sonunda bıkıverdik. Sonraki gezilerde her birimizin bir işi çıktı. Kimimiz hastalandı, kimimiz yeri, kimimiz havayı beğenmedi. Kır gezileri unutuldu.

Okulca da yapamadık bu işi. Tıpkısı engeller dikildi karşımıza. Ne yivliğe çıkabildik, ne kasabanın içindeki kaya mezarları gezebildik. Ne baharda yamaçlardan çiğdem toplayabildik.

 

Daha önce Bozkır da kaldığım yıllar da arkadaşların: - gezecek bir yerimiz yok ki, dediğini hatırlarım. Burada gezecek çok yer var ama gezenler nerde?

Günün birinde İskilip e bir kaymakam gelmiş. Kasabanın en güzel yerlerini seçip, buralara çardaklar kurdurmuş. Kaynak başlarına kır kahveleri açtırmış. Çocuk bahçesi, park yaptırmış. Kaleyi şenlendirmek istemiş. Ondan kalan bugün yalnız parktır. Kaymakam gidince çardakların her ağacını alan götürmüş. Çocuk bahçesinden geriye kalan beton kazıklar. Çağıl sadece yazın su almaya gelenler ile şenleniyor.

Ama okullarda gezi kolu, izcilik kolu, kültür ve edebiyat kolu vb. hep çalışıyor. Çocuklar bu konulardan not alıyor. Ve bizler akşamları saat 16 da okulu kapayınca soluğu kulüpte alıyoruz. Bu her yerde böyle. Sırtına yol çantasını sırtlamış, yollara düşen, kaynak başlarında ateşini yakıp eyle şen izcileri görmek istiyor gözlerimiz. Bu yurt gezilmeye değer.

 

Hiç yorum yok: