TARİHİN
ŞEREF LEVHALARI -9
22. AKINCI MÜFREZESİ
Elli,
atmış kişiden oluşan mütevazı bir kuvvet olan 22. Akıncı Müfrezesi istiklal
savaşında, ta Afyondan Aydın köprüsüne kadar olan geniş cephe kesiminde
gösterdiği faaliyet, kahramanlık ve yararlılıkla; yalnız ordumuza büyük
hizmetler yapmakla kalmamış, aynı zaman da düşmanı da çok yıldırmıştı. Geçmişte
balkanları titreten ve Vistül’den, Tuna’dan atlarını sulayan serdengeçtilerin
torunu olan bu kahramanlarda, onların geleneğine uyarak verilen hedefe doğru
hiçbir mani ve engel tanımayarak akın yapıyorlardı. Müfrezede esir olmak hatta
yaralı düşseler bile teslim olmak gibi harp gereklerine uymak prensipleri
haricinde idi. Onların parolası” ya
zafer, ya ölümdü.”
Bu
kahraman müfrezeye, o zaman genç ve ateşli bir üsteğmen olan ve bu gün 22.
Jandarma mülhakı bulunan binbaşı İbrahim Akıncı komuta ediyordu. İstiklal
Savaşı boyunca yüzlerce kahramanlık destanı yaratmış olan bu müfrezenin,
başarılarını burada anlatmaya imkan olmadığından, İbrahim Akıncıdan naklen müfrezenin
bir baskınını anlatacağım.
6
Nisan 1922 günü; Altıncı tümen emrinde bulunan müfrezemize Tümen Komutanı şu
emri verdi. “ Düşmanın, Toklu sivri’si Dumlupınar mevkiindeki kuvvetlerinin
değiştirildiği anlaşılmaktadır. Köfi boğazı ve Öğrencik civarında bulunan 22.
Akıncı müfrezesi; Toklu sivri, Ahır dağı ve Çivril mıntıkaların da münasip
bulacağı düşman karakollarına ve karargahlarına baskın yaparak alacağı
esirlerden, düşmanın sınıf ve numaralarının öğrenilmesini temin edecek ve Tümene
bildirecektir.”
Tümenden
emir alınca müfrezeden Aydınlı Küçük ve Büyük İbrahim çavuşları, Manisalı
Mustafa onbaşıyı alarak bulunduğumuz yerden 20 km. mesafede Uşak kazasının
Sivaslı nahiyesi civarında mevzilenen düşman vaziyetini tetkik ve ne suretle
baskın yapılabileceğini keşfetmek maksadı ile hareket ettik. Öğleden sonra
hedefimize ulaşmış, arızalı ve sık ormanlı araziden yürüyerek ve sürünerek
takım karargahı olduğu anlaşılan Pınarbaşı köyünün hemen doğusundaki tepeye
kadar
ulaşmıştık. Akşama kadar gerekli keşifleri yaptıktan sonra ertesi günü, 7 Nisan
1922 de fecirle bütün müfreze ile birlikte Pınarbaşı istikametinde hareket
ettik. Düşmana 7-8 kilometre mesafeye kadar yaklaştıktan sonra hayvanlardan
indik. 27 Piyade mevcutla Sivaslı sırtlarına çıktık. Akşamın olmasını bekliyorduk.
7 – 8 nisan gecesi saat 24 idi. Hava bulutlu ve rüzgarlı, çok soğuktu. Kuzeyden
gelen kesif bulut dalgaları, ara sıra mehtabı perdeleyerek ortalığı karanlığa
boğuyor ve bazen bulut dalgaları Güneye doğru sıyrılarak etrafı aydınlatıyordu.
Zeminliklerin
kapıları bize doğru idi. Düşmandan ne bir ses nede hareket görünüyordu. Yalnız
iki zemin arasında dolaşan nöbetçi, baskın saatimize ertelemeye neden oluyordu.
Bunun için bu erin sessizce ortadan kaldırılması lazımdı. Derhal Mustafa
onbaşıya seslendim. Nöbetçiyi sık boğaz edip getireceksin dedim. Mustafa “
Başüstüne şimdi icabına bakarım dedi.” Resmi selamını da ifadan sonra,
sürünerek düşman nöbetçisine yaklaşmaya başladı. Düşman nöbetçisine on adım
yaklaştıktan sonra, birden ayağa kalktı ve yıldırım hızıyla nöbetçinin üzerine
atladı. Hık bile dedirtmeden boğazından yakalayıp yanımıza getirdi. Nöbetçi
bizi görünce işin vahametini anlamış olacak ki olduğu yere yığıldı. Artık vakit
geçirmeden baskın işareti verdim. Biranda bütün müfreze düşman zeminliklerine hücuma
geçtiler. Zeminliklerin kapı ve pencerelerinde delik olmadığından, düşmanı uyku
halinde bombalamak mümkün olmadı. Kapılar tekme ile kırılmaya başlandı. İşte bu
dakikadan itibaren silah ve bomba sesleri, boğuk insan iniltileri, dipçik ve
süngü sesleri ile gırla gidiyor, cehennemi bir vaveyla gecenin sessizliğini
ortadan kaldırıyordu. Düşman zeminlikleri darmadağınık edilmişti. Bir çok
düşman öldürülmüş, kalanı da kurtuluşu kaçmakta bulmuştu. Bu sırada etraftan
şiddetli ateş sesleri gelmeye başlamıştı. Hemen önümüzden bir kafile ve bunu
takiben ikinci kafile geçti. Hiç ses çıkarmıyorduk. Bombalarımız olmadığından
ikinci kafileyi ateşle karşıladık. Tam bu sırada Mustafa onbaşı ayağa kalktı ve
gür sesiyle “ Dur teslim ol yakarım” diye bağırdı. Koşarak bir düşman erinin
üzerine atıldı. Koşarak yanlarına gittiğim zaman Mustafa düşman erini altına
almış, şiddetli bir boğuşmaya tutuşmuşlardı. Düşman eri devamlı çabalayarak,
sağ elinde tuttuğu bombanın emniyet tokasını çıkarmaya çalışıyordu. Bombayı
zorla elinden aldım ve elini kolunu bağlayarak yerden kaldırdık. Er sol
kolundan ağırca yaralı idi. Bunu gören Mustafa, bu düşman erinin mukavemet ve
cesaretinden etkilenmişti. Dayanamadı düşman erini alnından öptü.
Korkma
hemşerim, sen bizim misafirimiz olacaksın dedi ve cebinden çıkardığı sargı
paketi ile onun yarasını sardı. Bu sıra da uzaktan yabancı sesler ve gürültüler
duymaya, bazı karartıların üzerimize geldiğini gördük. Oracıkta bizim postadan
ben ve Mustafa onbaşıdan başka kimse kalmamıştı. Düşmanı pusuya düşürmek için
yere yattık ve şiddetli bir ateş açtık. Kafile önce neye uğradığını anlamadı.
Biraz sonra onlar da yere yattılar. Bizi tüfek ve makineli tüfek ateşine, biraz
sonrada bomba yağmuruna tuttular. Biraz sonra bu kafile de çekildiği zaman,
onbeş adım sağımda olan Mustafa onbaşıya seslendim. Fakat cevap alamadım.
Yanına yaklaştığım zaman sönük sesle cevap verdi. “ Yaralandım komutanım…”
dedi.
Yarasını
elimle yokladım. Bomba parçası karnın sol tarafını tamamen parçalamış ve sağ
kaşı üzerine de hafif bir misket isabet etmişti. Yanındaki düşman eri de ağırca
yaralanmıştı. Sargı paketini çıkardım, Mustafa’nın yarasını sarmak üzere iken,
üzerimize doğru gelen diğer bir düşman gurubunun geçmesini bekleyerek sindim. Kahraman
Mustafa ağır yaralı halde, doğrulmak ve ateş etmek istedi. Fakat artık dermanı
kalmamıştı. Biraz sonra Mustafa’nın yanına geldiğim zaman Mustafa kısık bir
sesle:- “ Komutanım… benim yaram sarılacak gibi değil… Vatanıma karşı vazifemi
ödedim ve şimdi severek ölüyorum… Yalnız sizden iki ricam var… Birisi,
inanıyorum ki Manisa’ya gideceksiniz. İşte o zaman sevgili vatanım Manisa’nın
toprağını benim için öp. İkincisi, şu yanımda kıvranan erin kolunu çöz… Ve
yarasını sar. Bizden ayrılıp başının çaresine baksın.” Dedi.
Bir
süre önce hasmının üzerine bir aslan hızıyla atılan kahraman Mustafa, şimdi
yanında aciz yatan düşmanı için yardım istiyordu.
Gözlerim
yaşararak düşman erinin kollarını çözdüm. Yarasını sardım. Fakat onda da
kurtulacak hal yoktu. Bir sigara yaktım, bir Mustafa’ya ve düşman erine verdim.
Her ikisi de hürmetkar ve melül bir çehre ile bazen bana, bazen de birbirlerine
bakıyorlar, artık dilleri ile bir şey söyleyemiyorlardı.
Mustafa
eliyle devamlı gitmemi işaret ediyordu. Etrafıma baktım, ne düşmandan ne
müfrezeden hiçbir ses işitilmiyordu. Ayağa kalktım, etrafı aradım, düdükle
işaret verdim. Fakat hiçbir cevap alamadım.
Mustafa
onbaşıyı arkama alıp götürmek üzere tekrar yanına döndüğümde, mehtap
bulutlardan tamamen sıyrılmış ve yeryüzünü bir pırıltı kaplamıştı.
“Mustafa
nasılsın.” Diye seslendim… Cevap alamadım…
Başını
dizlerimin üstüne koydum, elini elime aldım. Nabzına baktım, kalbini dinledim…
Hiç birinden cevap yoktu ve o zaman anladım ki Mustafa Allah’ına kavuşmuştu.Düşman erinin de nabzına baktım, onda da hayat eseri kalmamıştı.
Mustafa
ile düşman erini yan yana yatırdım ve son defacık olsun, bu kahraman onbaşımın
nurlu yüzünü, kanlı gözlerini kemali huşu ile öptüm. Onun mukaddes kanıyla
kanlanan dudaklarımda hissettiğim ilahi zevkle ve onun varlığından aldığım
kuvvetle, biraz evvel cehennemi andıran Pınarbaşı sırtlarından yığılmış düşman
cesetleri arasından geçerek, ikinci bir vazife için beni bekleyen kahraman
müfrezemin evlatlarına kavuşmak ümidi ile ondan ayrılabildim.
Ey şehit oğlu şehit, isteme benden makber,
Sana âgûşunu açmış duruyor Peygamber.
myolcu53@gmail.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder