13 Ocak 2019 Pazar

KÖSTEKÇİLER SÜLALESİ ( MÜFTÜLER )



KÖSTEKCİLER SÜLALESİ (MÜFTÜLER)

Köstekçiler sülalesine ait bu yazı, İbrahim Ethem Köstekçinin anlatımı ile kaleme alınmıştır. Amaç geçmişten haberdar olup, iz kalmasıdır. Bu yazı dizimiz, başka ailelerle devam edecektir.

İskilip’te köstekçiler, geniş bir aile topluluğudur. Köstekçiler sülalesinin tamamı, Mutaflar Mahallesinde oturmaktadırlar. Bizim aileye müftüler denir.

Büyük dedem Ali Galip Köstekçi, hem Osmanlı Devleti’nin son döneminde, hem ’de Cumhuriyet döneminde müftü olarak hizmet vermiş bir alimdir. 1919-1962 Yılları arasında yaklaşık, 41 yıl müftülük görevi yapmıştır. Görevi esnasında devlete sadakatle bağlı kalmış, verilen emirleri yerine getirmiş, toplum ’da birlik ve beraberliği sağlamış, kendisini sevip saydırmıştır.

Müftülük görevini, leblebiciler çarşısında kendisine ait, tek odalı bir dükkânda, bir yardımcısı ile yürütmüştür. O zaman müftülüklere fetvahane deniliyormuş. Müftülükle ilgili görevlerinin dışında, aralarında problem olan kişi ve ailelerin problemlerini dinleyerek, problemlerini çözüp, kişileri barıştırarak, bugünkü arabulucuların görevini o dönemde yapmaktaymış. Müftü dedem, iri yarı ve güçlü kuvvetli idi. 100 kg lık çuvalı, tek eliyle kaldırırmış. Müftü dedem evde’ de çok disiplinliydi. Herkes ondan çekinirdi. Kendisine ait odasında oturur, yemeğini ve ibadetini orada yapardı. Sık sık eve, dedemin misafirleri gelirdi. Babamgil her akşam, müftü dedeme o günkü işleri hakkında bilgi verip, onun görüşlerini alırdı.

Müftü dedemin bir oğlu olmuştur. İbrahim Ethem Köstekçi dedem ’de, 45 yıl Mutaflar Mahallesi camisinin, imam hatipliğini yapmış. Bu görevi, 15 yıl ücret almadan yapıp, daha sonra kadrolu olmuştur.

İbrahim Ethem Köstekçi dedem, Genç ağaların kızı Şefika Köstekçi ile evlenmiş, iki oğlu bir kızı olmuştur. Oğulları Fazlı Köstekçi ve Ali Necati Köstekçi, manifaturacılar çarşısında kendilerine ait dükkânda, manifaturacı dükkânı işlettiler. Sümer Bank’ ın Karadeniz bölge bayiliğini yaptılar. Ayrıca Çorum yolunda, Hacı Bey köyünü geçince, mazotla çalışan un değirmenleri vardı. O bölgenin tüm un öğütme işi, bizim
değirmen ’de yapılırdı.

Tarlaları ortakçılar eker, bağ bahçe işlerini kendimiz yapardık. Uludere ve Ova’ da bulunan meyve bahçeleri ile Kuruçay önünde, 5 dönüm bağda ziraat mühendisleri ile birlikte üretim yapılıyordu. Yıllık 10-15 ton üzüm, 100-120 ton civarında elma ve ayva üretimimiz vardı. Bağ ve bahçe de, her çeşit elma, ayva, üzüm bulunur, kışlık üzümler hevenk yapılıp duvarlara asılır, nisan ayı sonuna kadar evimiz de üzüm bulunuyordu. Elma ve ayvalar, en az 10 işçi ile 15-20 gün bahçeden toplanır. Babamlar elmaların saplarını, birbirine batıp çürümesin diye tek tek çay kaşığı ile kırar, meyvelerin irisi, ufağı ayrılarak, ayrı yerlere depolanır, kış aylarında toptan satılırdı.

 Evde nüfus çoğalınca, müftü dedem 1938 yılında, Mutaflar Mahallesindeki 400 m2 arsa üzerine, 3 katlı 13 odalı, avlusu, ahırı, samanlığı, ambarı olan evi yaptırmıştır. Meydan çayından su çekilerek, evin kerpiçlere dökülmüş.
 Bu konak gibi evde. Müftü dedem, oğlu İ. Ethem dedem ile 2 oğlu Fazlı ve Ali Necati Köstekçi 4 aile birlikte yaşardık

Evimizde bir kazan kaynar, yemek vakti iki ayrı sofra kurulur, bir sofrada erkekler, diğerinde hanımlar yemek yerdi. Çocuklar istediği sofraya otururlardı. Hacı Anne genelde, erkeklerin sofrasına otururdu. Yemekten sonra çardaktaki abdestlikte eller yıkanır, dişler misvakla temizlenir, abdest alınırdı. Evde her ailenin ikişer odası vardı. Odaların bir tanesi yatak odası olarak, diğeri’ de misafir odası olarak kullanılırdı.  Akşam olunca evde, erkekler bir odada, kadınlar bir odada otururdu.
                   Amcam Fazlı Köstekçinin, Süreyya, Naci, Kâmil, Ali Galip adın ’da 4 oğlu vardı. Babamın da Hulusi, Fatma, İbrahim adın da 2 oğlu bir kızı vardı.

Mutaflar mahallesindeki evimizdeki ahırda, 2 adet inek, eşek, at bulunur, sabah ve akşam inekler sağılır, hayvanların altı temizlenir, saman ve yemleri verilirdi. Sabahleyin kullanım fazlası süt, Çorum’dan gelen süt toplama aracına bırakıp, oradan okula giderdik. Müftü dedem çarşıya, atla gidip gelirdi,
                        Yaz tatilinde, bizleri çalışmaya teşvik etmek için ödül verilir, ticareti öğrenmemiz için, dükkânın önüne bir kasa üzüm, terazi koyup bize sattırırlardı. Sattığımız üzümün parasını biz alırdık. Bizde sabahları altı da kalkıp, işlere yardım ederdik. Uludere’deki bahçeyi sulamaya gece gidilir, bunun için de su başından birkaç gün önceden randevu alınırdı. Bahçeyi sularken, birimiz bahçeye su tutar, birimizde suyu kesmesinler diye ark boyu takip ederdik. Sulama işi sabaha kadar sürerdi. İşimiz bittikten sonra çay demlenir, lahana yaprağına salata yapılır, yufka ile birlikte karnımızı doyururduk. Bahçemizdeki her şey doğal yetişir ve mis gibi kokardı.
                          
Evin yönetimi hacı annemdeydi. Onun bilgisi dışında evde bir şey yapılmaz, işlerin organizesi, bir haftalık yapılır, hangi gün ne iş yapılacağı bilinirdi.

Her sabah, hacı annem ve hacı babam, sabah namazından sonra, ispirto ocağında yapılan Türk kahvelerini içerlerdi. Kahve çiğ alınır, evde kavrulur, el değirmeninde çekilirdi. Her yıl hacı annem 15-20 gün kaplıcaya gider, bizi de kaplıcaya götürürdü.

Evimiz’ de bayramlar çok güzel geçerdi. Dört-beş sini döşeme, gül baklavası yapılır, baklava pişirmeye çok önem verilirdi. Baklavalar odun ateşi közünde, yavaş pişirilir, kar gibi beyaz olur, cevizi çok kızarmazdı. Sonra itina ile şekerlenip, bir odaya kilitlenirdi. Yemeye bayramda çıkartılırdı.

Her bayram evimiz’ de, İskilip dolması yapılır, evin alt katındaki odalara sofralar kurulur, camiden bayram namazı çıkışı, mahallenin fakir ve yaşlıları yemeğe davet edilirdi. Yemekten sonra bayramlaşılırdı. Ayrıca yaşlı ve hastaların evlerine de yemek götürülür, babamlar misafirlerle yemeklerini yerlerdi. Bizde misafirlerden sonra yemeğimizi yerdik. Müftü dedemin sağlığında İskilip’ten, Çorum’dan, Ankara ve çevre il ve ilçelerden çok sayıda misafirimiz gelir, evin içi dolar taşardı. Bayram boyunca bu yoğunluk devam ederdi. Aynı gelenek, müftü dedemden sonra da devam ettirildi.

Hacı babam 94, hacı annem 95 yaşında vefat etti. Dedemin ve babamların vefatından sonra, konakta oturan kalmadı. Bizler yaz aylarında, İskilip’e gittiğimizde bu evde kalıyoruz.


Mustafa Yolcu- 10.01.2019
                      

3 Ocak 2019 Perşembe

EVLÜCELER SÜLALESİ



EVLÜCELER SÜLALESİ
Evlüce sülalesi hakkında bilgileri, Mehmet Evlüce’ den aldım. Kendisi sülalelerini şu şekilde anlattı:
Evlüce sülalesi İskilip’in Ulastepe nüfusuna kayıtlı, 1941 yılında Baha bey mahallesine yerleşen, soy isim kanunu çıkmadan Gıymıklar lakabı ile anılan, sonradan Evlüce soy ismini almış ailedir. Gıymığın Hacı Hafızı, Ulu Caminin imamlığını yapmış, imamlara maaş bağlanması ile “ben maaş karşılığı imamlık yapmam.” Diyerek imamlığı bırakmıştır. Dikicilik mesleğine dönmüştür.
Dedem Osman Evlüce, 1941 yılında belediye başkanlığı yapmıştır. O zamanlar İskilip, CHP’nin kalesi olarak görülürmüş. Osman Evlüceye aile ’de hacı baba denilirdi. Hacı baba, gerçekten otoriter ve sert görünümlüydü. Ama yardım severdi. Onunla sohbet edenler, kendisinin sohbetine doyum olmadığını söylerler. Hacı babam, her gün sakal tıraşı olurdu. İleri görüşlü biriydi.  Kendisi odasında yemeğini yer, bizler mutfakta yer sofrasında, asker biçimi oturarak yemek yerdik. Hacı babam sabah camiden gelince, evde odasında Yasin suresini okur ve tesbih çekerdi. Daha sonra dama inerek, ineklere kömüşe bakar, oraları düzenler, bizim evde sağılır inek eksik olmazdı.
O zamanlar İskilip’te yaygın olan iki eşlilik durumu, bizim ailede de mevcuttu. Büyük babaannem ve Tabanalı anamız olmak üzere, iki tane babaannemiz vardı.
Evimiz tam bir ataerkil ailesi olarak idare edilen, 22 nüfuslu bir aile idi. Bu arada büyük babaannem, içişleri olan inek çanak işlerine, Tabanalı anamda bağ bahçe işlerine bakardı. Mustafa ve Hasan emmilerimin hanımları ve annemle beraber aynı evde yaşamımızı sürdürülürken, 1966 yılında evimizin yanındaki arsaya ev yapılarak, amcalarım evden ayrıldılar. Ev yaşantımız, belli kurallara bağlı, emir komuta zincirinde denilebilecek şekilde sürmüştür. Bayramlar ’da Ulaş tepe ve Baha bey’ deki komsulara, mutlaka bayram sabahı 5- 6 sofra yemekle verilir, bu misafirler arife günü, Hasan amcam tarafından tek tek eve davet edilirdi.
Bayram günleri, hacı babam Osman Evlüce evden çıkmaz, üst kattaki misafir odamızda misafirleri ağırlardı. Bu arada, akrabamız Ahmet Maden emmi kapı da gelen misafirleri karşılardı. Rahmetli bekçi Cumayinin Hamdi emmide, kahve ve hizmet işlerine bakardı. Bu isler sonradan, Hasan amcam ve diğer aile bireylerine kaldı. Bu durumlar, babam zamanın’ da bir müddet daha devam etti. Zamanla bu adetler kayboldu.
 Babam Tahir Evlüce ve amcam Mustafa Evlüce, beraber yedek parça, otobüsçülük, Pirelli lastikleri bayiliği yaptılar. Hacı babam ve Hasan amcam, şu an belediye yanındaki dükkânda hem Pirelli hem de Philip is bayiliği yaptılar. Zaman içerisin de bu islerle beraber, gıda sektöründe iştigal ettik.  İskilip’in, ekonomik ve siyasi durumunun günden güne geri gitmesi, bizleri İskilip dışına gitmek zorunda bıraktı. Ankara’ da gıda işini  yürüttük. Aslında teknoloji ve dünyanın globalleşmesi, eski adet ve ananelerimizi alıp götürürken, bizler hiç farkında olamadık.

Babam Tahir Evlüce, girişimci bir insan insandı. Ana mesleği otobüsçülüktür. Çok kişiyle ortaklık yapmış, yanında çalışan bir sürü insana ekmek vermiş, birçok kişinin’ de şoför olmalarına imkân sağlamıştır. Otobüsçülük işinde, Kocali ve Hacı Yılmazla yıllarca rekabet yapmışlar, Çorum’a bir liraya, Ankara’ya yedi liraya yolcu taşımışlar. Neticede çarpışan testinin biri kırılmış, biri çatlamış, ikisi ’de su tutmamış. Ticari olarak erimişler.
Şimdi sizlere Silifke taş ucundan selam ve sevgilerimi gönderiyorum, hoş çakalın.
Mustafa Yolcu- 1.1.2019


27 Aralık 2018 Perşembe

KARTALLAR SÜLALESİ


KARTALLAR SÜLALESİ

İskilip’in kalabalık sülalelerinden biridir. Bu yazıda sülalenin Hancı Hakkı’gil kısmını ele alacağım.
Rahmetlik Hakkı emmi hancılık yapardı. Han köyden gelen vatandaşların, ahırına hayvanını bağladığı, yukarı katta bulunan odalarda, kendisinin yattığı yerdir. Diğer adı ile oteldir.

Hakkı emmi, aynı zaman’da katırcılık da yapardı. Katır bir zamanlar, günümüzün otomobili, kamyonu gibiydi. Katırla yük, yolcu, top arabası, yük arabası v.b. taşınır, dağ taş engebeli araziler ’de dahi nakliye için kullanılırdı.  Resmî kurumlar, vatandaşlar katır alımı yapar, bu talepler yurt genelinden toplanan katırlar ile karşılanırdı.
İskilip’in Kuru Saray köyünden ortakçı ile katır işi yapılır, sağlanan kar paylaşılırdı. Babam ’da zaman zaman, Hakkı emmi ile katır ortaklığı yapardı. 





Hancı Hakkı emmi ailesi hakkında, torunu Mustafa Kartal ile sohbet yaptık. Mustafa şunları anlattı:

“Kalabalık bir aileydik. Evde Hakkı dedem, baba annem (evde kendisine altuncu ana denirdi). Babamgil dört erkek kardeştiler. Amcamın bir tanesi trafik kazasında vefat etti.  İki emmim, halam, annem ve yengelerim, torunlar ile 20 kişiden fazla kişi bir arada yaşıyorduk.

Evimizde 7 tane oda, 3 tanede kiler vardı. Soğukta bulunacak yiyecekler için soğuk kilerde, normal şartlarda duracak yiyecekler normal kilerde, havadar bir yerde bulunacak yiyecekler havadar kilerde saklanır, kilerin anahtarları altuncu Ana’da olurdu.

Yaşam tarzlarını ise Mustafa Kartal şu şekilde anlattı. “Evimizde bir kazan kaynar, yemek vakti iki ayrı sofra kurulur, bir sofrada erkekler yemek yer, bir sofrada hanımlar yemek yerdi. Biz çocuklar, istediğimiz sofraya otururduk.

Yemekten kalktıktan sonra, Hakkı dede den başlayarak, yaş sırasına göre amcalar, amcaların oğulları, en son sıra biz çocuklar ıbrıkla su getirip, leğende ellerimizi yıkardık. Erkeklerin elini yıkaması bittikten sonra, aynı şekilde hanımlar ellerini yıkar, leğen ırbık yerine kalkar. Evde dedenin haricinde konuşan olmaz, dede konuşmuyorsa, oğulları nadiren konuşurdu. Evde bir nizam, intizam vardı

Yemekten sonra, erkekler bir Oda’da, hanımlar ayrı oda da otururdu. Uzun kış geceleri çay içilir, tabaklarla meyve gelir yerdik. Çocuklar kendi aramız ’da oynardık. Evin idaresi, Hakkı dedenin hanımı olan altuncu anada idi. Altuncu anadan sonra idareci, büyük emmimin hanımı idi. Evde kimse, altuncu anadan direk talep ’de bulunamaz, bir şey denilecekse önce büyük yengeye iletilir, oda altuncu anaya söylerdi.

Evde kış hazırlıkları yapılır, sucuk, köfter, elma, ayva armut vb. kilere konurdu.  Biz altuncu anadan, yemek için sucuk köfter isterdik. Bize “Yivlik kayasına kar yağınca, sucuğu, köfteri yemeye başlayacağız.” Derdi. Her gün, Yülük kayasına kar yağdı mı, yağmadı mı diye bakardık. Yülük kayasına kar yağınca, doğru Altuncu anaya gider, “Altuncu ana yülük kayasına kar yağmış. Bize sucuk ver.” Derdik.

Dedem ortak iş yaptıkları insanları, eve yatmaya ve yemek yemeye getirirdi. Bayram sabahı, otel’ de ve handa kalanlar eve yemeğe çağrılır, bizim evde bayram yemeğini birlikte yerdik. Altuncu anam dolma yapar, misafirler ve biz kurulan yer sofrasında, bayram yemeğini yerdik. Hiçbir bayram sabahı, kendi başımıza misafirsiz yemek yemedik. Bazen de hana, evden yemek götürülürdü. Ramazan’ da akrabalarımız iftara çağırılır, birlikte oruç açardık.

Dedemin vefatından sonra, bu düzen devam ettirilmeye çalışılsa da devam etmedi. Amcalarımızla, evimiz ve işimiz ayrıldı. Her aile, kendi içinde kalabalıklaştı. Şimdi ise ancak ramazanda, bayram da bir araya gelebiliyoruz.

15- 20 Kişilik aile yaşamından, karı kocanın tek başına yaşadıkları aile yaşamına döndük. İnsanımızda yaşlanır, hastalanırsam halimiz ne olacak endişesi başladı. İnsanlar yaşlanınca, huzur evi bulma gayreti içine girdi.

Şimdi sormak gerekiyor. GEÇMİŞTEKİ YAŞANTIMIZLA MI HUZURLU VE MUTLU İDİK? BU GÜNKİ YAŞANTIMIZLA MI HUZURLU VE MUTLUYUZ.

Mustafa Yolcu- 26.12.2018


19 Aralık 2018 Çarşamba

İSKİLİP'TE SPORUN GEÇMİŞİ


İSKİLİP’TE SPORUN GEÇMİŞİ

Bizim çocukluğumuzda spor denilince, güreş, futbol, voleybol akla gelirdi. Haçeren’de, şimdi Endüstri Meslek Lisesinin bulunduğu alana, spor sahası denirdi. Alan, spor sahası ebatlarına göre kireçlenir, futbol çalışmaları ve maçlar bu saha da oynanırdı.

Halamın oğlu Ahmet Dursun, futbol maçlarda santrafor olarak oynardı. Maç ve antrenman sırasında, saha gerisinde kaçan topları yakalamak için beklerdik. O vakitler İskilip spor, maddi olarak zor ayakta duruyor, eşofmanlar, toplar, malzemeler eksik ve yetersizdi.

Mahallemizde, iki duvarın arasına gerdiğimiz ip ile voleybol oynardık. Oyun sırasında top, evlerin camına çarpar, çamın kırıldığı ’da olurdu. Evin sahibi bizi, bu sebeple okuldaki öğretmenimize şikâyet etmiş, öğretmenimizden ceza almıştık.

Yılda bir kez ’de, şimdiki Türk Telekom’un olduğu yerde, yağlı güreş yapılırdı. Güreşin yapılacağı, 1-2 ay önceden ilan edilir, tüm İskilipliler güreşi seyretmeye çağırılır, İskilip dışından ’da güreşi seyretmeye gelenler olurdu. Güreş seyrine ücretli biletle girilir, toplanan para ile ilk üç kademenin ücreti ödenir, alt kademeye katılanların parası, seyircilerden güreşçiler tarafından toplanırdı.

Güreş günü, İskilip’e birçok insan gelir, esnaf bayram eder, fırınlar’ da ekmek kalmaz, lokantalar da yemek tükenirdi.

Ben de sabah erkenden, güreş seyretmeye giderdim. Çocuklar para ödemeden, güreş sahasına girer, davullar, zurnalar çalar, insanlar şevke gelirdi. Güreş sahasına, kemre denilen hayvan gübreleri dökülür, böylece güreşçilerin yara almamaları sağlanır. Sahaya gelen güreşçiler, valizlerinden kispetlerini çıkarır giyerler, bir kısmı ’da zeytin yağı ile yağlanırdı. Sahanın dış kısmında su, ayran, gazoz, köfte satılır, zaruri ihtiyaçlar giderilirdi.

Bir önceki yılın baş pehlivanı, en son güreşe girer, baş altı ve 3. Dereceye pehlivanlar güreşerek gelirler.

Cazgır denilen kişi de aşağıdaki nakaratı okur:

Allah Allah illallah
Erler Çıktı Meydana,
Biri Birinden Merdane,
Biri Ak, Biri Kara
Mevla’m Her Birine Kuvvet Vere.

Bu Meydan Er Meydanıdır,
Nice Koç Yiğitler, Bu Meydandan Geçti,
Acı Tatlı Suyun İçip Göçtü
Atlar Gibi Tepisin,
Aslanlar Gibi Kapısın
Ya Muhammed Ya Ali

Pehlivanların Piri Hazret-İ Hamza Veli,
Tellal Çıksın Aradan,
Hepsine Kuvvet Versin Yaradan,
Pehlivan, Pehlivan

İşte Meydan, İşte Pehlivan
Güreş Edenlere Yardım Eder Hazret-İ Yaradan
Hani Ali, Hani Veli
Pirimiz, Üstadımız Hazret-İ Hamza’dır Belli
Karşıdan Gelir Kır At, Kanatları Kat Kat,
Gönderelim Hazret-İ Muhammed’e Salavat.

Allah Allah illallah,
Hep birlikte Pehlivanlarımıza
Alkışlar diyelim Maşallah

Her kademede güreşçiler, cazgırın bu nakaratı ile meydana çıkar, davul zurnalar’ da meydanı inletirdi. En heyecanlı güreş, baş pehlivanlık güreşi olur, İskilip’in baş pehlivanı olan Kozverenli İsmail Çördük, baş pehlivanlığı kimseye kaptırmazdı. İsmail Çördük, yağlı güreşte Türkiye ve Avrupa şampiyonu olmuştu.

Güreş sona erdikten sonra, güreşçiler ellerinde valizleri ile birlikte hamama gider, yıkanırlardı. Yağlı vücutlarının Hamam’da nasıl temizlendiğini merak ederdim. Güreş, Türklerin ata sporu olarak bilinir. Erkek çocukları, çocukluktan itibaren güreşe merak salar babalar, amcalar, dayılar çocuklarını aile ortamında güreştirir, onları zevkle seyrederdi. Anneler, çocuklarının güreşmesine karşı çıkmaz ama çocuklarına güreşirken bir şey olacak diye korkarlar.

Unutulmuş olan, başka bir sporumuz ’da cirit oyunudur. Küçükken İskilip düğünün’ de, iki sefer CİRİT oyununu seyrettim. Savaş oyunu olan cirit, ata binmeyi, mızrak atmayı sembolleştiren sopa atmayı, müsabakada centilmen davranmayı hedef almıştır.  Ata sporumuz olan CİRİT’İNDE, tekrar memleketimiz de hayat bulmasını arzuluyorum.

Sağlam kafa, sağlam vücutta bulunduğu için, sporu her yaşta yapmaya çalışmalı, çocuklarımıza örnek olmalıyız.

Mustafa Yolcu- 19.12.2018  









17 Aralık 2018 Pazartesi

İSKİLİP'TE SÜLALELER


İSKİLİP’TE SÜLALELER


-A-: ABUHANLAR- AĞDACILAR- ARPACILAR- ALİCENİN İMİN AĞALAR- ALİŞLER- ASLANLAR- AZAKLAR- ALMACIGİL- ABİDOL- ABDIŞLAR- ARMUTLULAR- ALPSAR OĞULLARI- ALDARAKLAR- AĞDACIGİL- ANAÇLAR- ALMOCOLUN HAVUZ- AKGÖZLÜLER- ACEM HACIOĞULLARI- AKKOCALAR- AKGÖZLÜLER- AKDAYILAR- AKSOYLAR- AÇIKGÖZLER- AKTAŞLAR- ABALIGİL- ATEŞLER- ARAPZADELER- ANASIZLAR- ARİF HOCEEL- ACEM HACIOĞULLARI  

-B- : BASMACIGİL- BUYNAKLAR- BAFRALIGİL- BALDUZOĞULLARI- BALAKLAR- BORBORLAR- BENLİLER- BARDAKCIGİL- BARANLAR- BAYKALLAR- BIDIKLAR- BEŞİKCOLU- BOSTANCILAR- BALLILAR- BOYACIGİL- BADAKLAR- BAYRAKLAR- BİÇERLER- BODURLAR- BASIRLAR- BACAKLAR- 

-C-Ç-: CERRAHLAR- CELLATLAR- CINGILLI OĞULLARI- CİMBEKLER- CICIKLAR- CİNNAZLAR- ÇORUMLOL (ÇORUMLU, ÇORSUZ, HOTMANLAR, AZAKLAR aynı kökenlidir)- ÇARHACIGİL- ÇALOĞLULAR- ÇAPUTCOOL- ÇAKIRLAR- ÇANDI İBİŞLER- ÇAMMISTIKLAR- ÇELEBİLER- ÇIKRIKCILAR-ÇARUKCOOL- ÇİNTİRİZLER- ÇERKEŞLER- CEBECİLER- ÇAKIRLAR- ÇÖCÜKLER- ÇATAKLIGİL- ÇİNGEGLER- ÇOLAKLAR-     

-D-: DOLMAGİL- DURALOL- DANGALAKLAR- DURMUŞOL- DEREBEYLER- DİMİCİGİL- DÖKMECİLER- DARICILAR- DELULEKLER- DINGIRCILAR- DESTİCİGİL- DARICILAR- DERİCİLER- DELİYİZLER- DELACİGİL (DELİ HACILAR)- DELİYİZLER- DİDDİRİGİL-
      
-E-EMLİKLER- ECİKLER- EMİN AĞALAR- EMİROĞLU- EVLÜCELER- ERTEKİNLER-    EŞEKCİLER- EROĞUZLAR- ERİBELER- EKDİOĞULLARI- ELLİ DOKUZ LAR- EMBİYOOL- ENBİYA OĞULLARI-

-F-: FINDIKLAR- FETVACILAR- FELEKLER- FETTANLAR-

-G-: GOBEL AHMETLER- GÖK MISTIKLAR- GOCOLULAR- GENÇ AĞAGİL- GOCA MISTIKLAR- GAYGUSUZLAR- GASIR ABDULLAHGİL(KISARLAR)- GARALİGİL- GİRİTLİOLU- GÜLTEKİNLER- GAVZELİLER- GAFURLAR-

-H-: HOTMANLAR- HOCALİGİL- HACI MAHMUTLAR- HACI ŞAKİRLER- HELCACIOLU- HACI İBREMLER-HAVANALILAR- HACI ALİMLER- HAŞIKLAR- HACI OSMANLAR- HACI MURSALLAR- HACI VAHAPLAR- VAHAPOĞLULAR- HEKİMOLU- HUYLUGİL- HACI EMLİKLER- HACI IBRIKLAR- HATIPLAR- HALLOLU- HAYTALAR- HACI SEFERLER, NİYAZİLER- HALBELER- HOCA ZADELER- HİNDOLUGİL- HAZİNECİGİL- HATTATLAR- HOLTACIOLU- HÜDÜTLER- HOTUNLULAR- HUYLULAR- HACI KADİRLER- HATTATLAR- HACI HİLMİGİL- HACI HAŞİMLER-

-I-İ-: İDRİSLERİN HACI İBRAHİM- İLAZLAR- İDİRİZLER- İBİŞ AĞALAR- İMİN AĞALAR- İKİZOLU- İĞİCİ OĞLU- İNCACIGİL- İSTANBULLU OĞLU- İÇENLER- İMAMGİL- İKİNCİGİL- İÇENLER-

-K-: KAVLUGİL- KARTALLAR- KÜLCÜ HOCA- KADİR AĞAGİL- KADAAL                              ( KADIOĞLU)- KUŞGÖZLER- KÜYÜKLER- KABAKLAR- KÖSTEKCİGİL- KUYNOL- KIRHICIGİL- KAPICIGİL- KULALOĞLU- KODAZLAR- KUNDAKCIGİL- KIBIRIKLAR- KARAFAKIGİL- KOCA OSMANLAR- KESTEFOLLAR- KESÜKLER- KİLLİ OSMANLAR- KOYUN OĞULLARI- KEŞKEKCİLER- KARAYAPLAR- KARA MOLLALAR- KINAKLAR- KASAP MUSTAFAGİL- KÖPRÜLÜOLU-KAVASOLU- KAMBURLAR- KATMERLER- KASABLAR- KOPKOPLAR- KAŞIKCILAR- KUZULUKLULAR- KOCALİGİL- KEL ÜSÜKLER- KAFALILAR- KURD OĞULLARI- KADI EFENDİLER- KANDIRALILAR- KADİR AĞAGİL- KALYONCULAR- KALIPCILAR- KARACİL- KOS OSMANLAR- KOCABAYLAR- KUYUMCULAR- KÜPBAŞLAR- KARA DONLULAR- KIRIKLILAR- KARGACILAR-  KIRIKLILAR- KESME AŞIGİL- KİRECCİLER- KUYUMCULAR- KELEŞLER-KATIRCI OĞULLARI- KARA MEHMETLER- KACOOL- KALELİ MUSTAFA- KUTUNLU HAFIZ- KAVUKCUGİL-    

-L-:   LEYLEKLER- LİBASLAR-

-M-: MESİMOLAR- MISTAKLAR- MUMCULAR- MENZİLCİOLU- MIHCILAR- MUTULLAHLAR- MESUTLAR- MUGAYİTLER(SİNEMACILAR)- MEKROOL- MAZLUMLAR- MÜLAZIMLAR- MANİCİLER- MAHİRLER- MOCİGİL- MÜFTÜGİL- MADAZLOOL- MEKTEPLER-

-N-: NAMLILAR- NALÇACILAR- NAFİLENİN ETEM EFENDİ- NODURUZLAR- NEMLOLU-  

-O-: OBBANAKLAR- ODABAŞLAR- ÖBEKCİLER- OKUMUŞLAR- OSMAN KATİPLER- OSMAN ÇAVUŞLAR-

-P-R-: PİRECİLER- PARPUCULAR- PANALLAR- PALABIYIKLAR-

-S-Ş-: SALURLULAR- SARAÇLAR- SÜMERLER- SÜNNETCİLER- SUNULLAHLAR- SANDIKCIGİL- SARI ASLANLAR- SEMERCİLER- SERTLER- ŞALAKLAR- ŞAKİR USTALAR- ŞAHİNBAŞLAR- ŞARAPCIGİL- ŞANLILAR- ŞAFAKLAR- ŞAHİNLER- SELBESLER- SİYAVUŞLAR- ŞIHLIGİL- SANDIKCIGİL- ŞALAKLAR- ŞAKİR USTALAR- SUNULLAHLAR- ŞERFOLU- SARI ASLANLAR- SAĞLAM HACIGİL- SAATCİLER- ŞEKERCİLER-  SARI VELİLER-

-T-: TAYIRLAR- TUZCUOLUGİL- TATALIÇLAR- TANAYLAR- TATARLAR- TOSOMORLAR- TÜRK AHMETLER- TÜRK HASANLAR- TARANAŞIGİL- TURPCUGİL- TIĞLIGİL- TEKKEŞLER- TELLALLAR- TELLİ OĞULLARI- TONGAZLAR- TABAKLAR- TORAKLAR- TELLİ OĞULLARI- TOSYALI OĞULLARI- TOPCULAR-

-U-Ü-: URUPCUGİL- USLULAR- ÜSTÜNELLER- ÜMMET OĞULLARI- ÜRFETLER- ÜÇKAPAKLAR-

-V-Y-: VELAVUZLAR- VESVESLER- VELİOLU- YÜVENGGİL- YAZGANLAR- YESİRAL- YAYCILAR-

-Z-: ZALİF HOCAGİL- ZEYBER AĞAGİL- ZOBARLAR- ZORZORLAR-


Bizim küçüklüğümüzde, insanlar sülaleleri ile tanınırdı. Kimin oğlusun diye sorulduğunda, misal “Tatalıcların hasanın oğluyum.” Diye cevap verilirdi. İskilip’teki esnaf arkadaşlar, “ŞİMDİKİ NESİL SÜLALESİNİ BİLMİYOR.” diyorlar.
Bir laf vardır- “GEÇMİŞİNİ BİLMEYENİN GELECEĞİ DE OLMAZ.”

Her sülalenin bir hikayesi vardır. Bu çalışma yapılırken, bazı sülalelerin kısa da olsa hikayelerini de öğrendim.  Osmanlı zamanın da savaşlar da KÖS çaldığı için, sülale lakapları KÖSLER olan aile. Şeyhülislam Sunullah Efendi ile ilgisi olan aile, Milli Mücadele ye destek veren, İskilip Müftüsü “İSMAİL HAKKI EFENDİ” sülalesi v.b.

Bazı sülaleler hakkındaki öğrendiğim anekdotlar ile yazı yazmaya çalışacağım.

Hoşça kalın.- Mustafa Yolcu – 12.12.2018

28 Kasım 2018 Çarşamba

1858 YILLARINDA İSKİLİP'TE MİSAFİRLİK

1958 YILLARINDA İSKİLİP’TE MİSAFİRLİK

İskilip’te Hacipiri Mahallesinde, Hanönü camisinin bitişiğinde evimiz vardı. Mahallede bizden başka, iki dayımın evi, ikide halalarımın evi vardı. Yazın geceler kısa olduğu için, pek misafirliğe gidilmezdi. Kışın geceler uzun olduğu için eve misafir gelir veya biz misafirliğe giderdik.

Bizim evin yanında bulunan Mesutlarla, akrabadan ileri ilişkilerimiz vardı. Mesutların çocukları anneme “hala” diye hitap ederlerdi. Biz yaz, kış sokakta oynardık. Ama kışın sokağa nadir çıkar, evde kalıp ders çalışırdık. Babamın sağlığında, çoğunlukla akrabalar bize misafirliğe gelirlerdi. Babamla çok nadir, halalarıma giderdik. Babamın vefatından sonra, sık sık akrabalarımız bizi evlerine çağırırlardı.

Jeneratör ile elektrik elde edilen elektrik, İskilip’e 1953 yılın ’da gelmiş. Bizim eve elektrik, 157 abone no ile 1953 yılında alınmış. 1965 Yılında bile bizim mahallede, evinde elektrik bulunmayan ev vardı. Evlerde elektrik genellikle, aydınlanma amaçlı kullanılır, ütü dahi kömürlü ütü ile yapılırdı. Tepsi çörekleri ekmek fırınında, meşhur su böreğimiz soba üzerinde pişirilirdi. Baklavanın pişirilme yeri ‘de ekmek fırını idi. Fırınlar camlarına” PAKLAVU BİŞÜRÜLÜ” yazısını asarlardı. Evler ’de buzdolabı, çamaşır, bulaşık makinası, fritöz vb. elektrikli araçlar kullanılmazdı. 

Bu yıllarda bir akşam, annemin akrabası olan Ali Kalın’gilin (Ethem emmilerin) evine gidilmesine karar verilmiş. Dayımın hanımını’ da alarak Naciye teyzelere gittik. Gece elektrik lambaları yolu aydınlatıyordu. Gündüz akşama kadar, sokakta oynadığımızdan misafirliğe gittiğimiz de hemen uykum geldi. Minderin üzerine kıvrılıp uyumuşum. Üzerimi örtüp, başımın altına yastık koymuşlar. Naciye teyzeler, ta küçükten annemle birlikte büyüdükleri için, ortak yaşadıkları çok fazla idi. Akrabalar arasında bir sorun da yaşanmadığından, birbirlerini çok severlerdi.

Naciye teyzelere Ulaş tepe mahallesinde, Ak dayılar denilir, babası annemin dayısı olurdu. Ak dayının sanatı saraç imiş. Bekir dayım, dayısı olan Ak dayının dükkanına çırak olarak gönderilmiş. Dayım, dükkâna bir süre gitmiş. Daha sonra   çıraklığa gitmek istememiş. Ak dayı, dayımların evine gelir, kapılarını çalar, anne annem kapıyı açınca “Yeğenim dükkâna niye gelmedi” diye sorarmış. Anne annem dayım için “çıraklığa gitmem diyor.” Deyince, Ak dayım aşağıdan bağırırmış- “Bekir, aslan dayısının, hadi dükkâna gel. Sen olmadan, ben çalışamıyorum.” Diye dayımın gönlünü alır, dükkânın anahtarını dayıma verir, dükkâna giderlermiş. Dayım şekilde çalışarak SARAÇLIĞI öğrenmiş.

Buna benzer, anlatacakları çok şeyleri vardı. Anlatırlar, yeri gelir gülerler, yeri gelir üzülürlerdi. Ali’de bende, uyumaya devam ederdik. Çerez sofrası kurulur, Allah ne verdi ise sofraya konurdu. Sofra kurulunca bizi kaldırırlar, bir iki şey yiyip tekrar uyurduk.

Gece saat 12.00 olduğunda, elektrik santrali kapatılır, elektrikler kesilirdi. Sohbete gaz lambası yakılarak, devam edildi. Annemler kalkmak istiyor, onlar bırakmıyordu. Dostluk akrabalık, su götürmez içten akrabalıktı. Karşılıksız akrabalıktı. Gece saat 01.00 suları idiyki gitmek için ayağa kalktılar. Sokak karanlıktı. 40- 50 cm. uzunluğundaki çırayı yakıp, dayımın hanımının eline verdiler. Biz kendisine abıla (ablanın kısaltılmışı) derdik. Uzun boylu, gözünü budaktan esirgemeyen biri idi. O arkada, biz önde yürüyorduk. Gece lamba ile yürürken, lamba elinde olan arkada yolu aydınlatır, diğerleri önde yürürmüş. Ta o zaman, bu kural uygulanıyordu. Çıra çıtır çıtır yanıyor, yandıkça etraf aydınlanıyordu.

Bizim eve geldiğimiz’ de, önce annemleri eve koyduk. Babam evde uyumamış, bizi bekliyordu. Sonra ben evimizin köşesinden, abılam evlerine girinceye kadar onu bekledim. Evine girince, bende evimize girdim. 5 Yaşlarında idim ama aklım sıra erkeklik taslıyordum.

Bu güzel hatıraları yıllar boyu unutmadım. Yeri gelir parça bölük, arkadaşlarımla aramızda paylaşırdım.  Hacıpiri de akrabalarımla, hep birlikte olduğumuz mahallede, şimdi kimse kalmadı. Yeri geliyor İskilip’e gidiyor, kalacak yerimiz olmadığı için Öğretmenler Evinde kalıyoruz.  Dün tamamı bizim olan İskilip’te, şimdi kalacak yer bulmak ta zorlanıyoruz.

Benim durumum da olan, İskilip’in dışında birçok kişi var. Bu soruna, bir çözümde bulunamadı. Keşke bir devre mülk olsa’ da, senenin 15 günü İskilip’te kalacağımız bir evimiz bulunsa.

Mustafa Yolcu- 28.11.2018

26 Kasım 2018 Pazartesi

ÇORUM ALACA HÖYÜK- BOĞAZKALE GEZİSİ


ÇORUM ALACA HÖYÜK- BOĞAZKALE GEZİSİ


23.09.2018 Tarihinde, Muhittin Çağılın düzenlediği programla Çorum’a giderek, Boğazkale, Yazılı kaya ve Alaca Höyüğü gezdik. İskilip’te, ortaokul yıllarımda buraya gezi düzenlenmiş, ben gidememiştim. Daha sonraki yıllar ’da buraların adı geçtiğinde meraklanır, bu müze ve ören yerlerini gidip görmeyi arzulardım.

TBMM eski Enerji Bakanı Hilmi Güleri ziyarete gittiğimde, Hititlere ait geniş kapsamlı kitabı görüp incelemiştim. Bu kitaptan aklımda kalan, Almanların Hititleri kendi soylarından kabul ettikleri, Japonların da değişik versiyonda Hititlerle ilgilendiklerini okumuştum.

Benim tarihi eserlere, ayrı bir ilgim vardır. Eski eserlerin karşısına geçince, burada yaşanılanları, olayları anlamaya mana vermeye çalışır, sonrada onlardan kalan izleri, anlamaya çalışırım. Hititler çok büyük bir coğrafya da hüküm sürerken, niye Boğazkale ve çevresini kendilerine başkent yapmışlardır. Suriye ye kadar gidip, Mısırlılarla savaş yapıp, imzaladıkları Kadeş anlaşması ile tarihe iz bırakmışlardır.

Mısır, Babil ve Mitanni gibi, Eski Doğu’nun büyük güçlerinden biri olan Hititler, yaklaşık M.Ö. 1200 yıllarına kadar Anadolu’nun büyük bir kısmına ve Kuzey Suriye’ye hükmetmişlerdir. Bu İmparatorluğun başkenti Hattuşa, Çorum’un 80 kilometre güneybatısında, Boğazkale ilçesindedir. Bölge 1988 yılında Tarihi Milli Parklar statüsüne alınmıştır.

Hattuşa 1834 yılında Fransız mimar Charles Texier tarafından keşfedilmiştir. Bu sadece Hattuşa’nın keşfi değil, tamamen unutulmuş olan Hititlerin keşfidir. 1906 yılında yapılan kazılarla, burasının Hitit başkenti Hattuşa olduğunu tespit edilmiştir. 1931-39 yılları arasında ve II. Dünya Savaşı nedeniyle ara verilen kazılardan sonra, 1952’de yeniden başlatılan kazılar, kesintisiz olarak Alman Arkeoloji Enstitüsü tarafından sürdürülmektedir.


Boğazköyde İlk yerleşim izleri, M.Ö. 5000 yıllarına kadar inmektedir. Kesintisiz yerleşmeye başlanılması ise, Eski Tunç Çağı’nın sonlarına (M.Ö. 3000) doğru olmuştur. Bölgenin yerli halkı olan Hattiler, burada bir kent kurup, Hattuş adını vermişlerdir.

Hitit yazılı kaynaklarından anlaşıldığına göre, I.Hattuşili’nin iktidara gelmesiyle (M.Ö. 1665-1640) Hattuşa, Hititlerin başkenti olmuştur. Hitit İmparatorluk döneminde, yani M. Ö 14 ve 13. yüzyıllarda, şehir yaklaşık olarak altı kilometre uzunluğunda bir surla çevrilmiştir. Daha sonra ise, bu surların önüne ikinci bir duvar daha örülerek, kent daha sıkı bir korunmaya alınmıştır. Bu yeni sur üzerinde bulunan, anıtsal şehir kapılarının çoğu, günümüze kadar oldukça sağlam durumda gelmiştir. Güney batıda, dış yüzünde aslan kabartmaları bulunan Aslanlı Kapı’yla, iç yüzünde, silahlı tanrının bulunduğu Kral Kapı, bunların en önemlileridir. Kentin güney ucundaki Yer Kapı’nın özel bir rolü var. Burada 30 m. yüksekliğinde, 250 m. uzunluğunda ve 80 m. genişliğinde bir toprak set oluşturulmuştur. Bu set üzerinden geçen kent surunun ortalarında Sfenksli Kapı yer alır. Bu kapının tam altında, Hatuşa’nın bugün içinden geçilebilen tek tüneli vardır. 71 m. uzunluğunda ve 3 m. yüksekliğindeki tünelden geçilerek, sur dışına çıkılmaktadır. Şu anda da burada yabani meyveler yetişmiştir. Geziye gelenler, dallardan meyve toplayıp yediler.

Yazılıkaya Tapınağı;
Hattuşaş’ın en büyük ve en etkileyici kutsal mekânı, şehrin dışında yer alan, yüksek kayalar arasına saklanmış Yazılıkaya Açık Hava Tapınağı’dır. İki kısma ayrılır.Tapınak ’ta 90’dan fazla tanrı, tanrıça, hayvan ve hayal ürünü yaratıklar kaya yüzeyine işlenmiştir.

Yazılıkaya A kısmında, kayaya işlenmiş kabartma figürlerin özel bir düzeni ve tertibi vardır. Burada sol kaya yüzeyinde ikisi dışında yalnız tanrılar, buna karşı sağ tarafta da yalnız tanrıçalar belirtilmiştir. Ana sahnede fırtına tanrısı ile eşi güneş tanrıçası ve ortak çocuklarının karşılaşması tasvir edilmiştir. Ana sahnenin karşısındaki duvarda daha büyük boyutlarda büyük Kral IV. Tuthaliya işlenmiştir. Kral, güneş tanrısı’nın törensel kıyafetinde, elinde egemenlik sembolü olan ucu kıvrık asa tutar durumda, iki tepe üzerinde tasvir edilmiştir.

B kısmında kabartmalar; yan duvarlara dört bağımsız figür işlenmiştir. A kısmının  başlangıcında tanrılar geçidinde de tasvir edilen ve orak biçimli kılıç taşıyan on iki tanrı ve “Kılıç Tanrısı”, öbür dünya ile ilişki kuran yeraltı tanrıları anlamında olabilir. Yazılı Kaya eserlerini görmeye gittiğimizde, bize rehberliği burada hediyelik eşya satan iş yerinin sahibi yaptı.

Alacahöyük;
Çorum’un 45 km. güneybatısında bulunmaktadır.
Eski Tunç Çağı ve Hitit çağında çok önemli bir dini tören ve sanat merkezi olan Alacahöyük’te dört uygarlık çağı, açığa çıkartılmıştır.

Kalker temel üzerine andezit bloklarla inşa edilmiş olan Sfenksli Kapının genişliği 10 metredir. Buranın üzerinde çift kartal resmi bulunmaktadır. Bu yol ile büyük mabede ulaşılmaktadır.

Alacahöyük 3. uygarlık zamanını, Eski Tunç Çağı (M. Ö 2500-2000) oluşturur. Hitit kültürüne kaynaklık eden kültürlerin önde geleni olan yerli Hatti uygarlığının aydınlanmasında çok katkıları olan Alacahöyük, Eski Tunç Çağı hanedan mezarları, bu çağın en önemli buluşlarıdır. Mezarlar özel olarak ayrılmış bir alanda toplanmıştır. Dört yanı taşla örülmüş dikdörtgen mezarlar ahşap hatıllarla(kiriş) kapatılmış, damları üzerine kurban edilmiş sığır başları, bacakları yerleştirilmiştir. Altın, gümüş, bakır, tunç, demir ve değerli taşlardan oluşan zengin ölü hediyeleri, onların hanedana ait olduklarını göstermektedir. Çoğu altın, gümüş kapların dövme, dökme, kakma teknikleri, altın mücevheratın ince süsleri uzun bir gelişmenin ürünleridir.

Boğazkale ve Alaca Höyükteki müzelerde, kazılarda elde edilen tabletler, savaş arabası tekeri, harp araç gereçleri, zırh yapmak için bakır pulları, su kapları   bulunmaktadır.

Tarih hazinesi olan bölgede, son dönemlerde ziyaretçi sayısı ve turist turlarının son derece azaldığı, yöre halkı tarafınca ifade edilmektedir.

Çorum’da müzeyi gezdik. Çorumlu olmama rağmen, müzeye ilk kez gittim. Çorum ve yakınlarından toplanan eserler, burada sergilenmişti. Müzenin girişteki bahçesi, açık hava müzesi gibiydi. Burada birçok lahit ile resimli tabletler bulunmaktadır.

Dört kat şeklinde düzenlenen müzenin ilk katında, Alacahöyük, Kuş saray ve Büyük Güllücek kazılarında bulunmuş olan eserler, kronolojik şekilde teşhir edilmiştir. Yine bu katta Eski Tunç Çağına ait Alacahöyük kazılarında bulunanlar ile müzeye satın alma yoluyla kazandırılan aynı döneme ait eserler sergilenmiştir. Bu katta Eski Tunç Çağı Alacahöyük prens ve prenses mezarları “L” Mezarı aslına uygun olarak teşhir edilmiştir. Bu bölümden sonra Çorum il sınırları içindeki arkeolojik kazılarda (Boğazköy-Hattuşa, Alacahöyük, Yörüklü Hüseyin dede) açığa çıkartılan Hitit dönemi eserleri ile Boğazköy-Hattuşa’da açığa çıkartılan yapıların mimari kesiti ve magazinler, fotoğraflar ve tanıtım levhaları eşliğinde sergilenmiştir. Müze koleksiyonunda özel bir yere sahip, üzeri çivi yazılı Hitit kralı II. Tuthaliya’ya ait (M.Ö.1430) ünik bronz kılıç da yine bu katta sergilenmektedir.

Müzenin bodrum katında ise, Çorum ve yöresi Etnografik ürünler sergilenmektedir.  Çorum ve yöresinin, günlük hayatında kullanılmış ev eşyaları, elbiseler sergilenmiş, Tıkının Kahvesi, leblebici dükkânı, bakırcı dükkânı burada canlandırılmıştır. Sergi alanı dar olduğu için birçok eser sergilenememiştir.

Kültür varlıklarımız ve müzelerimizin halkımıza tanıtılması, müzelerimize bilhassa öğrenci turları düzenlenmesi gerekmektedir. Türkiye’de yerli halkımızın müze ziyaret etme oranı çok düşük olup, insanımızın büyük kısmı, müzelerde ne olduğunu bile bilmemektedir. Sosyal Belediyecilik adına, belediyelerimiz müze ve ören yerleri gezisi düzenlemeli, insanımıza buraları tanıtmalıdır.

Mustafa Yolcu- 20.11.2018