13 Kasım 2019 Çarşamba

İSKİLİP' E GEZİ TURU




İSKİLİP’E GEZİ TURU

Ankara’dan İskilip’e tur düzenlenmişti. Tura katılanların yarısı İskilipli, yarısı yabancı kimselerdi. İskilip’i merak etmişlerdi. Değişik yer görmek, lezzetler tatmak amacı ile İskilip’e geldiler.

Programlarında; tarihi yerleri, şekercileri, leblebiciyi, greyderi, Sakarya Mahallesi Pazarını gezmek vardı. Geziye katılanlar, bazı detayların dışında geziden memnun kaldıklarını bildirdiler.

İskilip’in kalkınabilmesi için, turizm en önemli faktördür. İskilipliler üretecek, İskilip’e gelenler tüketecektir. Bu arada Beypazarı örneğini biraz açalım. Oraya gittiğinizde, dükkân sahipleri sizi güler yüzle karşılıyorlar. Satmak istediklerinden, size ikram ediyorlar. Almanız önemli değil, bilgi edinin tadın diyorlar.

Bizim İskilip esnafının ’da bu seviyelere gelmesi lazım. Dükkanına gelene” beş kuruş ikram etmem. Fiyatı ne ise ondan alırsınız.” Demesi doğru değil. (Maalesef dükkanın birinde böyle demişler.) Bazı şehirlere böyle kalabalık gurup gittiğinde, sattıkları malın fiyatından indirim yapıyorlar.

Ben geçen hafta Nevşehir – Kozaklı ’da idim. Kaldığımız otelden bir kısım insan, pazara gezmeye gitmişlerdi. Pazarcılar fiyatlarından indirim yapmışlar. Öyle olunca’ da alışveriş yapmak istemeyende, alışveriş yapmış.

Bazı işyerlerinde aradıkları malı bulamamışlar. İmalatını yapamadıklarını söylemişler. Üretmeden neyi satacağız? İskilip’e nerden para gelecek?

Dolma konusun’ da itinalı olmalıyız. Dolmaya tereyağı yerine, zeytinyağı konulduğunu. Ucuza mal olsun diye, kalitesiz et kullanıldığı söyleniyor.
Soğan kavurma sırasında, siyahlaşan soğanın üzerine pirinç konulduğunda, dolma siyahlaşıyor. Dolma siyah olmaz. Açık sarı renkte olur. Bu konuya önem verilmiyor. Sofralardan üzüm hoşafı’ da kalkmış. Sofraya yalnız ayran ile, sirkeli ayran geliyor. Bütün bunların denetim altına alınıp, düzenleme yapılmasında yarar var.

Tur ile gezmeye gelenlerin gezip görecekleri yerlerinde, temiz ve düzenli olmasında yarar var. Tura katılanlar, gezilen yerlerin temiz olmadığından şikâyet ettiler.  Turizm diyorsak, temizlik ve temiz olması şart. Görevlendirilecek temizlik görevlilerinin, özellikle buraları ve parkı temiz tutmaları gerekir.

Kaymakamımız ve belediye başkanımızın, bu konuyu gündeme alması ve esnaf temsilcileri ile bu konuyu görüşmeleri, esnafı bilinçlendirmeleri gerekiyor. İskilip esnafımızın ’da Beypazarı esnafı seviyesine gelmesi, daha ileri gitmesi gerekiyor. Bu işe inanarak başlarsak, her şeyin daha iyi olacağını umuyorum.

İskilip dışında bulunan hemşerilerimizde, üzerine düşeni yapacaktır. Aman ha gayret, biraz daha gayret. İsteyelim ve yapalım.

Mustafa Yolcu- 13.11.2019


4 Ekim 2019 Cuma

NİHAT ARMUTCU ROPÖRTAJI


SPOR ADAMI, ANTRENÖR, İSKİLİP AŞIĞI NİHAT ARMUTCU ROPÖRTAJI

Mustafa Yolcu- Nihat bey, bize kendinizi tanıtır mısınız.

Nihat Armutcu-
01.03.1974 Tarihinde Eyüp-Naciye Armutçu çiftinin 3.çocuğu olarak, Kale boğazı mahallesinde dünyaya gelmişim.
Rahmetli babam Bayat’ın, Emirşah köyündendir. Annem ise İskilipli. Ben ve kardeşlerim İskilip'te doğup büyüdük.

İlkokulu eski adı Ulaş İlkokulu, yeni adı Ebussud Efendi ilkokulunda okudum.
Orta okul ve liseyi, İskilip Lisesinde okudum. 1992 Yılı lise Edebiyat bölümü mezunuyum.
1994 yılında, Niğde Üniversitesi BESYO (Beden Eğitimi Spor Yüksek Okulu) kazandım. Bu okul’ da4 Yıl eğitimi tamamlayıp, 1998 yılında Uzmanlık alanı Futbol, yardımcı uzmanlık alanı Güreş olarak okuldan mezun oldum.

1998 yılının 30 Eylül tarihinde, uzun uğraşlarla, İskilip Endüstri Meslek Lisesi'ne Beden Eğitimi öğretmeni olarak atandım.

1999 yılı Kasım ayı itibariyle, 271.Dönem Yedek Subay olarak İstanbul Tuzla Piyade Okul komutanlığında iç güvenlik eğitimi sonrası 2000 yılı Mart ayında Ağrı-Doğubayazıt 1.Mekanize Piyade Tugay komutanlığına Asteğmen olarak atandım.  12 Ay dağlarda, vatanım için gönüllü olarak operasyonlara katılıp, 2001 Mart ayında askerden terhis oldum.

Askerlik sonrası tekrar, İskilip Endüstri Meslek Lisesinde öğretmenlik görevime döndüm.
2007 yılında MEB (Millî Eğitim Bakanlığı) ve TFF (Türkiye Futbol Federasyonu) yaptığı seçmelerle, Çorum ilini temsilen Çorum İl Okul Futbol Koordinatörü olarak Riva Milli Takım tesislerindeki eğitime katıldım. Eğitimi başarı ile tamamlayarak, Çorum MEB-TFF temsilcisi olarak çalışmaya başladım.

2009-2014 yılları arası Çorum Merkez de, Okul Futbol Sorumlusu- Altyapı Milli Takımlar Çorum Sorumlusu ve FTEM           Çorum sorumlusu olarak çalıştım. Ancak ilçemden ayrılmadan, bu 4 yıllık sürede Çorum’a gidip geldim.

2014 yılında, dönemin Milli Eğitim Bakanının Okul Futbol projesini iptal etmesi ile Çorum Merkez Endüstri Meslek Lisesine tayinim yapıldı. Yarım dönem çalışıp Öğretmenliği yapacaksam ilçemde yaparım diyerek, tekrar İskilip EML ye tayin oldum ve halen bu okulda gururla çalışmaktayım.
Evli ve 2 çocuk babasıyım.

M.Y- Futbolculuk kariyerinizden bahseder misiniz?

N.A- Futbola 1990 yılında İskilip Demirspor da futbola başladım. İskilip lisesi okul takımı ile futbola devam ettim.
Üniversite de sırası ile Niğde BİRKO A.Ş Spor- Niğde Belediye spor ve Bor Şekerspor takımların’ da top oynadım.
İskilip'te öğretmenliğe başladıktan sonra İskilip spor‘ da, kısa bir dönem futbol oynadım. Daha sonra dönem dönem, kurucusu olduğum İskilip gücün’ de oynadım.

M.Y- Antrenörlük kariyerinizden bahseder misiniz?
N.A.- 1998 yılında üniversite mezuniyeti sonrası, TFF den Antrenörlük belgemi aldım.  İskilip Esnaf spor da Genç takım antrenörlüğü ile kariyerime başladım.
2000 yılında Kolordu turnuvasında, Doğubayazıt Tugay Takımını çalıştırdım.
Askerlik sonrası İskilip spor Genç Takımında kısa bir dönem çalıştım.
2002 yılı ocak ayında dönemin Kaymakamı Sayın Turgay ERGİN, Belediye Başkanı Sayın Mehmet LOKUM ve şehrin ileri gelenleri ile görüşerek İskilip gücü Spor kulübünü kurduk.
İlk sezonumuzda 2.Amatör Kümede, şampiyon olarak 1.Amatör kümeye yükseldik.
2003 yılında TFF Erzurum A Lisans Teknik Direktörlük kursunu kazanıp, 35 günlük zor ve yorucu bir eğitimden sonra   bu kursu başarı ile bitirerek, Teknik Adam belgesini aldım.
2003 -2004 Sezonunda, TFF 3.liginde mücadele eden Çorum spor ‘da, profesyonel takım yardımcı antrenörü olarak sözleşme imzalayıp, burada 1 sezon çalıştım.
2004- 2011 yılları arasında, kendi kulübüm İskilip gücün ’de Teknik Sorumlu olarak çalıştım. 2009 Yılı aralık ayında Antalya / Mardan Spor Center da UEFA A Lisans Teknik Direktörlük kursuna katılıp, 24 Kursiyerden ilk 6 arasına girerek Çorum'un ilk UEFA A Lisans Antrenörü oldum.
2011 yılında, TÜFAD (Türkiye Futbol Antrenörleri Derneği) Başkanı seçildim ve Türkiye'nin " En Genç Şube Başkanı " oldum.
2011-2014 yılları arası TÜFAD Başkanlığım döneminde, 23 Antrenörümüzün UEFA Kurslarına başvurusunu yaparak belgelerini almasına yardımcı olduk.
2011 yılında BAL (Bölgesel Amatör Lig ) be mücadele eden Çorum Belediye spor ‘da,   Sportif Direktörü olarak çalıştım.  
2011-2012 Sezonunda İskilip gücü olarak, 37 yıl aradan sonra 1. amatör küme Çorum Şampiyonu olduk ve BAL'a çıktık.
BAL a katılım şartlarını yerine getirebilmek için, Belediye Başkanı Numan SEZER den destek istedik ve Belediye Meclisi Kararıyla takımımızın adını İskilip Belediye spor olarak değiştirip lige katıldık.
2012-2013 ve 2013-2014 sezonlarında BAL Liginde İskilip Belediye spor Teknik Sorumlusu olarak görev yaptım.
2014 yılında küme düştük ve tekrar İskilip gücü adı altında Çorum 1.Amatör kümede mücadele etmeye başladık.
O günden bu yana İskilip gücü Eğitim Kültür Sanat Gençlik ve Spor Kulübünde Başkan- Antrenör olarak devam ediyorum.

M.Y- İskilip’ te sosyal ve kültürel olarak neler yaptınız.
N.A- Özellikle 2002 yılından bu yana toplum yararına birçok çalışma yaptık. Tiyatro, konser, gezi, kan bağışı vb.
6 defa Ankara, 2 defa İstanbul'da hemşerilerimize yönelik İskilip gecelerini organize ettik. İskilipli iş adamlarımız, bu gecelere sponsor oldular.
Yüzlerce çocuğun spor yapmasına (yaz spor okulları vb.) vesile olduk.
Kulübümüzü ekonomik olarak dışa bağımlı olmaktan kurtarıp, tesisleşmesine ve kalıcı geliri olmasına yönelik çalışmalar yaparak;
-12 odalı 32 yatak kapasiteli Pansiyon
-Kapalı Yüzme Havuzu ve Fitnes Salonu
-Aile çay bahçesi açtık. Bunun için kişisel olarak kredi çekip, borçlandım. Ailemizden, çoluk çocuğumuzdan feragat ettik. Tek derdimiz, çocuklarımız kötü alışkanlıklardan uzak dursun, spor yapsın istedik. Gelinen nokta’ da, ticari olarak arzu ettiğimiz noktaya gelemedik.
Çorum'un ilçeleri içerisinde tek biz, yüzme havuzumuzu kapattık.  En büyük üzüntü ve hayal kırıklığımız bu oldu.

Bir zamanlar, çok yetenekli bir futbolcu idim. Benden daha yetenekli birçok arkadaşım ağabeyim oldu. Onların elinden sportif anlamda kimse tutmadı. Genç sporcularımızın elinden, " ben tutayım bari " diye bir misyon üstlendim.
İnanıyorum ki benim elimden tutan olsaydı, daha üst düzey bir futbolcu olabilirdim. Bunun için, bana gelen tüm sporcu çocukların elinden tutmaya çalıştım.

Ne kadar başarılı oldum, ya da olamadım bilmiyorum. Ama ben iyi niyetle, gücümün yettiği kadar çalıştım. Takdir önce Allah'ın, sonra hemşerilerimizindir.

M.Y- İskilip’te sporun geleceği konusunda ne düşünüyorsunuz.
N.A- Yeni nesil Sporu sevmiyor. Aileler sporu gereksiz ve angarya olarak görüyor.
İlçemiz’ de fabrika vb. işyerleri yok.  Çorum- İskilip arasın da bile düzgün bir yol yok. İnsanlarımız iş kaygısında.
İlçe dışına çıkan ilçemize geri dönmüyor. İskilipli iş adamları, İskilip’e yatırım yapmak yerine, Çorum’a Ankara'ya yatırım yapıyor. İlçe içerisinden spor takımlarına, sponsor olan çok az kişi var. Endişem o ki, böyle giderse ilçemiz’ de spor yapan genç kalmayacak.
Şu anda Güreş revaçta görünüyor. 2-3 Çocuğumuzun Türkiye şampiyonu olması göğsümüzü kabartsa’ da, kaç çocuğumuz güreş yapıyor yada yapacak.
Çocuklarımız sokakta. Sigara, alkol vb. zararlı alışkanlıkların pençesinde. İnşallah birileri bu davayı sahiplenir. Çocuklarımızın kötü alışkanlıklara düşmesine engel olur.
Ben vicdanen elimden geleni yaptım, yapıyorum ama gücüm tükenmek üzere.
Büyük önder Mustafa Kemal Atatürk'ün dediği gibi- “Zeki Çevik aynı zamanda  Ahlaklı Sporcular yetiştirdik ve yetiştirmeye devam ediyoruz.
Gücüm neye ve nereye kadar yeter bilmiyorum.

M.Y-Nihat Bey hemşerimize, İskilip ve gençleri için yaptığı çalışmalar için teşekkür ediyor,” İSKİLİP AŞIĞI NİHAT ARMUTCU’NUN” başarılarının devamını diliyorum.

Mustafa Yolcu- 04.10.2019







29 Eylül 2019 Pazar

TARİHİN ŞEREF LEVHALARI -2


 TARİHİN ŞEREF LEVHALARI - 2

KIRK GAZİLER

GARAF SAVAŞLARI- Birinci Dünya savaşı sırasında, Irak cephesinde Kutülamare" çevresinde Türkler ile ingilizler arasında yapılan dört savaşa verilen ad (25 ocak 1915 -3 şubat 1917)”


16 Nisan 1332 de Kutülamare düşmüş, Irak cephesinde yepyeni bir vaziyet meydana gelmişti.  Dicle sol sahili Felâhiye’ye kadar elimizde, sağ sahilde yalnız İmamı Muhammet ve Garaf mıntıkalarıyla daha gerilerde birkaç köprübaşı, kıtalarımız tarafından tutulmuştu.

Felâhiye de takviye edilmiş bir tümenimiz, Felâhiye ile Kutülamare arasında sahil kısmında bir tümene yakın kuvvetimizle Kutülamare Kuzey-batısında bir alaya yakın kuvvetimiz ihtiyatta bulunuyordu.

Irak illerinin bu kahraman müdafileri, düşmanın öldürücü ateşi ve tabiatın amansız kırbacı altında; mevcudunun çoğunu kaybetmiş ve mesafelerinin uzaklığı dolayısıyla, ana vatandan ancak zayıf kuvvetlerle takviye edilebilmişlerdi. Buna rağmen askeri ve subayı her birisi birer harika olan bu kahramanlar, bir dakika olsun düşmanın ezici üstünlüğü karşısında irkilmemişlerdi. Düşman yalnız bu kuvvetlerimiz karşısında, dört piyade tümeni ile bir süvari tümeni bir çok müstakil tugaylar, topçu kuvveti, hava kuvveti ve nehir filosu bulunuyordu.

Düşman netice almak için, devamlı saldırı istikametini değiştiriyordu. Bir gün Felahiye ye saldırıya geçiyor, yüzlerce topun desteklediği onbinlerce insanın korkunç akışı, yalın kat siperler ve diz boyunda çamur içinde savaşan Mehmetlerin imanlı göğüslerine çarpıyor, duruyor ve kırılıyordu.

Garafa taarruz ediyor, İmamı Muhammed e saldırıyor, fakat her yerde her zaman aynı ruh, aynı kudret ve aynı imanla karşılaşıyordu. Ne Irak’ın kızgın güneşi, ne Dicle’nin taşan suları, ne gecelerce süren uykusuzluğun yorgunluğu, savaşan Mehmetlerin gücünü eksiltmiyordu.

Ölmek için karar vermiş bu kahramanlar kitlesine, ölümü göze almadan saldırmak elbette mümkün değildi.

Düşman Felahiye ye karşı yaptığı taarruzlarda ağzının tadını aldığı için, artık kesin neticeyi orada değil, Garaf mıntıkasında arıyordu. 1 /2. Kasım / 1916 dan itibaren Garaf mıntıkasında ciddi muharebeler başladı.

Düşman Garaf’a karşı yaptığı taarruzları örtmek için, İmamı Muhammet’e karşı gösteriş saldırıları yapıyordu. Zayıf bir alayımız tarafından tutulan İmamı Muhammet mevzi’i Kutülamare şimalinde ve Dicle’nin sağ sahilinde, Garaf la nehir boyunca irtibatı olan köprübaşı mevzii idi. Bu mevziinin önemi dolayısıyla buraya gösteriş saldırıları yapan düşman, cephesinin tehditkar durumu sebebiyle imamı Muhammed’e karşı da ciddi hareketler yapmaya mecbur oldu.

Bu ciddi saldırılar 4 / 2. Kasım / 1916 da başlamış ve 4, 11, 18, 22 kasım  tarihinde meydana gelen her defasında birer tugay ile icra edilen çeşitli saldırılar, azimkar subaylarımızla, kahraman Mehmetlerimizin azim ve sebatı karşısında buz kütlesi gibi erimişti.     

Düşman 27/2. Kasım / 1916 da bu cepheyi muhakkak almak gayesi ile 48 saatlik cehennemi bir topçu hazırlığından sonra, tekrar saldırıya geçti. Yüzlerce topun engin gümbürtüleri, tüfek ve makineli tüfek ateşleri altında Türk siperlerinde barınmak mümkün değildi. Buna rağmen toprağa gömülen Mehmetler yılmıyor, yıkılan siperler yeniden yapılıyor, zayiat telafi edilmemesine rağmen, Mehmet içinde saklı bulunan enerjisini derece derece yükseltiyor ve eksilen Mehmet’in yerini engin ruhlu bir Mehmet alıyordu. Düşman ateşten bir silindir arkasında siperlerimize kadar sokulmaya, bir kısım kuvveti ile girmeye muvaffak oldu. Fakat öldürücü ateşlerin kalktığı bu anda, yağız çehresiyle yalnız süngüsüne iman etmiş kahraman Mehmetlerin, en cesur insanların bile yüreğini titretecek kadar korkunç saldırışları önünde düşman geriye atıldı.

Düşman devamlı takviye alıyor, her defasında daha büyük kuvvetle saldırıyordu. Burada tarihin kaydetmediği kanlı bir boğuşma başladı. Türk birlikleri takviye alamıyordu. Gerisindeki derme çatma bir geçitte, düşman topçu ateşi altında idi.  Düşman günlerce süren bombardımandan sonra, ellerini kollarını sallayarak gireceklerini sandıkları siperlerimizin içinde, toza ve toprağa boğulmuş Mehmetçikleri görünce hayret ve korkularından ne yapacaklarını şaşırıyorlardı.

Alay, mevcudunun 2/3 kaybettiği halde geriden emir verilmedikçe bir adım geri adım atmadı ve bir adım attırmadı. Buna karşı düşmana mevcudunun iki misli zayiat verdirdi. Her biri birer harika olan Mehmetler, bu muharebelerde tarihinin kaydetmediği engin kahramanlıkları ile vatanseverlik ve alicenaplıkları ile Türk ruhunun ne demek olduğunu cihana ispat ettiler.
  
Müslim onbaşı bölük komutanına-“ komutanım ölürsem ne olur, devlet millet yaşasın. Siz başımızda bulunun, sizin gölgeniz bize yeter.” diyordu.

Kara Mehmet öğüt veriyor- “ Onun topu çoksa, bizim haklı davamız, allahımız var.” diyor. Bu kahraman Türk yavruları, muharebenin en feci ve en şiddetli devrelerinde İmamı Muhammet’te sağa koşuyorlar, sola koşuyorlar ve erata ( Merak etmeyin arkadaşlar. Düşmanımız korkaktır.) diyerek moral veriyordu.

Bu iki yiğit siperlerimize atlamak isteyen beş düşman erini tepeledikten sonra, ellerindeki bombaları bıraktırarak tekrar düşmana karşı kullanan, yaralandıkları halde şehit oluncaya kadar savaşmak isteyen ve savaş alanından çekilmediler. Türklüğün cesaret timsalleri olan, bu şerefli Türk yavrularının kahramanlıkları, bizlere ve bu vatanın evlatlarına bıraktıkları en etkili ve ölmez birer hatıradır.

İmamı Muhammet’te, düşman toplarının Sema’ya kadar yükselttiği rengarenk ve devasa ateş sütunlarının vücuda getirdiği müthiş tahribat sonucu siperlerimiz tamamen yıkılmış ve Mehmetçiklerimizin çoğu enkaz altında kalmıştı. Bu zamanda, insan asabının ve ruhunun dayanamayacağı sanılan bu tufanda, Türk subayı büyük vatanper merhum Kemalin “ Felek her türlü esvabı cefasın toplasın gelsin; dönersem kahpeyim millet yoluna hizmetten.”   Mısrasını söylüyor ve tek başına kaldığı siperinde perişan, bölüğünün 3 /4 kaybetmiş, bir avuç eratı ile son kurşununa, son bombasına, süngüsüne, dibçiğe varıncaya kadar boğuşuyor, kahramanca müdafaa ettiği ve mübarek kanı ile suladığı toprağa düşüyordu. Emirsiz terk etmeyeceklerine yemin ettikleri bu mevziide, etten bir kale vücuda getiriyorlardı.

142. Alayımızın İmamı Muhammet müdafaası, emsaline dünyada ancak Türk tarihinde tesadüf edilecek bir harikadır. Vazifesini şan ve şerefle yapan bu alay, büyük zayiata uğradığından 28/29 ikinci Kasım gecesi geri alındı ve yerine 43. Alayın 2. Taburu ile Garaf kahramanı 3. Alayın birinci bölüğü geçirildi. 29. Günü düşmanın Lahor tümeninden iki tugay bir taburluk kuvvetimize tekrar saldırıya başladı. Burada o kadar zayiat veriliyordu ki, esasen bütün Irak’ı müdafaaya tahsis edilen kuvvetlerin azlığı yanında, fazla zayiat ve bunun doldurulmaması, sonraki hareketimize tesir edebilirdi. Bu sebeplerden dolayı, burada 43. Alaydan birinci bölük bırakıldı ve diğer kuvvetlerimiz geri çekildi.

Bu bölükte mevzii, üç gün kahramanca müdafaa etti. Koca bir taburun cephesini, aynı kuvvetle saldıran düşmana karşı, kuvvet farkını düşünmeden silah ve malzeme üstünlüğüne aldırış etmeden, durmadan azalan mevcuduna rağmen cephede tutundu ve düşmanı bir adım attırmadı. Ne yazık ki bu bölükte eriyordu. İnsan takatinin üstünde bir direnişle, kırk kişi kalıncaya kadar savaştılar. Genel durum icabı, bu cephenin tutulmasına gerek kalmadığından, emirle İmamı Muhammet mevziini terk ettiler. İşte bunu içindir ki buraya kırk kahraman adına izafeten orduca Kırk Gaziler ismi verildi.
 
Akşam olmuştu. Güneş, etrafını çevreleyen bulutlar arasından sıyrılarak, bütün ışığını İmamı Muhammet’te yatan aziz Türk şehitleri üstünde topluyor, Dicle sabahtan beri kahramanlıklarına şahit olduğu Kırk Gaziden ürkmüş gibi yatağına çekilmiş sessiz ve sakin akıyordu. Düşman koca bir tümenle kırk kişiye galebe çalmış olmaktan dolayı haz içinde şenlikler yaparken, beriki sahilde mağrur ve vakur dolaşan Türk nöbetçilerinden başka kimse görünmüyordu.

“Zaferi Mehmetler kazanmış, şenliğini düşman yapıyordu.”
          

    



22 Eylül 2019 Pazar

ORTAKUL' DA TRAMPET ÇALMAK


ORTAOKUL’DA TRAMPET ÇALMAK

Ortaokul ’da trampet çalıyordum. Trampet takımında 6 adet ufak trampet, 4 tane ufak borazan, üç adet çalpana, en önde de elinde salladığı sopasıyla takım başkanı Mehmet Öncü vardı. Bildiğimiz üç ayrı trampet çalma ritmi vardı. Bu ritimleri çalıp dururduk.

Bunlardan birisi "ÇABALAMA KAPTAN, ÇABALAMA KAPTAN BEN GELEMİYORUM"- diğeri " BEŞ PARA VER, BEŞ PARA VER. BEŞ PARA YOKSA ON PARA VER " ritmi idi. Tabi trampet çalmanın, okulun önünde gitmenin ayrı bir havası vardı. Ben bu işe ilkokulda, çalpana çalmaya başlayarak girmiştim. Trampete çubukla hızlı vurduğunda, trampet patlardı. O zaman trampet çevrilir, öbür yüzü ile trampet çalınırdı. Gurubu aksatmak, geri kalmak yok.

Tören bitince, patlayan trampete deri alınır, yenisi ile değiştirilirdi. Mehmet Öncü, trampet çalma ritmleri hususunda çok maharetli olup, daha fazla trampet ritmi çalmasını bilirdi. Bayramlar önceden Belediye önü, buğday pazarının olduğu yerde yapılır, 19 Mayıs töreninde Hacı Karani’ ye gidilirdi.   Bu arada çarşının içinde dolaşmanın ayrı bir zevki oluyordu. Daha sonra tüm bayramlar spor sahası olarak ta kullanılan alanda yapıldı. O zamanlar İskilip’te lise yoktu. Sadece ortaokul vardı. İlkokullar adeta bayram yapma yarışına girer, en gösterişli okullar Ulaş İlkokulu ile Sakarya İlkokulu olur, kıyafeti ile’ de Azmi millî İlkokulu göz doldururdu.

Bayram yapılan alana   gazoz, simit, dondurma, su satanlar’ da gelirdi. Bayanlara alan da ayrı bir yer ayrılır, bayanlar bayramı oradan izlerdi.

1963 yılında yapılan 19 Mayıs bayramın’ da kule yapılmış, kulenin en üstüne Hacı Piri mahallesinden Faruk Şiranlı, Türk Bayrağı ile çıkmış, kulenin tepesinde bayrağı açarak dalgalandırmıştı. Yine bu bayram’da Faruk Şiranlı mikrofona geçerek- " İskilip Üstünde Bir Kara Bulut, Karadır Kaşların Ferman Yazdırır." türkülerini okumuştu. Faruk Şiranlı Hacettepe Üniversitesini bitirerek, diş doktoru olmuş, daha sonra’ da Almanya’da bir Üniversite’de öğretim görevlisi olmuştur.

Bir seferin’ de 19 Mayıs töreninde, cimlastik hareketlerini okul müdürü olan Hasan Okumuş yaptırmıştı. Kız öğrenciler, pantolon giyerek bayrama katılmışlardı. Millî Eğitim Bakanlığına “Kız çocukları pantolonla bayrama katıldılar” diye şikâyet etmişler. Bunun üzerine okula gelen müfettişe, okul Müdürü Hasan Okumuş – “ Veliler çocuklarının bayrama katılmamasını temin için rapor almışlardı. Bende pantolonla çıksınlar diye teklif ettim, kabul ettiler. Bunun üzerine, kız öğrencilerinin pantolonla bayrama çıkmasını kabul ettim.” Diye savunmasını yapınca, müfettiş uygun rapor yazmış. Bakanlıkta her bölgenin kız çocuklarının bayram kıyafetini, okul yönetimlerinin belirlenmesini kabul etmiş. Bu hatırayı Hasan Okumuş hocamız anlatmıştı.

Bir ilkokul öğretmeni vardı. Sık sık Ortaokula gelir, okulda çekilen resimlerde poz verirdi. İki oğlu’ da ortaokulda okuyordu. Bayram törenine çıkacağımız sıra’ da okuldan bir hocamız yanıma gelerek, benden trampeti alıp o öğretmenin oğluna verdi. Çok bozulmuştum. Benden alt sınıfta olan öğrenci, babasının torpili ile trampet çalmaya başladı. Kendi içimde trampeti benden alıp, başkasına veren hocayı hiç affetmedim. Daha sonraki yıllar’ da İskilip’ te karşılaşmamıza rağmen konuşmak içimden gelmedi. Bana haksızlık yapılmıştı. Bunu unutamamıştım. Bende hayatım boyu bu dersi unutmayıp, kimseye haksızlık yapmamaya çalıştım. Tek başıma olsam bile, doğru olanı yapmaya, söylemeye çalıştım.

Mustafa Yolcu- 20.09.2019



19 Eylül 2019 Perşembe

VELAVUZLAR SÜLALESİ


VELAVUZLAR  SÜLALESİ

Velavuzlar sülalesini, sülalenin torunu olan Tuba çarkacı anlatacak.
Önce kendimi tanıtayım. Velavuz’un (Velihafız’ın) Bahar (Mehmet Bahattin Yalçın) kızı, Çarhacoöl’ün (Çarkacılar’ın) Ahmet Çarkacı’nın eşi Tûbâ Çarkacıyım. İskilip’teki sülâleler yazınıza istinaden, kendi sülâlem hakkında bildiklerimi aktarmak istedim.
Velâvuzlar Kayadibi’nde, Ulucami’nin hemen yanında ikamet eden bir ailedir. Velavuz İsmi, rahmetli büyük babam İsiyin Efendi (Hüseyin Yalçın), babası Hacı Velavuz’dan (Hacı Veli Hafız’dan) gelir. Rahmetli büyük dedem Hacı Veli Hafız, ticaretle uğraşırmış. İskilip’ten deri çıkmadığında, İstanbul’da ayakkabı kıtlığı olduğu döneme denk gelen zaman’ da deri toptancılığı yaparmış. Daha çok da İstanbul’a mal verirmiş. Rahmetli vefat ettiğinde, mahallenin mezarlığı olan Temenne mezarlığına defnedilmiş. Definin artık yasak olduğu bu mezarlıkta, rahmetli büyük dedem Hacı Veli Hafız, eşi ve evlenmeden vefat eden lakabı Tüysüz olan kardeşi ile tek kaybolmayan ve yoldan geçenlerin Fatiha gönderdikleri mezarlar olarak Kale Boğazı’ndaki ebedî istirahat hanelerinde yatıyorlar... Eskiden aileye Hacı Velavuzlar denirdi. Şimdi sadece Velavuzlar deniyor. Rahmetli büyük dedem, Hacı Veli Hafız’dan önce sülâlenin adı Müezzin zade imiş. Bizim ailenin erkekleri, Ulucami’de müezzinlik yaparlarmış. Hacı Veli Hafız’ ın babası Müezzin zade Hüseyin Efendi’nin, şu anda Ulucami’nin kadınlar mahfili olan yerde dükkânı varmış. Ulu cami de tadilat yapılırken, dedem camiye bağışlamış. İyi bir müezzinmiş. Sevilen ve saygı duyulan birisiymiş. Müezzin zade Hüseyin Efendi öldüğünde, Ulu Caminin ön bahçesine defnedilmiş. Mezar yerini, biraz hatırlıyorum.  Caminin ön bahçesinde, birkaç mezar vardı. Mezarlar kimlerindi bilmiyorum. Etrafı da tel çiftle kaplıydı. Hatta mezar yeri, dinlenme yeri yapılmak istendiğinde mezarları bilenler karşı çıkmıştı. Şimdi orası düzlenip, bahçe yapılmış sanırım. 

Mustafa Hocam Velavuzlar sülalesi, babamlar hariç hep tek erkek çocuktan devam ettiği için kalabalık değildi. Hacı Veli Hafız’ın erkek kardeşi hiç evlenmeden vefat etmiş.
Büyük babamlar iki kardeşmiş. Kız kardeşi Nuriye hala, Alpsarlar’a gelin gitmiş. Rahmetli Ali Alpsar’ın ilk eşiymiş. Bildiğim kadarıyla onun da iki kızı varmış, biri küçük yaşta vefat etmiş. Diğer kızı Yegâne hala ise, henüz çocuğu olmadan bir kazada hayatını kaybetmiş.

Amcam da ben doğmadan vefat etmiş. Çocukları evlenmiş, bekar tek oğlu ve eşi de başka bir evde ikamet ediyorlardı. Abim vefat edince de ben, tek çocuk olarak büyüdüm, kardeşlerim sonradan doğdular.

Babam geç evlenmiş, ben de üçüncü çocuğuyum lakin, sonradan en büyük oldum.
Babaannem, annem, babam ve ben evde dört kişiydik. Evi babam idare ederdi.
Babaannem Osmanlı kadındı. Sevgisini belli etmeyen, güzel söz söylediği tek kişi bendim. Beni “benim güccüg acunum “diye severdi.
Bizim eve sabah, öğle, akşam misafir gelirdi. Yani günün her saati, kapı çalınabilirdi.
Konu komşu anneme gelir fikir sorar, akıl danışır, dertlerini anlatırdı. Annem ketum, misafirperver, becerikli kadındır.

Evde tek çocuk olduğumdan, bana kıyamaz, saçların toz olur diye ev süpürtmediğini hatırlıyorum, Hiç ev işi bilmeden evlendim.
Kandillerde akşam yemeğinde, bayramlarda bayram yemeğinde mutlaka misafirimiz olurdu. Çocukluğumun ramazanları yaza gelmiştir. Çocukluğuma ait, en çok o ramazanları özlüyorum. Temşütlerdeki mayalı kokusu, topu beklerken ki heyecanımız, iftarlarımızdaki misafirler, masada eksik olmayan iftarlıklar, evlerde kılınan teravihler, yivlik suyu seferlerimiz, pide kuyrukları... Bir de artık oturulamaz hale gelen eski evimizi...
Kişinin çocukluğu anavatanıymış ya, benim anavatanım hem çok güzel hem de ukdeliydi. Ukdeliydi çünkü, abimin ölümüyle evin neşesi kalmadı. Herkes hep durgun, hep hüzünlüydü.
On dokuz yaşımda evlendim. Hamdolsun. Üç çocuğum var. Yuvarlanıp gidiyoruz işte.
Velavuzlar sülalesi hakkında söyleyeceklerim bunlar.

Mustafa Yolcu- 18.09.2019



14 Eylül 2019 Cumartesi

İSKİLİP KONAKLARI VE ELİT YAŞAMI

İSKİLİP KONAKLARI VE ELİT YAŞAMI

Bir süredir facebook’da, İskilip evleri ve konakları resimlerini paylaşıyorum. Estetik güzellikteki o evlere baktığımızda, ruhen huzur buluyoruz. Evler insanın yüzüne gülüyor. Karşı karşıya olan evler, selam verir gibi birbirine bakıyor. Yoldan geçenleri gözden geçiriyor. Hafızaları olsa, neleri gördüler, duydular bize bir anlatsalar.

Aslında tarihi mekanlara ben bu gözle bakar, buralar ’da geçmişte yaşanılanları görmeye, duymaya çalışırım. O zaman mekanlar cansız olmaktan çıkıp, yaşanılanların şahitleri olma durumuna girerler.

İskilip evlerinde geçmişte neler yaşandı? Hangi olaylar oldu? Bu konuya iki açıdan yaklaşmak gerekiyor. 1- Erkeklerin açısından 2- kadınların açısından. Sosyal hayatta, bu iki hayat ayrılıyordu. Kadınların toplantısına erkekler gelmez. Erkeklerin toplantısına kadınlar gelmezdi. Bir araya gelindiğinde, farklı sohbetler, eğlenceler olurdu.

Yalnız akrabalar arası bir araya gelmelerde, aileler hep birlikte olur, erkekler ve kadınlar ayrı odalarda otururdu. Çocuklar her tarafta otururdu. Erkeklerin yanında oturmak için yaramaz olmamak, konuşanı dinlemek gerekirdi.
Bayanların odası curcunalı idi. Onlar hem ikram hazırlığı yapar, çocuklarla ilgilenir, misafirle sohbet ederdi.

Burada hanımların gündüzleri, erkeklerin geceleri gittikleri günlerinden bahsedeceğim. Hanımların asıl konusu’ da İskilip eliti hanımların günlerinden bahsetmek. Bu hanımlar İskilip’in kalburüstü zenginlerinin, tanınmış ailelerinin eşleridir.

İskilip’te gösteriş çok önemlidir. Hanımlar yemezler, içmezler ama gösterişten ’de geri kalmazlar. Kollarında bilezikleri, boyunlarında takıları ile gezmeye giderler, bir araya geldiklerin’ de bilezik şıngırtıları eksik olmazdı. Bazıları bulaşık, çamaşır yıkarken de bileziklerini takar, evde iş yaparken kollarından çıkarmaları tavsiye edilirdi.

Bayramlar’ da kimin baklavası güzel olacak diye, adeta baklava yarışına girilirdi. O güzelim baklavalar, İskilip’ te yine var. Bu sebeple başka yerlerin baklavasını, aynı güzellikle yiyemiyorum. Bizim akrabalar’ dan bir iki ailede, çok güzel baklava yapılırdı. Baklava tek çeşit değil, iki üç çeşit olurdu.

Aileler yaptıkları günün süresini ve sıralamasını kendi aralarında yaparlar, günü geldiğinde belirledikleri evde toplanırlardı.
Gün yapacak ev, akşamdan dolmanın pirincini ıslatır, su böreğinin hazırlıklarını yapar, baklava varsa kuru baklava akşamdan şerbetlenirdi.

Sabah ezanı okunmaya başlanınca dolmaya başlanır, dolma ocağa konulurdu. Bu  iş evlerde odun ateşinde, evin ocağı veya bahçe’ de yapılırdı. Dolma saatlerce pişerken, su böreği yapım işi başlar. Diğer ikram edilecek yemekler vs. hazırlanırdı.
Misafirler 11-12 gibi eve gelmeye başlar. Misafirlere kolonya, kahve ikramı yapılır. Ev pür neşedir. İskilip’ in altından, üstünden konuşulur. Hafta’ da bir gidilen sinema sohbeti, Zeki Müren sohbeti derken sofra kurulur. Sobanın üzerinde, nar gibi kızarmış su böreği, diğer yiyecekler derken dolma lengeri ortaya konulur. Dolmanın eti koyun etidir. Tavuk eti tercih edilmez. Yayık ayranı ile sirkeli ayran, ne güzel olur dolma. Tatlılar yenilir. Sofradan kalkılarak, eller yıkanır. İsteyen namazını kılar, isteyen sohbete devam eder.

Fasıl meyve yeme zamanıdır. Meyve yemeye başka odaya geçilir. Buraya geçilirken gezmelik elbiseler çıkarılarak, gündelik elbise giyilir! Bu odada masa sandalye yoktur. Yerde minder’ de oturulur. Meyve tabakları servis edildiğinde, hem meyve yenilir. Hem’ de sohbet sırasında meyveleri birbirlerine atmaya başlarlar. Atılan portakal duvarda parçalanır. Elma dilimi dağılır. Elma bulmaca oynanır. Bulan kazanır, bulamayan meyvesini kaybeder. Derken bir günde böyle biter. Bursa’ ya kaplıcaya gidilecek gün, hafta içinde sinemaya gidilecek gün tespit edilir.

İskilip’e göre tantanalı bu yaşamların yapıldığı, o güzelim konaklar nere’ de? Evler nere’ de. Varsalar bile bakımsızlıktan yıkılmak üzereler. Bakılmış duruyorsa’ da içi boş. Kimse durmuyor. Lale bahçesi eğlenceleri sona ermiştir. İskilip boşalmış. Sahipsiz kalmış.

Anlattığım zenginler gününü de, tesadüfen dinledim. Yazıp yazmamak ’ta tereddüt ettim. Yazmasam kimse bilmeyecek, unutulacaktı. Erkeklerin akşam yapılan, yazın hafta sonu piknikte yapılan toplantıları’ da ayrı bir yazı konusu.

Şu anda yine gün yapılıyormuş. Ama o konaklar nerede? Su böreği, baklava, yayık ayranı, İskilip sirkesinden sirkeli salata var mı? Bilmiyorum.


NİCE KONAKLAR GÖRDÜM
ŞİMDİ SAHİBLERİ YOK
NİCE SALTANAT DUYDUM
ŞİMDİ SALTANATLARI YOK


MUSTAFA YOLCU- 14.09.2019

9 Eylül 2019 Pazartesi

TÜKETİLEN İSTANBUL

TÜKETİLEN İSTANBUL

İstanbul için yazdığım Şiir’de

Boğazda Beylerbeyi Sarayı
Otur önüne seyret deryayı
Bir çağı kapatıp, yeni bir çağı
Açan şehirdir güzel İstanbul

Diye devam ediyordu İstanbul'u çok seviyordum. Orası ecdat yadigarı olup, buram buram tarih kokuyor, birçok açıdan keşfedilmeyi bekliyordu.

Mevcut İmar Kanunu 1984 yılında yürürlüğe girdiğinde, Ankara'da büyük şehirler ve illerin belediye başkanlarının katıldığı imar kanunu açıklama paneli yapılmıştı. İstanbul Belediye Başkanı olarak, Bedrettin Dalan panele katılmıştı. Panel de konuşmasını yapınca, kendisine – “İstanbul'un çeşmeleri, tarihi eserlerini onarmayı düşünüyor musunuz.” diye sorduğumda, tarihi eserlerin onarımını yapabilmek için belediyenin tüm bütçesini bu iş için harcamam gerekir. O zaman da İstanbul için hiçbir yatırım yapamam demişti.

Daha sonraki süreçte, Vakıflar Genel Müdürlüğü İstanbul'da çok güzel şeyler yaptı. Vakıf eserlerini onardı. Tabii bu onarımlar sırasın ’da hatalarda oldu. Bazı eserlerin cepheleri sıvanıp, boyanarak tarihi eser olmaktan çıktı. Bu şekilde rezil hale gelen eserler ’de de oldu.  Ama bunlar azınlıkta kaldı. İstanbul'un tarihi silueti vardı.  Yapılan yüksek binalar, bu güzel silueti ortadan kaldırdılar.  Saray Burnu’ndan başlayıp, Marmara Doğru giden yolun sağ tarafında, kıyı kenar çizgisini dahi kale almadan, 30 katlı binalar yaptılar. Arkada bulunan binaların, nefesini kestiler. Bu süreç 2004 yılından sonraki zamanda, yoğun olarak gerçekleşti.

İstanbul'un nüfusu da anormal artış gösterdi. En son Suriyeliler ’de çoğunlukla İstanbul’a yerleşti. Şu anda İstanbul, 18.000.000.- üzerinde bir nüfusa sahip. Problemleri daha ’da büyümüş ulaşım, gıda, güvenlik, eğitim vs. sorun olmuş, hayat pahalılığı hat safhada olup, deniz kenarında bir yere oturup, bir bardak çay içmek beş- on lira arasındadır. Kiralar almış başını gitmiş, İstanbul yaşanacak yer olmaktan çıkmıştır.

Eski İstanbul mumla aranır olmuştur. Ülkemizin Akil aklı tarafından İstanbul ve sorunları masaya yatırılıp, çözüm aranılması gerekir. A-Z kadar bütün konular, makro düzeyde ele alınmalıdır. Emniyetçi bir tanıdığımın şöyle bir ifadesi var.

“İstanbul Türkiye'yi Besler, Türkiye İstanbul'u Besler. Türkiye'de asayişin sağlanması isteniyorsa, İstanbul'da asayişin sağlanması gerekir. Türkiye'de asayiş sağlanmamışsa, İstanbul'da asayiş sorunu var demektir.  Sorun hat safhadadır. Gün geçmiyor ki, asayiş ile ilgili haberler televizyonda yayınlanmasın. Her türlü örgüt ve yapılanmanın merkezi İstanbul’dur. İstihbarat örgütlerinin cirit attığı yer İstanbul’dur. Kara paranın aklandığı yer, İstanbul’dur. İstanbul’da sorun biterse, ülkemiz yaşanacak yer halini alır. Sorun bitmezse, ülkede huzur ve sükûnda olmaz.

Gönlümüz istiyor ki; güzel İstanbul’umuzda sorunlar çözülsün. Orman ve imar talanına son verilsin. Eski İstanbul silueti ile yeniden yaşar hale gelsin. ÜLKEMİZDE YAŞANILACAK YER HALİNE GELSİN.

Mustafa Yolcu- 08.09.2019