27 Haziran 2012 Çarşamba

PROF.DR.ABDUL HALUK ÇAY

PROF. DR. ABDUL HALUK ÇAY
14.05.2012

MY- Haluk Bey bize kendinizi tanıtırmısınız.
23.12.1945 Tarihinde İskilip’te doğdum. Baba tarafım Çatlak dereden, efendi oğullarıdır. Ömer Efendi dedemdir. İsmail Çay babamdır. Anne tarafım Baha Bey mahallesinden, Gümrükçü oğullarından Nuriye hanımdır. Babam askerlik sonrası PTT memuru olmuş. Tayini Amasya ya çıktığından, Amasya ya taşınmışız.
Bir yaşından 8 y...aşına kadar olan devrem Amasya da geçti. İlkokul bir- ikinci sınıfı Amasya da okuduktan sonra, Çoruma tayin olduk. Gazi Paşa İlkokulunda dördüncü sınıftan itibaren eğitimime devam ettim. 1957 de ortaokula Amasya da başladım.
Erdoğan İnal, Mehmet Kale, İsmet Kasımcan, Mehmet Köse, Mustafa Namlı ortaokuldan arkadaşlarımdı. Geniş bir arkadaş çevremiz vardı. Başarılı bir öğrenci olduğumu söylerler.
1960 Yılında Lise birinci sınıfı Çorumda okudum. Tayinimiz Amasya ya çıkınca Lise iki ve üçüncü sınıfı 1961- 1963 Yıllarında Amasya da okuyarak bitirdim. Liseyi bitirdikten sonra, aynı yıl babamın tayini İstanbul Beylerbeyi PTT. Çıktı. İstanbul a taşındık. Edebiyat fakültesini kazandım.
1963 yılından (1974- 1975 yılları dışında) 1980 yılına kadar, İstanbul da kaldım. Bir yandan çalışarak, bir yandan okudum.
Okul yıllarında fikir hareketleri önemli idi. 1961 Anayasasının verdiği özgürlük ortamını, aydınlarımız hazmedemedi. Bu anayasa en demokratik anayasaydı. Ülkede kutuplaşma oldu. Bizde kendi yerimizi bulduk.1967 Yılında Kadıköy Türkçüler Derneği başkanı oldum. Bu devrede ben; fikir adamı Nihal Atsız, Nejdet Sancar, Necip Fazıl Kısakürek ile tanıştım. Seminer ve konferanslarına katıldım.
1967 Yılında Taha Akyol gurubu ÇKMP gençlik kolları başkanlığından çekilince, ben başkan oldum. Başkanlık 1969 kadar sürdü. Adana kongresinde MHP de bir kopma oldu. Türkçü gurup olan bizler MHP den çekildik.
1970 Yılında okul bitti. Doktora sınavını kazandım. 1972 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih bölümünde, Umumi Türk Tarihi Kürsüsünde başladığım doktora çalışmasını, pekiyi derece ile tamamladım. Okullardaki boykotlar ve huzursuzluk nedeni ile İstanbul’daki yaşama şartları zorlaşınca, öğretmenlik yapmaya karar verdim.
Öğretmenliğe müracaat ettiğimde listede, İskilip Lisesinde tarih öğretmenliğinde boş kadro vardı. Bende bu kadroya müracaat ederek, 1973 yılında İskilip Lisesi'nde Tarih Öğretmenliği ile meslek hayatına başladım. 1975 Yılı sonuna kadar, İskilip’te görev yaptım. 1975 yılı Haziran-Ekim döneminde Polatlı Top ve Füze Yedek subay Okulu'nda kısa devre askerlik görevini yaparak, 1976 Şubat ayında İstanbul Ortaköy Eğitim Enstitüsü Sosyal Bilimler grubuna, tarih öğretmeni olarak atandım. Aynı yıl Müdür yardımcılığı görevine getirildim. Bu görevde 1978 haziran ayına kadar kaldım.
Ortaköy Eğitim Enstitüsü görevim sırasında, üç defa teftiş geçirdim. CHP iktidarı beni görevden almak istiyordu. Bir teftişimde gelen müfettiş bana; utanç verici bir soru olarak “inkılâp Tarihi dersinde, Atatürk ün nutkunu neden ödev olarak verdin.” Diye sordu. Bende cevap olarak “ Türkiye Cumhuriyetinin Milli Eğitim Müfettişi, bana böyle bir soru soramaz. Sorunuzu cevaplamıyorum .” dedim. Ben Eğitim Enstitüsünün, tek doktoralı öğretmeni idim. Buna rağmen beni görevden almak istiyorlardı. Daha sonraki yıllarda, Bülent Ecevit’le aynı kabinede birlikte çalışırken, kendisine bu durumu aktardım. Ecevit hayret etti. Böyle soru nasıl sorulur dedi. Eğitim Enstitülerinden iki yıllık okul mezunlarını ilk biz mezun ettik.
1978 Eylül -1980 Ocağı tarihleri arasında İstanbul Eyüp Lisesi'nde, Ocak-Mart 1980 tarihleri arasında; Üsküdar Kız Lisesi Müdür Yardımcılığı ve tarih öğretmenliği görevlerinde bulundum. 1980 yılı Mart-Haziran aylarında İstanbul Atatürk Eğitim Enstitüsü Sosyal Bilimler grubu öğretim üyeliği ve müdür yardımcılığı görevine getirildim.

Hacettepe Üniversitesinde görev almak için, dilekçe ile başvurmuştum. Okuldan beni arayarak, göreve başlamamı istediler. 29 Haziran 1980 tarihinde, Hacettepe Üniversitesi Sosyal ve İdari Bilimler Fakültesi, Tarih Bölümü öğretim görevliliğine getirildim. YÖK Yasası'nın çıkmasından sonra, adı Edebiyat Fakültesi olarak değişen aynı Fakültenin Tarih Bölümü'nde, yardımcı doçentliğe yükseltildim. 1984 tarihinde "Sultan II. Kılıç Aslan ve Zamanı" adlı tez ile doçent olmuştum. 1989 tarihinde Profesörlüğe yükseldim
12 Eylül döneminden sonra Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği, Toplumla İlişkiler Başkanlığı'nda, 1983 yılından 1993 yılına kadar, Ermeni, Kürt meselesi, Türk Dünyası üzerine uzman ve daha sonra müşavir olarak görev yaptım. 1993 Haziranına kadar bu görev sürdü.
1994-1995 yıllarında, Hacettepe Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü Müdürlüğü görevine getirildim. Yine 1991-1995 tarihleri arasında Türk Tarih Kurumu Asli üyesi olarak seçildim.
24 Aralık 1995 tarihinde yapılan Milletvekilliği Genel Seçiminde, MHP'den Gaziantep birinci sıra milletvekili adayı oldum. Kürt dosyası kitabımdan dolayı, Refah Partililer, Ahmet ve Mehmet Altan kardeşler, Hüseyin Üzmez aleyhimde korkunç iftiralar ile kampanya başlatarak hedef gösterdiler. MHP'nin ülke barajını aşamaması sebebiyle, 43000 oy almama, seçilmiş milletvekili olmama rağmen TBMM'ye giremedim.

Seçimlerden bir gün sonra Gaziantepli gazeteciler bana “secim sonucu hakkında ne düşündüğümü “ sordular. Bende” Buraya kahraman Çorumlu olarak geldim, Gazi Antepli olarak gidiyorum.” dedim. Ertesi günü benim bu sözümü gazetelerinin baş manşetine çektiler.

1993 yılında Türkeş beyin isteği üzerine TÜDEV kurduk ve buranın genel sekreterliğini yürüttüm. Türkeş beyin vefatından sonrada genel başkanlığı görevini yürütüyorum.

Üniversite elemanlarının siyasi partilerin üst yönetiminde yer almasını sağlayan kanunun kabulünden sonra, MHP'ne üye oldum. 23 Kasım 1997 tarihli MHP Genel Kurulunda, kongre başkanlığı yaptım ve MHP Merkez Yürütme Kurulu'na seçildim. MYK toplantısı sonrasında, MHP Divan Üyeliğine ve Divanda'da MHP Genel Başkan Yardımcılığı görevine getirildim.
1999 Yılında yapılacak olan seçim nedeni ile emekliliğimi istedim ve emekli oldum. Seçimlerde Çorumda çok güzel çalışma yaptık. Milliyetçi Hareket Partisi Çorum da, tarihinin en fazla oyunu aldı. 96000 Oy aldık. 28 Nisan 1999 seçimlerinde, MHP'den Çorum Milletvekili seçildim. Türk Dünyasından sorumlu Devlet Bakanı oldum.
Bahçeli ile olan ihtilafımın sebebi; bakan olan arkadaşların, diğer bakan arkadaşının icraatları hakkında bilgisi yoktu. Bakanlar birbirinden uzak, milletvekilleri halktan, teşkilattan uzak bir pozisyon yaratıldı. Ben bunu dile getirerek; bakan arkadaşların 15 dakika bile olsa bakan arkadaşlarına, icraatları hakkında bilgi vermesini istedim. Bu olmadı. Teşkilatın bilgi sahibi olması sağlanmadı

Kazakistan da 1970 Yılında başlayan, Ahmet Yesevi külliyesinin yapımı konusu var. Bu türbeye 16 milyon dolar harcanmış, inşaatın %70 bitmişti. 10 yıldır inşaat devam ediyor. Kazak Türkleri arasında “Türkler verdiği sözde durmaz.” Sözü hâkim olmuş. Külliyenin tamamen bitmesi için sekiz milyon dolar istenilen inşaatı, 1,2 milyon dolar harcayarak bitirdim. Külliyenin açılışına Bahçeli gelmedi. Sezerle birlikte gittik. İskilip belediye başkanı, Çorum belediye başkanı, Çorum milletvekillerini açılışa davet ettim. Gelip gördüler. Ahmet Yesevi bizim için, Türk İslam dünyasının tarikat ve mezhebinin piridir. Bütün tarikatların manevi önderi Ahmet Yesevidir.

2001 yılında, Orhun anıtlarında arkeolojik kazı yaptırdım. Cumhuriyet tarihinde ilk defa; ülke sınırları dışında, üç yıl arkeolojik kazı yapıldı. Bilge kağanın hanımına ait, 4500 tane altın ve gümüş hazine bulundu. Burada bulunan anıt mezarların birebir kopyası yapılarak, asılları müzeye alındı. Kopyaları dışarıda sergilendi.

TİKA kanununu ben çıkardım. Türk Cumhuriyetlerine ait çok güzel çalışmalar oldu. Ülkemize 28000 tane Türk Dünyasından öğrenci gelip, ülkemiz üniversitelerinde okudu. Bunların 3-5 bini mezun oldu. Burada mezun olan çocuklar, şimdi ülkeleri yönetimde bir yerlere geldiler. Türkiye ile entegrasyonu güçlendirmek için çok güzel çalışmalar yapıldı.

1993 Yılında Türkeş beyle beraber başlattığımız, Türk kurultaylarından 9. Kurultayı yapmaya çalıştık. Sayın Bahçeli; Türkmenistan da beraber olduğumuz zaman kurultayın ödenek kararını imzalayacağını söyledi. Türkiye ye döndükten sonra, ödenek konusundaki kararı imzalamadı. Ama Noel Baba şenlikleri ile ilgili kararı imzaladı.
Bu kurultay ile ilgili Demirel in girişimi ile sponsor bulundu. 1999 yılı 23 Aralık ta, Polat rezonansta bu kurultayı gerçekleştirdik. Kurultay dönüşü, Bahçelinin isteği üzerine görevden alındım.
Görevimin başında iken, Çankırı- İskilip- çorumu birbirine bağlayacak demiryolu yapılması için teşebbüse geçtim. Ulaştırma bakanlığınca bu konuda proje çalışmalarına başlanarak, bir yere kadar gelindi. Görevden alındığımda; hem bu proje iptal edildi, hemde benim vasıtam ile göreve gelen İskilipli hemşerilerim, mevcut yerlerinden alınarak başka yere tayin edildi.

MY- Küçüklüğünüzde size okuma alışkanlığını kim verdi.
İlkokul 2. sınıfta “Barbaros Hayrettin geliyor, Yavuz Sultan Selim ağlıyor” adlı Feridun Fazıl Tülbetcinin kitaplarını okudum. Babamla PTT de çalışan Adil çavuş vardı. Bu kitapları o temin etmiş. Kitapları ben onlara okurdum. Adil çavuş, ben kitap okurken ağlardı. Buradan bende kitap okuma zevki oluştu. İlkokulda Emin hoca tarih dersini, bana anlattırırdı.

Önceden İskilip’te iyi bir aile dayanışması vardı. Elektrikler gece 11 de kesilirdi. Akrabaların evlerinde toplanılır, kadınlar kendi aralarında oyunlar oynardı. Bende onlara çeşitli kitaplar okurdum.
İskilip’te aşçı Mori vardı. Aşcı Mori 31 Mart hadisesinin olduğu zamanda, İstanbul da askermiş. Bunların birliği 31 ayaklanması hadisesine destek vermemiş. Abdülhamit in hallinden sonra, birliklerini ceza olarak Makedonya ya sürmüşler. Aşçı Mori Makedonya lokantalarında, oranın yemeklerinin yapılmasını öğrenmiş. İskilip’e Döndükten sonra lokanta da, orada öğrendiği yemekleri yapmış. Ramazanda demirciler çarşısındaki Hüsnünün kahvesinde; 30 gün boyu iftardan sahura kadar hikâye, masal, fıkra anlatırdı. Bende bazı akşamları oraya gider, onu dinlerdim. Aşcı Morinin anlattıklarının banta alınmasını çok istedim. Ama bu gercekleşmedi. Kütüphaneye gider orada kitap okurduk. Akşam beş olunca bizi kütüphaneden zorla çıkartırlardı.

Evimizin önünde ağaç vardı. Bu ağaçtan dal kestim. O sırada yoldan eşeği ile geçen birisi beni yanına çağırdı ve dalı niye kestin diye tokat yapıştırdı. Bir şey diyemedim. O zamanlar toplum murakabesi vardı. Durumu aileme bildirsem, bir tokatta onlardan yerdim.

MY- Devletin içinden gelmiş olan birisi olarak soruyorum. Türkiye’nin derin devleti varmı?
Hayır, Türkiye’nin hiçbir zaman derin devleti olmadı. Ama başka ülkelerin derin devletlerinin, ülkemizde faaliyetleri oldu. Nato ya girmeden, biz ülkemizde uçak üretiyorduk. Bazı silahları üretiyorduk. Amerika bu üretimleri durdurmamızı, bize bunları daha ucuza kendisinin vereceğini söyledi. Bu üretimleri durdurduk. Neticede teknolojik olarak geri kaldık. O üretim devam etseydi, şimdi daha ileri konumda olurduk.

MY- Kürtçülük hadisesi hakkında ne düşünüyorsunuz?
Kürtlerin nüfus meselesi var. Bunlar nüfusunu ne kadar abartırlarsa abartsınlar, Kürt nüfusu ülke nüfusunun % 10 ancak yer alırlar. Bu nüfusunda büyük bir kısmı, Türklerle evlilik yaparak akraba olmuşlardır. Ayrılmaya yönelik faaliyet yürütenlerin sayısı cüzidir. Bunların dil birliği yoktur. Suriye’deki, Iraktaki, İran’daki, Beyrut’taki Kürtlerin dilleri ayrı ayrıdır. Nitekim PKK Lübnan’daki kamplarında, Türkçe eğitim vermiştir. Fakat bunların arkasında yer alan İngilizler bunlara, tarihin değişik dönemlerinde değişik görev biçmiştir. Özal döneminde başlayan politika ile teşvik adına bu bölgeye verilen krediler, Ankara da İstanbul da, sahillerde yatırıma dönüşmüştür. Böylece Kürtlerin elinde sermaye birikimi sağlanmaktadır. Bu yanlışlık yine devam etmektedir

MY- İskilipli yeni kuşağa ne iletmek istersiniz.
İskiliplilerin; yeni yetişen aydın kuşağına sahip çıkması gerekir. Yazarçizer takımı ile öğretim görevlisi olmuş birçok gençlerimiz var. Bunlara sahip olup, bunları gençlere örnek olması için tanıtmamız gerekiyor. Yazılı eserlerinin basımı konusunda, yardımcı olmamız gerekiyor. Bu gün Çankırı’da, Kırşehir’de ahilik geleneği uygulanıyor. Bizde bunlar 60 yıl önce vardı. Arasta ağalarımız vardı. Bizde usta, kalfa, çırak geleneği vardı. Biz bunları kaybettik. Kobi geleneği devam ettirilebilirdi. İskilip’te üretilen mallar, Madein Germany damgası vurularak İskilip’e geri geliyordu. Şimdi İki kardeş bile İskilip’te yan yana gelip, ortaklık yapamıyor. Ceviz kütüklerimiz kesilerek, cevizcilik bitirildi. İskilip’in cevizi dünya çapında ünlü idi. Nahçivan da ve Kıbrıs ta ceviz reçeli yapıyorlar. İskilip’te sanatkârlığı öldürdük. Bağ bahçeciliği öldürdük. Bunları yeniden ayağa kaldırmamız gerekiyor.

MY- Abdul Haluk beye, bize verdiği bilgiler için teşekkür ediyoruz.

Mustafa Yolcu
  •  

19 Haziran 2012 Salı

İSMAİL BEŞİKÇİ 7 Ocak 1939 Yılında İskilip’te Hacıpiri mahallesinde doğdu. Babası Hüsnü Beşikci, annesi Zahide Beşikcidir. Dört kardeştiler. En büyükleri Vasfi, onun küçüğü Muhittin, onun küçüğü Satı, en küçükleri İsmail Beşikçidir. Baba Hüsnü Beşikçi Rüştiye mezunu olup, Osmanlı İmparatorluğu döneminde İskilip Kuzuluk köyünde, dokuz yıl öğretmenlik yapmıştır. Harf inkılâbı yapıldığında, öğretmenlik yapacak kadar yeni yazıyı bilmediğinden; öğretmenliği bırakmıştır. Yeni yazıyı sonradan öğrenerek, evine dört ciltlik tarih ansiklopedisi ile İsmail beşikçinin sonradan okuyacağı bazı kitapları almıştır. Hüsnü emmi daha sonra, pirinç pazarındaki dükkânın da bakkallık yapmıştır. Hanımından ve kendi ailesinden gelme, İskilip’in Kazannı mevkiinde çok miktarda tarlası olmasına rağmen, tarlalar verimli ekilip biçilmediğinden elden çıkmıştır. İsmail Beşikçi 1946 yılında Azmi milli İlkokuluna başlamıştır. 1. Sınıftan itibaren Nadir öğretmen de okumuştur. 3. Sınıfta Misaki milli İlkokuluna gitmiş, buradaki öğretmeni İbrahim Kestektir. İlkokul arkadaşları: Ahmet Gazez, Ahmet Namlı, Mürsel Gazez, Şekerci Mehmet, Mehmet İnce, Ahmet Kaymak, Mehmet Hotman vb. Aynı evde kaldıkları aileden Hatun ablası, ona bin bir gece masallarını okur. Okunan masalları mahalle arkadaşlarına anlatır. Kendi okuma yazma öğrenince zevkle okumaya başladığı, babasının aldığı tarih ansiklopedisidir. Yaz tatillerinde kuran kursuna gider. Hacıpiri Mahallesinden çocukluk arkadaşları: Kemal Beşikçi, Mehmet Beşikçi, Hüseyin Hotman, Ahmet Şiranlı, Yaşar Yolcu, Hüseyin Gülerdir. Çocukluk hatıraları: 1950 Yılı idi. Annemgil hamama gideceklerdi. Bana” Okuldan gelince Haceri ( kardeşinin kızı) al hamama getir.” dediler. Bende okul çıkışında, Haceri evden alıp hamama götürürken, akrabamız olan Meyşur teyzenin mandası bize saldırdı. Kucağımdaki Hacerle birlikte beni boynuzlayıp attı. Ben bir tarafa, Hacer bir tarafa düştük. Bu arada hemen Meyşur teyze gelerek, mandayı alıp eve soktu. Beni ve Haceri kaldırdı. Bize su içirdi. İkimize de bir şey olmamıştı. Tekrar Haceri kucağıma alarak hamama götürdüm.” Mahallemize gelen kömür ve samanını hep birlikte evlerine taşırdık. Komşumuz Mürsel Aygün emmi hamam işletirdi. Evlerine gelen samanı, mahalle çocukları olan bizler taşıyınca, hepimizi hamama götürür, yıkanır çıkardık. Diğer bir zevkimizde; çiten veya kağnı ile mahallemize gelen saman boşalınca bunlara binip, Hindoğlu yokuşuna kadar gitmekti. Burada kağnı veya çitenden iner, yürüyerek tekrar eve gelirdik. Ortaokulu 1951 yılında İskilip Ortaokulu’nda başlayarak, 1954 yılında tamamlıyor. Ortaokul müdürü Sadık Koçhisarlıdır. Ortaokul arkadaşları; Hüseyin Güler, Mahir Keçeci, Ahmet Namlı, Duraloğun Hacı, Ahmet Kaymak, Mehmet Bardakçı, Burhan Tanay, müdürün oğlu Aytektir Liseye 1954 yılında Çorumdaki Çorum Lisesi’nde (şimdiki adı Atatürk Lisesi) başlayarak, 1958 yılında bitirdi. Çorum’da okurken arkadaşlarıyla birlikte İskilip hanın da kalmışlar. “Sabah erkenden İskilip’ten kalkan otobüs ile Çoruma giderken, Kızıl ırmağın üzerindeki Salur köprüsünün kırık kalaslarının üzerinden dua ederek geçerdik. 60 Km uzunluğundaki yoldan, otobüs ile 2,5 saatte Çoruma gelirdik. Yazıhane Veli paşa hanındaydı. İskilip’ten gelenler ile Çorum saat kulesinin önünde buluşurduk. Ellerinde torbalar ile gelirler, gelen erzakı hana götürürdük. İkindiye doğru kalkan otobüs ile de gelenleri İskilip e yolcu ederdik. Bu zor şartlarda babası Hüsnü emmi, oğlunun üniversite de okumasını istemiyor. Daha doğrusu, maddi olarak destekleyemeyeceğini belirtiyor. Ancak okumak isteyen Beşikçi, 1958 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne (SBF) ilk kırkın içinde, başarılı bir dereceyle girme hakkı elde ediyor. Bu sayede İçişleri Bakanlığı bursunu kazanıyor. Maddi sorun böylece kısmen aşılmış ve Beşikçi İskilip’ten okumak için, Ankara’ya gelmiştir. İlk sene Ulus- Doğan bey mahallesi Işıklar caddesindeki teyzesinin evinde, ikinci seneden itibaren okul bitinceye kadar Siyasal yurdunda kalıyor. Burada Beşikçi istisnasını anlamak için, önemli olan bir noktaya değinmek istiyorum. Beşikçi ilerideki hayatında uzun süreler hiç zorlanmadan, hatta isteyerek, çok zor koşullarda yaşamıştır. Birkaç örnek vermek gerekirse, askerliğini kendi isteğiyle Bitlis-Hakkâri de yapmış; etnografya çalışmaları için aylarca göçebe Alikan aşiretiyle birlikte göçmüş, zor şartlarda yıllarca yaşamıştır. Böyle bir hayatı tercih etmesinde ve bunu sürdürebilmesinde, taşra kökeninin ve gençliğinde yaşadığı zor şartların önemli etkisi olmuştur. Tipik bir “Anadolu çocuğu” olarak, kafasını koyduğu yerde uyuyabilmesi, börtü böcekten korkmaması, konfora düşkün olmaması vs. hiç şüphesiz ileriki yıllarda yaşadığı zor hayatta, kendisine yardımcı olmuştur. 1962 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden mezun oldu. 1965-1971 yılları arasında Erzurum'daki Atatürk Üniversitesi'nde asistanlık yaptı. Atatürk Üniversitesi'nde asistanlığı döneminde doktora tezi olarak hazırladığı "Alikan Aşireti Üzerine Sosyolojik Bir İnceleme" alanında Türkiye'de yapılmış önemli sosyolojik bilimsel çalışmalardan biridir. İsmail Beşikçiye sorduğum üç ayrı soruya şu cevapları aldım: M.Y.1.İskilip in ekonomik ve kültürel olarak gelişmesi için neler yapılabilir? İs. Beşikçi- Turizm, ekonomik ve kültürel gelişmeyi sağlayabilir. Bunun için, eski İskilip evlerinin, konakların korunması, bazı tarihi yapıların korunması önemlidir. Bu güne kadar, turizm konusunda yanlış politikalar izlendiği, dikkatlerden uzak değildir. Kalenin eteğindeki kaya mezarlarına karşı yapılan muamele, turizm anlayışıyla hiç bağdaşmaz. Eski evlerin, konakların yıkılıp apartman yapılması da… M.Y.2- Genç kuşağa tavsiyeleriniz nelerdir? İs. Beşikçi- Önemli olan; ailelerin kendi çocuklarının iyi eğitim almalarını sağlamalarıdır. İyi eğitim alan gençler, ne yapacaklarına, nasıl yapacaklarına kendileri karar verebilir. M.Y.3- İskilip ten dışarıya olan göç, nasıl durdurulabilir? İs. Beşikçi- Göç ancak, sanayileşmekle durdurulur. Bölgede sınaî yatırımların artması istihdam sağlar. Ama böyle bir gelişme görülmüyor. Değil sınaî gelişme, tarımın gelişmesi için bile sağlıklı bir politika izlenmiyor. Hacıkarani’den hemen sonra, çayın kıyısında başlayan yol çalışması, çayın iki tarafındaki bağ-bahçe tarımını öldürmüştür. O alanlar, bugün atıldır. Yol, o alanlardaki bağ-bahçe tarımını öldürmeyecek şekilde planlanabilirdi. Rıhtım, bağ-bahçe tarımının gelişmesi yönünde planlanabilirdi. İsmail abiye bana ayırdığı zaman için teşekkür ediyor, kendisine sağlık ve sıhhatli ömür diliyorum. Mustafa Yolcu

13 Haziran 2012 Çarşamba

HAMDİ ERTEKİN

HAMDİ ERTEKİN 10.4.2012 İskilip in manevi duayeni, bütün İskiliplilerin sevgi ve saygı duyduğu Hamdi Ertekin hocamızla yapılan konuşmayı sizlere takdim ediyorum MY- Hamdi abi bize kendinizi tanıtırmısınız. Ben 1934 doğumluyum. Babam merhum öğretmen Mehmet Ertekin, annem Kestef zade Emin hafızın kızı Safure hanımdı. Dedem evde kuranı kerim okutuyordu. Bana da kuranı kerim okutmaya çok istekli idi. Dedemde başladığım kuranı kerim okumaya, yedi yaşında kuranı hatmedince, dedem çarşı camiinde hatim duası yaptırdı. Dedem beni sekiz yaşında hafızlığa başlatmıştı. 1943 yılında dedem hastalandı, rahmetli oldu. Hafızlığı yarım etmiştim. Kalan hafızlığı, ben kendi başıma tamamladım. Dedemin himmeti ile bu yolda ilerlemek imkânı buldum. Geçim sıkıntımız vardı. Ayakkabı çıraklığına başladım. Ustam Ali Çakmaktı. Bu arada ben Osman Kalfa hocadan, Köprübaşı medresesinde Arapça okumaya başladım. Ustama “ Ben Osman kalfa hocadan Arapça okumaya başlayacağım.” diye izin istedim. Ustam bunu ciddiye almadı. “ Eğer okur, kürsüye çıkıp salli ala Muhammet dersen; sana en iyisinden lata yaptıracağım.” dedi. Arapça okumama izin verdi. Ben hem ayakkabıcılıkta çalışıp, hem de okudum. Çoğu zamanda kitabımız medresede kalıyor, hocamızın anlattığı ile iktifa ediyorduk. Köprübaşında birkaç medrese vardı. Oradaki camiin imamı bizim hocaya, ders gördüğümüz medresede ders vermesine izin vermedi. Bunun üzerine merhum Hacı Ali Dursun devreye girerek, orada yeni bir medrese yaptırdı. Bizde o medresede okumaya başladık. Osman Kalfa hocada Mürsel Şahinbaş, Faik Şahinbaş, Hüseyin Gökcan, Hüseyin Namlı, Arif Çetinkale birlikte okuduk. Hocamız bizi okutmaya çok istekli idi. Onda Molla camiye kadar okuduk. Askere gitmeden önce, vekil imamlık görevine başladım. Askere gittim. Askerden sonrada İskilip’te vekil imamlık yaptım. İskilip’te imamlık yaparken, Ankara da müftülük vaizlik imtihanı açıldı. Bu imtihana katıldım ve kazandım. Böylece müftülük vaizlik ehliyetini aldım. O zamanlar müftü, vaiz açığı çoktu. Denizlinin Tavas ilçesinden bana vaizlik teklifi geldi. İskilip’te görev yapmak istediğimden, Tavas a gitmedim. İmam hatip okulu lise kısmı imtihanını, Çorum imam hatipte dışarıdan vererek, tekrar vaizlik hakkını kazandım. 1958 yılında diyanetin, on sene sonrada 1968 yılında ikinci vaizlik hakkını kazandım. 1968 Yılında İskilip’te vaiz olarak göreve başladım. Vaizlik zor bir iş. Öğretmenlikten falan zor. Öğretmenler, belli bir yaş gurubunda bulunan öğrencilere ders veriyor. Camide bulunan cemaat, değişik yaş gurubunda. Bilgi seviyeleri değişik, insanların hepsine hitab edebilecek şekilde vaaz vermek gerekiyor. Vaizlik hizmetimi her türlü siyasetten, cemaat çekişmelerinden uzak, hizmet eksenli olarak yapmaya çalıştım. Cemaate ne verebilirim, hangi bilgilere ihtiyacı var, bunu düşünerek konuşmaya çalıştım. Diyanet bir genelge yayınladı. Buna göre doğduğun yerde vaizlik, müftülük yapmayı yasakladı. Bu durumda benim bir yıl içinde İskilip’ten ayrılmam gerekiyordu. Otuz yıl görev yapmıştım. İskilip’ten ayrılmak istemediğimden, bende bir yıl sonra emekli olarak, resmi olarak görev yapmaya son verdim. Böylece 60 yıllık kürsü hizmetim devam ediyor.Halen hizmetime ihtiyaç duyulduğunda, müftülük talep ettiğinde vaizliğe devam ediyorum. Bunun yanı sıra 1971 yılından itibaren değişik gazetelerde makale yazıyorum. İskilip’te dört ayrı gazete yayınlanmış. Bunların dördünde de yazı yazdım. Bu gazetelerde 225 yakın makalem, Yivlik, kürsü, minber başlığı ile yayınlandı. Makalelerim ilmi, tarihi makalelerdi. Bunların gazete köşelerinde unutulup kalmasına, gönlüm razı olmuyordu. İskilip Belediye başkanı, bunların kitap olarak yayınlanmasını istedi. Bu yazılar bilgisayarda toplandı, kitap olarak yayınlanacak. Zengin tarih kenti İskilip adında, bir kitap daha yazmıştım. Bu iki kitap da matbaaya verilmek üzere. Böylece İskilip tarihine hizmet etmiş olacağız. MY- Arapça dersini Osman kalfadan öğrendiniz. Fıkıh hadis tefsir konularını nerden öğrendiniz? Bunların asıl kaynağı Arapçadır. Arapçaya hâkim olunca, bununla ilgili kaynaklardan bilgi öğrenebiliyor. Tefsir, hadis, fıkıh kitapları var. Onlardan bilgi edinmeye çalıştık. Beşikten mezara kadar bilgi öğrenmek gerekiyor. İlmin sonu yoktur. Ne kadar bilgi öğrenirsen, o kadar insan bilgi eksikliğini görüyor. Bilgisi eksik olan insan, bir dere içinde ne görebilirse onu görüyor. Bilgiyi yükseltmek için, tepelere çıkmak gerekiyor. En yüksek tepeye çıkıp her tarafı görünce, insan eksikliklerini daha rahat görüp, kendini tamamlamaya çalışıyor. MY- Dedenizi anlatırmısınız. Dedem Nakşibendî şeyhi, Şiranlı Hacı Mustafa efendiye tabi idi. Ona çok değer verir, çok bağlıydı. Hatemül evliya derdi. Maneviyata çok önem verirdi. Gece teheccüt namazına kalkıp zikir çekince, evde uğultu olurdu. Eve ruhanilerin gelip, kendisi ile birlikte zikir çektiklerini söylerdi. Arap camisini yaptıran Arap dede varmış. Dedem camiye gidip gelirken, Arap dedeyi görürmüş. Ona “herkese görünme, insanları korkutabilirsin” dermiş. İskilip’in ilk hafızları, ondan fazla kişiyi hafız yetiştirdi. Şaban hafız, Mustafa Deliküçük, Hamdi Balabıyık, Mustafa Atıcı gibi hafızları dedem yetiştirmişti. Kuranı kerim okutmayı, hafız yetiştirmeyi çok severdi. Kuranı kerimin okutulmasının yasaklandığı devirlerde, hiç çekinmeden kuran okutmaya, hafız yetiştirmeye devam etti. Şaban hafız şunu anlatmıştı: Hocam beni mukabele okumak üzere; Kargı ya göndermek istedi. - “ Kargıda bulunan Şaban Bal isimli arkadaşına mektup yazıp, mektubu kargıya götürmemi, orada mukabele okumamı söyledikten sonra; dün gece bir rüya gördüm. Rüyamda beni arkamdan sıkıştırıyorlar. Göz ucu ile oraya baktığımda, şıyhım Hacı Mustafa Efendi ile hacı Ömer efendiyi gördüm. Şıyhım Rahman süresinin ( Ya ma'şerelcinni vel'insi inisteta'tum en tenfusu min aktarissemavati vel'ardı fenfuzu latenfizune illa bisultanin. Febieyyi alai rabbikuma tukezzibani ) ayetini okuyarak, Ömer efendiye okuduğum ayeti tefsir et dedi. Ömer efendide - “Ey cin ve insan toplulukları! Göklerin ve yerin uçlarından bucaklarında geçip gitmeye gücünüz yeterse geçip gidin. Büyük bir güç olmadıkça geçip gidemezsiniz. O halde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz? “ diye ayeti mealen tefsir etti. Daha sonra bizim Gönlük mezarlığına yönelerek o tarafa gitmeye başladı. Bende arkalarından yürüdüm. Mezarlıkta bir yere gelerek ( şu an dedemin mezarının olduğu yer.) orada kayboldular. Kargıya gidip geldiğinde, beni bulamayabilirsin.” Dedi. Ben ramazanda Kargıya gidip, ramazan sonunda mukabelemi bitirince; İskilip’e dönmek üzere yola çıktım. Gelirken bir gece İçevlikte kaldım. Rüyamda Arap camisinin yıkıldığını gördüm. Sabah olup uyandığımda, rüyamı biri ile paylaştım. Rüyamı anlattığım kişi bir yakınını kaybetmişsin dedi. Anladım ki hocamı kaybettim. O gün İskilip’e geldiğimde hocamı kaybettiğimizi öğrendim. MY-Sizler İskilip’te çok güzel görevler yaptınız. Bu görevleri yaparken halktan size görüş ve fetva almaya gelenlerden unutamadığınız bir konu var mı ? Görevim sırasında siyasi tartışmalara, cemaat çekişmelerine girmediğim için siyaset üstü, herkesin hocası olarak bir konumum oldu. Halk tarafından bana karşı güven duygusu doğdu. Aralarındaki ihtilafları, sorunları bana açtıklarında, hakem görevi yapmaya, ihtilafları gidermeye çalıştım. İskilip kurak bir bölge olduğu için, her sene yağmur duasına çıkılır olmuştu. Deveci dağında halk toplanır, deve kesilir, dua edilirdi. Deveci dağına çıkılıp, deve kesilip dua edilmezse, yağmur yağmaz kanaati oluşmuş. Aslında yağmur duası edildiğinde kurban kesmek kitabi değildi. Son zamanlarda yine bu eski adete devam edilmek istendi. Bende bunun yanlış olduğunu, deveci dağına çıkmanın şart olmadığını, yağmur duasına oruçlu olarak gidilip, içten dua edilmesi gerekir diye vaaz verdim. Böylece deveci dağına çıkılması gerektiğinden vazgeçildi. Şimdi bazı köylerde yağmur duasına, piknik yapmaya gider gibi gidiyorlar. Kurban kesip, dua edip, etini orada yiyip, içip geliyorlar. MY- Hacı Faik efendi ders verirmiydi ? Hacı Faik efendi 20 yaşlarında babası ile hacca gitmiş, babasından tarikat almış, ilim tahsil ettiği anlaşılıyor. Ayrıca Ömer efendiden ders almış olabilir. Arapçaya malikti. Hacı Faik Efendi mütevazi, az konuşan, hoş sohbet, herkesin saygı duyduğu, temiz yüzlü birisi idi. Az konuşur öz konuşurdu. Dedem vefat ettiğinde, evimizde dedemin Ruhul beyan adlı tefsiri vardı. Dört ciltlik tefsir kitaplarını bir miktar mecidiye ödeyerek bizden almıştı. Bütün bunları kitaplarım da yazdım. MY- İskilipli Şıh Etem Efendi ile ilgili anınız varmı? Zamanın müftüsü Ali Galip Köstekci hoca efendinin, leblebiciler çarşısında kendisine ait fetvahanesi vardı. Buraya gelen ziyaretciler sedire oturur, vatandaşlar diz çökerek yere otururdu. 1950 Yıllarda Müftü Efendi haftada bir güveç yapar dostlarını, alim insanları buraya davet ederdi. Bu toplantıya Şıh Etem efendi başta olmak üzere, Kutuğunlu Hasan efendi, tapucu Hüseyin efendi, o günün vaizi Uludereli İsmail hoca efendi, yaşım küçük olmasına rağmen dedemin hatırına beni de bu guruba dahil eder, toplantıya davet ederlerdi. Bu toplantıda güvec yenir, bunun yanı sıra çok güzel dini sohbet olurdu. Toplantıyı müftü efendi yönetir, Etem efendiye söz verildiğinde son derece kısa ve sade, doyurucu konuşma yapardı. Şıh Etem Efendi fazla konuşmaz, sükut dururdu. MY- Bu bilgileri nereden topladınız? Duymak ve araştırmak sureti ile bu bilgileri temin ettim. Hamdi abi. Bize vakit ayırdığınız, bilgi verdiğiniz için teşekkür ederim.

5 Haziran 2012 Salı

PROF.DR. ERDOĞAN İNAL 20.03 2012 KONUŞMA- MY- Erdoğan ağabey bize kendinizi tanıtırmısınız? Ben 15.03.1946 tarihinde İskilip te doğdum. Babam ortaokulda fizikçi diye anılan öğretmen İsmail İnal, Dedem Sakarya İlkokulu müdürü İsmail Atalay’dır. Çocukluğum Meydan Mahallesi Çelebi sokakta geçti. 1952 yılında Misakımilli İlkokulunda eğitime başladım. Tarlayı geçip okula gidip gelirdik. Bir ablam ve ağabeyim var. Onlarda aynı okulda okudular. Ortaokula başladığımda, babamın tayini Çoruma çıktı. Çoruma naklini yaptırdıktan iki ay sonra babam vefat etti. Dedemlerle birlikte Ortaokulu İskilip’te bitirdim. Ağabeyim lise eğitimi için Ankara ya geldi. Ablamın yanında okula başladı. Bende Ortaokulu bitirince, Ankara ya taşınmaya karar verdik. Çok zor şartlarda, dayımın evinin yanında, Etlikte bir odalı bağ evini kiraladık. Evimiz bir odalı idi. Odada üç somya, bir masa, düzgün olmayan mutfak ve banyosu vardı. Liseye Ankara da Gazi lisesine kayıt yaptırdım. Lise birinci sınıfta fen derslerinde zorlandım. Bunun üzerine lisenin edebiyat bölümünü seçtim.Gazi Lisesi o yıllarda çok iyi bir lise idi. Okulumuzun iyi bir fizikçisi, kimyacımız vardı. Arif Nihat Asya, Enver Behnan Şapolyo hocalarımızdı. Tıp fakültesine gidecek olanlar lisenin fen bölümünü seçerlerdi. Ben edebiyat bölümünden mezun olmuştum. Ankara da 1960-1963 yılları arası okuduğum Gazi Lisesi bittikten sonra, aynı yıl Hacettepe tıp fakültesini iyi bir puan tutturarak eğitime başladım. Hacettepe Üniversitesi Tıp fakültesini kazandığımı listeden öğrendiğimde; çok sevindim. Eve gidip bunu haber vermek için otobüse gittiğimde, cebimde on kuruşum vardı. Otobüs onbeş kuruştu. Bu yüzden otobüse binemeden, eve yürüyerek gittim. Okurken burs aldım. Aldığımız burs bizi idare ediyordu. Annem bizim için, çok fedakârlıkta bulundu. Nur içinde yatsın. Fakülteden 1969 yılında mezun oldum. Okul bittikten sonra Ankara Tıp Fakültesinde KBB ihtisasına başladım. Aldığım eğitim çok iyi idi. 3,5 Sene sonra İhtisasımı bitirerek askere gittim. Ankara Mevki Hastanesinde Tabip Teğmen olarak çalışmaya başladım. Askerliğim sırasında Kıbrıs savaşı oldu. Yaralı gaziler GATA ya ve bizim hastaneye gelirlerdi tedavi ederdik. Askerden sonra da 9 sene çalıştığım Ankara Onkoloji hastanesinde göreve başladım. 1983 yılında yeni kurulan Gazi Tıp Fakültesine davet edildim. KBB bölümünde, yardımcı doçent olarak göreve başladım. Japonya, İngiltere, Amerika, Hollanda, Fransa’da onkoloji dalında çeşitli çalışmalara katıldım. Ben 30 sene kanser tedavisi üzerinde çalışarak, dünyanın en önemli kanser merkezlerine gidip araştırmalar yaptım. Halen Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi K.B.B. Anabilim Dalında Baş Boyun Kanserlerinden sorumlu Öğretim Üyesi olarak çalışıyorum. Aradan geçen bunca zamanın ardından, bir sene sonra bu görevden emekli olacağım. MY- Size okuma zevkini kim tattırdı? Tabii ki babam, bize okumayı sevdirdi. Babam zeki birisi idi. Okumayı, sporu, yabancı dili öğrenmeyi bize tavsiye ederdi. Ortaokulda bazı dönemlerde 19 Mayıs çalışmalarını o yaptırdı. Yüksek öğretim yapmaya bizi teşvik ederdi. Dedeme “ İsmail Atalay Sakarya ilkokuluna kadar, ayağına çamur sıçratmadan gider gelir.” derlerdi. Muntazam olmayı birazda dedemden öğrendik. Bizim iyi bir çocukluk hayatımız geçti. Ümit Kınak, Adem Mucu, Nejdet Kalyoncu, Şükrü Kısar, Mustafa Öncü mahalle arkadaşlarımızdı. Gurup liderimiz ağabeyim Metin idi. Tavuk Ahmet içimizde en yaramaz olanımızdı. Meydan mahallesinde çeşmenin suyunu akıtarak buz tutturur, kızakla kayardık. Annem sabahleyin yufka ekmeğini ısıtır, içine kuşburnu sürerek bize dürüm yapardı. Onu yiyip evden çıkardık. Akşam elimiz yüzümüz buz keser, eve gelirdik. MY-Bisikletiniz varmıydı? Önceleri kiraladığımız bisiklete binerdik. Daha sonra abime bisiklet alındı. Böylece kendi bisikletimiz oldu. Bisikletimiz büyüktü. Sürmek için pedallara ayağımız zor erişir, sürerken sık sık düşerdik. Rahmetlik babam düşersiniz diye bizi uyarırdı. Babamın elinde tentirdiyot şişesi, pamuk biz düştükçe yaramıza tentirdiyot sürerdi. Mucuların, Kalyoncuların evlerinin arkasında bahçeleri vardı. Onların bahçelerine gider, ağaçlardan meyve koparırdık. Dedemin Göcebel de bağı vardı. Üzüm zamanı öyle üzeri bağa giderdik. Dedem maltız, külbastı et, pirzola kömür alırdı. Orada mantızı yakar, külbastı yapardık. Ekmek arasına konan külbastı et ile deveklerden üzüm koparır, karnımızı doyururduk. İskilip’in üzümleri kalın kabuklu olurdu. Yemek için çakır cımbıt üzümü koparırdık. O üzümler nazik ve güzel olurdu. Anneannemin Karkın köyünde 40- 50 ağaçlık cevizliği vardı. Oraya gider, cevizleri toplardık. Ortaya toplanan cevizler mirasçılara bölünür, akşam onları sepetlere koyar eşeğin sırtında eve getirirdik. Yolda yorulunca eşeğe binerdik. İskilip’teki anılarımdan park dondurmasını, ilkokulda bahçede beş tanesi beş kuruşa satılan renkli şekerleri unutamıyorum. Şekeri alır cebimize koyardık. Sucu Eminin bardağını bir kuruşa sattığı,buz gibi çağıl suyunu unutamıyorum. 19 Mayıs çalışmalarında Hacı Karani ye gazoz gelirdi. Gazoz şişeleri, testerenin arkası ile pof diye açılırdı. O gazozun tadını unutamıyorum. Çarşı ekmeği İskilip’e 1950 li yıllarda geldi. Bembeyaz francala ekmekti. Biz önce okkalık ekmek alırdık. O ekmekler esmer olurdu. İskilip’e Çarşamba günleri kurulan Pazara gelen dağ köylüleri, kavut, alıç, kızılcık getirir satarlardı. Köyden getirdikleri yufka ekmeğin içine francala ekmeği koyup yerlerdi. Köye giderken aldıkları beş numara lamba camını kırılmasın diye eşeğin boynuna takıp giderlerdi. Eşek onu kırmadan köye götürürdü. Ceket, pantolon gömlek yamanırdı. Köylüler kasketlerini de yamar öyle giyerlerdi. İkinci dünya savaşından sonra yokluk günleri idi o günler. Yalın ayak köyden gelip, giderlerdi. Pazar günleri; evimizde kıymanın içine soğan doğranır, karabiber konur, hazırlanan pide içini alıp Konağın önüne, Uslunun fırınına pide yaptırmaya giderdik. Eve gidince annem kıymalı pidenin üzerine tereyağı sürer çay ile yerdik. Ramazanda sabahleyin fırına keşkek götürürdük. Akşam ise bezin arasına iki odun sarar, fırına gider keşkeğimizi alırdık. Fırından gelirken de çömleğin üzerindeki en lezzetli kısmı yer bitirirdik. Akşam babamda fırından pide alıp eve getirirdi. Ortaokulda okurken, bedenci Mehmet bey, Müdür Sadık Koçhisarlı idi. Babam tabiat bilgisi, Nermin Ödeş Fransızca öğretmeniydi. Ortaokul arkadaşlarım Ömer Eren, Naci köstekçi, İsmet Kasımcan, Macit Yanar, Kadir Okutan, Abdul Haluk Çay, Mehmet Kalay, Mustafa Namlı, İlhan Yazgan, Mehmet Sevimli hepsini hatırlayamadığım arkadaşlarımın bazılarıdır. Yazın kütüphaneye gider hayat bilgisi, doğan kardeş ansiklopedisini okurduk. Kütüphaneye bakan memur bizim akrabamızdı. Biraz gürültü yapınca kalın kaşlarını çatar, pat pat diye masaya vururdu. Ortaokulda iken havacı olmak istiyordum. İskilip’in üzerinden uçaklar geçerken, beyaz bir iz bırakırdı. Onlara bakıp hayran kalır, bende pilot olmak isterdim. Annem ve dedem, askeri okula gitmeme karşı çıktılar. MY- Doktorlukla ilgili, iyi bir doktorun nasıl olması hususunda düşünceleriniz nelerdir. Önce bizim aldığımız eğitimden bahsedeyim. Biz Hacettepe tıbbın ilk talebesiyiz. 1963 Yılında İhsan Doğramacı Amerika’dan Vestern Reserve üniversitesinin eğitim programını birebir Hacettepe Üniversitesine getirmişti ve ilk uygulama bizim ilk eğitimizde başlamıştı. Biz bir Amerika Üniversitesi eğitimini almıştık . Bu eğitim Türkiye için yeni bir eğitimdi. Ankara tıpta okuyan öğrenciler” Bu okulda siz bir şey öğrenemezsiniz. Sizden ancak sağlık teknisyeni olur.” diyorlardı. Okulumuzda ise hocalarımız bize, “ sizler ilerde tıp fakültelerinde öğretim üyesi olacaksınız” derlerdi. O yıllarda buna inanamazdık. Hazırlık sınıfını yazın İngilizce olarak Amerikan Kültür de tamamladık. Böylece bir sene kazandık. Eğitimimiz, arkadaş guruplarımız iyi idi. Sosyal faaliyetlerle, sanat olaylarını, tiyatro oyunlarını takip ederdik. Edebi eserleri, klasikleri okuduk. Gerçekten mezun olan arkadaşlarımın % 90 kadarı, Türkiye’de ve yurtdışında tıp fakültelerinde öğretim üyesi oldu. Prof. Dr. Nuri Kale de beraber Tıp eğitimi aldığım, İskilipli yakın arkadaşımdır. Eğitimin önemi yadsınamaz. Bilimin peşini bırakmayacaksınız. Bilim öyle bir şeydir ki, bilimin peşinde koşacaksınız. Yoksa bilim sizin peşinizden koşmaz. Bilimi yakaladığınız zaman yetinmeyecek, bilimi sorgulayacaksınız. Acaba aldığım bilgi doğrumu, yanlış mı diye soruşturacaksınız. Ne kadar şüpheci olur, bilimi sorgularsan; o kadar çok şey öğrenir hakikate varır, ileri gidersin. Bilimi paylaşacaksın, ne kadar paylaşırsanız o kadar gelişirsiniz. Öğrendiğin sende kalır, paylaşmazsan öğrendiklerin seninle beraber yok olur gider. MY- İyi bir doktor nasıl olmalıdır? İyi bir doktor önce insanı sevmeli, canlıyı sevmelidir. İnsan Allahın yarattığı en mükemmel yaratıktır. Bu kadar mükemmel bir yaratığa saygı duymak gerekir. Sevmek gerekir. Onu bir meta olarak değil, onu Allah yapısı olarak görmek gerekir. Sizde; onun sorununu çözecek bir kişi olarak kendinizi göreceksiniz. Önce insan sevgisi olmalı, insan sevgisi olmayan insan bu mesleğe girmesin. Biz makine ile uğraşmıyoruz. Kanı canı ruhu ile bizimle konuşan, bize sığınan, insanla karşı karşıyız. Bunu hissetmediğimiz sürece iyi doktor olamayız. Onun acısını hissetmeden, onun acısına çare olamazsın. Acıyı hastanla birebir hissedeceksin. Vicdanlı, özverili geniş görüşlü olacaksın. Bunlar doktorlukta çok önemlidir. İki elin kanda bile olsa, hastanla ilgileneceksin. Hasta acz içinde, sana tedaviye geliyor. Bunu yapmadığınız takdirde aldığınız alınan eğitimin bir anlamı olmaz. Bizde en önemli husus sabır ve hoşgörüdür, bunlar olmazsa olmaz. Hasta size her şeyi söyleyebilir, sert konuşabilir. Siz ona sert ve kırıcı konuşmayacaksın, sabırlı olacaksın. Bunlar olmazsa olmaz. Merhametli olacaksın, merhameti olmayan katı insandır. Bunlar iyi doktor olamazlar. Maddiyat her zaman ikinci planda olmalıdır. Maddiyat öne çıktığı zaman belki zengin doktor olabilirsiniz. Ama saygı duyulmayan, arkasından iyi konuşulmayan bir doktor olursunuz. Bu da iyi bir şey değildir. MY- Erdoğan ağabey, İskilip Yüksek Okulu ile ilgili çabalarınız olduğunu duyduk o Konu da açıklamanız varmı? Gazi Üniversitesine Bağlı Çorum Fakülteleri oluşturulurken, İskilip’te bir Yüksek okul kurulması fikri gündeme gelmişti. Bu safhada ön çalışmalar sırasında ben Rektörle bu mevzuu ciddi bir şekilde konuşmuştum. Rektör “ bu işin biraz zamana ihtiyacı var.” şeklinde açıklama yapmıştı. Daha sonra olay olgunlaşmaya başladı. Ben okul yeri şeçimi için İskilip’e geldim ve Belediye Başkanı Sayın Mehmet Lokumla beraber şu an içinde derslerin yapıldığı eski garajları gezdik ve binayı çok beğendim. O binaya karar kılındı. Belediyenin imkanları ile yapılmaya başlandı. Daha sonra Yeni Belediye Başkanı Sayın Numan Sezerin üstün çabaları ile bina bitirildi. Benim sınırlı çalışmam bundan ibarettir. Bana bu konuda; Çorum Bayatlı, halen YÖK Başkanı danışmanı, Öğretim Üyesi Ahmet Çoban Hoca büyük destek vermiştir. Kendisine hepiniz adına teşekkürü bir borç bilirim. M.Y.- Erdoğan Ağabey çok teşekkür ederim.

29 Mayıs 2012 Salı

MEHMET YILMAZ -İSKİLİP KAYMAKAMI

Mehmet Yılmaz Bey- İskilip Kaymakamı 11.04.2012 Mehmet Bey sizi tanıyabilirmiyiz. İzmir ödemişliyim. Babam devlet memuru idi. Manisa Alaşehir’de doğdum. Lise ikinci sınıfa kadar Alaşehir de okudum. Lise üçüncü sınıfı Ödemişte okudum. Ankara üniversitesi SBF Uluslar Arası İlişkiler bölümünü bitirerek, kaymakam oldum. Kaymakam vekili olarak 1996 yılında göreve başladım. 15 yılı doldurdum. Iğdır da vali yardımcılığı yaptım. Evliyim iki kızım var. MY-Çocukluk döneminde sizin üzerinizde tesiri olan, örnek aldığınız birisi var mı? Rahmetli Babaannem Osmanlı bir kadındı. Amcamlarla birlikte otururdu. Amcamın üç oğlu vardı. Onların başında durup ders çalıştırdı. Bana da çok tesiri oldu. Halen amcamın oğullarından biri deniz albayı, biri deniz yüzbaşısı, biri diş hekimi oldu. Ders çalışırken başlarında durarak, onlar İngilizce çalışırken onlarla birlikte İngilizce öğrendi. Ben ise herhangi bir yerden kurs, ders almadan kendi gayretim ve Allahın yardımı ile bu duruma geldim. Kız kardeşim Ödemiş Anadolu lisesinde müdür muavini. Memur bir ailenin çocukları idik, normal bir çocukluk geçirdik. MY-Üniversite yıllarınız nasıl geçti. Üniversite yıllarında evde ve yurtta kaldık. Mektebi mülkiye Osmanlıdan kalan 1800 kurulan gelenek ile tek idareci yetiştiren okul idi. Rahmetli Özal ile birlikte Üniversite sayısı arttı. SBF girdiğimizde, buranın çok iyi bir üniversite olduğunu biliyordum. Şu anda bile hayatta olan tanınmış bilim adamı hocalığımızı yaptı. Hasan Koni, İlber Ortaylı, Mümtaz Soysal, Bülent Daver hocamızdı. Özel üniversitelerin artması nedeni ile hocalar özel üniversitelere kaydı. MY- Orda okurken Maliyeci, hariciyeci başka bir meslekte de olabilirdiniz. Kaymakam olmak hayaliniz mi idi? Türkiye de şu meslekten olacağım deyipte, onun ile ilgili okula girebilen kişi sayısı çok azdır. Siyasala girişim tesadüf idi. Ben hep uluslar arası bölümünü yazmıştım. Ben buraya girerken, dışişlerinde elçi olarak çalışmak cazip geliyordu. Dışişlerinde kask sistemi vardı. Dış işlerinde çalışanların çocukları, yabancı dillerinin iyi olması nedeni ile Dışişleri Bakanlığına girmesi daha kolay oluyordu. Bende okula gelince, taşralı birisinin dışişlerine gelmesinin zor olduğunu anladım. Okulu bitirince birçok sınava girdim. Ben hayatımda tevekkül sahibi birisi oldum. Şuraya gireceğim diye hedefim olmadı. Şu noktadan sonrada, vali olacağım diye bir hedefim olmadı. Gittiğim yerlerde hizmet etmeye çalıştım. Burada Akşemsettin hazretlerinin konusunu ele aldık. Bir şeyler yapmak gayreti ile çalışıyoruz. MY -Kaymakamlık imtihanını kazanıp atanmayı beklerken, kaymakamlık konusunda nasıl bir hayal kurdunuz. Neler yapmayı hayal ediyordunuz? Ben o ara birçok sınava girmiş, vergi denet menliğini kazanmıştım. Hayatımda en sevmediğim ve yapmadığımda torpil işidir. Kaymakam olmak için bir arayışa girmedim. Her şeyi oluruna bıraktım. Bu arada da kaymakamlık yazılısını kazandım. Mülakat için ümidim yoktu. Rahatlıkla imtihana girdim. Mülakat imtihanına girdiğimde üç soru sordular. Soruların ikisini cevapladım, Üçüncü soruyu da bilmediğimi söyledim. İmtihanı kazanacağımı tahmin etmiyordum. İmtihandan sonra Ödemişe geldim. Babamlar ile birlikte otururken, arkadaşlarım gece 12 de telefon edip, kaymakamlık imtihanını kazandığımı bildirdiler. Bende heyecan oluşmadı. Açıkçası şunları bunları yapacağım diye vizyonla, proje ile çıkmadım. Kaymakam imtihanını kazanınca, üç yıl kaymakam adaylığı görev süresi oluyor. İdarecilik okulu olmayan, padişah mesleğidir. Osmanlıda şehzadeler devleti tanımak için Amasya, Trabzon, Manisa gibi belli illere şehzade vali olarak gönderilirdi. Kaymakamlık insanı çalışırken yetiştiriyor. Her gün bir şey öğreniyorsunuz. Devletin bütün kurumlarını tanıyorsunuz. Adliyenin işleyişini biliyorsun, onunla diyalogu, emniyet asayiş sağlık konularında, kişilerin ailevi sorunlarında bile, kanunda yazmayan birçok konuda mülki idareye görev geliyor. İdarecinin mevzuatla sınırlı bir görev tanımı yok. Toplumun bütün iş ve işlemleri ile ilgileniyorsunuz. Toplumun mülki idarecilerden görev beklentisi çok oluyor. MY- Siz idareciliği tanıtırken kontrol edici idarecilik değil, üretici idareciliği tarif etmiştiniz. Bunu açıklarmısınız? Anadolu da Osmanlı döneminden beri iz bırakmış Mithat paşa, Mehmet Varinli, Recep Yazıcıoğlu gibi valiler, klasik tarzı aşarak bulundukları yerin derdini, ekonomisini sosyal yaşantısı ile bütün sorunlarını paylaşarak, toplumun yaşam seviyesini yukarı kaldırmışlar. İnsanların yaşam kalitesini artırmışlar. Bizdeki anlayış makamında oturup, dosyaları tetkik edip, gelen evrakların imzalanması, birkaç köy ziyareti, ziyaretler yapar, akşamda evine gidersin. Buda görevini yapmış olur. Buna da kimse bir şey demez. Yapılan işlerin, isimleri öne çıkararak yayınlanması beni rahatsız ediyor. Bir işin yazılması, medyada yer alması gerekiyorsa bunu, kaymakam bunu yaptırdı diye değil de-” şu kadar para geldi, şu işler yapıldı” diye yazılıp yayınlanmasını istiyorum. Milletimiz akıllı, iş yapanla yapmayanı biliyor. Ekstra işler yapmak, proje üretmek idarecinin görevi olmalıdır. İyi idareci iyi adam kullanandır. İdareci her şeyi kendi yapmaya kalkarsa, yanlış yapar. Çünkü idarecinin altında; Tarımından, sağlığına, emniyetten, özel idaresine kadar birçok kurum vardır. İdareci her şeyi kendi yapmaya kalkarsa bir şey yapamaz. Fakat vatandaşın ihtiyacı varsa, kaymakamla görüşmelidir. Her yardım isteyen kaymakama gelmemelidir. Çözülemeyen iş için kaymakama ulaşılabilir. Sosyal yardımlaşmada, fakire fukaraya yardım ulaşmıyorsa bu konuyu çözmek için kaymakam devreye girmelidir. Kaymakamın kapısını açık olması iyidir ama, ihtiyaç varsa bu görüşme yapılmalıdır. Vatandaşlar kaymakamın kapısı önünde sıraya dizilirse yanlış olur. Sen kendini çok çalışıyor zannedersin ama, kendini yorarsın. Kaymakamla görüşürsen 100 lira 200 lira alıyorsun derler. Aslında bu görev sosyal yardımlaşma vakfı tarafından yapılmalıdır. İyi idarecinin kapısına çok vatandaş gelmemelidir. İyi İdareci iyi adam kullanabilen, memurlarını motive eden idarecidir. Mesaide 8- 17 Saatleri arası imza atan, ziyaret yapan, makamında oturan idareci değildir. İskilip e gelmeden önce İskilip’i tanıyor muydunuz? İskilipli Atıf Hocayı duymuştum. İskilip dolması meşhurdur, halk eğitimi başarılıdır dediler. Bilgilerim bunlarla sınırlıydı. Buraya geldikten sonra buranın ne kadar çok potansiyeli olduğunu anladım. Sonrada bu potansiyeli en iyi kullanabilmeyi amaçladım. İskilip’e geldiğimde; İSKİLİP İN TARİHİ DOKUSU BENİ ÇOK ETKİLEDİ. Üç sene önce, İskilip nasıl bu tarihi dokuyu koruyabilir diye, içimde ateş yanmıştı. Orhan beyin Çoruma başkan adayı olması, bizim yeni seçim sonucunu beklememizi gerektirdi. Ondan sonra Numan Bey başkanlığa seçildi. Konuları onunla paylaştım. Daha sonra İskilip’teki evlerden üç konağı Belediye olarak satın aldık. Vali Mustafa Toprak bu konuyu yakından takip etti. Çok sık soruyordu. Bize özel idarenin imkanları ile destek oldu. Halk eğitim bu evlerin restorasyonu gerçekleştirdi. Üç konak, 56 dükkânı restore ettirdik. Eski evlerimiz güzel, arastalarımız güzel ama yaşayan arasta için bir şey yapılmamış. Şimdi şunu gördük ki; bir şey yapıldığında kaynak bulunabiliyor. Artık İskilip’te bu işin geri dönüşü olacağını zannetmiyorum. Hedefim inşallah; Temenna mahallesi, kale, ayakkabıcılar arastası ve kaya mezarları ile diğer konuları önümüzdeki yıllarda halledebilmektir. Temenna mahallesi dâhil arastaları ele alacağız. İskilip’e 23 Nisan da, 5 Mayısta tur gelecek. İskilip’e firmalar tur düzenliyor. İskilip’in sosyal tesis ihtiyacı vardı. Seyir tepeyi ele alarak yaptık. Dediler ki burası işlemez. Hafta sonları 100 kişiyi aşkın kişi Seyir tepe ye dolma yemek için geliyorlar. Burası güzel oldu. Acil olarak Otel ve pansiyon ihtiyacı var. Bir madenci arkadaşın otel projesi var. Temenna mahallesindeki Yazmalı konak dediğimiz ev 6 odalık, 12 kişilik pansiyon vari özel misafirlerimiz için hazırlanmış yer olacak. Pansiyonda lazım. MY- İskilip in bizim küçüklüğümüzdeki kültürel yapısı ile şimdiki halinde kültürel olarak geri gidiş var. Yozlaşma meydana gelmiş. Yerli İskilipliler % 17 oranına düşmüş. Bu konuda ne yapabiliriz. Maalesef kültürel kimliği olan her yer, İstanbul dâhil bu duruma düşmüş. Eski İstanbul beyefendisi kalmadı. İskilip 1876 yılında belediye olan, Osmanlı zamanında bölgedeki 18 kütüphanenin 6 tanesi burada bulunan kazası imiş. Önemli bilim adamlarının Ali Kuşçunun kızının burada olması, Şeyhyavsunun, Akşemsettinin buraya yerleşmiş olması, Sunullah efendinin burada olması, buraları kültür merkezi haline getirmiş. Çağın getirdiği medya faaliyetleri, dünyanın küçük köy olması, küreselleşme yüzünden bu dejenerasyonu maalesef yaşıyoruz. İnsanlarda tek bir kültür, tek insan olma yönündeki gelişme ve küreselleşme yüzünden, büyük bir etkileşme oldu. Bu sebeble, kültürel yozlaşma her yerde var. Çocuklar metalika müzikte dinliyorlar. Bundan kaçınmak mümkün değil. Biz kültür sanat festivali düzenledik. Geleneklerin yaşatılması, devam ettirilmesine çalışıyoruz.İskilip’teki ramazan kültürü, düğünlerde dolma yapılması önemli adetlerdir. Devam ettirilemeyecek adetler var ama devam ettirebilecekleri devam ettirmeye çalışıyoruz. Sanat evinde bir takım gelenek görenekleri devam ettirmeye çalışıyoruz. Eyüpoğlu ailesinin kendilerine özel çorap ve yazma koleksiyonunu sergiliyoruz. İskilip te İskiliplilerin de bilmediği potansiyel var. Kız meslekte yazma atölyesi açıldı. Bir takım gelenek görenekleri, devam ettirmek istiyoruz. Ebru kursu açıldı. Ahşap oymacılık sedef işi devam ediyor. İskilipli ahşap ustalarına, tatlı kireç ustalarına restorasyon yaptırmaya çalışıyoruz. Belediye bünyesinde resterosyon kısmı oluşturuldu. Kültür alanında etkileşim var. Ama İskilip diğer yerlere göre daha iyi. Adetlerini devam ettiriyor. Geçen hafta bir toplantı yaptık. İskilip’in giriş, çıkış noktalarına 13- 15 ayrı yere sarı turistik levhalar taktıracağız. Bu levhaları görenler, burada gezilecek çok yer olduğuna inanacak. İskilip’in imajı Çorumda da çok iyi. Tanıtımı çok iyi yaparak, İskilip’i Sadece Atıf Hocası ile değil Ebusuutu ile Akşemsettini, Obruk barajı, lalesi, turşusu ve birçok potansiyeli ele alacağız. MY- Mehmet Bey, sizin İskiliplilerden beklentiniz nedir? İskiliplilere iletmek istediğiniz mesajınız varmı? Ben İskilip’i İskiliplileri seviyorum. İskilip e şiir yazdım. Her şehre şiir yazılmaz. İskilip kimlikli bir şehir. Ruhu var. İskiliplilerin ümitsizliğe düşmesini istemiyorum. Bu işin olacağına inanmamız gerekiyor. İskilip’te yaşayanlara bunları anlattığımızda “Ol mahiler, deryanın kıymetini bilmezler.” Deyiminde olduğu gibi İskilip in potansiyelinin farkında değiller. Her gün görüp yaşadıkları için; değerlerin farkında değiller. Şimdiye kadar bunların yapılmayışı, kolay olduğundan değil; zor olduğundan yapılmadı. İskiliplilerin yaşlıları bile bu değerlerin farkında değiller. İskilip’e kimi getirdiysek çok etkileniyorlar. Kanada dan gelenler, biz dünyada böyle yer görmedik dediler. İskilip’in potansiyeli çok yerde yok. Buna inanacağız. Ben buna inandım, İskiliplilerinde buna inanmasını bekliyorum. Betonlaşma arttı diyorlar. Tüm İskilip’i koruma altına almak gibi bir durum yok. İskilip şimdikinden daha iyi bir duruma gelecektir. Projeler üreterek, vatandaşlar yapılanları gördükçe hoşlarına gidiyor. İnsanları inandırmak zor. İnsanları inandırmak için çağdaş metotlarla, bilimsel metotlarla yapılanları duyuracağız. İskiliplilerin buna inanmalarını istiyoruz. İskilip’in potansiyelini tanıtmamız gerekiyor. İskilip betonlaşmış diyorlar ama, tarihi şehir denilen Amasya’nın bir tarafının dışında, her tarafı betonlaşmış durumda. Ama İskilip’in potansiyeli çok fazla. Bu kadar zengin Anadolu kenti yok. Halkımız ümitsizliğe düşmesin. İnanmasalar bu iş olmaz. Bu kadar potansiyel olan Anadolu kenti nadiren bulunur. Yapılan işlerle ilgili, gerekli parayı almaya başladık. İşleri bizim daha ucuza yaptığımızı görüyorlar. Vatandaşlarda yapılan işleri gördükçe, onlarında hoşuna gidiyor. Telefonla fotoğrafını çekiyorlar. MY- Şu anda İskiliplilerin % 80İskilip’ten ayrılmışlar. İskilip dışındaki İskiliplilerin yararlanacağı, devre mülk organizasyonu olabilirmi? İskilip’te otel, pansiyon, devre mülk ihtiyacı var. Açıkçası bu konular, Kaymakamlığımızın çözeceği bir konu değil. Seyir tepede, bingala tipi evleri yapmayı planlıyoruz. İskilip’in adı sık sık anılır oldu. NTV, Kanal 7, Samanyolu,TGRT gibi birçok televizyon, burada program yaptı. İskilip e fotoğrafçı turları geliyor, fotoğraf çekiyorlar. Pansiyonla ilgili uygun bir yer bulunduğunda, belediye ile ortaklaşa bunu yapabiliriz. Barınma, kalma sorunu önemli. Şu anda İskilip’e gelenler günü birlik kalıp gidiyorlar. Otel pansiyon gibi kalma yeri temin edebilirsek, gelenler bir süre burada kalırlar. Bir kısım gelenleri, evlerde ağırlamak imkânı oluyor. Evlerde ağırlamak konusunda talebimiz olduğunda, arkadaşlarımız severek yardımcı oluyorlar. Böylece turlar da gelen çocuklar, Anadolu evlerini tanıyorlar. Belediyenin bütçesi el verirse, onlarda otel pansiyon yapma işine girebilirler. İmkân dâhilin de gelenleri, öğretmen evinde ağırlıyoruz. Öğretmen evi de daha modern hale getirildi. Otel, apart otel, pansiyon işini yapıyım diyen kişiler çıkmaya başladı. Biz kendimizde yapalım diyoruz ama bütçemiz sınırlı. MY- Mehmet Bey İskilip şiirinizi okurmusunuz? İSKİLİP TE HER GÜN İskilip'te hergün Şehirler kurulur şehirler kalkar, Arnavut kaldırmı sokaklar Kaya mezarlarında krallar Ortaçağdan konaklar Akşemseddinler, Ebusuudlar Geçenleri selamlar İskilip'te hergün Sofralar iner sofralar kalkar Bilinmedik yüzyıllar Kazanlar boşalır gönüller dolar Doymadan çocuklar Göğe yükselmez dualar İskilip'te hergün Pazarlar kurulur pazarlar kalkar Demirciler, mutaflar Semerciler saraçlar Her arastada bugün Ustasız çıraklar Ahi Evran'ını arar İskilip'te hergün Tepeler iner tepeler kalkar Her sokakta bugün Gölgeler uçar Gölgeler konar Elinde kâğıtlar, boyalar Karadutlar, Çatalkaralar Bedriler, Rahmiler Resimler yakalar, resimler toplar İskilip'te hergün Fetihler dalgalanır Fatihlar doğar, Üçler, yediler, kırklar Bilinmez karışanlar Okunurken ezanlar Peşinden davullar İstanbul yolunda Fatihler, kumandanlar Akşemseddini sorar. Mehmet Yılmaz Mehmet Bey bana vakit ayırdığınız için teşekkür ederim. 11.04.2012

26 Nisan 2012 Perşembe

GIDA MÜHENDİSLERİ VE GIDA DENETİMİ

GIDA MÜHENDİSLERİ VE GIDA DENETİMİ Gıda üretimi yapan işletmelerin 5996 sayılı kanun ile Gıda Tarım Hayvancılık Bakanlığınca denetimi yapılmaktadır. 60 Beygir motor gücü veya on kişiden fazla işçi çalıştıran işyerleri, istihdamı zorunlu teknik personel bulunduracaktır. Küçük işletmeler bundan kurtularak teknik personel çalıştırma zorunluluğu olmadan çalışabilmektedir. Meslek odaları teknik personel bulundurma yönünden Bakanlık ile ilişki içindedir. Daha önce Bakanlıkta kurulan gıda denetim komisyonlarına meslek odaları üye vermekte iken, 5996 sayılı kanunla bu komisyonlar kaldırılmıştır. Şu an Türkiye de 56 adet gıda mühendisliği fakültesi var. Yıllık 3500 adet gıda mühendisi bu okullardan mezun olmakta, dolayısı ile piyasada gıda mühendisi enflasyonu bulunmaktadır. İhtiyacın üzerindeki teknik eleman, serbest piyasa şartlarında iş bulmakta zorlanıyor. Gıda mühendisi yeni işe girdiği et kombinasında, kesilen etleri buzhaneye taşımak için görevlendiriliyor. İşçinin yapması gereken görevi, teknik sorumlu kişiye yaptırıyorlar. Uygunsuz çalışma şartı getirilen gıda mühendisleri işinden ayrılmak zorunda bırakılıyor. Gıda mühendisi enflasyonu olan ülkemizde, iş bulma derdinde olan gıda mühendisinin çalışma şartlarına itirazı halinde işine son verilerek başkası işe alınıyor. Gelişmiş ülkelerde hastalıklara karşı, önleyici sağlık tedbirleri ile mücadele edilmektedir. Dolayısı ile bizim ülkemize göre; sağlığa daha az para harcamaktadırlar. Önleyici sağlık tedbirlerinin başında da gıda denetimi gelmektedir. Ülkemizde ise gerekli gıda kontrolü yapılmadığı için; hazır gıdaları tüketiyor, rastgele besleniyoruz. Denetimsiz olarak üretilip tükettiğimiz gıda ürünleri, başta kanser olmak üzere birçok hastalığın nedeni olmaktadır. Şeker tüketimimiz artmasıyla birlikte diyabet hastalığı artmakta, obozite sayısı çoğalmaktadır. Et tavukçuluğunda yeni doğan civcivlere ilaç enjekte edilerek, kemiklerinin irileşmesi önlendiği, piliçlerin yerinden hareket etmesi önlenerek, lop et haline dönüştürüldüğünü gazete haberlerinde okuyoruz. Bu durum ise tavukların genetik yapısını değiştirmekte, tüketicide genetiği değiştirilmiş tavuk eti yemektedir. Etrafımıza baktığımızda, her ailede kalıcı hastalıklar taşıyan insanlar da artış görmekteyiz. Amerikanın nüfusu bizim üç katımız olmasına rağmen, Obezite (aşırı kilo alma) hastalığında Amerika ile yarışıyoruz. Ülkemizde gıda denetimi yok denecek kadar az. GIDA MÜHENDİSLERİ, VETERİNERLER, ZİRAAT MÜHENDİSLERİ işsiz gezerken, Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığının yeterince gıda denetimi yapacak elemanı bulunmamaktadır. İlgili Bakanlığımız gıda denetimlerinde çok sayıda bal ile et ve et ürünlerinde sağlığa zararlı gıda üretenlerin ve para cezası alanların sayısını ve isim listesini yayınlamaktadır. Toplumumuz kendi sağlıklarını tehlikeye atan, her gün TV'lere reklam veren firmaların ürünlerini almamak ve kendi sağlığını korumak için o gıda teröristlerine karşı önlem almalıdır? Gelişmiş ülkeler vatandaşlarının sağlığını düşünerek, sıkı bir gıda denetimi uygularken, emperyal devletlerin tesiri ile hareket edilen ülkemizde, vatandaşın sağlığını nasıl korunacak? Emperyal ülkeler büyük bir gıda tüketicisi olan ülkemizde, yeterince gıda denetiminin olmaması sebebiyle, ellerindeki çoğu sağlığa zararlı gıda maddeleri ile et, süt vs. stoklarını ülkemize ihraç ederek köşeyi dönmektedirler. Aynı ülkeler kendi vatandaşlarının sağlığı için, ücretsiz gıda tahlili yapan laboratuarları halkının emrine vermektedir. Ülkemizde gıda kontrolünü yapacak mühendislerin odaları bile bu imkânı bulamamaktadır. Sadece yüksek ücretle tahlil yapan, kamuya ait gıda laboratuarları ülkemizde mevcut olup, sivil toplum örgütleri bu işe para ayırıp gerekli gördüğü gıdaları tahlil ettirememektedir. Ülkemizde gıda terörüne karşı, sivil toplum örgütlerinin kullanacağı ücretsiz gıda laboratuarları en kısa sürede açılmalıdır. Mevcut durumda; emperyal ülkeler bize sattıkları gıdaların denetimlerinin yapılamaması sebebi ile ellerini oğuşturmakta ve arkasından hızla hastalanan insanlarımıza; kanser dâhil çok sayıda ilaç satıp servetlerine servet katmaktadır. İnsanlarımızı hasta eden bu sorumsuzluğa kim dur diyecek? Bu durumu bilen basın yayın ile sivil toplum örgütleri, başta meslek odaları, neden seslerini çıkarıp gerekli girişimde bulunmuyorlar? Zararlı gıda ürünlerinin tüketimi sebebi ile sağlığı bozulan, tedavi için milyarlarca lira para harcanan halkımıza bunu kim nasıl açıklayacaktır? Yurt dışına gidip gelen bürokratımız diyor ki-“ Almanya’ya gidip tereyağı ile kahvaltı yaptığımda, tereyağı yediğimin farkına varıyorum.” Bizde ise bazı firmalar tereyağının içine margarin, patates vb. katıyorlar. Gümrüklerde gıda girişleri sıkı bir kontrole alınmalı, yabancıların ülkelerinden çıkardıkları günü geçmiş ve zararlı gıda ürünleri, bizim ülkemize girmemelidir. İnsanımızı daha fazla dert sahibi yapmayalım. Sık sık gazetelerden okuyoruz” Şu ülke ihraç ettiğimiz gıda ürününde, şu noksanlık bulunduğu için ihraç ürününü iade etti.” Bu ürünler ise çarşıda pazarda “bunlar ihraç ürünü abi” diye satılmaktadır. Başkasının iade ettiğini biz tüketiyoruz. Mustafa Yolcu