27 Ağustos 2018 Pazartesi

GO HOME ( EVİNE GİT ) AMERİKA


GO HOME ( EVİNE GİT ) AMERİKA

Yurdumuz da ve Dünya’da olumsuzlukların, problemlerin sebebi Amerika.
İsrail’in hamisi, dünya emperyalizmin lideri, milyonlarca insanın kanını akıtan Amerika.
Silah tüccarı, B. Milletlerin ağası Amerika.
Dünya’da CIA, FBI ile kanlı sabotajları düzenleyen Amerika.
Ülkemizde askeri darbeleri, bölücü ve mezhep hareketlerini yöneten Amerika.
Irak’a zehirli gaz üretiliyor bahanesi ile girip, bir milyon Iraklıyı öldüren Amerika.

Amerika’nın 250 yıllık tarihi kanlı olaylarla dolu. Zulüm ve soykırımları saymakla bitmez. Amerika Birleşik Devletleri, bağımsızlığını ilan etmeyi başardıktan sonra, topraklarını genişletmek amacıyla 1830 yılında çıkarılan “Kızılderili Tehcir Yasası” ile bölgede yaşayan tüm yerlileri kendi topraklarından çıkardılar.
ABD’nin resmi devlet politikası olan Kızılderili soykırımı, Nazi Almanya’sında Yahudilere karşı uygulanan soykırımdan çok daha büyük bir soykırımdı. ABD’nin resmi makamları Kızılderili kellesi başına 5 dolar ödemişti. ABD’liler, “Bu Kızılderililerin tamamen imha edilmesi gerekiyor”, En iyi yerli ölü yerlidir politikasıyla kıtayı, binlerce yıldır üzerinde yaşayan Kızılderililer ‘in elinden zorla almıştı. Bunu sağlamak için ilk biyolojik silah, Kızılderililer üzerinde uygulandı. Sürgüne gönderilen Kızılderililere, yardım olarak dağıtılan battaniyelere çiçek mikrobu bulaştırılarak, çok sayıda yerlinin öldürülmesi sağlandı. Kızılderili soykırımıyla, bugünkü Amerika’nın temeli atıldı. Dünyada en büyük soykırım suçlusu, Amerika Birleşik Devletleri’dir. Tam yetmiş milyon Kızılderili’yi kendi vatanlarında katlettiler.
Amerika Birleşik Devletleri demek; uygarlıkların ve kültürlerin yıkımını demektir. Mazlumların kanlarını emerek sömüren bu devlet, “demokrasi, insan hakları ve özgürlük” vaatleriyle kendi zihniyetini, sömürü düzenini, politikasını sürdürmeye devam ediyor. Amerika Birleşik Devletleri tarihi gerçek anlamıyla işgallerin, savaşların, soykırımların, işkencelerin, haksızlıkların, kan ve gözyaşının tarihi demektir. Amerika yaptıklarını meşru göstermek için, çizgi romanları, Hollywood filmleri ve yalan yazan bir sürü tarih kitapları ile tüm dünyayı aldatmaktadır. Örneğin çoğu Amerikan çizgi romanlarında, filmlerinde, tarih kitaplarında Kızılderililer, kafatası avcısı, barbar, vahşi, saldırgan ve psikopat olarak dünyaya empoze edilmiştir. Halbuki vahşi, barbar, psikopat ve saldırgan olanlar bizzat Amerika politikasıdır.
Kızılderililerden sonra Amerikan vahşetinde ikinci sırayı, Afrikalı köleler alır. Köle ticareti ile 19. yüzyıla kadar toplam 34 milyon Afrikalı ve Orta Doğulu köle ölmüştür. İngiliz Parlamentosu’nun raporlarına göre 1768′de Afrika’dan Amerika’ya İngilizler 60.000, Fransızlar 23.000, Hollandalılar 11.000, Portekizler 1.700 köle götürmüş, o yılda toplam satılan köle sayısı 97.500’ü bulmuştu. 1787 yılında bu sayı 100.000 zenci köleye ulaşmıştır
Şu ana kadar yaptığı tüm işgal ve soykırımlarından da anlaşıldığı üzere ABD, dış politikasını kendi çıkarları ile odaklı, tamamen yalana dayalı “İnsan Hakları, Özgürlük ve Adalet “sloganlarıyla kan, gözyaşı, acı ve soykırımlar yaparak gerçekleştirmiştir.”
Amerikan kıtasını işgal için Kızılderilileri yok etmeyi, Afrikalıları köle olarak kullanmayı, atom bombası ve kimyasal silahlar kullanarak katliamlar yapmayı, ülkelerdeki etnik gruplardan faydalanarak onları birbirine düşürmeyi, kardeş kavgalarını, ülkeleri bölmeyi, tüm bu vahşeti yaparken de dünyaya şirin görünerek, Birleşmiş Milletler ve NATO, İnsan hakları örgütleri, IMF ve Dünya Merkez bankası çatısı altındaki teşkilatları yöneterek, menfaati için çok güzel kullanmıştır. Aynı doğrultuda, müttefiki olan İngiltere, Fransa, Almanya gibi ülkeleri de yanına alarak, tüm dünyaya meydan okumakta resmen eşkıyalık yapmaktadır. Kendisine karşı gelen, kafa tutan ülkeleri de yine müttefikleri ile beraber, ekonomik krizlerle ve çeteleri ile dize getiren ABD, bir gün mutlaka bu yaptıklarının cezasını çekecektir. Gün gelecek, işgale ve zulme uğrayan ülkeler birleşerek, Amerikan Emperyalizmine hak ettikleri en güzel cevabı verecektir. Zalimin zulmü yanına kar kalmayacaktır.
Bizde Amerika’nın yaptıklarını, mezalimini unutmayalım, unutturmayalım. Sakın ola ki elma şekerine kanmayalım.
Mustafa Yolcu- 27.08.2018



19 Ağustos 2018 Pazar

İSKİLİPLİ OLMAK


İSKİLİP’Lİ OLMAK

İskilip’te metin Kalyoncu abinin deyimidir bu. İSKİLİPLİ OLMAK.
Bu ne mana ifade etmektedir?
İskilipli olarak kendimize acındırmaya, geri kaldık demeye, nüfusumuz azaldı. Göç devam ediyor lafına gerek yok.
Ne yapılmalıydı?
Ne yaptık?
Çocuklarımızı ne kadar eğittik? Onlara iyi bir insan olmayı öğretebildik mi?
İki İskilipli yan yana geldiğinde, dedi kodu etmenin dışın ’da ne yaptık? 

İskilip’te önceden tüm erkek çocuklara sanat öğretilir, sonra ’da bu çocuklar okur veya baba mesleğini yapardı.

Şimdi sanatkarlık ruhu bitti. Çocuklar televizyon ve telefon çocuğu oldu. Aile yapısı erozyona uğradı. Değerlerini kaybetti. Anaya babaya itaat edilmez oldu.

Köyde üreten aileler, üretmez oldu. Yumurtayı, eti, yağı şehirden, köye götürür oldu. Tarlalar ekilmez, bağ bahçe bakılmaz oldu.

Üretmeden tüketmeye başladık. Yaşlılık aylığı, malul aylığı, anne babaya bakma aylığı ile aylığa bağlandık. Üretmeye gerek kalmadı. Nasıl olsa aylığımız geliyor. Aybaşı oluyor, bankamatikler insan kuyruğu ile dolu.

İskilip tabiri ile” Büyükler almış başını gidiyor. Bebekler de başını sallıyor. “Babalarının yaptıklarını, çocuklar ’da devam ettirecek. Bankamatik kuyruğuna, ekmek kuyruğuna onlar ’da girecek.

Çarşı’da arastalar kapandı. Sanatkâr tükendi. Sanayide üretim durma noktasına geldi. Kahvehane ve lokanta sayısı arttı. Pideci çoğaldı. Pide derken, eski nefis pideler yok. Pideler pide gibi değil. Ağzı bir tarafta, gözü bir tarafta denilen şeklini, yapısını değiştirdiler. Fırına hamuru atıyorlar, nasıl çıkarda çıksın umurlarında değil.

Geleneksel dolmamız ’da aynı sorunu yaşıyor. Dolmacılık sanat olmaktan çıkıp, ticarete dönüşmüş. Soğan kavrulurken karartıldığından, dolmada siyah renk alıyor. Dolmanın açık sarı renkte olması gerekiyor. Rahmetlik Mehmet Kaymaz hocamız” dolmanın soğanını karartıyorlar, dolmada kara renkli oluyor. Bu yüzden İskilip’te isteyerek dolma yemiyorum.” Derdi. Burada en büyük etken, kabala dolma fiyatı anlaşması oluyor. En iyisi davet sahipleri, dolma malzemelerini kendi almalı, Dolmacı’ya sadece dolmayı yapmak kalmalıdır.  İskilip’te kasap arkadaşın anlattığını ’da aktarmadan geçmiycem.- “Dolmacı bana ucuz et var mı diye soruyor. Bazı hayvanlar hastalıklı oluyor. Hasta hayvanı ucuz fiyata alıyoruz. Ucuz et talebi olunca ‘da kesip etini satıyoruz.” Demek ki bundan dolma eti yapılıyor. En güzeli kaliteli malzemeyi alıp, Dolmacı’ya teslim etmek.
Dolma lengeri küçülüp, sahana dönüşmüş. Tepsiye tadımlık helva konuluyor. Davetler evde değil, lokanta ’da verilir olmuş. Davet şahsa değil, topluma yapılıyor. Gelen çok olunca ’da ikramlar küçülmüş. Davete gelen karnını doyuramıyor. İki davete giderse karnı ancak doyuyor. Tabi ikinci dolma davetini bulabilirse.

İskilip’te kimse kimseyi tanımaz olmuş. Selam yok, sabah yok. Şehrin iftiharı olan parkı, gecekondu semtine dönüşmüş. Park alanı üzerine bina yapılmış. Bina cepheleri estetik olmayan, tomruk sırtından çıkan malzemelerle kaplanmış. Kimsede parkın gecekondu olmasını, ne oluyor diye sormuyor. 

Aynı şeyleri tekrarlıyoruz!  İskilip niye geri gidiyor? Nüfusumuz niye azalıyor? Tosya yolu niye açılmıyor?

Eski İskilip olmak istiyorsak, üretmeliyiz. Ürettiğimizi dışarı satıp, üretim merkezi olmalıyız. Sanatkâr yetiştirmeli, arastaları tekrar doldurmalıyız.
Rabbim verirde, yer altından stratejik bir maden veya termal su çıkarsa İskilip’in makûs kaderi o zaman değişir. Bunlar olmazsa; DEVEYE SORMUŞLAR NİYE BOYNUN EĞRİ. DEVE DEMİŞKİ, NEREM DOĞRU Kİ BOYNUM DOĞRU OLSUN.

Bütün okuyucularımın bayramını kutluyor, hayırlı bayramlar diliyorum.

Mustafa Yolcu
19.08.2018


6 Ağustos 2018 Pazartesi

İSKİLİP TAŞ MEKTEP HATIRASI

İSKİLİP TAŞ MEKTEP HATIRASI

ANAP’tan, 1987-1991 tarihleri arasında Çorum Milletvekili olan Mustafa Namlı, İskilip’te bulunan taş mektep ile ilgili hatırasını anlattı.

Milletvekili olduğu dönemde, Çorum ve İskilip’e bir şeyler kazandırmaya çalışan Mustafa Namlı, dönemin Milli Eğitim bakanı olan Hasan celal Güzel’den, İskilip’e bir şeyler kazandırabilmek için yatırım talebinde bulunuyor. Hasan bey, Mustafa Namlı beyi dinledikten bir süre sonra, Cumhur Başkanı Kenan Evren’den gelen bir talimatı, Mustafa Bey’e iletiyor.

Talimatta – “Taş Mekteplerin yıkılarak, yerine yeniden okul yapılması.” Yer alıyor. Hasan bey –“Sizin İskilip’te bulunan taş mektebi yıkalım, yerine yeni okul binası yaptıralım.” Diyor.

Mustafa bey de taş mektebi yıkmayalım, yanın ’da müsait arsa var orayı satın alıp, okulu oraya yaptıralım diyor.

Hasan bey- “O zaman bu işe sen öncülük et. Gidip o arsayı alın, okulu oraya yaptıralım.” Diyor. Bunun üzerine İskilip’e giden Mustafa Bey, ilk olarak İskilip’in Milli Eğitim Müdürü olan Adnan Pabuççu ile diyalog kuruyor. Sonra kaymakamlığa gidip, Kaymakam Mal Müdürünü çağırıyor. Birlikte konuyu konuşarak, taş Mektebi’n bitişiğinde bulunan arsanın sahibi Ethem Tatarla buluşuyorlar. Ethem bey 10.000.-TL karşılığında, arsayı vermeyi kabul ediyor. Mustafa bey “bu paranın 1000-TL sini ben karşılarım.” Diyor.

Mustafa Bey, Kaymakam, Mal Müdürü, Adnan Pabuççu ile birlikte, esnaftan para toplamaya çıkıyorlar. Neticede Mustafa Bey’in kattığı 1000.-TL ile birlikte, 4000.-TL para toplanıyor.

Mustafa bey Ankara’ya gelerek, durumu Hasan Celal Güzel Bey’e iletiyor. Milli Eğitim bakanlığı arsayı kamulaştırarak, bu alana yeni okul binasını yaptırıyor. Böylece TAŞ MEKTEP’İMİZ yıkılmaktan kurtularak, kendini korumuş oluyor. Bir akıllı ’da gelip, Taş Mektep ’in duvarlarına sıva yaptırıp, orijinalliğini bozmuştur. Bir an evvel duvarlardan sıvaların kazıtılarak, okulun eski haline dönüşmesini tüm hemşerilerimiz arzu ediyor.

Aynı dönemde, Abdul Hamit Hanın ülkemize kazandırdığı taş mekteplerden, Çorum’ da iki taş mektep, diğer illerde ’de taş mektepler yıkılarak, yerine beton binalar yapılmıştır.

Mustafa Bey’den bu kadar bahsettikten sonra, TBMM ‘de Mustafa beyin anlattığı bir olayı ’da sizlerle paylaşmak istiyorum. Mustafa Bey, kendisine gelen hemşerilerimizin isimlerini defterine not eder, hangi konu için geldiğini ’de yazardı. Bir hemşerimiz yanına, dört ayrı konu için gelmiş. Mustafa Bey’de yardımcı olmuş. Aynı kişi beşinci kere Mustafa beyin yanın geldiğinde bende orada idim, Mustafa Bey hemşerimize “Ahmet Bey, dört ayrı iş için geldin yardımcı oldum. Müsaade ette, bir başka hemşerimize yardımcı olalım artık.” Dedi.

Mustafa Bey’in mecliste her gün odası dolar, öğleyin olunca ’da kalabalık bir gurup olarak gelenleri yemeğe götürürdü. Aynı dönemde ANAP’ lı diğer milletvekilleri ’de, yemek masrafı çıkmasın diye öğleden sonra odalarına gelirlerdi.

45 Yıldır Ankara’dayım. Çorum’dan birçok milletvekili geldi geçti. Mustafa abi ile kurduğum diyaloğu, diğer milletvekilleri ile kuramadım. Bu dönemde seçilen Milletvekili EROL KAVUNCU Bey, inşallah sorunlarımıza çözüm bulmaya çalışacaktır.

Taş Mektebi’mize sahip çıkıp, yıkılmaktan kurtardığı için, eski Milletvekilimiz Mustafa Namlı abimize teşekkür ediyor, Memleketime yöremize taş üstüne taş koyandan Allah razı olsun diyorum.

Mustafa Yolcu- 05.08.2018

5 Ağustos 2018 Pazar

YAVUZ ASLAN ARGUN ABİ İLE HATIRALAR



YAVUZ ASLAN ARGUN ABİ İLE HATIRALAR

Yavuz abi Mücadele hareketinin pratisyeni idi. Sorunlara çözüm bulan, birleştirendi.
1973 yılı memleketim İskilip’te idim. Akşam vakti evimizin kapısı çalındı. Kapıyı açtığım ’da Ahmet keskin arkadaşımı karşımda buldum. Sevinç içindeydi. Hayırdır diye sorduğumda, gazete kupürünü göstererek- “Yavuz abi hapisten çıkmış.” Dedi. İkimizde çok sevinmiştik.

Aynı yıl üniversiteyi kazanıp, Ankara’ ya geldiğim de Bahçeli evler 1. Durakta OÇOK yurdunda kalıyorduk. Akşam, Yavuz abi yurda gelecek dediler. Bir yere gitmeden, Yavuz abiyi bekledik. Kendisini merak ediyordum. Yurda geldi ve hapishane de yaşadıklarını, ülke gündemini anlattı. Bu arada onunla yurda gelen, rahmetli GÖMÜLÜ ÇOBAN “FAİK ERYILDIZ”, Sorme mene nazlı gardaş, dönirem ağlayı ağlayı! şiirini okudu. Hepimizde çok etkilenmiştik.

Yavuz abinin, yavaş ve oturaklı bir ses tonu vardı. İnsana güven veriyordu. Daha sonraki yıllarda, değişik vesilelerle kendisiyle karşılaştım.

Turgut Özal Yavuz abiye haber göndererek, bir yere gideceklerini buluşmalarını bildirmiş. Söylenen saatte, İstanbul’da Turgut beyle buluşmuş. Yavuz abi bundan sonrasını şöyle anlatmıştı. – “Turgut Bey bana boş bir çanta teslim ederek, bu sende dursun dedi. Birlikte arabaya binerek, bir fabrikaya gittik. Fabrikanın sahibi bizi kapıda karşılayıp, idari binanın yukarı katına buyur etti. Kahvemizi içerken, birisi gelip yanımdaki çantayı alıp gitti. Bir süre sonra çantayı tekrar getirip, yanıma koydular.

Sohbetimiz sona erdi, kalkıp giderken çantayı da aldım. Çanta kurşun gibi ağırdı. Merdivenden inerken, Turgut Bey çantayı benim elimden alarak “Yavuz artık ben götürürüm.” dedi. Dolu çantayı, artık kendisi taşıyordu

 ANAP iktidarının ilk döneminde, İstanbul’ da bulunan kuzenimi Yavuz abinin yardımı ile Eminönü Belediyesine aldırdım. Teyzem Yavuz abiye çok dua etmişti.
Yavuz abi ceza evinde iken, kendisinin avukatı olan Mehmet Altınsoy’u çok sever, kendisinden Mehmet abim diye bahsederdi. Vefasını her zaman gösterirdi.

Yavuz abi Mehmet Altınsoy’un, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı olduğu dönemde, BELKO işletmesinin başına geçmiş, Ankara’nın kömür ihtiyacını temin ediyordu. BELKO ya   Ziyaretine gittiğim’de sekreteri olan yeğeni, telefonda “UĞUR DÜNDARIN BEKLEDİĞİNİ, GÖRÜŞMEK İSTEDİĞİNİ “bildirdi. Yavuz abi- “Görüşmek istemediğini, yok demesini.” Söyledi. Bu iki sefer tekrarladı. Uğur Dündar ısrarla görüşmek istediğini söylüyordu. Yavuz abi en sonunda yiğenini azarlayarak, telefonu kapattırdı. Ben Yavuz abiye, niçin görüşmek istemediğini sorduğumda- “Ermenilere ait bir şirketin, kömür ithalinde usulsüzlük yaptığını. Bunu da kendilerinin tespit ederek, konunun üzerine gittiklerini. Bu konuyu haber alan Uğur Dündar’ın, konunun üzerine gitmek için değil, konuyu öğrenip daha sonra konuyu kendilerine koz olarak kullanmak istediğini. Bunu bildiği için, Uğur Dündar’la görüşmek istemediğini söylemişti.

1986 Yılı’nda Yavuz abiyle, çalıştığım kurumda karşılaştım. Kurumun başında bulunan kişiyle görüşmek istediğini ama görüşemediğini bildirdi. Bende Yavuz abiyle, karşılaşmak istediği kişiyi karşılaştırdım. Görüşmeleri bitip oradan ayrılan Yavuz abiyi, üzgün ve düşünceli buldum. Niye üzgün olduğunu sorduğumda- “Arkadaşın bu göreve gelmesini, ben sağladım. Şimdi ise bu arkadaş bana yardımcı olmadı.” Dedi.

1 Mart 2003 tarihin de TBBM de Amerikan askerlerinin Türkiye üzerinden Irak’a girmesi için oylama yapılacaktı. Kamuoyu ikiye ayrılmıştı. Halkın çoğunluğu buna karşı çıkıyordu. Mecliste ne olacağı belli değildi. 1 Mart günü Yavuz abiyle, bir arkadaşımın işyerinde karşılaştık. Yavuz abi teskereye şiddetle karşı çıkıyor, teskere meclisten geçerse, ilerde Irak halkına bunun cevabının verilemeyeceğini söylüyordu. Tanıdığı bütün milletvekillerini telefonla arayarak, hayır oyu kullanmalarını tavsiye ettiğini bildirmişti. Sonuç Yavuz abinin dediği gibi olmuş, büyük sürpriz yaşanmıştı.

Mücadele hareketi dağılmış, her kez farklı bir kulvara gitmişti. Ben  Yavuz abinin, mücadele hareketinin içinde bulunduğu durum hakkındaki düşünceleri merak ediyordum.
Kendisi ile bir arada olduğumuzda yavuz abi, Aykut beyden “AYKUT BEY KARDEŞİM” diye söz ediyor, kendisi hakkında menfi bir şey söylemiyordu. Bu durumu kendisine- “Sizi bazı konular da mağdur etmiş birisine, Aykut Bey kardeşim diyorsunuz. Bunun nedeni nedir?” diye sorduğumda; kol kırılır, yen içinde kalır. Böyle söylemek zorundayız demişti.

Anlattığı başka bir anekdot da “Aykut Bey kardeşim ve bazı arkadaşlarla birlikte oturuyor, sohbet ediyorduk. Meyve yerken, bir arkadaşımız elmayı soyup, Aykut beyin ağzına uzatmaya kalktı. O arkadaşımızın eline vurdum ve elmayı yere düşürerek, bir daha böyle yapmayın. Soyduğunuz elmayı kendisine ikram edebilirsiniz dedim.” diye anlatmıştı.

Ankara da vefat eden Ayaşlı kardeşimiz, kısa bir süre Muhsin beyin partisinde bulunmuş, Muhsin beyle çalışmıştı.  O arkadaşımız vefat ettiğinde Muhsin Bey, Ayaş ta cenazesine katılmış, evine gitmiş, vefasını fazlası ile göstermişti. Daha uzun süre Aykut beyle çalışmasına rağmen, Aykut Bey bu arkadaşımızın ölümünde taziye bile göndermemişti.

Asıl vefa gösterecek kişi Aykut Edibali, YAVUZ ABİNİN cenazesine bile katılmadı. Aykut Bey, cenazeye katılsaydı kazanırdı. Katılmadı kaybetti. Hiç kimsede bu durumu savunamaz, mazeret gösteremez. Yavuz abiyi sevenler, sayanlar cenazesinde de onun yanın da idi. Yavuz abiye Allahtan rahmet, yakınlarına baş sağlığı diliyoruz.

Mustafa Yolcu










6 Temmuz 2018 Cuma

ÇALIŞMAYAN ORGAN YOK OLUR


ÇALIŞMAYAN ORGAN YOK OLUR

Otobüs durağında beklerken, 78 yaşlarında birisi ile sohbet ettik.   Konuşmamız sırasında   bu kişi dedi ki- “çalışmayan organ yok olur.”

Bu ne demek diye sorduğumda” Eğer organlarımızı çalıştırmazsak, tembelleşir özelliğini kaybeder ve yok olur. Mesela ayağımız, gerektiği kadar yürüyüş yapmazsak, merdiven çıkmazsak, yürümemiz zorlaşır yürüyemez oluruz” dedi.

Bu misalleri çoğaltabiliriz. Beynimizi gerektiği kadar çalıştırmazsak, hesap yapıp kitap okumazsak, beyin özelliğini kaybetmeye başlar. Bunun ilk safhası unutkanlıktır. İsimleri, eşyaları koyduğumuz yerleri, şahısları unutmaya başlarız. Sonunda en yakınımızdakileri tanımaz hale geliriz.

Vücudumuzun tamamını sistematik olarak çalışmak, sağlıklı olmasını sağlamak durumundayız. Kendimizi geri çekersek, iş göremez psikolojisine düşersek, kendimizi yok olma kompleksine sokarız.

Bu durum hayatın, bütün evreleri için geçerlidir. Dernek, vakıf, sivil toplum örgütleri ’de böyledir. Bu çalışmalar ’da aktif bir durum yoksa, etkinliğini kaybetmişse yok olmaya mahkumdur.

Devamlı yeni proje üretilip, güç kazanıp çalıştırılması gerekir. Yeni fikirlere açık olmalı, karşılıklı fikir alışverişi yapılmalıdır. O zaman bütün organları harekete geçer, yok olmaktan kurtulur.

Bir devlet düşünün. Bu devlet bütün organları ile çalışıyor, hizmet üretiyorsa o devlet baki olur. Ayakta kalır, güçlü olur. Durum tersine ise bu kötüye işarettir. Şu anda, kamu kurumlarında çalışan personelin çok azı çalışıyor, diğerleri bankamatik memuru olmuşlar. Ay başı gelince maaşını alıyorlar, iş yaptıkları yok. İş takibine gelen vatandaş, bugün gitsin yarın gelsin. Kimsenin umurunda değil.

Gölbaşında bulunan arsamın üzerinde, belediyenin imar harcı takyitadı vardı. Bu borcu, 2011 yılında ödedim. Takyidatı kaldırma yazısını Belediyeden alarak, aynı gün tapuya getirdim. Tapu ya yazıyı teslim ettiğimde” tamam siz gidebilirsiniz, biz takyidatı kaldırırız dediler. 20 Haziran 2018 tarihin ’de tapuda bu arsa ile ilgili işlem yapmak istediğimde, bahsettiğim takyidat yine karşıma çıktı. Belediyeden yine yazı getirdim, Tapu Müdürüne ilettim. Müdür beyin görev verdiği elemanlar, yine ipe un serdiler. Benim ısrarım üzerine takyidat kalktı. Ben az çok bu işi bildiğim için ısrarcı oldum, işimi bitirdim. Peki sade vatandaşlar ne yapacaklar? O zaman işin bitirilmesi için başka yollar aranıyor.   

Bu benzetme, bütün kamu kurumları için yaygınlaştırılabilir. Fransa’da çalıştığını söyleyen bir işçimiz diyor ki; “Fransa da kamu kurumuna işiniz düştüğünde, evrakınız tamamsa evrakınızı teslim ediyorsunuz, işiniz takıntıya uğramadan sonuçlanıyor.

Demek ki “ORGANLARIMIZI ÇALIŞTIRMAMIZ GEREKİYOR. AKSİ TAKDİRDE ÇALIŞMAYAN ORGANIMIZ YOK OLUYOR”.

Bedeni, maddi, manevi bütün organlarımızı iyi çalıştıralım. Sağlıklı olsunlar, verimli olsunlar, yok olmasınlar.
Mustafa Yolcu- 04.07.2018

7 Haziran 2018 Perşembe

ELMALILI M. HAMDİ YAZIR


ELMALILI M. HAMDİ YAZIR merhumun kuran meali ön sözünde bulunan yazıyı sizlerle paylaşıyorum.

ALLA HI bilmeyen
Dünya ya sarılır
Dünyayı bilmeyen
Hülya ya sarılır
Hülya ya sarılan
Hakikate darılır
Yiğit'i görmeyen
İsmine bayılır
Önünü görmeyen
Sonunda ayılır
Kanunu tanımayan
Kanun'da ayılır
Kitabı tanımayan
Hesapta uyanır
Kuranı anlamayan'da
Tercümesine sarılır.
Rahmetlinin bu yazısından her
kez kendine göre bir hisse çıkarır inşallah.

1 Nisan 2018 Pazar

ŞEKER FABRİKALARININ ÖZELLEŞTİRİLMESİ


ŞEKER FABRİKALARININ ÖZELLEŞTİRİLMESİ

Dünya da şeker ihtiyacının %72 şeker kamışı ve mısır nişastasından, %28 şeker pancarından elde ediliyor. Yurdumuz ’da ise yıllardır şeker ihtiyacımız, şeker pancarından karşılanıyordu.Yıllık şeker ihtiyacımız 2,5 milyon ton olup, kişi başı yıllık 30-35 kilo şeker tüketilmektedir.

AB ülkelerinde nişasta bazlı şeker için ortalama %2 lik kota uygulanırken, Fransa ve Almanya’da %0,5- 0,9 civarında iken, ülkemizde bir ara % 15 nişasta bazlı şeker üretimine izin verilmiştir. Nişasta bazlı şeker üretimi ucuz olduğu için, gıda sanayiinde tatlandırıcı olarak, yoğun şekilde kullanılmaktadır.

Yüksek früktoz içeren mısır şurubu doğal değildir. Bu tatlandırıcılar alındığında, vücutta insülin salgısı olmaz. Şeker direk kana karışır. Bu sebeple diyabet, şişmanlık, tansiyon hastalığı, damar hastalıkları meydana gelir.

Kristal Şeker alındığında ise vücut insülin salgılar. İnsülin şekeri dengelemeye çalışır. Tokluk hissi oluşur. Kullanılması uygun olan şeker, kristal yani pancar şekeridir.

Yeni kabul edilen torba yasada mısır tatlandırıcısı olan, nişasta şekerine %5 kota getirilmiştir. Fakat ülkemiz ’de ihracat amaçlı kurulan nişasta şekeri fabrikalarının üretiminin ne kadarı ihraç oluyor, yoksa bir kısmı yurt içinde mi kullanılıyor, bu düşündürücü konudur. NBS fabrikalarına mısırın büyük kısmı Amerika’dan gelmektedir.

 

Mısır tatlandırıcısı üretimi fazla olup, piyasa da daha fazla kullanıldığında, kristal şekerin kullanımı azalmakta, şeker fabrikalarında stok oluşmaktadır. Bu sebeple fabrikalar, pancar alımını azaltmakta, bu durumda pancar üreticilerini zora sokmaktadır.  Bizim üreticimiz zora girerken, yurt dışından mısır alınmaktadır!...

Pancardan şeker üretiminde ’de şu hususlar vardır. Yurdumuz ’da şekerin elde edilme yüzdesi en fazla olan pancarlar, İç Anadolu bölgesinde yetişmektedir. Bunun sebebi de bu bölge de gece ve gündüz sıcaklıklarının en fazla olduğu bölge olmasıdır. Bu bölge de rakım 1000 metre civarındadır. İç Anadolu bölgesinde bir kilo şeker, 90 kuruş civarında mal olmaktadır.

Sakarya tarafı çok yağış olduğundan, pancarlar iri olmakta, şeker elde etme yüzdesi düşmektedir. Dolayısı ile bu bilgede şeker yaklaşık iki liraya mal olmaktadır.

Doğu Anadolu bölgesinde, havaların soğuk olması sebebi ile pancarın yetişme mevsimi kısa olmakta, fabrika da üretim 1-2 ayda bitmekte, şekerin kilo su 5 liraya mal olmaktadır.

Bu durumda iç Anadolu bölgesi dışında pancar ekimi, pancardan şeker üretimi ekonomik olmamaktadır. 

Şeker pancarından şekerin dışında alkol, ispirto, küspe elde edilmekte, hayvan yetiştiricilerinin yem ihtiyacı karşılanmaktadır. Ayrıca şeker fabrikaların atölyelerinde, şeker fabrikalarının ihtiyacı olan makine üretilebilmektedir.

Şeker fabrikaları tarımsal üretim, istihdam, fabrikalarda üretim ve sağladığı istihdam ile ülke ekonomisine katkı sağlamaktadır. Ekonomik olan, ekonomiye katkısı olan şeker fabrikalarında özelleştirmeye gitmek doğru değildir.

NBS (Nişasta şekeri şurubu) üretimi kısıtlanmalı, insanımızın çeşitli hastalıklara yakalanması önlenmelidir. Batı ülkelerinde NBS şekeri üretimi yok denecek kadar azken, ülkemizde NBS tatlandırıcısı üretiminin %5 olması çok fazladır. İhracat yapmak üzere kurulan NBS fabrikalarının üretimi iyice denetlenmelidir. Basın ve yayın yolu ile nişastalı tatlandırıcıların zararları, halkımıza iyice anlatılmalıdır.

Mustafa Yolcu

26.03.2018