19 Aralık 2018 Çarşamba

İSKİLİP'TE SPORUN GEÇMİŞİ


İSKİLİP’TE SPORUN GEÇMİŞİ

Bizim çocukluğumuzda spor denilince, güreş, futbol, voleybol akla gelirdi. Haçeren’de, şimdi Endüstri Meslek Lisesinin bulunduğu alana, spor sahası denirdi. Alan, spor sahası ebatlarına göre kireçlenir, futbol çalışmaları ve maçlar bu saha da oynanırdı.

Halamın oğlu Ahmet Dursun, futbol maçlarda santrafor olarak oynardı. Maç ve antrenman sırasında, saha gerisinde kaçan topları yakalamak için beklerdik. O vakitler İskilip spor, maddi olarak zor ayakta duruyor, eşofmanlar, toplar, malzemeler eksik ve yetersizdi.

Mahallemizde, iki duvarın arasına gerdiğimiz ip ile voleybol oynardık. Oyun sırasında top, evlerin camına çarpar, çamın kırıldığı ’da olurdu. Evin sahibi bizi, bu sebeple okuldaki öğretmenimize şikâyet etmiş, öğretmenimizden ceza almıştık.

Yılda bir kez ’de, şimdiki Türk Telekom’un olduğu yerde, yağlı güreş yapılırdı. Güreşin yapılacağı, 1-2 ay önceden ilan edilir, tüm İskilipliler güreşi seyretmeye çağırılır, İskilip dışından ’da güreşi seyretmeye gelenler olurdu. Güreş seyrine ücretli biletle girilir, toplanan para ile ilk üç kademenin ücreti ödenir, alt kademeye katılanların parası, seyircilerden güreşçiler tarafından toplanırdı.

Güreş günü, İskilip’e birçok insan gelir, esnaf bayram eder, fırınlar’ da ekmek kalmaz, lokantalar da yemek tükenirdi.

Ben de sabah erkenden, güreş seyretmeye giderdim. Çocuklar para ödemeden, güreş sahasına girer, davullar, zurnalar çalar, insanlar şevke gelirdi. Güreş sahasına, kemre denilen hayvan gübreleri dökülür, böylece güreşçilerin yara almamaları sağlanır. Sahaya gelen güreşçiler, valizlerinden kispetlerini çıkarır giyerler, bir kısmı ’da zeytin yağı ile yağlanırdı. Sahanın dış kısmında su, ayran, gazoz, köfte satılır, zaruri ihtiyaçlar giderilirdi.

Bir önceki yılın baş pehlivanı, en son güreşe girer, baş altı ve 3. Dereceye pehlivanlar güreşerek gelirler.

Cazgır denilen kişi de aşağıdaki nakaratı okur:

Allah Allah illallah
Erler Çıktı Meydana,
Biri Birinden Merdane,
Biri Ak, Biri Kara
Mevla’m Her Birine Kuvvet Vere.

Bu Meydan Er Meydanıdır,
Nice Koç Yiğitler, Bu Meydandan Geçti,
Acı Tatlı Suyun İçip Göçtü
Atlar Gibi Tepisin,
Aslanlar Gibi Kapısın
Ya Muhammed Ya Ali

Pehlivanların Piri Hazret-İ Hamza Veli,
Tellal Çıksın Aradan,
Hepsine Kuvvet Versin Yaradan,
Pehlivan, Pehlivan

İşte Meydan, İşte Pehlivan
Güreş Edenlere Yardım Eder Hazret-İ Yaradan
Hani Ali, Hani Veli
Pirimiz, Üstadımız Hazret-İ Hamza’dır Belli
Karşıdan Gelir Kır At, Kanatları Kat Kat,
Gönderelim Hazret-İ Muhammed’e Salavat.

Allah Allah illallah,
Hep birlikte Pehlivanlarımıza
Alkışlar diyelim Maşallah

Her kademede güreşçiler, cazgırın bu nakaratı ile meydana çıkar, davul zurnalar’ da meydanı inletirdi. En heyecanlı güreş, baş pehlivanlık güreşi olur, İskilip’in baş pehlivanı olan Kozverenli İsmail Çördük, baş pehlivanlığı kimseye kaptırmazdı. İsmail Çördük, yağlı güreşte Türkiye ve Avrupa şampiyonu olmuştu.

Güreş sona erdikten sonra, güreşçiler ellerinde valizleri ile birlikte hamama gider, yıkanırlardı. Yağlı vücutlarının Hamam’da nasıl temizlendiğini merak ederdim. Güreş, Türklerin ata sporu olarak bilinir. Erkek çocukları, çocukluktan itibaren güreşe merak salar babalar, amcalar, dayılar çocuklarını aile ortamında güreştirir, onları zevkle seyrederdi. Anneler, çocuklarının güreşmesine karşı çıkmaz ama çocuklarına güreşirken bir şey olacak diye korkarlar.

Unutulmuş olan, başka bir sporumuz ’da cirit oyunudur. Küçükken İskilip düğünün’ de, iki sefer CİRİT oyununu seyrettim. Savaş oyunu olan cirit, ata binmeyi, mızrak atmayı sembolleştiren sopa atmayı, müsabakada centilmen davranmayı hedef almıştır.  Ata sporumuz olan CİRİT’İNDE, tekrar memleketimiz de hayat bulmasını arzuluyorum.

Sağlam kafa, sağlam vücutta bulunduğu için, sporu her yaşta yapmaya çalışmalı, çocuklarımıza örnek olmalıyız.

Mustafa Yolcu- 19.12.2018  









17 Aralık 2018 Pazartesi

İSKİLİP'TE SÜLALELER


İSKİLİP’TE SÜLALELER


-A-: ABUHANLAR- AĞDACILAR- ARPACILAR- ALİCENİN İMİN AĞALAR- ALİŞLER- ASLANLAR- AZAKLAR- ALMACIGİL- ABİDOL- ABDIŞLAR- ARMUTLULAR- ALPSAR OĞULLARI- ALDARAKLAR- AĞDACIGİL- ANAÇLAR- ALMOCOLUN HAVUZ- AKGÖZLÜLER- ACEM HACIOĞULLARI- AKKOCALAR- AKGÖZLÜLER- AKDAYILAR- AKSOYLAR- AÇIKGÖZLER- AKTAŞLAR- ABALIGİL- ATEŞLER- ARAPZADELER- ANASIZLAR- ARİF HOCEEL- ACEM HACIOĞULLARI  

-B- : BASMACIGİL- BUYNAKLAR- BAFRALIGİL- BALDUZOĞULLARI- BALAKLAR- BORBORLAR- BENLİLER- BARDAKCIGİL- BARANLAR- BAYKALLAR- BIDIKLAR- BEŞİKCOLU- BOSTANCILAR- BALLILAR- BOYACIGİL- BADAKLAR- BAYRAKLAR- BİÇERLER- BODURLAR- BASIRLAR- BACAKLAR- 

-C-Ç-: CERRAHLAR- CELLATLAR- CINGILLI OĞULLARI- CİMBEKLER- CICIKLAR- CİNNAZLAR- ÇORUMLOL (ÇORUMLU, ÇORSUZ, HOTMANLAR, AZAKLAR aynı kökenlidir)- ÇARHACIGİL- ÇALOĞLULAR- ÇAPUTCOOL- ÇAKIRLAR- ÇANDI İBİŞLER- ÇAMMISTIKLAR- ÇELEBİLER- ÇIKRIKCILAR-ÇARUKCOOL- ÇİNTİRİZLER- ÇERKEŞLER- CEBECİLER- ÇAKIRLAR- ÇÖCÜKLER- ÇATAKLIGİL- ÇİNGEGLER- ÇOLAKLAR-     

-D-: DOLMAGİL- DURALOL- DANGALAKLAR- DURMUŞOL- DEREBEYLER- DİMİCİGİL- DÖKMECİLER- DARICILAR- DELULEKLER- DINGIRCILAR- DESTİCİGİL- DARICILAR- DERİCİLER- DELİYİZLER- DELACİGİL (DELİ HACILAR)- DELİYİZLER- DİDDİRİGİL-
      
-E-EMLİKLER- ECİKLER- EMİN AĞALAR- EMİROĞLU- EVLÜCELER- ERTEKİNLER-    EŞEKCİLER- EROĞUZLAR- ERİBELER- EKDİOĞULLARI- ELLİ DOKUZ LAR- EMBİYOOL- ENBİYA OĞULLARI-

-F-: FINDIKLAR- FETVACILAR- FELEKLER- FETTANLAR-

-G-: GOBEL AHMETLER- GÖK MISTIKLAR- GOCOLULAR- GENÇ AĞAGİL- GOCA MISTIKLAR- GAYGUSUZLAR- GASIR ABDULLAHGİL(KISARLAR)- GARALİGİL- GİRİTLİOLU- GÜLTEKİNLER- GAVZELİLER- GAFURLAR-

-H-: HOTMANLAR- HOCALİGİL- HACI MAHMUTLAR- HACI ŞAKİRLER- HELCACIOLU- HACI İBREMLER-HAVANALILAR- HACI ALİMLER- HAŞIKLAR- HACI OSMANLAR- HACI MURSALLAR- HACI VAHAPLAR- VAHAPOĞLULAR- HEKİMOLU- HUYLUGİL- HACI EMLİKLER- HACI IBRIKLAR- HATIPLAR- HALLOLU- HAYTALAR- HACI SEFERLER, NİYAZİLER- HALBELER- HOCA ZADELER- HİNDOLUGİL- HAZİNECİGİL- HATTATLAR- HOLTACIOLU- HÜDÜTLER- HOTUNLULAR- HUYLULAR- HACI KADİRLER- HATTATLAR- HACI HİLMİGİL- HACI HAŞİMLER-

-I-İ-: İDRİSLERİN HACI İBRAHİM- İLAZLAR- İDİRİZLER- İBİŞ AĞALAR- İMİN AĞALAR- İKİZOLU- İĞİCİ OĞLU- İNCACIGİL- İSTANBULLU OĞLU- İÇENLER- İMAMGİL- İKİNCİGİL- İÇENLER-

-K-: KAVLUGİL- KARTALLAR- KÜLCÜ HOCA- KADİR AĞAGİL- KADAAL                              ( KADIOĞLU)- KUŞGÖZLER- KÜYÜKLER- KABAKLAR- KÖSTEKCİGİL- KUYNOL- KIRHICIGİL- KAPICIGİL- KULALOĞLU- KODAZLAR- KUNDAKCIGİL- KIBIRIKLAR- KARAFAKIGİL- KOCA OSMANLAR- KESTEFOLLAR- KESÜKLER- KİLLİ OSMANLAR- KOYUN OĞULLARI- KEŞKEKCİLER- KARAYAPLAR- KARA MOLLALAR- KINAKLAR- KASAP MUSTAFAGİL- KÖPRÜLÜOLU-KAVASOLU- KAMBURLAR- KATMERLER- KASABLAR- KOPKOPLAR- KAŞIKCILAR- KUZULUKLULAR- KOCALİGİL- KEL ÜSÜKLER- KAFALILAR- KURD OĞULLARI- KADI EFENDİLER- KANDIRALILAR- KADİR AĞAGİL- KALYONCULAR- KALIPCILAR- KARACİL- KOS OSMANLAR- KOCABAYLAR- KUYUMCULAR- KÜPBAŞLAR- KARA DONLULAR- KIRIKLILAR- KARGACILAR-  KIRIKLILAR- KESME AŞIGİL- KİRECCİLER- KUYUMCULAR- KELEŞLER-KATIRCI OĞULLARI- KARA MEHMETLER- KACOOL- KALELİ MUSTAFA- KUTUNLU HAFIZ- KAVUKCUGİL-    

-L-:   LEYLEKLER- LİBASLAR-

-M-: MESİMOLAR- MISTAKLAR- MUMCULAR- MENZİLCİOLU- MIHCILAR- MUTULLAHLAR- MESUTLAR- MUGAYİTLER(SİNEMACILAR)- MEKROOL- MAZLUMLAR- MÜLAZIMLAR- MANİCİLER- MAHİRLER- MOCİGİL- MÜFTÜGİL- MADAZLOOL- MEKTEPLER-

-N-: NAMLILAR- NALÇACILAR- NAFİLENİN ETEM EFENDİ- NODURUZLAR- NEMLOLU-  

-O-: OBBANAKLAR- ODABAŞLAR- ÖBEKCİLER- OKUMUŞLAR- OSMAN KATİPLER- OSMAN ÇAVUŞLAR-

-P-R-: PİRECİLER- PARPUCULAR- PANALLAR- PALABIYIKLAR-

-S-Ş-: SALURLULAR- SARAÇLAR- SÜMERLER- SÜNNETCİLER- SUNULLAHLAR- SANDIKCIGİL- SARI ASLANLAR- SEMERCİLER- SERTLER- ŞALAKLAR- ŞAKİR USTALAR- ŞAHİNBAŞLAR- ŞARAPCIGİL- ŞANLILAR- ŞAFAKLAR- ŞAHİNLER- SELBESLER- SİYAVUŞLAR- ŞIHLIGİL- SANDIKCIGİL- ŞALAKLAR- ŞAKİR USTALAR- SUNULLAHLAR- ŞERFOLU- SARI ASLANLAR- SAĞLAM HACIGİL- SAATCİLER- ŞEKERCİLER-  SARI VELİLER-

-T-: TAYIRLAR- TUZCUOLUGİL- TATALIÇLAR- TANAYLAR- TATARLAR- TOSOMORLAR- TÜRK AHMETLER- TÜRK HASANLAR- TARANAŞIGİL- TURPCUGİL- TIĞLIGİL- TEKKEŞLER- TELLALLAR- TELLİ OĞULLARI- TONGAZLAR- TABAKLAR- TORAKLAR- TELLİ OĞULLARI- TOSYALI OĞULLARI- TOPCULAR-

-U-Ü-: URUPCUGİL- USLULAR- ÜSTÜNELLER- ÜMMET OĞULLARI- ÜRFETLER- ÜÇKAPAKLAR-

-V-Y-: VELAVUZLAR- VESVESLER- VELİOLU- YÜVENGGİL- YAZGANLAR- YESİRAL- YAYCILAR-

-Z-: ZALİF HOCAGİL- ZEYBER AĞAGİL- ZOBARLAR- ZORZORLAR-


Bizim küçüklüğümüzde, insanlar sülaleleri ile tanınırdı. Kimin oğlusun diye sorulduğunda, misal “Tatalıcların hasanın oğluyum.” Diye cevap verilirdi. İskilip’teki esnaf arkadaşlar, “ŞİMDİKİ NESİL SÜLALESİNİ BİLMİYOR.” diyorlar.
Bir laf vardır- “GEÇMİŞİNİ BİLMEYENİN GELECEĞİ DE OLMAZ.”

Her sülalenin bir hikayesi vardır. Bu çalışma yapılırken, bazı sülalelerin kısa da olsa hikayelerini de öğrendim.  Osmanlı zamanın da savaşlar da KÖS çaldığı için, sülale lakapları KÖSLER olan aile. Şeyhülislam Sunullah Efendi ile ilgisi olan aile, Milli Mücadele ye destek veren, İskilip Müftüsü “İSMAİL HAKKI EFENDİ” sülalesi v.b.

Bazı sülaleler hakkındaki öğrendiğim anekdotlar ile yazı yazmaya çalışacağım.

Hoşça kalın.- Mustafa Yolcu – 12.12.2018

28 Kasım 2018 Çarşamba

1858 YILLARINDA İSKİLİP'TE MİSAFİRLİK

1958 YILLARINDA İSKİLİP’TE MİSAFİRLİK

İskilip’te Hacipiri Mahallesinde, Hanönü camisinin bitişiğinde evimiz vardı. Mahallede bizden başka, iki dayımın evi, ikide halalarımın evi vardı. Yazın geceler kısa olduğu için, pek misafirliğe gidilmezdi. Kışın geceler uzun olduğu için eve misafir gelir veya biz misafirliğe giderdik.

Bizim evin yanında bulunan Mesutlarla, akrabadan ileri ilişkilerimiz vardı. Mesutların çocukları anneme “hala” diye hitap ederlerdi. Biz yaz, kış sokakta oynardık. Ama kışın sokağa nadir çıkar, evde kalıp ders çalışırdık. Babamın sağlığında, çoğunlukla akrabalar bize misafirliğe gelirlerdi. Babamla çok nadir, halalarıma giderdik. Babamın vefatından sonra, sık sık akrabalarımız bizi evlerine çağırırlardı.

Jeneratör ile elektrik elde edilen elektrik, İskilip’e 1953 yılın ’da gelmiş. Bizim eve elektrik, 157 abone no ile 1953 yılında alınmış. 1965 Yılında bile bizim mahallede, evinde elektrik bulunmayan ev vardı. Evlerde elektrik genellikle, aydınlanma amaçlı kullanılır, ütü dahi kömürlü ütü ile yapılırdı. Tepsi çörekleri ekmek fırınında, meşhur su böreğimiz soba üzerinde pişirilirdi. Baklavanın pişirilme yeri ‘de ekmek fırını idi. Fırınlar camlarına” PAKLAVU BİŞÜRÜLÜ” yazısını asarlardı. Evler ’de buzdolabı, çamaşır, bulaşık makinası, fritöz vb. elektrikli araçlar kullanılmazdı. 

Bu yıllarda bir akşam, annemin akrabası olan Ali Kalın’gilin (Ethem emmilerin) evine gidilmesine karar verilmiş. Dayımın hanımını’ da alarak Naciye teyzelere gittik. Gece elektrik lambaları yolu aydınlatıyordu. Gündüz akşama kadar, sokakta oynadığımızdan misafirliğe gittiğimiz de hemen uykum geldi. Minderin üzerine kıvrılıp uyumuşum. Üzerimi örtüp, başımın altına yastık koymuşlar. Naciye teyzeler, ta küçükten annemle birlikte büyüdükleri için, ortak yaşadıkları çok fazla idi. Akrabalar arasında bir sorun da yaşanmadığından, birbirlerini çok severlerdi.

Naciye teyzelere Ulaş tepe mahallesinde, Ak dayılar denilir, babası annemin dayısı olurdu. Ak dayının sanatı saraç imiş. Bekir dayım, dayısı olan Ak dayının dükkanına çırak olarak gönderilmiş. Dayım, dükkâna bir süre gitmiş. Daha sonra   çıraklığa gitmek istememiş. Ak dayı, dayımların evine gelir, kapılarını çalar, anne annem kapıyı açınca “Yeğenim dükkâna niye gelmedi” diye sorarmış. Anne annem dayım için “çıraklığa gitmem diyor.” Deyince, Ak dayım aşağıdan bağırırmış- “Bekir, aslan dayısının, hadi dükkâna gel. Sen olmadan, ben çalışamıyorum.” Diye dayımın gönlünü alır, dükkânın anahtarını dayıma verir, dükkâna giderlermiş. Dayım şekilde çalışarak SARAÇLIĞI öğrenmiş.

Buna benzer, anlatacakları çok şeyleri vardı. Anlatırlar, yeri gelir gülerler, yeri gelir üzülürlerdi. Ali’de bende, uyumaya devam ederdik. Çerez sofrası kurulur, Allah ne verdi ise sofraya konurdu. Sofra kurulunca bizi kaldırırlar, bir iki şey yiyip tekrar uyurduk.

Gece saat 12.00 olduğunda, elektrik santrali kapatılır, elektrikler kesilirdi. Sohbete gaz lambası yakılarak, devam edildi. Annemler kalkmak istiyor, onlar bırakmıyordu. Dostluk akrabalık, su götürmez içten akrabalıktı. Karşılıksız akrabalıktı. Gece saat 01.00 suları idiyki gitmek için ayağa kalktılar. Sokak karanlıktı. 40- 50 cm. uzunluğundaki çırayı yakıp, dayımın hanımının eline verdiler. Biz kendisine abıla (ablanın kısaltılmışı) derdik. Uzun boylu, gözünü budaktan esirgemeyen biri idi. O arkada, biz önde yürüyorduk. Gece lamba ile yürürken, lamba elinde olan arkada yolu aydınlatır, diğerleri önde yürürmüş. Ta o zaman, bu kural uygulanıyordu. Çıra çıtır çıtır yanıyor, yandıkça etraf aydınlanıyordu.

Bizim eve geldiğimiz’ de, önce annemleri eve koyduk. Babam evde uyumamış, bizi bekliyordu. Sonra ben evimizin köşesinden, abılam evlerine girinceye kadar onu bekledim. Evine girince, bende evimize girdim. 5 Yaşlarında idim ama aklım sıra erkeklik taslıyordum.

Bu güzel hatıraları yıllar boyu unutmadım. Yeri gelir parça bölük, arkadaşlarımla aramızda paylaşırdım.  Hacıpiri de akrabalarımla, hep birlikte olduğumuz mahallede, şimdi kimse kalmadı. Yeri geliyor İskilip’e gidiyor, kalacak yerimiz olmadığı için Öğretmenler Evinde kalıyoruz.  Dün tamamı bizim olan İskilip’te, şimdi kalacak yer bulmak ta zorlanıyoruz.

Benim durumum da olan, İskilip’in dışında birçok kişi var. Bu soruna, bir çözümde bulunamadı. Keşke bir devre mülk olsa’ da, senenin 15 günü İskilip’te kalacağımız bir evimiz bulunsa.

Mustafa Yolcu- 28.11.2018

26 Kasım 2018 Pazartesi

ÇORUM ALACA HÖYÜK- BOĞAZKALE GEZİSİ


ÇORUM ALACA HÖYÜK- BOĞAZKALE GEZİSİ


23.09.2018 Tarihinde, Muhittin Çağılın düzenlediği programla Çorum’a giderek, Boğazkale, Yazılı kaya ve Alaca Höyüğü gezdik. İskilip’te, ortaokul yıllarımda buraya gezi düzenlenmiş, ben gidememiştim. Daha sonraki yıllar ’da buraların adı geçtiğinde meraklanır, bu müze ve ören yerlerini gidip görmeyi arzulardım.

TBMM eski Enerji Bakanı Hilmi Güleri ziyarete gittiğimde, Hititlere ait geniş kapsamlı kitabı görüp incelemiştim. Bu kitaptan aklımda kalan, Almanların Hititleri kendi soylarından kabul ettikleri, Japonların da değişik versiyonda Hititlerle ilgilendiklerini okumuştum.

Benim tarihi eserlere, ayrı bir ilgim vardır. Eski eserlerin karşısına geçince, burada yaşanılanları, olayları anlamaya mana vermeye çalışır, sonrada onlardan kalan izleri, anlamaya çalışırım. Hititler çok büyük bir coğrafya da hüküm sürerken, niye Boğazkale ve çevresini kendilerine başkent yapmışlardır. Suriye ye kadar gidip, Mısırlılarla savaş yapıp, imzaladıkları Kadeş anlaşması ile tarihe iz bırakmışlardır.

Mısır, Babil ve Mitanni gibi, Eski Doğu’nun büyük güçlerinden biri olan Hititler, yaklaşık M.Ö. 1200 yıllarına kadar Anadolu’nun büyük bir kısmına ve Kuzey Suriye’ye hükmetmişlerdir. Bu İmparatorluğun başkenti Hattuşa, Çorum’un 80 kilometre güneybatısında, Boğazkale ilçesindedir. Bölge 1988 yılında Tarihi Milli Parklar statüsüne alınmıştır.

Hattuşa 1834 yılında Fransız mimar Charles Texier tarafından keşfedilmiştir. Bu sadece Hattuşa’nın keşfi değil, tamamen unutulmuş olan Hititlerin keşfidir. 1906 yılında yapılan kazılarla, burasının Hitit başkenti Hattuşa olduğunu tespit edilmiştir. 1931-39 yılları arasında ve II. Dünya Savaşı nedeniyle ara verilen kazılardan sonra, 1952’de yeniden başlatılan kazılar, kesintisiz olarak Alman Arkeoloji Enstitüsü tarafından sürdürülmektedir.


Boğazköyde İlk yerleşim izleri, M.Ö. 5000 yıllarına kadar inmektedir. Kesintisiz yerleşmeye başlanılması ise, Eski Tunç Çağı’nın sonlarına (M.Ö. 3000) doğru olmuştur. Bölgenin yerli halkı olan Hattiler, burada bir kent kurup, Hattuş adını vermişlerdir.

Hitit yazılı kaynaklarından anlaşıldığına göre, I.Hattuşili’nin iktidara gelmesiyle (M.Ö. 1665-1640) Hattuşa, Hititlerin başkenti olmuştur. Hitit İmparatorluk döneminde, yani M. Ö 14 ve 13. yüzyıllarda, şehir yaklaşık olarak altı kilometre uzunluğunda bir surla çevrilmiştir. Daha sonra ise, bu surların önüne ikinci bir duvar daha örülerek, kent daha sıkı bir korunmaya alınmıştır. Bu yeni sur üzerinde bulunan, anıtsal şehir kapılarının çoğu, günümüze kadar oldukça sağlam durumda gelmiştir. Güney batıda, dış yüzünde aslan kabartmaları bulunan Aslanlı Kapı’yla, iç yüzünde, silahlı tanrının bulunduğu Kral Kapı, bunların en önemlileridir. Kentin güney ucundaki Yer Kapı’nın özel bir rolü var. Burada 30 m. yüksekliğinde, 250 m. uzunluğunda ve 80 m. genişliğinde bir toprak set oluşturulmuştur. Bu set üzerinden geçen kent surunun ortalarında Sfenksli Kapı yer alır. Bu kapının tam altında, Hatuşa’nın bugün içinden geçilebilen tek tüneli vardır. 71 m. uzunluğunda ve 3 m. yüksekliğindeki tünelden geçilerek, sur dışına çıkılmaktadır. Şu anda da burada yabani meyveler yetişmiştir. Geziye gelenler, dallardan meyve toplayıp yediler.

Yazılıkaya Tapınağı;
Hattuşaş’ın en büyük ve en etkileyici kutsal mekânı, şehrin dışında yer alan, yüksek kayalar arasına saklanmış Yazılıkaya Açık Hava Tapınağı’dır. İki kısma ayrılır.Tapınak ’ta 90’dan fazla tanrı, tanrıça, hayvan ve hayal ürünü yaratıklar kaya yüzeyine işlenmiştir.

Yazılıkaya A kısmında, kayaya işlenmiş kabartma figürlerin özel bir düzeni ve tertibi vardır. Burada sol kaya yüzeyinde ikisi dışında yalnız tanrılar, buna karşı sağ tarafta da yalnız tanrıçalar belirtilmiştir. Ana sahnede fırtına tanrısı ile eşi güneş tanrıçası ve ortak çocuklarının karşılaşması tasvir edilmiştir. Ana sahnenin karşısındaki duvarda daha büyük boyutlarda büyük Kral IV. Tuthaliya işlenmiştir. Kral, güneş tanrısı’nın törensel kıyafetinde, elinde egemenlik sembolü olan ucu kıvrık asa tutar durumda, iki tepe üzerinde tasvir edilmiştir.

B kısmında kabartmalar; yan duvarlara dört bağımsız figür işlenmiştir. A kısmının  başlangıcında tanrılar geçidinde de tasvir edilen ve orak biçimli kılıç taşıyan on iki tanrı ve “Kılıç Tanrısı”, öbür dünya ile ilişki kuran yeraltı tanrıları anlamında olabilir. Yazılı Kaya eserlerini görmeye gittiğimizde, bize rehberliği burada hediyelik eşya satan iş yerinin sahibi yaptı.

Alacahöyük;
Çorum’un 45 km. güneybatısında bulunmaktadır.
Eski Tunç Çağı ve Hitit çağında çok önemli bir dini tören ve sanat merkezi olan Alacahöyük’te dört uygarlık çağı, açığa çıkartılmıştır.

Kalker temel üzerine andezit bloklarla inşa edilmiş olan Sfenksli Kapının genişliği 10 metredir. Buranın üzerinde çift kartal resmi bulunmaktadır. Bu yol ile büyük mabede ulaşılmaktadır.

Alacahöyük 3. uygarlık zamanını, Eski Tunç Çağı (M. Ö 2500-2000) oluşturur. Hitit kültürüne kaynaklık eden kültürlerin önde geleni olan yerli Hatti uygarlığının aydınlanmasında çok katkıları olan Alacahöyük, Eski Tunç Çağı hanedan mezarları, bu çağın en önemli buluşlarıdır. Mezarlar özel olarak ayrılmış bir alanda toplanmıştır. Dört yanı taşla örülmüş dikdörtgen mezarlar ahşap hatıllarla(kiriş) kapatılmış, damları üzerine kurban edilmiş sığır başları, bacakları yerleştirilmiştir. Altın, gümüş, bakır, tunç, demir ve değerli taşlardan oluşan zengin ölü hediyeleri, onların hanedana ait olduklarını göstermektedir. Çoğu altın, gümüş kapların dövme, dökme, kakma teknikleri, altın mücevheratın ince süsleri uzun bir gelişmenin ürünleridir.

Boğazkale ve Alaca Höyükteki müzelerde, kazılarda elde edilen tabletler, savaş arabası tekeri, harp araç gereçleri, zırh yapmak için bakır pulları, su kapları   bulunmaktadır.

Tarih hazinesi olan bölgede, son dönemlerde ziyaretçi sayısı ve turist turlarının son derece azaldığı, yöre halkı tarafınca ifade edilmektedir.

Çorum’da müzeyi gezdik. Çorumlu olmama rağmen, müzeye ilk kez gittim. Çorum ve yakınlarından toplanan eserler, burada sergilenmişti. Müzenin girişteki bahçesi, açık hava müzesi gibiydi. Burada birçok lahit ile resimli tabletler bulunmaktadır.

Dört kat şeklinde düzenlenen müzenin ilk katında, Alacahöyük, Kuş saray ve Büyük Güllücek kazılarında bulunmuş olan eserler, kronolojik şekilde teşhir edilmiştir. Yine bu katta Eski Tunç Çağına ait Alacahöyük kazılarında bulunanlar ile müzeye satın alma yoluyla kazandırılan aynı döneme ait eserler sergilenmiştir. Bu katta Eski Tunç Çağı Alacahöyük prens ve prenses mezarları “L” Mezarı aslına uygun olarak teşhir edilmiştir. Bu bölümden sonra Çorum il sınırları içindeki arkeolojik kazılarda (Boğazköy-Hattuşa, Alacahöyük, Yörüklü Hüseyin dede) açığa çıkartılan Hitit dönemi eserleri ile Boğazköy-Hattuşa’da açığa çıkartılan yapıların mimari kesiti ve magazinler, fotoğraflar ve tanıtım levhaları eşliğinde sergilenmiştir. Müze koleksiyonunda özel bir yere sahip, üzeri çivi yazılı Hitit kralı II. Tuthaliya’ya ait (M.Ö.1430) ünik bronz kılıç da yine bu katta sergilenmektedir.

Müzenin bodrum katında ise, Çorum ve yöresi Etnografik ürünler sergilenmektedir.  Çorum ve yöresinin, günlük hayatında kullanılmış ev eşyaları, elbiseler sergilenmiş, Tıkının Kahvesi, leblebici dükkânı, bakırcı dükkânı burada canlandırılmıştır. Sergi alanı dar olduğu için birçok eser sergilenememiştir.

Kültür varlıklarımız ve müzelerimizin halkımıza tanıtılması, müzelerimize bilhassa öğrenci turları düzenlenmesi gerekmektedir. Türkiye’de yerli halkımızın müze ziyaret etme oranı çok düşük olup, insanımızın büyük kısmı, müzelerde ne olduğunu bile bilmemektedir. Sosyal Belediyecilik adına, belediyelerimiz müze ve ören yerleri gezisi düzenlemeli, insanımıza buraları tanıtmalıdır.

Mustafa Yolcu- 20.11.2018









20 Kasım 2018 Salı

CAMİLERİN AMACI DIŞINDA KULLANILMASI


CAMİLERİN AMACI DIŞINDA KULLANILMASI

Camiler ve benzeri yerlerin ibadet ve dini vecibeler dışında kullanılmasını doğru bulmuyorum.
Camiler bugün AKP amaçlı kullanılırsa, yarın camiler de CHP- TKP- İşçi partisi- HDP aynı şeyleri yapmaya kalkarsa ne olur?
Yanlış yapıyoruz. Dün camiyi yıkmakla, bugün camilerin dini vecibeler dışında kullanılması aynı amacı taşır.
İnsanlar dinden, imandan soğuyor. Birileri de bu amaçla çalışıp mesaj yayınlıyor.
Hukuk, adalet, insan hakları, kul hakkı bir cemiyetin olmazsa olmazıdır. Bunlardan asla taviz verilemez.
Çürümenin bir an önce önüne geçilip durdurulmalı.
Adalet sağlanıp, insan haklarına riayet edilmelidir.
Yoksa " SUSMA, SUSTUKCA SIRA SANA DA GELECEK "
TOPLUMDAKİ AYRIŞMA KALDIRILIP, BİRLİK BERABERLİK SAĞLANMALI, SUÇLU VARSA CEZASI ADİL BİR ŞEKİLDE VERİLMELİDİR.

Toplumdaki ayrışma giderilmezse, bu sorun yıllarca devam eder.
İngiltere devleti, toplu suç işleyenleri rehabilite uygulamasından geçirip, ülkesine geri kazanmaya çalışıyor. Bir kısmını da kendi ülkesi için, diğer ülkeler aleyhine eleman olarak kullanıyor.
Bizde bu uygulama niye yapılmıyor?
Binlerce insan, servetine el konulup, işsiz güçsüz bırakılıp, hapse atılacak kadar suçlumu? Toplum içinde onları tecrit etmek doğrumu?
Bu insanlar hata işlemiş olabilirler. Topluma geri kazandırılıp, normal vatandaş haline gelemezler mi? Bu uygulama nesiller boyumu devam edecek?

Gelin yanlıştan geri dönüp, yanlış yapanları ıslah edelim. İnsanları yanlış icraatlar la, dinden imandan soğutmaya son verelim. Bu kötü bir hesap. Bu hesabı bozup, DİNİ İSTİSMARI ortadan kaldıralım.

Cenabı Allah Enam suresi 108 ayette" ALLAH’TAN BAŞKASINA TAPANLARA HAKARET ETMEYİN; SONRA ONLAR DA BİLGİSİZLİK YÜZÜNDEN SINIRI AŞARAK ALLAH’A HAKARET EDERLER." demektedir.

Kimsenin kutsallarına dil uzatmayalım. Önce kendimize bakıp, hatalarımızdan kurtulup örnek insan olalım. Kul hakkını üzerimize geçirmeyelim. En son diyorum ki.

HAKKI ADALETİ SAĞLAYALIM.
CAMİLERİ YALNIZCA CAMİ OLARAK KULLANIP, İSTİSMARA YOL AÇMAYALIM.

MUSTAFA YOLCU- 20.11.2018
 

15 Kasım 2018 Perşembe

ÖMER VURAL ABİ

ÖMER VURAL ABİ

Ömer abiyi 12.11.2018 Salı günü Karşıyaka mezarlığın’da ebediyete uğurladık. Bu yazı ile kendisi hakkında bilgi vermeyi, bazı hatıraları paylaşmayı istedim.
Ömer Vural 1947 yılında Halfeti’de doğdu. İlkokul; Ortaokul, Liseyi Gazi Antep’te okudu.  Üniversite hayatına, Ankara Üniversitesi Ziraat fakültesinde başladı ve Ziraat Fakültesinden mezun oldu. Askerliğini, Yedek Subay olarak Erzurum’da yaptı.

Mücadele hareketine, lise yıllarında dahil oldu. Melih Gökçek, Atilla aynı dönemde Gazi Antep’te birlikteydiler. Orada onları organize eden, Yavuz Aslan Argun abi olmuştu. Ömer abi kademe kademe Ankara sancağının başına kadar geldi.

Ben kendisini olgun, oturaklı birisi olarak 1973 yılında tanıdım. Ankara GMK bulvarında, gerçek dergisi vardı. Orada bulunurdu. Bizde bazen, oraya yemek yapmaya giderdik. Yemek yapmaya gittiğimiz bir günde, İsa Yusuf Alptekin’in geleceğini söylediler. Yemek menümüz de mercimek çorbası, pilav, fırında köfte, İskilip helvası vardı. Ben pilavı soğan kızartarak yapmıştım. Yemekten sonra bir arkadaşımız” pilava niye soğan kattınız” diye eleştirdi. Ömer abi ise” helva güzel olmuş, nasıl yaptınız” diye sordu, bende izah ettim. Pilav nasıl olmuş diye sorduğumda güzel olmuş demişti. İşte farklılık bu.

Keçiören Belediyesinde çalışırken, Ömer abinin de Keçiören Belediyesine geçeceğini duydum. Bir karşılaşmamızda “abi Keçiören’e gelme, seni üzerler” dedim. Kendisi de, Keçiören’e gelip gelmeme konusunda kararsızdı. Keçiören’e  gelmekten vazgeçti. O zamanlar Ankara Şeker Fabrikasında çalışıyor, lojmanda kalıyor, sevilip sayılıyordu.
İlyas Şirin buradaki anekdotu şöyle anlatıyor” Ömer abi insani ilişkilere önem verirdi. İnsanları ayırmaz, başarıyı ve doğruluğu dürüstlüğü ön plana koyardı. Bu sebeple herkes onu sever, sayardı.

Celalettin Sargın anekdotu; “Talat Paşa Bulvarındaki sancakta iken, Denizciler caddesindeki lokantaya kuru fasulye yemeye giderdik. İkimizde kuru fasulyeyi çok severdik. O tatlı insanla birlikte, kuru fasulyeyi tatlı tatlı yerdik.” Diye anlattı.

Sporu ve futbolu çok severdi. OÇOK yurdunun bahçesinde, santrafor olarak futbol oynardı. Çınar Sporun kurulumunda, Necati Sofuoğlu, Tahsin Serdaroğlu’na
 yardımcı oldu. Necati Sofuoğlu- “Ömer abi Çınar Spordan ilgisini ve desteğini hiç eksik etmedi.” Diyor.

Ahmet Yıldırım anekdotu- Hareketin çözülme dönemine doğru, arkadaşlarımızda durgunluk hakimdi. Bir gün Ömer abinin yanına giderek, bunun sebebini sordum. Ömer abi- “Arkadaşlarımız okullarını bitirdiler. Ev bark olacaklar.  İş bulamıyoruz. Bir takım maddi sıkıntı yaşıyorlar. Arkadaşlar bu sebeple demoralize olmuş olabilirler.” Dedi.
Ben ilave ettim.- “Bana izin verirseniz, bunun çaresini bulabilirim.” Dedim. Nasıl bulacaksın deyince, bütün arkadaşların katılımı ile ticari bir şirket kurarız. Bu şirkette, arkadaşlarımıza iş veririz hem de üç beş kuruş kazanır, diğer arkadaşların sıkıntıları gideririz.” dedim. Ömer abi bu düşüncemi uygun buldu. İlk işimiz, Bursa’dan Ankara ya turşu getirip pazarlamak oldu. Yeniçağ Gıda A.Ş. ilk kuruluş süreci böylece başlamış oldu. Allah Ömer abiye rahmet etsin, mekânı cennet olsun dedi.

Ömer abi Büyükşehir Belediyesin de görev alınca hem üzüldüm hem de sevindim. Üzülmemin nedeni, Ömer abinin yapısı belediyeciliğe uygun değildi. Onu üzebilirlerdi. Sevinmemin nedeni ise, arkadaşlarımızın belediye ile ilgili sorunlarının çözülmesinde yardımcı olabilirdi. Öyle de oldu. Ömer abi arkadaşların çözülebilecek sorununa yardımcı olup çözdü. Gelen kişinin talebine yardımcı olamayacaksa, hiç uzatmadan ümit vermeden “bu konuda yardımcı olamam” derdi.

Fani dünyaya Ömer Vural abi nokta koydu, bitirdi. Allah mekanını cennet etsin. Böyle güzel bir hayat sürdürebilmeyi bizlere de nasip etsin.
Tüm yakınlarına da baş sağlığı diliyorum.

Mustafa Yolcu- 13.11.2016

 





1 Kasım 2018 Perşembe

YUNANLILARIN TALEBİ


YUNANLILARIN TALEBİ

Dostlar size bir hatıramı anlatacağım.
Ankara da rahmetlik terzi Mustafa Yıldırım ın dükkanında idim.
Dükkânda emekli müdür bayan öğretmen vardı. Erkek kardeşi Almanya da üniversite de profesör imiş. Yıllarca görüşmemişler. Bir gün kardeşi haber göndererek," hanımı ile Ankara ya kendisini görmeye geleceğini" bildirmiş.

Hocanım-"Günler öncesinden hazırlık yapmaya başladım. Baklava, börek, yaprak sarması yaptım. Kardeşimi ve eşini yüz akı ile ağırlamaya çalıştım." dedi.

Gelin Hanım’da profesör imiş. Nihayet evine gelmişler. Elinden gelen ikramı yapmış. Oğlu da Ankara'da lise öğrencisi. Evde sohbet ederken gelin hanım-" Türkiye ye gelirken Yunanistan 'da Atina'ya uğradık. Atina' da Türkiye de İzmir'i işaret eden bir heykelin altında İZMİR BİZİM OLACAK diye yazıyor." demiş.

Oğlu ‘da bunun üzerine- " İzmir' de de bir heykel var. Yunanistan’ı göstererek NAH ALIRSINIZ DİYOR." demiş. Alman gelin susmuş kalmış.

Hocanım devam ediyor. Bizden ayrıldıktan sonra, Bodrum'a gittiler. Ora da gezerken, kiraz satan seyyar satıcı ile karşılaşmışlar. Alman gelin tabladan 8-10 tane kiraz alarak teraziye koyup, satıcıya tartmasını söylemiş. Satıcı iki eliyle tabladan kirazı alarak, Alman geline yemesi için vermiş. Para da almamış.
Nihayet Türkiye’den ayrılırken Alman gelin eşine-" Almanya ya gidelim ‘de medenice yaşayalım." demiş. Bunu da kardeşi telefonda bildirmiş.
Hocanım ‘da telefon da kardeşine-" Ben size insanlık yaptım. Elimden geldiğince ağırladım. Bir daha o gelini evime getirme. Geliyorsan sen gel." demiş.

Alman Almanlığını, Yunanlı da Yunanlı lığını yapıyor. Atina' da Yunan askerleri bayram gösterisin de-" İSTANBUL BİZİM OLACAK." diye slogan atmışlar. Benimde aklıma bu hatıra geldi. NAH ALIRLAR.