14 Kasım 2012 Çarşamba

KÜRTCÜLÜK DEDİKLERİ


KÜRTCÜLÜK DEDİKLERİ
 

Benim memleketimde Kürt Musdov hoca denilen âlim bir zat varmış. Medresesinde ders verir, memlekette onun hatırı sayılır, önü geçilmezmiş.

Memleketim insanları arasında ayrılık olmaz, her kez aynı dertle dertlenir, aynı neşe ile neşelenirdi.

Bizim mahallede Hanönü Camii denilen bir cami var.

Köyünden İskilip’e gelen Kürt kökenli bir hemşerimiz diyor ki” Ben masrafını karşılayacağım. Şuraya bir cami yaptıralım.” Onun bu talebine olur diyorlar.

Şehrin eşrafından birine altınları teslim ediyor.” Siz cami inşaatının başında durun. Sizin öncülüğünüzde bu cami yapılsın.” Diyor.

Cami inşaatına başlanılıyor ve kısa sürede tamamlanarak ibadete açılıyor.

Camiyi yaptıran insanın köyüne haber gönderiyorlar “ Cami inşaatı tamamlandı. Hizmete açıldı. Gelip yaptırdığın camini gör.”

Camiyi yaptıran Kürt hemşerimiz haberi alınca atına biniyor, İskilip’e geliyor. İskilip’te şehre girmeden Hindoğlu yokuşu diye bir yokuş vardır. Bu yokuşa gelince atını köyüne doğru geri çeviriyor. Diyor ki “ Ben bu camiyi Allah rızası için yaptırdım. Camiyi gidip görürsem nefsime büyüklenme gelebilir. Allah rızası için yaptığım hayrım boşa gider.” Camiyi gelip görmüyor bile.

İnsanlarımız böyle yüce duygular ile yaşamış, birlikte olmuş, kız alıp vermiş, okul müdürlerimiz, kaymakamlarımız, doktorlarımız, hâkimlerimiz olmuş, etle tırnak olmuş iki toplumu birbirinden ayırmak, hasım yapmak mümkün değildi.

 

Lise yıllarında arkadaş gurubumuzda, üç tane Kürt kökenli arkadaşımız vardı. Bunlar sınıflarının da en başarılı talebeleri idi. Herkes onlara kıvanç ile bakardı.

Kendileri talebe evlerinde kalır, zor şartlarda öğretimlerini sürdürürlerdi. Biz kazadan olduğumuz için,  şükredeceğimiz kadar kaynayan çorbamız olurdu. Bazen bizim ve diğer arkadaşların evlerine gider, Allah ne verdi ise birlikte oturur yerdik.

Bu arkadaşımızdan birisi İstanbul siyasal bilgiler fakültesini kazandı. Burayı bitirince önce bir bankanın müdürü, sonra da müfettişi oldu. Kendisi ile 20 yıldır karşılaşmamıştım.

Otobüs ile İskilip’e giderken, yan taraftaki koltukta oturan biri bana dönerek ismimi sordu. Söylediğimde kendisini tanıyıp tanımadığımı sordu. Hatırlayamadığımı söyleyince ismini söyledi. İsmini duyunca kendisini hemen hatırladım. Hemen kucaklaşıp yan yana oturduk.

Konuşurken hiç alakasızca bana “ biz hemen Kürt devleti kurulsun demiyoruz. Bu zamanla gerçekleşecek” demez mi! Şaşırdım kaldım. Konuştuğumuz konular genel konulardı.  Kürtçülük konusuna hiç değinmemiştik. Ben de kendisine “ Talebelikte yıllarca birlikte olduk. Ben ve arkadaşlarımdan hiç birisi sana sen Kürtsün diye seni ayırdı mı? Sadece kıt imkânlarımızı, ekmeğimizi paylaşmadık mı? “ dedim.

Bana cevaben “ hayır bizi ayırmadınız, ekmeğinizi bizimle paylaştınız. “ dedi.

“Peki, sendeki bu değişiklik nerden geliyor “diye sordum. Cevap yok.

Onlarla kardeş gibi olmuştuk. Hatta o zamanın şartlarında, solculara karşı birlikte fikir mücadelesi yürütmüştük.

Bu arkadaş Üniversitede kendisine tabanca çeken solcu bir Kürdün elinden tabancasını aldığını, kendisini bunlarla korkutamayacaklarını söylediğini anlatmıştı. Nerden nereye.

 

Şimdi ise Kürtçülük adına dağa çıkıp askerimize kurşun sıkıyor, ülkemize karşı adı konulmamış harp ilan ediyorlar. Partileri’de sokakta eylem yapıyor. Yenilir yutulur şeyler değil bu olanlar.

 

Bu ülkede darbeler yaptılar. Piyon olarak kullandıkları gencecik insanlardan sağcısını, solcusunu Mamak ceza evinde, Kürdünü Diyarbakır ceza evinde işkenceye tabi tuttular. Hem de ne işkenceler. Savaşta düşmanı esir alsalardı, o esirlere bu ülkenin insanına yapılan işkenceyi yapamazlardı. Guantalama ceza evi bu ceza evlerinden farklı mıydı bilmiyorum.

 

Bir coğrafya düşünün ki, orası “Yahudilerin vaat edilmiş topraklar dedikleri “ yer.

Bir coğrafya düşünün ki, orası “süper devletlerin petrol rezervi olarak ilan ettikleri alan.”

Bir coğrafya düşününki orası, bütün gizli servislerin cirit attıkları alan. Bütün servisler ayrı bir hesap peşinde.

Bu coğrafyada Kürt devleti kurmak istiyorlar. 1000 yıldır birlikte yaşamış kardeş iki milleti düşman etmeye çalışıyorlar.

Bu talep yeni değil. Yüz yıllar öncesinden başlatılmış.

Yıllarca evvelinden Kürtlere demişler ki “ Sizin nüfusunuzu artırmanız lazım.”

Bakıyorsun evlerinde yiyecek ekmekleri yok. Ama kadroyu tamamlamışlar. Babaların iki üç evlilikten 10 – 12 çocuğu olmuş.

Anadolu insanı iki çocuğuna iş bulamıyor. Peki, aç insan 12 çocuğa nasıl iş bulup, nasıl karnını doyuracak?

Tabi buralarda elektrik parası yok, su parası yok, devlete vergi verilmez. Bu devlete TC denilir. Bizim devletimiz bile demiyorlar. Ondan sonra her şey devletten bekleniyor. “Devletin işi ne. Devlet gelsin yapsın.” Diyorlar.

Devlete iş yapan müteahhitlerin % 80 doğu kökenli.

Bu müteahhitlerce devlete yapılan inşaatlar ne durumda?

Depremlerde ilk yıkılan binalar, kamuya ait binalar olduğu ortada. Toprağa gömülen milli servetimiz ortada.

Anadolu insanının tüyü bitmemiş yetimin hakkı var dediği bu milli servet, haksızlıkla bazıları tarafından el konulur çalınmakta.

Haksızlıkla elde edilen servet kimseye yaramayacaktır. İki yakaları bir araya gelmeyecektir.

Bu memlekette:

Haksızlık, adaletsizlik, düzensizlik yok mu?

Birileri darbeler ile bankaların içini boşaltmadılar mı?

İnsanlarımıza ikinci sınıf insan gözü ile bakılmadı mı?

Oylarının bile hükmü olmadığı söylenmedi mi?

Bunların hepsi oldu. Bu ülkenin tüm insanı bu sıkıntıları yaşadı.

Haksızlıklara hep birlikte karşı çıkalım. Haklarımızı kanuni yollardan arayalım.

Ama şehirde mafya, uyuşturucu kaçakçısı, silah kaçakçısı, beyaz kadın ticareti ile uğraşıp dağda eşkıya olmayalım.

Benim askerime kurşun sıkıp, benim ekmeğime ortak olan benim insanım olamaz.

O kurşunu sıktıran kim, o talimatı veren kim. Ne yapılmak isteniyor?

Kürdü Eliza sarayında ağırlayanlar, Kürdü çok sevdiği için mi ağırladı?

Tarih ten hiç ders alınmayacak mı? Dün molla Barzani’yi niye kendi başına bırakıp gittiler?

Saddam’dan kaçan Peşmergelere Eliza sarayı ve diğer Avrupa ülkeleri niye el uzatmadılar? Gıda yardımı diye onlara bozulmuş köpek maması göndermediler mi?

Peşmergelere yine benim milletim sahip çıkmadı mı?

Ama o Peşmergeler; yurdumuza PKK’ya silah ve cephane getirdiler. PKK ya yardımcı oldular.

Tabi besle kargayı oysun gözünü.

Ergenekon teşkilatlanması, yurdumuzda siyasi Kürtçülük harekâtına ön ayak olmadı mı?

Her insan kendi dilini rahatça konuşabilmeli. Şarkısını söyleyip gülüp eğlenebilmeli.

Ama bu talepler bölücülüğü neden olmamalı.

Federasyon istiyoruz, kendi dilimizde eğitim istiyoruz, kendi korumamızı kendi güvenlik güçlerimiz sağlasın gibi taleplere neden olmamalı.

Milletimizin bir deyimi var: “ Oynarken çulunu yırtma” derler.

Gün birlik zamanıdır. Düşman oyununa gelmeme zamanıdır. Yan yana durma zamanıdır

1000 yıllık bir birlikteliği bozmaya kimsenin gücü yetmeyecektir.

 

 

 

MUSTAFA YOLCU

 

29 Ekim 2012 Pazartesi

İSMET USLU


 

İSMET USLU- 11.04.2012

MY- İsmet Bey bize kendinizi tanıtırmısın.

Kıymetli kardaşım. 1.1.1955 doğumluyum. İlk ve ortaokul tahsilimi İskilip’te yaptım.Azmi milli İlkokulu mezunuyum. Azmi milli ilkokulunun ahşap binasında başladığımız öğretime, 1963 yılında, törenle gittiğimiz Misakımilli ilkokulunda 2-3-4. Sınıfı okuduktan sonra, şimdiki yeni binada 5. Sınıfı okuyarak mezun olduk. Okulun bahçe düzenlemesini yaparak, önündeki çamları biz diktik. Okula girişte sağ tarafta bulunan çamlardan, 4.çamı ben, 5. çamı Recep Kömürcü dikti. Yıl sonunda Moliyerin arzuhalci Hasan Efendi adlı oyununu oynadık.  O günün şartlarında başarılı olduk sanırım. Gazeteler fotoğrafımızı aldı. 1971 Yılında evlendim. Rahmetli eşimle 2008 yılına kadar 37 yıl evli kaldık.

Çocukluk yıllarımızdan itibaren, sanatımız fırıncılık oldu. Babam Uysal fırınını çalıştırdı.  17.04.1984 yılında konağın önündeki dükkânımız yıkıldı. Ondan sonra zahirecilik ve kuru yemişçilik yaptık. 1987 yılında buğday pazarı, terminalin yanına taşında. Allah izin verirse, zahirecilik sanatına ömrümün sonuna kadar devam edeceğim.

MY- Büyüklerimiz bize konağın önünden veya Dolmanın fırınından ekmeği al gel derdi. Sizin ekmeğinizin özelliği ne idi?

Eski postanenin olduğu yerdeki fırında, Ermeni ustası mayayı ters çevirerek el avucunda yoğurup, katmer katmer ekmek yapmasını öğretti. Bir kilo ağırlığında yapılan bu ekmeğin adı okkalık, 850 gr. ekmeğin adı tayın ekmeği idi.

İskilip’te üveyik buğday dediğimiz sert buğdaydan ekmek yapılırdı. Bizim buğdayımızın mükemmel bir aroması vardı. Organik olarak yetişirdi.  Daha sonra Hibrit tohum ile buğday üretildi. Rusyadan bestoca denilen buğday geldi.  Bu buğday bire kırk verim verdi. Yumuşak buğdaydı. Bizim üveyik buğdayımızın özelliği, diğerlerinde yok. Üveyik buğdayımız daha lezzetli idi.

Önceden İskilip’te iki traktör vardı. İlk defa tarlaları traktörle sürüp, buğday hasatı yapınca, bire yedi verim almışlar. “Aha oynunu belleyim, bu kadar buğdayı nereye koyacağız.” demişler. Traktör olmadan tarlaların hepsi sürülüp ekilemiyordu. Gübre kullanılmıyordu. Dolayısı ile toprak taşlaşmamıştı.  Hibrit tohumlarla birlikte gübre kullanıldı. Toprak taşlaştı.  Meralarımız hayvansız kaldı.

Akşam inekler sürüden gelip sütleri sağılıp ocağa konulunca, burcu burcu süt kokuları evlerden etrafa dağılırdı. Eskiden dört ayrı sürüye katılan 1200 adet ineğimiz, evlerin önünde kümesler vardı. Çayların içi tavuktan, ördekten geçilmiyordu. Taze yumurtalar yenirdi. Evlerin önünde Çükündürler ( meyve saklanan toprak çukur) vardı. Hedikler kaynıyordu. Yapılan yoğurtlar kalaylı helkeler ile çarşıya gelir, dükkânların önünde satılırdı. Komşulara ayran, süt dağıtılırdı. Biz bile dükkana iki helke ile yoğurt getirir 100- 125 kuruşa satardık. Bunlar ile beslenen çocukların yüzünden kan fışkırıyordu. Şimdiki çocukların yüzleri, kireç gibi bembeyaz.

 Eski üveyik tohumları kullanırsak, ekmeklerimizde eski lezzeti buluruz. Bunun için meralarımıza sürüleri salacağız. Hayvan gübresi ile tarlalar organik olarak besinini alacak. O zaman ekmeklerimizde eski lezzeti bulacağız.

Halen İskilip’te keşkek pişmeyen, turşu yapılmayan, mercimekli bulgur pilavı yapılmayan evimiz yok. 2001 Yılında kurduğumuz, İstarge denilen derneğimizden bahsetmek isterim. Unutulmaya yüz tutmuş meyvelerimizin, cevizlerimizin hayata geçirilmesine çalıştılar.  Avrupa birliği eğitim fonundan kredi alınarak, eğitim yapıldı. Eğitimde ağaç yetiştirme, aşılama öğretildi. 34 Kursiyer bu kurstan sertifika aldılar.  Bunun için Osman Çakır, Mehmet Abuhan, Mustafa Sak’a teşekkür ediyorum. Bu konuda; karşılık beklemeden koşturup çalışan Ayhan Uslu ya teşekkür ediyorum.  2003 yılında yapılan bir araştırma’da, İskilip bağ ve bahçelerinde 253 bin adet ceviz ağacı tespit ettiler. Bu ağaçları değerlendirilip, aşılayıp verimli bir hale getirmemiz gerekiyor. 261 bin dönüm ekilebilecek arazimiz var. Bu müthiş bir rant. Bu arazilerimize bakamıyoruz.  Boş duruyor. Biz önceden bu bölgeyi besliyorduk.  İskilip büyük bir kültürün üzerinde oturan bakir bir yer. İskilipli arkadaşlarımızın buraya gelip, bu işin ucundan tutması gerekiyor.  Daha oyuk oyuk oyulmadık. Delik delik delinmedik. Meydan çayımız gürül gürül akıyor. Bizim memleketimizde kaynaklarımız hayata geçirilirse, gelirimiz de büyük artış olur. Atıl kalmış alanlarımızın harekete geçirilmesi için, İskilip dışında bulunan hemşerilerimizin de İskilip’e gelerek, bu konularda çalışma yapması gerekiyor.

Sadece olumsuzlukları konuşarak değil, olumlu konuları da dile getirmemiz gerekir. Bizden sonraki jenerasyon bizden örnek almazsa, belki de bizim bu duyarlılığımızı göstermeyecek.

MY- Fırında yaşadığın bir olayı anlatırmısın?

Bir ağabeyim pazar sabahı fırına çömlek getirdi. Bunu fırının fazla kızgın olmayan serin yerinde 3-4 saatte pişir dedi. Bir saat sonra birisi gelip “ Yavu bizim pezevenk güveci ne oldu? “ dedi. Bende” abi yavaş yavaş pişiyor.” dedim. Daha sona başkası gelip güveci sorunca “ Pezevenk güvecini mi soruyorsun.” Dedim. Vay sen bizim güvece nasıl böyle dersin diye bana saldırınca yumruklaştık. Fırında bulunanlar bizi ayırınca “ abi kusura bakma, güvece böyle dedikleri için ağzımdan bu kelime çıktı.” dedim. Kendisine bu nasıl bir güveç diye sorunca; “Çömleğin taban ve duvarlarına ince kesilmiş, dövülmüş kuyruk yağını yapıştırdıklarını. Üzerine soğan, sarımsak, biber, domates, onun üzerine kemiksiz koyun eti, onun üzerine kuyruk yağı, onun üzerine kemikli et, onun üzerine soğan sarımsak, en sonda kuyruğu kapak yapıp beş katlı güvecin ağzını yanmaz kağıt ile bağladıklarını.” anlattı. Güveç böylece pişirildi. On sene sonra aynı güveçten bende arkadaşlara yaptım. Çok güzel oldu. Münasip bir zamanda gelinde, size bu güveçten yapıyım. Kara üzüm ile yiyelim.

Ramazanda varlıklı insanlar, yumurtalı susamlı pide yaptırırlardı. Yumurtacılar kırık yumurtaları gönderir, yumurtalı pide yapılırdı. Şimdi her kez yumurtalı susamlı pide yaptırıyor. O zamanlar fırın çörek, börek, tepsi eti ile dolu dolu olurdu. Bayrama 10 gün kala baklava pişirme başlar, sahura kadar devam ederdi. İyi İskilip baklavası 60 yohadan yapılır, altı saatte pişerdi. Baklavanın üzerine tereyağı konulur, çizilen yerler açılmaya başlanılınca fırında pişirilmeye gelirdi. Benim baklavam beyaz olsun derler. Nasıl beyaz olsun?  Sininin altına çimento kâğıdı koyardım. Sininin üzerine beyaz kâğıt veya yufka koyardım. Onun üzerine gazete kâğıdı konulur, hava almasın diye kenarlarına çakıl taşı konulurdu. İskilip’te yapılan bu baklavayı, Türkiye’nin hiçbir yerinde bulmak mümkün değil

MY- Seni küçükken etkileyen biri oldumu?

En çok Tuzcu oğlunun, baş öğretmen İsmail Atalay Efendiden etkilendim. Bizim iki dükkan üzerimizde eniştemin bakkal dükkanı vardı. Sabahleyin fırında ekmek çıktıktan sonra, kahvaltılık satmak için bakkal dükkanını ben açardım. İsmail hocam Şıh Yavsu camisinden çıkıp pide almaya fırına gelir, bakkal dükkâna uğradığında bana öğüt verirdi. “Oğlum tırnaklarını uzamadan kes, ellerin, elbiselerin temiz olsun. Terazine dikkat et, müşterinin hakkı üzerine geçmesin. Elbisen eski olabilir ama yırtık olmasın. Helva bıçağı ile peyniri kesme. Yerleri ıslat öyle süpür tozmasın” derdi. İsmail hocam İskilip’in medarı iftiharıdır.  Hamit Çağıl’dan da çok etkilendim. Sabah namazına çarşı camisine gidince başımı okşar” aferin oğlum, çok güzel namaz kıldın, dedenin şanına uygun davranıyorsun. Namaza devam et.” Diye bizi namaz kılmaya teşvik ederdi. Birçok ustamız bize rehber olmuştur. Mehmet Kaymaz müdürümüzden, Ümit Uzel hocamız, Kısar hocamız, rahmetli Veli Yıldız hocamız bize örnek olmuşlardır. Onlardan hayatta kalanlara uzun ömürler diliyorum. Ölenlere Allah rahmet etsin diyorum.

MY- Bizden sonra gelen nesle neler dersiniz.

Ben esnaf çocuğuyum. Esnaf camiasının içinde büyüdüm. Bütün esnafın üye olduğu esnaf kefalet kooperatifinin başkanlığını yürütüyorum. Bizim esnaf kültürümüzde yatan ahilik ilkesi var.  Ahievran hazretlerinin ortaya koyduğu ” temizlik, doğruluk. Çalışkanlık” esasları var. Bu bize yeter. Düşünsel anlamda sevginin barışın yanı tasavvufun derya gibi bir kültürü var.  807 Yıl evvel kurulan bu kültürün esasları halen yaşatılıyor.  Bunlara bağlı olursak bu bize yeter.

Sanayi camimizin imamı Sadık İnci hocamız var. Bu hocamız sorumluluğunu genişleterek, Cuma günü şeyh Yavsu camisinde sanayi esnafı ile birlikte toplu olarak namaz kılıp, birlikte kahvaltı yapıyorlar. Dualarını yapıp işlerine dağılıyorlar. Cuma günü namaza gelemeyen cemaati belirleyip, dükkanına gidip niye namaza gelmediğini soruyor. Önceden arasta ağaları, cuma salasından sonra camiye gelmeyeni sopa ile kovalarmış. Ölümü düğünü olan yere, mesajlaşıp birlikte gidiyoruz. Caminin etrafına ağaçlar çiçekler dikiyor. Kendisi toprağı tepiyor. Yetişemediği yerde esnaf amele tutup bu işi yaptırıyor. Belediye başkanımız konteynır hediye etti. Konteynırın konulacağı yer, bekçinin kalacağı yer olacak. Etrafı yeşillenecek. Dükkanın da işi biten esnaf buraya gelip, çayını içecek. Sanayide işi olanların dinleneceği yer olacak. İskilip güzelliklerin mekanı olacak. Bizler ceklerle çaklarla uğraşmayıp, çalışacağız üreteceğiz. İskilip böyle kalkınır.

 

17 Ekim 2012 Çarşamba

Metin Kalyoncu


 
METİN KALYONCU- 11.4.2012

MY- Çocukluğunuzdan itibaren kendinizi tanıtırmısınız.

1938 Yılında İskilip meydan mahallesinde, babamın yaptırdığı konakta doğmuşum. Babam İskilip manifaturacı esnafından Arif Kalyoncudur. Biz beşkardeşiz. Ben beş yaşında yetim kalmışım. Annemin anlattıkları İstiklal savaşı hikâyeleri ile büyüdüm. Dedem Cinnoğlu Mehmet Efendi, medrese tahsili yapmış. 
Annem İstiklal Harbi hikâyelerini, ağlayarak çok güzel anlatırdı. İstiklal harbine üç kardeşim gitti. İkisi geri dönmedi derdi. O döneme ait anlattıkları birçok şey vardı.
 Bunlardan birisi olan İskilip Üstünde bir Kara bulut türküsünü anlatıyım. İstiklal harbine 17 yaşından 40 yaşına kadar tüm erkekler katılmış.  Köylerde erkek kalmamış. İstiklal harbinden kaçan asker kaçakları, köylerde ve arazide haydutluk yapıyorlar.  Evlerde ne varsa alıp götürüyorlar.  Dedem iyi silahşor olduğu için, bizim eve gelemiyorlar. Dedem öyle namazına camiye gittiğinde, bizim evi kuşatıyorlar. Dedem eve geldiğinde evi kuşatılmış olarak buluyor. Dedem bağırıyor “ Afey kaç kızım”. Dedemi yakalayıp dövüyorlar. Yola bırakıyorlar. Evde kıymetli ne varsa alıp götürüyorlar. Dedem evde bulunan üç koyunu sırası ile kestirip, postunu kara bere olan sırtına sardırarak tedavi ettiriyor. Sonrada İskilip’e Jandarma komutanına giderek durumu aktarıyor. Komutan dedemin yanına Jandarma vererek, köyleri bir hafta geziyorlar. Köy basan eşkıyalardan üç tanesi yakalanıyor. Yargılanarak haklarında ölüm emri çıkıyor. Ekin pazarında asıyorlar. Anaları ağıt yakarak asılma hikâyesini anlatıyor. Bu şekilde İskilip Üstünde Bir Kara Bulut türküsü doğuyor. Annemin de bir dörtlüğü vardı:
İskilip’ten çıktım saat beş idi
Kızıl ırmağa geldim güneş ışıdı.
Peşimdeki jandarmalar beş idi
Aman anam aman kıydırma bana
Nasıl dayanayım yavrum ben sana
 
Bu asılma olayını köy imamlığı yapmış, Giritli oğlunun Etem efendi 1970 yıllarda bana, kütüphanede çalışırken anlatmıştı. 

İskilib’in araştırılmamış, o kadar zengin bir kültürü var ki. 1969 yılında üniversite de okuyan sağcı solcu İskilipli talebeleri, bir araya getirerek dergi çıkarmalarını tavsiye ettik. İki adet dergi çıkardık. O gençler sağcılığı solculuğu bir tarafa bırakıp, İskilipliği esas aldılar. Onlardan milletvekili, doktor, mühendis olanlar oldu.
Ankara’da İskilipliler Derneği vardı. Bu dernekte Ahmet Ekiz ağabeyimizin çok emeği var. Balgat’ta derneğe arsa buldu ve bu arsa satın alındı. 12 Eylül’den sonra dernek kapatılacaktı. Derneği İskilip Kültür ve Yardımlaşma Vakfı’na çevirdiler. Şimdi ise vakıf, kendi imkanları ile iki adet bina yaptırdı. Vakıfla iftihar ediyorum. Öğrencilerimizin 50 liraya ihtiyacı var. Yüzlerce yavrumuza burs veren vakfımıza teşekkür ederim.
Şu anda tıbbiyede okuyan iki pınarlı öğrencimiz var. Bursa’da bulunan hemşerilerimize rica ettim. İhtiyacı olan öğrencilerimizi tanıdığım, ilişkim olan İskiliplilere gönderiyorum. Sağ olsunlar gönderdiğim öğrenciler ile ilgileniyorlar.  Öğrencilere burs verip, yurt temin ediyorlar. 

Fotoğraflarla İskilip adlı bir çalışmamız var. Elimde 1000 yakın İskilip’e ait fotoğraf var. Bu fotoğrafların 82 tanesini daha önceki yıllarda yayınladık. Bu çalışmayı devam ettirip, fotoğrafların tamamını yayınlamayı, elimizdeki bulunan arşivleri kitap haline getirip değerlendirmeyi istiyorum 

İskilip’te Esnaf Kefalet Kooperatifinin açılışını yapan, Telâşe denilen Hüseyin Bilgen ağabeyimiz, Erzurum da yapılan Esnaf Kefaletleri toplantısına Mustafa Uslu ile birlikte gittiler. Oraya İskilip tabelasını götürdüler.
Çorumda Halk Bankası açıldıktan bir yıl sonra, İskilip’e Halk Bankası açıldı.
Mutasarrıf Cemal Bardakçının, Anadolu İsyanları adlı kitabında bahsedildiği gibi; Cerrahın Hakkı Efendinin, Yozgatlı Çapanoğlu isyan birlikleri Çorum’a doğru gelirken, Alaca yolunda bastırdığını, Refet Bele müfrezesinin gelmesine kadar bu birlikleri durdurduğunu yazmaktadır.

İskilip salnamesi olan, beyleri olan, zengin esnafı olan bir yerdir.

İskilip’te altı tane kütüphane, 8 adet medrese,  71 tane Sübyan mektebi, üç tane İdadi, iki tane Rüştiye vardı. Çorum’da ancak bu kadar okul vardı.  Bunları kuranlar Ebussuud Efendi, Muslihittin Aktar, Köprübaşındaki Hoca zade medresesi, terzi Bekir medresesi, Osmanlı tarihine hizmet etmiş, güzel insanlar yetiştirdiler.
Biz bütün bunları tanıtamıyoruz. Bizler önce Kalyoncu’cu, sonra İskilip’ci, sonra Çorumcu, sonrada Türkiyeci olmalıyız.

Ben belediye başkanlığından ayrılırken, beni övene de sövene de hakkımı helal ettim. Şimdide helal ediyorum. Ne olacak bu yalan dünyada. İskilip ilim ve hilim’in neşet ettiği yerdir.
Benim tavsiyem; İskilip’i iyi görmek isteyen birileri olarak, anaların bacıların dizinin dibinde yetişen insanlar olarak, sevelim sevilelim dünya kimseye kalmaz.İskilip’imizin köyleri boşaldı. Köylerde çoban kalmadı. Mal besleyen kalmadı. İnsanlar tembelleşti. Besicilik var ama, bu eski hayvancılığın yerini tutmuyor.  . Nasıl arastalar boşaldıysa, bağ bahçe ile uğraşan, çifcilik yapan da kalmadı.
Sanayide de gelişme olduğunu görmekteyim. Cuma günü sabah namazında Şıh Yavsu camisine geliyorlar, birlikte namaz kılıp, dua edip kahvaltı yapıyorlar. Sanayide güzel şeyler olmaya başladı. Greyder ayakkabıları, Ganik şekerleme çok iyi noktalara gelmiştir. İskilip’te yapılan kapı pencere doğramaları, Ankara’da aranılır hale gelmiştir.
1960 Yılında Kaymakam Latif bey Çorum yolunu genişletirken, buna karşı çıkanlar oldu. Daha sonra İskilipliler Latif beye şükran duydular.
1942 Yılında Hacıkarani’ye yapılan sağlık ocağının yerine, Çorum ilinde ikinci ameliyat yapılan hastane, 1961yılında şimdiki yere yapıldı. Yivlik kayasının bir özelliği vardır. Parçalandığın da yumuşak taşlar, 15 gün sonra sertleşmektedir. Akıllının İzet’in Ünumok motorun önüne bağladığı delgeçle kaya deliniyor, sonra’da dinamitle patlatılıyordu.  Yivlik kayası bu şekilde parçalandı. Kaya parçalandıktan sonra bu taşlar işleniyor. Gümüşhane Şiran ın bir köyünden gelen insanlar ile bu taşlardan, dört taş bir kuruşa parke taş yapıldı. Çorum caddesi ile diğer caddelerin parke taşı kaplaması, 1961 yılında başlayıp 1962 yılında sona erdi.
1953 Yılında Cevat Köstekci’nin belediye başkanlığı sırasında, İskilip’te iki tane Siemens elektrojen gurubu ile elektrik üretilmeye başlandı. 1960 Yılından sonra İskilip’e ürettiği elektrik yetmedi. Sanayi gelişmişti. Piyasayı araştırdık, Söke’de 560 beygirlik elektrojen gurubunun satıldığını duyduk. 1960 yılında belediye başkanlarını görevden alınca, o zamanki belediye başkanı olan Ziya Şenses abiyi bu işte görevlendirelim dedim. Kaymakam Latif Evrensel Bey belediyede işletme kısmı oluşturtup, bunun başına da Ziya Şenses’i getirdi. Ziya abi 560 Beygirlik Runston elektrojen gurubunu iki kamyon ile İskilip’e getirdi. O şair ağabeyimiz, Söke’den gelirken İskilip’e tavuz kuşları getirdi. Parka kümes yaptık. Havuzda angutlar vardı. Sonraki belediyecilerde buna sahip çıktılar. 

Ziya Şenses ile birlikte, meydan köprüsünün üzerinde idik. Meydan çayı gürül gürül akıyordu. Ziya ağabeyin ağzından:

Bahar gelip meydan çayı coşunca
Bağın bahçen güzellenir İskilip.
Diye devam eden şiir döküldü.

Padişah ülkesini tanımak için ödenek tahsis etmiş. Alayın başına, Murtaza paşayı görevlendirmiş. Paşalar vali yetkisi ile görev yapıyor. Bu seyahata Evliya Çelebi de katılıyor. İskilip’e giderken Kızıl Irmağın kenarına geliyorlar. Irmaktan geçit yok. Yer yer buz tutmuş. Murtaza paşa nakkare çaldırarak, her deveyi geçirene bir altın verilecek diyor. Delikanlılar ırmağa atlıyorlar. Develeri geçirerek, İskilip’ e geliyorlar. Önce paşayı İskilip e almak istemiyorlar. Sonra çok güzel misafir etmişler. Seyahatnamede diyor ki: “Murtaza paşanın vesayeti ile üç gün İskilip’te yedik içtik. İskilip halkı, halktan münzevidir. O çevrenin nalı, mıhı, keçesi, ayakkabısı İskilip’ten karşılanıyor.” Seyahatnamenin ötesinde, bu bir palyografya çalışması idi. Tarih kitapları bize neler öğretiyor. Tarihi öğrenmek için seyahatnameyi iyi okumak lazım. Semerci Tevfik ustanın yaptığı semerler, Keçeci Halil’in yaptığı keçeler harika idi. Karda yağmurda o keçeyi başına tak, altında dur. Bir damlayı keçeler altına geçirmez.

MY- Redif kışlası hakkında ne anlatırsınız?

Redif kışlasına ağlamaktan başka yapılacak bir şeyimiz yok. Bizim küçüklüğümüzde redif kışlasının önüne davul ile zurna ile köylerden gençler gelirlerdi. Suhiylan köyünden Ahmet, Mehmet diye bağırırlardı. Sivil gelip, ellerinde potinleri ile çıkarlardı. Giyinmişler kuşanmışlar, öyle diriydi kilerdi.

Redif Kışlasının yapımına 1890 Yılında yapımı başlanmış, on yılda tamamlanmış. Bizim küçüklüğümüzde Şemsettin usta diye taş ustası vardı. O bize anlatırdı. “Misakımilli ile Redif kışlasının yapımında, Taş işçiliğini yürüten, Ermeni ustası vardı. Hastanenin yanındaki kooperatifin olduğu yerdeki Kocaoğlan kayasındaki taş ocağında, köşeli taşları kestirip yontturur, hazırlanan taşları kağnı ile inşaat mahalline getirip, binaları bu taşlar ile yapmışlar. Redif kışlası yapımında çatısı saçaklı bir bina iken, Bayındırlığın yanlış projelendirmesi ile saçaksız olarak yaptılar. İskilip’e gelen milletvekili Agah Kafkas, Vali bey, diğer daire müdürlerini redif kışlasına götürdüm. Agâh bey burayı kültür sitesi olarak yaptıralım dedi. Ama arkası gelmedi. Eski askerlik şubesi ile yanındaki cephanelik binasının yıkımına engel olamadık.

Allah İskilip’te olumlu şeyler olması için çalışan insanlarımızı eksik etmesin. Fotoğraflarla İskilip tarihi diye bir çalışmamız olacak. Belki bunu kendi imkânlarım ile yapacağım. Nurul Hüda ile ilgili Göynük belediye başkanı Ahmet Çankaya buraya iki kere geldi. Bu konuyu, yani Akşemsettini iyi tanıtabilmek için kendi reklamını yaptırma için çalıştılar.

İskilip’i Tarihi kentler birliğine üye yaptıran Ahmet Ertekin’e teşekkür ederim.  Kütüphanemizdeki El Yazma Kitaplar konusu vardı. Bakanlığın genelgesi ile yurt genelinde 14 İlde yazma kitaplarını sergilemek için sergi salonları açılacak. Çorumda bu illerin içinde, çok seviniyorum. Bizim kütüphanemizde uygun sergileme odası var. Ali beyle bu konuyu görüşerek, Vakıf olan bu kitapların İskilip’ten gitmemesini temin edelim. Ecdadımızın el yazması kitapları İskilip’te sergilensin. Bu konuda hemşerilerim çaba göstersin. Eserlerimize sahip çıkarak, kitaplarımızın İskilip’te sergilenmesini temin edelim. 

MY- Metin Kalyoncu ağabeyimize İskilip için duyarlılıklarına ve gösterdiği gayretlerinden dolayı teşekkür ediyor, kendisine saygılar sunuyorum. 

Mustafa Yolcu

 

 

 

 

 

11 Ekim 2012 Perşembe

SURİYE SORUNU

Suriye Sorunu Türkiye Suriye ilişkileri yıllardır sorunlu olmuştur. Baba Hafız Esad döneminde ayrı sorunlar yaşanmış, oğul Beşar Esad döneminde ayrı sorun yaşıyoruz.

Baba Esat ülkesinde Öcalan’ı barındırmış, PKK faaliyetlerine müsaade etmiştir. Hatay’ı kendi topraklarında göstermiş, ülkemize karşı hasma ne tutum takınmıştır. 400 Yıl boyu imparatorluk sınırlarında kalan topraklar, bize yabancı hale getirilmiştir. Suriye ye gidip gelmek, Suriye den transit olarak başka bir ülkeye gitmek sorun hale gelmişti.

Komşular ile sıfır sorun politikası gereği, Suriye’deki Beşar Esad yönetimi ile iyi ilişkiler dönemi başlatıldı. İki ülke liderleri karşılıklı ziyaretlerde bulunuyor, iki ülke ilişkilerinde bahar dönemi yaşanıyordu. Suriye’de başlayan iç karışıklıklarda, Türkiye Beşar Esad yönetimi ile diyaloga girerek, karışıklıkların önlenmesi için yönetimle görüş alış verişinde bulundu. Dışişleri Bakanı Davutoğlu, defalarca Şam’a gitti. Genel seçim yapılmasını teklif etti. Halkın seçtiği yönetim etrafında, sorunlara çözüm aranmasını tavsiye etti. Suriye derin devleti, iktidarı bırakmaya yanaşmadı. Sorunun çözümü noktasında adım atmadı.

Gelinen nokta da Suriye’de 30 bin kişi öldürüldü. Şehirler bombalandı. Ülkemizde, Lübnan da, Ürdün’de 400 bine yakın sığınmacı var. Ülke içindeyse 2,5 milyon kişi evlerinden çıkmış, göçmen durumundadır. Suriye’de sınırımıza yakın yerlerde ormanlar yakılıyor, müdahale edilmeyen yangınlar bizim ülkemize sirayet ediyor.

Bir takım güçler, ülkemizin savaşa katılması için ortam hazırlıyor. Amaçları Türkiye, Irak, İran, Suriye’nin karşı karşıya geleceği bir savaş. Bu savaştan İsrail, Amerika, İngiltere, Fransa, Rusya kazançlı çıkacaktır. Önemli bir hususta; İran’ın Suriye’ye sağladığı silah ve mühimmat desteğidir. Nedense Türkiye’nin, muhaliflere desteğini dile getirenler, İran’ın özellikle Irak üzerinden sağladığı silah desteğini görmezden geliyor.

Mecliste teskere ye karşı çıkan CHP'ye şu soruyu sormalıyız: Siz iktidarda olsaydınız, bu tür tahrikler karsısında eli kolu bağlı durur muydunuz? Suriye, tahriklerini daha da ileriye götürür ve sözde Kürdistan Halk Tugayları Ordusu (YPG) sınırlarımızdan içeriye girmeye kalkarsa, Türk Silahlı Kuvvetleri buna dur demeyecek mi? Gerekeni yapmayacak mı?

  Mevcut Suriye yönetiminin yerini koruması, İsrail’in işine geliyor. Dolayısı ile Amerika’nın, Rusya’nın da işine gelmektedir. İsrail uzun süredir Suriye yönetimi ile sorun yaşamamıştır. Golan tepeleri, yıllardır İsrail’in işgalinde olmasına rağmen, Suriye buna ses çıkarmamaktadır.

 Bölgemizde geleceğin en önemli ülkelerinden biri Türkiye olacaktır. Türkiye, bölgesel barış için anahtar ülkedir. Bölgede Türkiye’nin ağırlığı öne çıkarsa, Türk dünyası, İslam coğrafya’sı da öne çıkacaktır. Bunu gerçekleştirecek Türkiye istenir mi? Dolayısıyla İsrail ve müttefiklerinin, İran’a bir müdahaleden daha çok, İran ile Türkiye’yi, Suriye üzerinden karşı karşıya getirme hesabı bulunmaktadır.

Mesele Suriye’deki Esad rejiminin devrilmesi meselesi değildir. Dünyanın en kritik ve stratejik bölgesinde güç oyunu oynanıyor. Bu oyunlar ile büyüyen Türkiye’nin önünün kesilmesi hedeflenmektedir. Türkiye ve İran, asla karşı karşıya gelmemelidir. İran, Suriye’nin tahriklerine engel olmalıdır. Suriye’nin tahrikleri sonucu gerilim tırmanır, savaş boyutuna gelinirse, bunun vebali İran’ın olacaktır.

Keşke 50 yıl öncesinden milli savunma sanayimizi kurabilseydik. Tank tamiri için İsrail’e, Heronlar, elektronik kumanda sistemleri, istihbarat için Amerika’ya muhtaç olmasaydık. Başkasının ajandasını değil, kendi ajandamızı uygular olsaydık. O zaman ağırlığımız daha başka olur, varlığımız dosta güven, düşmana korku salardı. Mustafa Yolcu

1 Ekim 2012 Pazartesi

BALYOZ DAVASI


 

BALYOZ DAVASI 

Türkiye 27 Mayısı, 12 Mart muhtırasını, 12 Eylül’ü, 28 Şubat olaylarını yaşadı. Bu olaylardan sonra hapishanelere doldurulan binlerce insanı, bunlara yapılan sayısız işkenceleri unutmadı. 

12 Eylül sonrası Mamak ceza evine konularak altı yıl boyu hapis yatan,  işkenceleri yaşayan çilekeş bir insanımız, şunları anlattı:

“Bize her gün sistematik olarak işkence ettiler. Günlük en az 40 cop yiyorduk. Filistin askıları, elektrik şokları, kafes olayı vb. işkenceler. 

İşkence sırasında diyorlardı ki-” Bizi Türkeş azmettirdi diye ifade verin yeter. Bizde sizi hemen serbest bırakalım.” Bir arkadaşımız dahi, bütün işkencelere rağmen böyle bir ifade vermedi. 

Dayak yiyip koğuşa gelen arkadaşlarımızın, acıdan inlemesi ses çıkarması yasaktı. Koğuştan inleme sesi duyarlarsa; ses çıkaran arkadaşı koğuşun önüne çıkararak, ortalarına alıp copla dövüyorlardı. Bizde gelen arkadaşımızın sesi duyulmasın diye üzerine battaniye örtüyorduk. 

Yemek için sıraya giriyorduk. Sırada beklerken, yanımızdan geçen gardiyanlar bizi coplayarak yürüyorlardı. Yemek alma sıramız gelince “ Ahmet Güneş Ankara. 3. Koğuş, 5. Ranza yemek almaya hazırdır komutanım. Karşıdan bağırıyorlar” Ne dedin duymadım lan.”  Bizim adımız lan, onların adı komutan. Böyle birkaç kez tekmilden sonra hakaret duyarak, yemeği alabiliyorduk. Yemeklerin içinden genellikle taş çıkardı. 

Zorunlu banyo ihtiyacını, kışın bile dışarıda soğuk su ile yapıyorduk. Amaçları, hastalanıp ölmemizdi. 

Hapishaneye gönderilen askerler, birliklerinden özel olarak seçilmiş, sadist yapılı insanlardı. Bunlar özel olarak işkence yapma eğitiminden geçirilmiş, bizim bu vatanın düşmanı olduğumuz şeklinde şartlandırılmışlardı. Bazı askerler bizi coplamak istemediğinde, başındaki komutan onu copla dövüyordu. 

İşkenceden ölen, askıda beli kırılan, sakat kalan arkadaşlarımız oldu. İşkence görmenin sağcısı solcusu olmadı. Herkes aynı muameleye tabi tutuldu. 

İranlı bir Azeri de bizim koğuşa atıldı. Ona 30 adet marşı yarına kadar ezberleyeceksin demişler. Adam gece gözünü kırpmadı, az ışıklı lambanın altında sabaha kadar marşları ezberledi. Sabahleyin koşar adım ile cop yiyerek toplanma alanına geldik. Bu Azeri’yi çağırdılar. Koşarak gardiyanların karşısına gitti. Şu marşı oku diyorlar,  söyledikleri bütün marşları okuyunca-“ Aferin böyle adam ol.” dediler. Bunun üzerine Azeri” Vallah komutan, siz İran’da benim elime düşerseniz, size bir gecede Kuranı ezberlettiririm.” Dedi. 

Konuşurken gardiyanların yüzüne bakmak yasaktı. Göz göze gelirsek copu yiyorduk. Devamlı havaya bakmamız isteniyordu.

Darbe mantığı bu işte. Balyoz harekâtı gerçekleşseydi, yapılacak olanda bunlardı. Konuşmalar kayıtlara geçmiş, toplantılar yapılmış, planlar hazır ama Allah onlara bu fırsatı vermemiş.

Bu millet, askeri darbeleri tüm acılarıyla yaşamıştır.

Bu millet, askerin yıllardırı siyaset üzerine koyduğu ipoteği, demokrasi ve hukuk devletini nasıl ikinci sınıflığa mahkûm ettiğini bilen bir millettir.
Bu ülke askerin yıllardır, devletin üstünde devlet, eli silahlı siyasal parti gibi davrandığına acı örnekleriyle şahit olmuş bir ülkedir.
Türkiye, askerin kendini yıllar yılı hukukun üstünde görerek, demokrasiye aykırı şekilde kendi hukukunu yaratmış olduğu bir ülkedir.
Asker bu ülkede kendini hep”‘ayrıcalıklı, kendini her zaman kurtarıcı gibi gördü.
Ayrıcalıklarını, kurtarıcı konumunu abarttıkça abarttı. Halkın oyuyla seçilen sivil iktidarların alanını sürekli daraltıp, onlara talimat verir hale geldi.”
Yaptığı darbelerle kırmızıçizgiler çekip, bunları yasalaştırdı.
Sivil müttefikleriyle birlikte millet İradesi’nin üzerinde,  kendi “Askeri Vesayeti’ni tesis etti.”

Kendisine yakın ve uzak gazetecileri, aydınları, yazarları deklare etti. 

Sermayeyi bile yeşil ve kırmızı diye ikiye ayırdı. Yeşil sermaye olarak kabul ettiklerinden, alış veriş yapılmamasını istedi. Toplumu kamplara ayırmaya çalıştılar. Yönetim kurulu üyesi oldukları bankalar, ülkemizin milyarlarca lira parasını hortumladılar.

Cumhuriyet mitingleri ile bayrağımızı kendilerine mal edip, İstiklal Marşının yerine 10. Yıl marşını ön plana çıkarttılar.

Artık yeni bir sayfa açılıyor. Özellikle Balyoz ve Ergenekon davalarının ordu bünyesindeki sonuçları, Yaş’ta yapılan tasfiyeler, bu gelenek ve ordu anlayışının açık biçimde cezalanması, yeni bir safhayı işaret etmektedir.

Balyoz davası; “ 24 muvazzaf generali, çok kısa bir süre önce emekliye sevk edilmiş 40 generali, 2002 sonrası Genelkurmay 2. Başkanlığı, kuvvet ve ordu komutanlığı yapmış 6 simge ismi” değişim sürecine kalkışma suçundan mahkûm ederek, bir döneme simgesel olarak son vermiştir.

Yargıtay safhasında yapılacak düzeltmeler ne olursa olsun,  milletimizin açıkça farkına vardığı balyoz ve Ergenekon türü siyasi mahkûmiyet hali; hiçbir zaman ortadan kalkmayacaktır.

Mustafa Yolcu

 

19 Eylül 2012 Çarşamba

BAŞBAKANIM ŞEHİT HABERLERİ NE ZAMAN BİTECEK

BAŞBAKANIM ŞEHİT HABERİ NE ZAMAN BİTECEK?

Gün geçmiyor ki yeni bir şehit haberi duyulmasın. Haince saldırılar devam ediyor. Analar ve tüm milletimiz gözyaşı döküyor.

Bu nasıl iştir ki; iki yüz askerimizi bir şehirden alıp, sağ salim birliğine teslim edemiyoruz. Bunun mesullerinden, bunun hesabı sorulmayacak mı?
...

Daha kaç cephaneliğimiz patlayacak. Mesullerin rütbeleri sökülmeyecek mi?

İstihbaratımız ne yapıyor? Bu hain saldırı bir anda yapılabilecek saldırı değil. Günler öncesinden hesaplanmış, planlanmış bir saldırı. Bu konuda istihbarata hiç bilgi ulaşmadı mı? Tedbir alıp, karşı eylem yapılamaz mı idi. Konvoy havadan niye takip edilmedi? İnsansız uçak kameralarına, hiç bilgi görüntüsü düşmedi mi?

Bingöl “PKK’nın halktan zemin oluşturamadığı” bir ilimiz. Burada yapılan saldırı, gözdağı vererek halkı kendi yanlarına çekmek için mi yapılıyor?

Hainlerin hamileri mecliste salınarak geziyor. Adeta devlete kafa tutuyor. Bizde buna göz yumuyoruz.

Bu devletin ekmeğini yiyip, devlete kafa tutmanın hesabını bunlardan kim soracak?

En kıyak teşvik, ayrıcalıklı olarak Güneydoğu Anadolu bölgesine veriliyor. Buraya verilecek paralar, daha önceden olduğu gibi Ege ve Akdeniz bölgesinde gayrimenkul alımı için kullanılacak. Bizde teşvik yaptık diye kendimizi avutacağız.

Sayın Başbakan bu kanı durdurun. Durması için ne gerekiyorsa, onu yapın. Siz şikâyet edecek yerde değil, uygulama yapacak konumdasınız. Duyun, incelettirin ve gerekeni yapın.

Bu kaçıncı istihbarat zafiyeti? İstihbaratımızın içinde köstebekler mi var? Birlikte istihbarat yaptığımızı sandığımız kurumlar, bizi karşı tarafa mı istihbar ediyorlar?

Sonrada deniliyor ki “ PKK ya birileri yoğun olarak istihbarat iletiyor.” Varsa böyle birileri, bizde karşı tedbirlerimizi koyup, onlara dostumuz gözü ile bakmayalım. Onlarla istihbarat ilişkisini keselim. PKK kamplarında ölenlerden İsrail vatandaşı da olduğunu, cenazelerinin İsrail’e götürüldüğünü unutmayalım.

Yeni anayasa çalışmalarını kılı kırk yararak yapın. Eğer yapmaya çalıştığınız “Anayasa çalışması” bölücülerin ekmeğine yağ sürecekse, bu vebali yedi nesliniz taşıyamayacaktır. Tarihe bir leke olarak düşecektir. Hiçbir zaman efendiler memnun edilemez. Onların istekleri devam edip gidecektir.

Sayın Başbakanım. Bölücülüğü, PKK’yı gerçekten bitirmek istiyorsanız; “ Bu işi önce İstanbul da bitirin.” Bu iş İstanbul da biterse Türkiye’de biter.
İstanbul Türkiye’yi besler.
Türkiye İstanbul’u besler.

Mustafa Yolcu

4 Eylül 2012 Salı


MEHMET LOKUM- 10.04.2012

İskilip’te iki devre Belediye başkanlığı yapmış, eski başkanımızdır. 

MY- Mehmet bey. Bize kendinizi tanıtırmısınız. 

1.2.1954 İskilip Ulaştepe doğumluyum. İlkokulu Ulaş ilkokulunda, Ortaokul liseyi İskilip’te okudum. Üniversite de 1973 yılında girdiğim Ankara iktisadi Ticari İlimler Akademisi, Başkent Yüksek okulu iktisadi ilimler bölümünü, 1978 şubat’ta bitirdim. İki sefer bankaların müfettişlik imtihana girdim. İmtihanı kazanamayınca, dokuz ay Çorumda muhasebecinin yanında staj gördüm.

15.7. 1979 yılında İskilip’te muhasebeciliğe başladım. 

Talebelik yıllarında da babamın kamyonunda fiilen çalıştım. Şoförlük yaptım. Yük taşıdım. Hem de tahsilime devam ettim.

İlkokul döneminde mahalleden, okuldan arkadaşlarla birlikte oldum. Bu arkadaşlarımdan bana en yakını komşumuz Ünal Sucu idi. Eski arkadaşlardan bir kısmını kaybettik. Mahallede kışın kayık kaynardık. Gece aşağı taslı oluğundan suyu salardık. Sabaha kadar yol boydan boya buz olurdu. Gündüz belediyeden de gelip buzu kazarlardı. Büyüklerimiz de caminin önündeki kalasları bağlayarak kayarlardı. Mahalledeki dibeklerde çağrılınca dibek dövmeye giderdik.

Biz başak yapmaya bahçeye gitmedik ama ortaokul sonda bir iftira ile öğretmenimiz Müberra Akçalı tarafından tek dersten sınıfta bırakılarak, bir sene gezdik. Öğretmenin oturduğu sandalye ye çivi çakmışlar, bunda hiç alakamız olmamasına rağmen, bizim üzerimize yıktılar. Bu iftiraya uğramasaydık, öğretmen olacaktım.

Gezdiğimiz bu dönemde, Yüksel Temelci, İzzet Hayırlı ben; kahve alışkanlığımız olmadığı için bahçelere başağa giderdik.

MY- Çocukluk yıllarında geleceğe dönük olarak seni etkileyen oldumu? 

Benim gönlümde makine mühendisi olmak vardı. Gazi makineyi de kazanmama rağmen, dedem istemediği için bu bölüme gidemedim. Bitirdiğim okula kayıt yaptırmıştım. Devam mecburiyeti de yoktu. Böylece bu okulu bitirdim.  

MY- Siyasi yönünün belirlenmesinde ne etkili oldu?

Babamın arkadaşı Çil Osman vardı. Buna Hürriyeti seçtim diye, Rus yazarın Rusya da komünizmden kaçışı anlatan, kalın ve ağır bir kitap vermişti. Bu kitabı okuyunca çok tesirinde kaldım. Bu kitabı arkadaşlarıma da tavsiye ettim. 

Rahmetli dedem hoca idi. Daha kuran okumaya başlamadan, dedem bana amme cüzünü ezbere okumayı öğretti.  Hüdüt hoca diye bilinen dedem, çağıl suyu satardı. Daha sonra tavukçu hocaya giderek kuranı iki kere hatmettim. Dini temelleri aileden çevreden, tavukçu hocadan aldım. Tavukçu hocadan dayak yemeyen, ender talebelerden birisi bendim. Ben şunu yaptım da kıymetim bilinmiyor anlayışı yanlış. 

MY- Talebelik dönemi hakkında ne anlatırsınız?

Bizim liseyi bitirdiğimiz 1973 yıllar, siyasi olayların en hararetli olduğu yıllardır. O dönemler hiç tasvip etmediğim dönemlerdir. Ben siyasi düşüncesinden dolayı, hiç kimseyi dışlamadım. Sol görüşlü arkadaşlar ile birlikte aynı evde kaldığımız dönemler oldu. Ev arkadaşlarımız İskilipli ve dışarıdandılar. Siyasi olaylar senin benim düşündüğüm gibi olmuyor. Olaylar siyasilerin ve döneme yön verenlerin tavırları ile oluştu. 13 Eylülde her şey bitti. O dönemler kitsin bir daha gelmesin. O dönemde siyasette hoşgörü yoktu. Öğrenciliğimizi yaşayamadık. Okuldan çıkıp, siyasalın önünden dolmuşa binemiyordum. Eğitim fakültesine kayıt olduk, bize saldırdılar. Bizde okula ilk gittiğimiz gün okulun penceresinden kaçtık. Bir daha da Eğitim fakültesine gidemedik. Üniversitede okurken hem okudum, hem de İskilip’e gelip arabada çalıştım. O dönemden kalan arkadaşlıklarımız devam ediyor. Her arkadaşımla görüşmem gerektiği kadar, ilişkilerimiz devam etmektedir. Arkadaşlığımı hiçbir zaman, fikre siyasete alet etmedim. Arkadaşlarımın iyi ve kötü günlerinde yanında olmaya çalıştım. 

MY- Siyasete nasıl girdiniz.

Ben Belediye başkanlığına kendim aday olmadım. Çevremden aday olmam için baskılar oldu. Ankara’da Okuduğumuz dönemlerde, Çankaya bölgesinde Ülkü Ocaklarında ve kitaplıklarda nöbet tutardık. Nöbet tuttuğumuz gecelerde, Başbuğ kitaplıkları gezmeye gelir, hal hatır sorar giderdi. İskilip’te muhasebecilik yaparken, Rahmetlik Türkeş telefon edip, başkanlığa aday olmamı istedi. Bende durumumu anlatıp, iş dolayısı ile müsait olmadığımı bildirdim. Oda bir dahaki dönemde aday olmamı söyledi. Devlet bey benim fakülteden hocamdı. Sonraki 1994 yılı seçimlerinde devlet bey telefon edip” başbuğun selamı var, İskilip’te başkan adayımız sensin “ diye söyleyip telefonu kapattı. Arkadaşlarla istişarelere başlayıp, Belediye Başkanlığına adaylığımızı ilan ettik.  

MY- Belediye başkanı olmadan önce hangi hedefleriniz vardı? 

Türkiye de belediyecilik dâhil çok şey birilerinin istediği kadar yapılıyor. Yani belediyeler kendilerine verilen para kadar hizmet yapabiliyorlar. Bu durum babasından aldığı para kadar, harcama yapan çocuğa benziyor. Yaz gelirken belediyelere üç dört ay kesinti yapmadan para veriliyor.  Bu para ile yatırım yapılmaya çalışılıyor. Sonrada para olmadığı için elin kolun bağlanıyor. Bazı konularda görüş istiyorlar. Görüş veriyorsunuz ama buna uymuyorlar. Belediyeler borçlu. Borcunu yatırmayan Belediyeler karlı çıkıyor. Borçlar affediliyor, cezalar alınmıyor. Borcunu ödeyen belediye cezalı çıkıyor. Belediyecilik genelin vesayetinde, genelin istediği kadar hareket ediyorsunuz. İsterseler hiç çalıştırmayıp, cezalandırırlar. Yapılan her iş suç,  göbekten bağlısınız.  

Kanun gereği Belediye meclisine yetkiyi veriliyor,  meclis kararı alıp uygulama yapınca, yanlış karar almışsın diye belediyeye ceza geliyor. Hem imar yapma yetkisini bana veriyorsun, sonrada yanlış karar almışsın diye ceza veriyorsun. Belediyede yapılan her iş suç. Merkez belediyeyi istediği kadar çalıştırır, istemese çalıştırmaz.

Doğrusu şu: Meclis karar aldıktan sonra, kararın Valiliğe gidip, buradaki denetleme mekanizmasından geçerek onaylanıp, ondan sonra uygulamaya geçilsin. Böylece olması muhtemel yanlışın önüne geçilsin.  

Belediyeler maliyeye SSK ya borçlu. Benim bu konuda teklifim oldu. Dedim ki belediyede çalışanlar bordu raya bağlı. Belediye ye para gelmeden, SSK ve vergilerini kesin, kalanını gönderin. Daha sonrada bunlardan borç çıkmasın. Bu teklifime hiç yanaşmadılar.  

3194 sayılı imar kanunu küçük belediyelerin kaldırabileceği kanun değil. Ben başkan olduğumda ifrazı, tevhidi bilmiyordum. Bütün bunları başkan seçildikten sonra, kendi gayretimle bir şeyler öğrenmeye çalıştım. Herkesin bu işi bilmesi mümkün değil. Bu sebeple imar uygulamalarında yanlışlıklar yapılıyor. 

Ben başkan seçildiğimde, bir hafta sonra beş nisan kararları oldu. Belediye kasasında yüz lira vardı. Bu para ile bir ekmek bile alınmıyordu. Önceki dönemde belediye ye büz alınmış, aradan dokuz ay geçmiş, büz parası ödenmemiş. Bunu  taksit ile ödeyeyim dedim. İtiraz edip, hemen ödeme yapılmasını istediler. Para yok ki ödeyeyim. Büzü satan firmaya dedim ki;” Dokuz ay sesini çıkarmadan beklemişsiniz. Şimdi biz gelince niye sıkıştırıyorsun. Bize süre vermezsen, paranı istediğin yerden al.” Dedim. İlk ay maaşı esnaf arkadaşlardan ödünç alarak ödedim. Hizmetleri en ucuz nasıl yaparımın hesabını yaptım.

İlk dönemde partim meclis dışında kaldı. İskilip’in turizm merkezi olmasını istedim. Önümüze çok engel çıktı aşamadık. Kalenin üzerindeki evleri kaldırayım dedim, burası yaşayan kale kaldıramazsınız dediler. İskilip’te turizm gününü kutladık. O gün İskilip e gelen Ahmet Ertekin abimiz “ kalenin dibinde düzenleme yaptım deme, çöpleri temizledik deyin. Burası sit sahası el dokunulmaz.” dedi. Türkiye’de bazı şeyleri yapmak çok zor. Kalenin dibinde kazı yapılırsa, başka mağaralarda çıkar.

Kaçakta ortaya çıkan Dinazor konusu vardı. Dinazor dişlerini Almanya ya gönderdik, burada araştırma yapılmasını istediler. Bu durum ortaya çıkınca denildi ki;”   Bu konuyu fazla kurcalamayın. Oradaki sanayi çarşısının kalkması söz konusu olabilir. Böyle olursa esnafı karşına alırsın.”  Bizde konuyu kapattık.

Deri hamamını alalım müzeye dönüştürelim dedik. Mülk sahipleri korkunç paralar istediler, elimizi dokunamadık. Bizde vakıf hamamının onarımını yaptık. Hamamın hava bacaları tıkanmış, iki defa patlama meydana geldi. Onarım sırasında vakıflardan müfettişler geldiler. Yapılanları görünce beğenerek “ Biz buraya gelmedik, bir şeyde görmedik. Siz işinizi bitirin” dediler. Bu onarımı yapmasaydık hamamın çökme durumu vardı. 

MY- Bundan sonra Belediye başkanlığına aday olacaklar için ne tavsiye edersiniz? 

Partiler ve siyaset bu işte amaç değil araçtır. Seçim döneminde bir partiyi destekler veya aday olabilirim. Seçimden sonra kim seçilirse o benim başkanım olur. Seçim bittikten sonra siyaset bitmeli, hizmet başlamalıdır. Yanlış olan seçilenin, önceki yapılanları bir tarafa itip, sadece kendinin yaptıklarını esas almasıdır.  Mesela hastanenin meydan mahallesine gitmesi doğru değildi. Buna karşı çıktım. Kayacığın oraya yapılabilirdi. Bunu başkana da ilettim.

Belediye başkanı seçilecek insan ilçeyi iyi tanıyacaktır. İlçenin insanını iyi tanımalıdır. Biz İskilip in sorunları diye sempozyum yaptık.  Orada söz alanlar sorunları dile getirdiler. O gün konuşulanlar, o zamana ait idi. Şimdi daha başka sorunlar var. Bu tür sempozyumlar la sorunlar tespit edilerek, çözüm yolları aranmalıdır. Her devri, kendi koşullarında değerlendirmek lazımdır. 

MY- Belediyeciliğin sırasında ziyaretçileriniz de olmuştur. Bunun ile ilgili hatıranız varmı? 

Bir keresinde İskilip’e üç bakan ile büyükelçiler geldiler. Bunlar gelmeden önce, ne yapacağız, nasıl yapacağız diye kaymakam telaşlandı. Bende “Sayın kaymakamım telaşlanmayınız, biz hallederiz.” dedim. Geldiler dolmalar yapıldı, arkadaşlarım gerekli ikramı yaptılar. Gittiklerinde kaymakam çok memnun kaldı. 

Tataristan Aloboğa valisi Çoruma gelmiş. Çorum Valimiz misafir Valinin İskilip’e geleceğini, ilgilenmemi söyledi. İskilip e geldi, yemek sırasında Vali “ Sizde Başkan Başkan da Kaymakam ne oluyor.” Dedi. Gülüştük. Benim şu kadar tarlam, fırınım, traktörüm var dedi. İskilip’te çok güzel şeyler yapmaya çalıştık. 

MY- Mehmet Bey gençlere diyeceğiniz neler var. 

İskiliplilerin doğduğu yere borçları var. Elinde hizmet imkânı varsa, doğduğu yere hizmet edecek. İskilip’i düşünecek. İskilip ile ilgisini kesmeyecektir. Böylece borcunu ödemiş olacaklar. Her kez İskilip için elinden geleni yaparsa birçok sorunda çözümlenmiş olacaktır. 

Mustafa Yolcu