CEZAEVİ HATIRASI
AHMET ÇEŞMECİ
MY:-
Ahmet emmi bize kendinizi tanıtırmısınız.
AÇ:-1926
Yılı İskilip Uludere doğumluyum. İlk okulu Sakarya İlkokulunda bitirdikten sonra, mahalle mektebine devam ettim. Orta okula gecikmeli
girdiğimden, 1943 yılında bitirdim. 1946 Yılında asker oldum. Askerden gelince kadastro işine girdim.
MY:- Bize ceza evi hatıralarınızı anlatır mısınız.
AÇ:- 1956 Yılında, İskilip Cezaevi müdürlüğüne
getirildim. Arada bir süre kesintinin
dışında 1969 Yılına kadar müdürlüğe devam ettim.
Hapishaneye müdür olarak tayin olup, göreve başladığım ilk gün; gardiyanları odama
çağırdım. Onları masamın karşısına oturttum.
-“ Ben çalışma hayatında disiplin, nizam intizam
isterim. Ya bana ayak uydurursunuz benimle çalışırsınız, yada görevi bırakır
çekip gidersiniz.” Dedim. Ben bunu
söyleyince gardiyanın biri “ne
yapabileceksin” dercesine dudak büktü.
Hemen gardiyanın yanına gidip, yakasından yapıştım
ve “Senin bu tavrını unutmayacağım. Dua
etki, burada ilk günüm. Ama gözüm senin üzerinde olacak.Yanlış yaparsan, sana
bunun bedelini ödetirim.” Dedim.
İşe bu şekilde başladım. Hiç bir yanlışa göz
yummuyordum. Hapishane’de benim adım “baba” olmuştu. Mahkumlar bir
birleriyle kavga edecekleri zaman- “ Sana gösterirdim ama, seninle kavga
yaptıktan sonra babanın karşısına
çıkmaktan utanıyorum.” Dermiş.
O zamanlar Samsun kavak ta, İskilipte, birde başka bir
yerde , İskilip’teki gibi kapalı ceza
evi vardı. İstanbul dan, İzmir’den, Diyarbakır’dan 100 azılı mahkumu sürgün olarak İskilip’e
gönderdiler. Cezaevimizin 160 Kişi kapasitesi vardı.Bu gelenlerle birlikte 260
kişi oldu. Dışardan gelenler, hapishaneyi karıştırmak istediler. Bunlara fırsat
vermedim.
Çoruma Başsavcı olarak tayin olan İskilip savcısı,
beni Çorum ceza evine müdür olarak götürmek istedi. Bende-“ Bu maaşla, kira
vererek Çorum’a gitmem.” dedim.
Ceza evi müdürlüğü yaptığım zamanlar, trafik kazası
nedeni ile İsmail kavlu ( Ayakkabı imalatcısı ) ceza evinde
yatıyordu. İsmailin yanına iki mahkum daha vererek, Sarıyerden Leylak fidesi
getirttirdim. Bunları cezaevinin bahçesine diktik. Ismaili ben cezaevi içinde serbest
bıraktım.Bahçede çalışır, gerekli gördüğü tamiratları yapar, cezaevi görevlisi
gibi davranırdı.
Hapishanede iken,
benim yaşlarımda hırsızlık yapmış bir mahkumu, hapishaneye
getirmişlerdi. İleri yaşına rağmen hırsızlık yapmasına sinirlenmiş,” Utanmadan
bu yaşında niye hırsızlık yapıyorsun.” diye azarlamıştım. Emekli
olduktan sonra camiye giderken, bu şahıs ile karşılaştım. Oda camiye
gidiyormuş.
Bana- “ Müdürüm beni hapishanede azarlamıştınız.
Sizin karşınızda düştüğüm o halimi, hiç unutamıyorum. Sana hakkımı helal
ediyorum.” Dedi.
Yukarıda bahsettiğim gibi İstanbul’dan İskilip’e sürgün gelen bir mahkum, kendini
koğuşunda koğuş ağası ilan etmiş. Demiş ki”
Benden izinsiz bu koğuşta adım atılmayacak. Bu koğuşun her şeyi benden
sorulur.” Bu durumu bana ilettiler.
Kendini koğuş ağası ilan eden adamı, odama çağırttım. Adama- “Bu hapishane de koğuş ağası
olmayacağını, düzeni bozdurmayacağımı, kendisine bir hafta süre vererek yaptığı
yanlıştan dönmesini.” istedim.
Aradan bir hafta geçti ama, adam geri adım atmıyor,
ağalığını devam ettiriyordu.
Mahkumu tekrar odama çağırdım. Kendisine yaptığım
ikazı hatırlatarak, ağalıktan niye vazgeçmediğini sorduğumda- “Ben
İstanbul’da da koğuş ağası idim. Burda
da ağalığımı devam ettireceğim.” Dedi.
Hadi çık git dedim. Kazma sapı masamın yanında
duruyordu. Tam arkasını dönüp gideceği
zaman, kazma sapı ile adama üç dört defa
vurup, yere serdim. Gardiyanı çağırıp, berberi getirmesini söyledim. Berber
geldiğinde –“ Bunun saçlarının yarı tarafı ile bıyığının bir tarafını kes.”
Dedim. Mahkum ayaklarıma kapandı. Ben
ettim, sen etme baba diye yalvardı. Diğer mahkumlarında, bahçeye inmesini
söyledim.
Saçı kesilen, ağalık taslayan mahkumu, diğer mahkumların karşısına diktim. Kurt kuzu
olmuştu. Artık ağalık yapacak hali kalmamıştı.
Bu hadiseden sonra hapishaneye huzur geldi. Herkes birbirine saygılı
davranıp, düzen tesis edildi.
Uludere’de ( İskilip’in mahallesi) İsmail İpek hoca
vardı. Çok muhterem biriydi. Haftanın bir iki günü hapishane’de vaaz vermesini,
mahkumlar ile sohbet etmesini ondan rica
ettim. İsmail hocam beni kırmadı, ricamı kabul etti. Vaazları çok tesirli
oluyor, mahkumlar vaaz edilecek günü
sabırsızlıkla bekliyorlardı. Bir çok mahkum, onun sayesinde ıslah oldu.
Bir gün gardiyan odama gelerek, mahkum’un birinin mektubunu okuyamadığını söyledi. (
Hapishaneye, gelip giden mektuplar okunurdu.) Mektubu elime aldığımda,
kelimelerin ters yazıldığını farkettim. Mektubun gönderildiği kişiden
uyuşturucu istenerek, uyuşturucunun ismi
belirtilen gardiyana teslimi isteniyordu.
Bu hadise ile hapishanede uyuşturucu pazarlayan kişi ile, ona aracılık
eden görevli ortaya çıktı. Bunlar hakkında’da gerekli işlemi yaptık.
MY:- Ceza evindeki göreve ne zamana kadar devam
ettiniz.
AÇ:- 1969 Yılına kadar hapishane deki görevime devam
ettim.
Tapu Kadastro Genel Müdürlüğünde yönetici olan, Hüseyin Doğangün hemşerimiz bana-“ Cezaevinde ne uğraşıyorsun.
Seni tekrar kadastroya alayım.” Dedi.
Bende bu teklifi kabul ederek; 1969 yılı sonlarında İskilip Kadastro Müdürlüğüne müdür muavini
olarak döndüm. Kadastrodan 1980 yılında
emekli oldum.
1980 yılında
Tapu Kadastrodan emekli olunca, İsmail Kavlu'nun oğlu Mustafa yanıma
gelerek- “ Babam seni çağırıyor.” Dedi. İsmail'in iş yerinde o zamanlar 100 ün
üzerinde işçisi vardı. Ama işcilerin mesaiye geliş gidişleri düzenli değilmiş.
Mustafa ile İsmail Kavlu’nun yanına gittiğimizde bana
-” Hapishaneyi nasıl düzene soktuysan, benim işyerinide öyle düzene sokacaksın
.” dedi.
Bende- “ Olur ama benim bir şartım var. Ben ezan
okununca camiye giderim.” Dedim. O da cevaben-“Tabi gidersin. Camiye
giderken, beni’de yanında götürürsün.” Dedi. Böylece Kavlu’nun orda
çalışmaya başladım.
MY- Neler yaptınız.
AÇ- İlk iş olarak çalışanların listesini çıkarttım.
İmza dosyası hazırlayarak, her gün işe giriş ve çıkışlarda imza alıyordum.
İzinli olan, raporlu olan dosyada gözüküyordu. Çalışma hayatına nizam intizam
gelmiş, iş verimi artmıştı.
MY- Çeşmeci soyadı nereden geliyor.
AÇ- Benim babam su getirir, çeşme yapar, imamlık ta
yapardı. İmamlık görevi sırasında, kadınlara’da kuran öğretir, din dersi
verirdi. Babamı askerliğe çağırmışlar. Önce İstanbul'a gitmiş. İstanbul'dan
birliklerini Bulgaristan'a götürmüşler. Orada savaşta mermi, babamın üzerindeki
mecidiye ye ( para) isabet ederek, vücuduna girmiş. Yanında bulunan arkadaşı,
babamı yaralı olarak cepheden çıkarmış. İstanbul’da bir hastaneye getirmişler.
Babamı ameliyat eden doktor, babamın yanına gelerek- “ Sen ne iş yapıyorsun?” demiş. Babam da imam olduğunu, bunun yanında su
getirip çeşme yaptığını söyleyince-“ Su getirip, Çeşme yapma işini bırakma.
Sen mucize eseri, kurşunun mecidiye ye çarpması ile kurtulmuşsun. Yoksa
kurtulamazdın.” Demiş. Baş hekim babamı, tabur imamı yapmış. Fevzi Çakmak hastaneye gelip
giderken, babamla karşılaşıp konuşmuş. Bir kaç kez babamın yanına uğramış. Askerden terhis olup İskilip'e
gelince, babam iki görevi'de yerine getirdi. Vefat
ettiğinin ertesi günü rüyamda, Fevzi Çakmak'ın başka askerler ile birlikte,
babamı hasta yatarken ziyarete geldiğini gördüm. O gün bu gündür, ölülerimize
fatiha okurken Fevzi Çakmağa’da fatiha okurum.
Şu anda 89 yaşında olan Ahmet Çeşmeci, sağlıklı ve
dinç olarak yaşamına devam ediyor. Cüzdanın dan çıkardığı, ufak ufak kesilmiş gazete ve derki kupürlerindeki
yazıları bana okutturdu. Karşılaştığı gençlere’de ders alınacak bu yazıları
okutturuyor muş. Halen insanlara ders verebilmek, arzu ve gayreti içinde
bulunuyor.
Ahmet emmiye sağlık, afiyet, mutluluklar vermesini
yüce allah'tan diliyorum.
MUSTAFA YOLCU- 15.05.2015
myolcu53@gmail.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder