9 Kasım 2015 Pazartesi

ANKARA'DAN ERZURUM'A

ANKARA’DAN ERZURUM’A

Erzurum'u ilk defa 1979 yılında gittim.
Görevli olarak Erzincan'a uğradıktan sonra, Karsa gitmek için Erzurum’a geldik.
Erzurum benim için özel bir yerdi. Baba memleketim Bayburt olması dolayısı ile Erzurum'u da kendi memleketim gibi görüyordum.
Erzurum’dan trene binerek Karsın yolunu tuttuk. Hasan kaleye gelirken dudaklarımdan “Hasan Kalasında caketim kaldı “ sözlerini mırıldanıyordum. Yolun sağında ve solunda tabyalar vardı.
Merak ediyordum “Kara Göbek tabyası neresi” idi.
Kara Göbek tabyasını savunurken, dedemin kardeşi orada şehit olmuştu.
Erzurum'a Rusların girmemesi için çarpışmışlar ama o atı ile hucum sırasında vurularak şehit düşmüştü.

Mehmet Akif üstada sormuşlar” Efendim tekrar bir milli marş yazdırılmak istenirse yazar mısın”?
Oda cevap vermiş” Allah o günleri bir daha göstermesin”

Allah milletimize bir daha öyle zor günler göstermesin.
İnternet sitesine girerek Muhacirlik üzerine yazıları görmek istedim.
Erzurum –Bayburt muhacirliği üzerine o kadar az yazı ve belge var ki!

Dününü bilmeyen insan, yarın ne olacağını bilemez. Dünden ders almak gerekmektedir. Bizler, bizden sonrasına dünü anlatamazsak, bu topraklar üzerinde durmanın bir bedeli olduğunu izah edemezsek! bunu izah edenler kendi haritalarına bu toprakları katmak için her şeyi yaparlar.

Dünü izah etmekte iyi bir ‘TARİH ŞUURU’ ile mümkün olur.
Rahmetli Turgut Özal'ın, Başbakanlığı sırasında ülkemizi ziyaretine gelen Japon heyeti; Özal'ın makamına çıkarak“Türk Eğitim sistemini araştırmak istediğini “ bildirir.
Turgut Özal da taleplerini kabul eder ve onlara “ Araştırmanız bitince, tekrar bana gelin, sizinle araştırmanızın sonucu üzerinde görüşelim” der.
Japonlar araştırmalarını tamamlayarak, Japonya’ya dönmeden önce Özalın makamına tekrar çıkarlar.
Özal onlara sorar “Neler tespit ettiniz”. Heyetten bir yetkili cevap verir “ Efendim sizin gençliğinizde TARİH ŞUURU EKSİK”
Özal: Tarih Şuurundan neyi kastediyorsunuz?
Heyet: Efendim, Japonya da biz ilkokul seviyesindeki tüm çocukları belirli dönemlerde okullarından alarak, ülkemizin en gelişmiş teknolojilerinin sergilendiği fabrikaları gezdirir, hava yastıklı hızlı trenlere bindirerek seyahat ettiririz. Bu arada kendilerine ne kadar ileri teknolojilere sahip olduğumuzu, Japon olmaktan gurur duymalarını, bunun içinde çok çalışmamız gerektiğini söyleriz.

Aynı öğrencileri alıp bu sefer Hiroşima ve Nagazaki şehirlerine götürür, emperyalist devletlerin bize neler yaptığını, binlerce insanımızı gözlerini kırpmadan katlettiklerini izah ederiz.
Eğer çalışmazsak, gayret göstermezsek aynı duruma düşeceğimizi anlatırız. Bu bilgilerle vatan ve millet sevgisini bir daha silinmemek üzere gençliğimize aşılarız.
Özal: Peki biz ülkemizde neyi örnek göstereceğiz?
Heyet: Efendim sizin ülkenizde daha büyük örnekler var. Çanakkale de binlerce evladınızı kaybetmediniz mi? Kurtuluş savaşını vermediniz mi?

Benim milletim şu anda Karsta, Erzurum’da, Bayburt’ta tüm Anadolu’da halen varsa, bu ödenen bir bedelin karşılığıdır.

Erzurum’un taşı toprağının dili olsa da “ ne baba yiğitler bu vatan için şehit oldu. Rus a karşı direnebilmek için az susuz o tabyalarda neler yaşadılar. Nene hatun anamızı elinde balta ile Ruslar ile savaşmaya gönderen sebep ne idi?” bunları bize bir bir anlatsa.

Tarih şuurunu çocuklarımıza aşılayabilmeyi, güzel Türkçe'mizi düzgün bir şekilde öğrenmelerini ve konuşmalarını sağlamalıyız.

Şair ne demiş “ Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır. Toprak uğrunda ölen varsa vatandır.”

Mustafa Yolcu- Ankara

12.11.2009

21 Ekim 2015 Çarşamba

ANKARA’DA HAİNCE SABOTAJ
10.10.2015 Cumartesi günü Ankara’da, Tren Garı önünde bombalar patladı. Bu patlama nedeni ile 102 kişi hayatını kaybetti. Bütün ülke, bu patlamalar ile sarsıldı. Herkes birbirine” hangi hain bu hainliği yapabilir?” Diye sormaktadır.
 Mahir Kaynak - ” Biz istihbaratcılar bir eylemden sonra, bunu kimin yaptığına bakmayız. Kimin işine yaradığına bakarız. Kimin işine yaradığından hareket ederseniz, kimin yaptığını bulursunuz. “
Bu bağlamda Ankara’daki sabotajı ele aldığımızda, bu sabotaj şu an Suriye’de bulunan, bütün yabancı güçlerin işine yaramıştır. Bu sabotajlar sonrası, ülkemizde emniyet ve istihbarat zafiyeti ortaya çıkmıştır.
İngiltere’de ülke güvenliğini sağlamak için, ülke aleyhine   yapılan çalışmaların  % 70 ini istihbarat çalışması ile tesbit ederek, etkisiz hale getirmektedir.   % 20 sini tesbit edip, buna teşebbüs edenlerle temasa geçerek, yaptıkları işin yanlışlığını anlatarak kendi safına çekmekte, kendi amacı için kullanmaktadır.    % 10 unu tesbit edemeyip, aleyhine sonuçlanmaktadır.
Görünen odurki, biz ülke güvenliğini sağlama açısından İngiltere gibi başarılı olamadık.
Emniyet Genel Müdürlüğünde, Asayiş Daire başkanlığı yapmış arkadaşım  bir hatırasını anlatmıştı. – “ Em. Gen. Müd. Yardımcısı ile Scotland’ın davetlisi olarak Londra’ya gitmiştik. Hava alanına inince,  pasaport kontrola  girdik. Pasaportumuz’dan bizim emniyetci olduğumuzu anlayınca,  bizi bir odaya aldılar. Sorgulamaya başladılar. İngiltere ye niye geldiniz? Ne yapacaksınız? Birinimi kaldıracaksınız? Biz ise Scotland’ın davatlisi olduğumuzu söyleyince, böyle bir durum olsaydı bize haber verirler, sizi karşılamaya gelirlerdi. İkiside olmadığına göre siz niye burdasınız? Diye sorgulamaya dört saat devam ettiler. En sonunda bizim talebimiz ile Scotlant’tan bir yetkili geldi’de bizi sorgulamadan çıkardı. Adamlar ülkesine gelen herkesi adım adım takip ederken, bizim ülkemizde ajanlar ellerini kollarını sallayarak geziyorlar. Başka istihbaratlar bize haber verirse, bizdeki  hücre evlerinden haberimiz oluyor her halde.
Yakın Çağ Tarihçisi bir arkadaşım bana –“ 1.Cihan harbi sonlarında, Yunanlıları Anadolu’ya girmeye  kim teşvik etti? “ diye sorduğunda ben cevaben “ İngiltere” dedim. Arkadaşım “ Hayır Yunanlıları Anadolu’yu işgale Almanya teşvik etmiştir. Size gerekli maddi ve silah desteği vereceğiz diye, Yunanlıları Anadolu’ya girmeye teşvik etmişler, Yunanlılar İstiklal savaşı ile Anadolu’dan büyük zayiat vererek kovulunca, Almanya’nın kapısını çalıp, zararlarının karşılanmasını talep ettiler. Almanya vadettiği yardımı yapmadı.” Diye cevap verdi.
Bir zamanlar müddefikimiz olan Almanya, PKK’ya  yıllardır her türlü desteği vermektedir. Türkiye’yi dinleme işlemini’de kesintisiz  olarak, yıllar boyu devam etmiştir. Gelişmiş ülkeler bizim ülkemizi dinleyip, takip ediyor. Onların basınında bu durum açıklandığında, biz dinlendiğimizin farkına varıyoruz. Buradan, başka ülkelerce rahatlıkla dinlenebilen bir ülke olmamız zafiyeti’de ortaya çıkmaktadır.
Ülkede yabancı ülke ajanları cirit atsın, bunlara göz yumulsun, bunların kurduklara oyunlar bozulmasın, sonrada güvenlikten bahsedilsin. Bu mümkün olur mu?
Çözüm süreci denilen devrede, hayal dünyasında yaşadık. Dış dünya ya şirin görünmeye çalıştık, kendimizi aldattık. İçinde bulunduğumuz zaman diliminde, PKK ajandasını elinde bulunduranlar, yöre halkını yanlarına aldı! Haklı olduklarına onları baskı ve zorlama ile inandırdı.
Ankara'daki sabotajdan 9 saat önce, HDP başkan danışmanı tarafından  başkanı sabotaj konusunda uyarılıyor. Bizim emniyetimize böyle bir uyarı gelip gelmediğini bilmiyoruz. Şayet gelmişse, gerekli önlem alınmıyor.   Millet olarak bu kaosu hep birlikte yaşıyor, teröristlerle pazarlık yapar hale geliyoruz.
Sayın Abdullah Gül’ün   HDP ye taziye ye gitmesi ayrı bir gaf durumudur. Böyle bir ortamda, taziye’ye gidilecek yer devlettir. Her gün PKK lılarca kan akıtılırken, onların temsilcilerine taziye ye gitmek ne manaya gelmektedir?
Ülkemizde akan insanımızın kanı sona ermeyecek mi?  Bu kanı akıtan güçlerin üzerine gidelim. Anlayacakları dilden bunun hesabını soralım. Piyonlarla değil, arkalarında bulunan güçleri hedef alalım. Birazda biz İngiltere  gibi olalım.

Mustafa Yolcu

                    

23 Ağustos 2015 Pazar

ERKEN SEÇİME GİTMEK

ERKEN SEÇİME GİTMEK

Ülkemizin ali menfaatini düşünürsek  en son düşüneceğimiz tercih olmalıdır. Böyle bir tercih olursa, bunun kazananı milletimiz olmayacaktır.

Yurdumuzda yapılan erken seçim verilerin büyük kısmında, erken seçim kararı alan iktidar güçlerinin seçimde kaybettiğini göstermektedir.

Seçimden yeni çıktık. Herkes boyunun ölçüsünü aldı. Artık ülkemiz için, ülkemizin geleceği için düşünmeliyiz. Geçmişin yanlışlarından vazgeçip, yapmamız gerekenleri gündeme taşımalıyız.

Başta çözüm süreci denilen ucubeden , bütün yanlışları ile geri adım atmalıyız. Burada Kürt vatandaşlarımızla, dış güdümlü  taşeron PKK hadisesini birbirinden ayırmalıyız. Geldiğimiz noktada, bağımsızlık istediklerini ilan edenlerle konuşacağımız, görüşeceğimiz bir şey olamaz.

Cumhurbaşkanlığı makamı saygın yerini almalı, bütün partilere eşit mesafede durarak, günlük siyasetin içine girmemelidir.  Şimdiye kadarki uygulama bunun aksine olmuştur. Adeta seçim propagandasına katılınmış, taraf olunmuştur. Bu yanlıştan bir an önce dönerek, yaşadığımız sıkıntıları çözmek için Cumhurbaşkanı makamı katkıda bulunmalıdır.

Anayasanın  “Madde 4 – Anayasanın 1 inci maddesindeki Devletin şeklinin Cumhuriyet olduğu hakkındaki hüküm ile, 2 nci maddesindeki Cumhuriyetin nitelikleri ve 3 üncü maddesi hükümleri değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez.” Maddesi kesinlikle değişmemeli, gündeme bile gelmemelidir.

Demokratik Hukuk Devletinin olmazsa olmazı olan suç cezasız kalmamalı, her türlü rüşvet ve adam kayırmanın önü alınmalıdır.” Adalet Mülkün Temelidir.” diye  büyüklerimiz boşuna dememişlerdir. Yöneticilerin üzerindeki en büyük sorumluluk kul hakkıdır. Kul hakkını üzerimize geçirmemeye bütün gücümüzle çalışmalıyız.

Bu önemli konuların üzerinde mutabakat sağlanarak, AKP- MHP koalisyonunun kurulması ülke menfaatine olacaktır. Bunun içinde her iki tarafın asgari müştereklerde birleşerek, partileri bir tarafa ülke menfaatleri için bu fedakarlığı yapmalıdırlar.

Bu koalisyon yapılmayıp, erken seçim yapılırsa ne olur?
Bunun ülkenin menfaatine olmayacağı, şu anki oy oranlarının değişmeyeceği ortadadır. Çözüm bekleyen bunca mesele varken, azgınlaşarak başını alıp giden bölücülüğe kim dur diyecek. Akan kanın hesabını kim soracak? Dış güçlerin oyununu kim bozacak, bunu iyi hesap etmeliyiz.
Ekonomik olarak’ta dengelerin bozulduğu, cari açığın büyüdüğü, fert başına düşen milli gelirin azaldığı tablolara yansımaktadır.

Orta doğu ateş topu haline gelmiştir. Amerika-İngiltere- İsrail üçlüsünün hesabı olan BOP, adım adım gerçekleşmektedir. Bu proje ile Orta doğu’da” İsrailin Arz-ı mevud’u, petrol ve su kaynaklarına  hakim olma projesi gerçekleşecek, kontrol tamamen İsrail'in eline geçecektir.” Suriye, Irak, Lübnan’da çıkan sorunlar, bu amaca hizmet etmektedir. Suriye’den dört  milyona yakın Arapın diğer ülkelere göç ettirilmesi, bu coğrafyanın boşaltılması amacı ile gerçekleşmiştir.Bölgede insan kesafeti azalmış, bu coğrafya’da  Yahudiler ellerini kollarını sallayarak, rahatlıkla dolaşacaklar, Kürt kardeşlerimiz’de Yahudilere taşeronluk yapacaktır.

Bir şehit babasının ağzından duyduğum beddua vardı-“ Bizim milletimize kurşun sıkanlar Türk’ün eline değil, Yahudi'nin eline düşsünler. Türk aşını ekmeğini verir. Yahudi ölse bile bir yudum su, bir lokma ekmek vermez.” Demişti. Yemende, Filistin’de ne  olmuşsa, bu üçlüye uşaklık edenlerin başına’da aynı şey gelecektir. Filistinlilere yaptıkları gibi, taşla kollarını kıracaklar. Tarih boyu Müslümanlığın koruyuculuğu ve kalesi olmuş bu millete kalkan eller, uşaklık ettikleri ellerce kırılacaktır.  

Ülke içinde her türlü ayrıma, suni problemlere dur diyerek, ülkemizde 80 yıldır gerçekleşmeyen birlik ve beraberliği acilen tesis etmeli, oklarımızı kendi insanımıza doğru değil, bizi hedef alanlara doğru çevirmeliyiz. Erken seçim sevdasından vazgeçerek, kurulacak AKP- MHP koalisyonu ile sorunlarımıza çözüm aramalıyız.

Mustafa Yolcu
Myolcu53@gmail.com


17 Ağustos 2015 Pazartesi

UNUTULMAYAN İYİLİK

UNUTULMAYAN İYİLİK

Ahmet çalışkan bir köy çocuğuydu. Okumak, hayatta başarılı olmak istiyordu. Fakir bir ailenin çocuğu olduğu için, ailesi okutmak istemiyordu.

Ahmet köyünde okulu bitirip, şehirde okula devam etmeyi istediğinde babası düşündü taşındı, iki ineğinden birini satarak parasını  oğlunun cebine koyup, okuması için şehre gönderdi.

Ahmed’in Şehire gittiği araba, yolda mola verdi. Bir şeyler içmek için Ahmet'te arabadan indi. Çayını içip, beklerken uykusu geldi ve masada uyuya kaldı. Uyandığında bindiği arabanın gitmiş olduğunu, etrafta da kimsenin kalmadığını gördü.  Cebini kontrol ettiğinde,  parasının yerinde olmadığını fark etti. Üzüntüden başladı ağlamaya. Hayalleri yıkılmıştı. Parası çalınmış, yolun yarısında kalmıştı.

Oraya gelen bir yolcu, Ahmet’in yanına gelerek  niye ağladığını sordu. Ahmet’de olup biteni anlattı. Yolcu- “Üzülme hallederiz.” Dedi.
Adını bile bilmediği yolcu ile birlikte yemek yediler, konuştular . Yolcu Ahmet'e çalınan parası kadar para verip, vedalaşıp ayrıldı.

Ahmet bir arabaya binerek, gitmek istediği şehre gitti. Başarılı geçen okul  hayatı ile liseyi, Hukuk Fakültesini bitirdi. Hakimlik İmtihanı kazanarak, hakim oldu.

Baktığı davalarda kılı kırk yararak, adalet ile hüküm veriyor, parasının çalındığı, okuma arzusunun ipten döndüğü günü de unutamıyordu.

Ahmet'e bir dava dosyası geldi. Davacının delilleri, şahitleri bulunmasına rağmen, davalının ne delili, nede şahidi vardı. Duruşma sırasında davalı suçsuz olduğunu, oyuna getirildiğini iddia ediyordu. Ahmet hemen karar vermiyor, davalıdan sağlam deliller getirmesini istiyordu.

Davalı çaresizlik içindeydi. Her şey kendi aleyhine cereyan ediyordu. Umudu kalmamış, davanın aleyhine sonuçlanacağını düşünüyordu .

Davanın karar günü geldi. Kararda “ Davacının topladığı delillerin yetersiz olduğu, davalının suçsuz olduğuna karar verildi.”  Her kes şaşırmıştı. Kimsenin beklemediği şekilde, mahkeme karar vermişti.

Durmadan suçsuz olduğunu söyleyen davalıda şaşırmıştı. Mahkemeden çıkınca, hakime teşekkür etmek için yanına gitti. Hakim onu ayakta karşıladı. Kahve ısmarladı birlikte içtiler. Davalı hakime teşekkür ediyor, kendisinin suçsuz olduğunu yine tekrarlıyordu.

Hakim davalıya “ Beni hatırladın mı?” Diye sordu.  Davalı hatırlamadığını söyleyince kendisini tanıtarak- “ Sizin sayenizde ben buralara geldim. Siz benim okumamı sağladınız.” Diye çalınan parası yerine, kendisine para veren iyi insanın  suçlu olamayacağını, böyle bir sucu işlemeyeceğini, bu nedenle davalının suçsuzluğuna karar verdiğini açıkladı. “ UNUTULMAYAN İYİLİK ” Yıllar sonra iyilik edenin karşısına çıkmıştı.

Ahmet karara bağladığı bu davayı’da unutmamıştı. Emekli olduktan sonra, davacının bulunduğu yere gitti. İçecek bir bardak su isteme bahanesi ile davacı ile konuşmaya başladı.
Davacı- “ Davada kendisinin haksız olduğunu, karşı tarafa komplo kurduğunu.” anlattı.  Bunun üzerine Ahmet kendisinin o davanın hakimi olduğunu, kendisini rahatlatmak için davacı ile konuşmaya geldiğini söyledi.

Davacı hem şaşırmış, hemde endişelenmişti. Ahmet endişe etmemesini, yapılacak bir şey olmadığını, davanın neticelenip  zaman aşımına girdiğini bildirdi.

Büyüklerimiz ne demiş.” İYİLİK YAP DENİZE AT. BALIK BİLMEZSE HALİK BİLİR.”

Mustafa Yolcu
myolcu53@gmail.com


1 Ağustos 2015 Cumartesi

BİRLİK VE BERABERLİK

BİRLİK VE BERABERLİK

Ülkemiz için, birlik ve beraberliği istemek güzel bir duygu.
Yazılarımın çoğunda’da bunun çağrısını yaptım.

Ülkemiz’de ve yurt dışında bulunan insanlarımız arasında, birlik ve beraberlik nasıl sağlanacak?
Maalesef mevcut şartlar, buna imkan vermiyor. Bir ülke düşününki, iç ve dış istihbarat elemanlarının asıl hedefi, partilerin, sivil toplum örgütlerinin, cemaatlerin içine girerek, aralarına fitne tohumları ekmektir.

Avusturya’da ateşe olarak bulunan bir görevlimiz, şunları anlatıyor.
- “ Dini bir bayram günü, bayram namazını kılmak üzere oğlum ile birlikte evden çıktık. Evimize en yakın camiye gittiğimizde, caminin önünde iki kişi bekliyordu. Camiye girmek üzereyken, kapıda bekleyen adam (nereye gidiyorsunuz?) diye sordu. Bende-“ Bu gün ne günü, bayram namazını kılmaya geldik.” diye sertçe cevap verdim.”

Yurt dışında cemaatlerin camileri ayrılmış, sivil toplum örgütleri birbirinden ayrılmış, birbirlerine cephe almışlar. Bu durumda beraberlik nasıl olacak? Ankara'nın bunlardan haberi yok mu? Ankara bu oluşumun neresinde?

Amerikanın, Almanya'nın ve diğer bazı ülkelerin, bizim nefes alışımızı bile dinleyip, takip ettikleri, devlet ricali bir toplantı yapmayı düşündüğünde, bunun dış ülkelerin ilgili masalarına anında intikal ettiği gün yüzüne çıktı. Bu durum medya’da paylaşıldı.

İnternette bir yazıda-” Hocamızın yanına, şeker tüccarı olduğunu söyleyen biri geldi. Sık sık hocamızı ziyarete geliyor, su gibi para harcıyordu. Bir gün lüks bir araba getirerek, arabanın hocamızın emrine amade olacağını, kendisininde şoförlüğünü yapacağını bildirdi. İlerleyen süreçte bu kişiden izinsiz, hoca efendinin yanına kimse giremez oldu. Hoca efendi vefat edince, bu kişi’de ortadan kayboldu. Bu kişi artık başka bir yerde, başka bir isimle, başka görev yapıyordur herhalde.” Demektedir.

Bir cemaatin, ileri gelen birisi ile konuşuyorduk. Bana cemaatlerini şöyle izah etmişti.” Ahir zamanda İslam ümmeti 40 parçaya ayrılacak. Ancak bunlardan bir parçası kurtuluşa erecek. O gurup biziz. Diğerleri kurtuluşa eremeyecek.”
İşin garibi, diğer guruplarda kendileri için bu nitelemeyi yapıyorlar. Onlara bu kanaati enjekte eden kim? Diğer cemaatlerle sürtüşme içine sokan kim? Tabi maluma ispat gerekmiyor.

Bizim istihbaratımız yabancıları değil, kendi insanını takip edip, yönlendiriyor.  Urfa’da otuz kişi ölüyor, üç gün sonra buna neden oldukları söylenen kişiler tutuklanıyor. Daha önce bu tutuklamalar niye yapılmadı? Önlem niye alınmadı? Bu içraatlar ile yurdumuzda birlik ve beraberlik nasıl tesis edilecektir?

Mühendisler odasına gittiğimde duvardaki panoda- “ Sivas’ı unutmadık, Maraş'ı unutmadık, Çorum’u unutmadık, Uğur Mumcuyu unutmadık.” diye yazılar vardı. Bu olayların hangisinin failleri gün yüzüne çıktı? Biz kendi insanımızı itham  ederek, kimin ekmeğine yağ çalıyoruz? Onların isteği'de bu değil mi?

Eğer birlik ve beraberlik istiyorsak, önce bunu devletimizin, istihbaratımızın, emniyetimizin istemesi lazım. Dış güçlerin çabalarına, engel olunması gerekir. Günlük değil, uzun süreçli programlar ile birlik ve beraberliğin sağlanması, 80 yıldır sürdürülen ayrıştırıcı politikaların terk edilmesi gerekir. Sadece, camilerde birlik ve beraberlik hutbeleri ile birlik ve beraberliği sağlayamayız. Bu işin ucundan, devlet erkinin tutması, devlet politikası haline dönüşmesi ile sonuca gidilebilir.

İngiliz vatandaşlığı hakkını kazanmış bir Türk vatandaşına, İngilterenin dünya politikalarını eleştirdiğimde, bana şiddetle karşı çıkarak İngiltereyi savunmuş, şunu anlatmıştı. - “ Ben İspanyanın yanında Çebeli Tarık’a, İngiltere’nin hakimiyetinde ki yere gittiğimde, gümrük memuru bana ülkenize hoş geldiniz dedi.” Diyerek İngiliz vatandaşı olmanın gururunu ortaya koyuyordu. Keşke bizim ülkemize’de, yurt dışından gelen vatandaşlarımız, görevliler tarafından böyle karşılansalar. İnsanlarımız’da, Türk vatandaşı olmaktan gurur duysalar.

Devlet erki, kendi insanının karşısında değil, onu takip ettiren değil,  onun yanında, dertlerini çözen olmalı ve birlik ve beraberlik tohumlarını sacmalıdır.

Mustafa Yolcu
myolcu53@gmail.com


  




   




19 Temmuz 2015 Pazar

İSKİLİP'DE BİR GÜN


İSKİLİP’DE BİR GÜN

15 Temmuz Salı günü, ikindiye doğru İskilip’e geldim. Öncelikle Hacı Karani mezarlığına uğrayarak, ölülerimizi ziyaret ettim.

Mezarlığa gidince, tanıdıklarım oraya toplanmış gibi oluyor. Mezar taşlarındaki isimlerin çoğunu tanıyorum. Yani mezarlık tanıdıklarımla dolu. İbrahim Karamemiş’te en son oraya gidenlerden. Mezar taşların’da doğum tarihlerine bakıyorum. Epeyce sayıda benim akranım'da, buradaki yerlerini almışlar.
En son Hacı Karani hz. mezarına uğradığımda, Hacı Ali Dursun eniştemin anlattığı, mübareğin mezarını nasıl buraya taşıdıkları, gözümün önüne geldi.Bir ayağının kaval kemiği, eski mezarında kalmış. Tüm kemiklerini toplayıp, mevcut mezara defnetmişler. Sanki mübarek, ayağını tamamen eski mezardan ayırmak istememiş.

Çarşıya geldiğim de, gözüm tanıdıkları aramaya başladı. Bir sürü insan gelip gidiyordu ama, hiç birini tanımıyordum. Kime selam versem, selamımı alıyorlardı. Ankara’da tanımadığım birine selam versem, "Bu bana niye selam verdi." diye, garip garip yüzüme bakar.

Köprü Başı Camisinin yanında bulunan evimizi, 1995 li yıllarda cami ile ilgili olarak kullanmak üzere, bir derneğe vermiştik. Bu ev ile ilgili yaptığım görüşmede, bu amaçla evin değerlenmesi için, çaba harcanması hususunda görüşmem oldu. Bu benim için yararlı bir teşebbüstü. Bu ev ile ilgili güzel şeyler, kardeşlerimin ve benim rüyalarımızı süslemişti.

Akşama doğru, Hacı piri mahallesinde bulunan halamın oğlunun evine gittim. Sokaklar, kaldırım taşları, evler bana çok şey hatırlatıyordu. Adeta her adımımı atışta başka şeyleri hatırlıyor, bu nostaljiyi yaşamak bana ayrı bir haz veriyordu.
İftar vakti yaklaştığında, ocakta tarhana çorbası kaynıyor, salata yapılmış, keşkek çömleği de karıştırılmayı bekliyordu. Çömleği karıştırmak şerefi bana verildi. Büyük bir zevkle bu görevi yerine getirdim.

Top atıldı ve akşam ezanı okunmaya başladı. Bizde dua ile orucumuzu açtık. Bütün bunlar Ankara’da, hayalimi süsleyen konulardı. Ankara’da top sesi, nare sesi olmadığı için, bunları ancak İskilip'te buluyorduk.
Teravihten çıkıldıktan sonra, gece saat 12 civarında park ta arkadaşlar ile havuzun başında buluştuk. Oradan buradan birçok şey konuştuk. Havuzun başı gündüz gibi dolu idi. Parktaki sohbetimiz 01.20 kadar sürdü.
Kalkıp evlerimize gittik. Hiç uyumadan, sahur vakti gelmişti. Sahurdaki menümüzde tava mayalısı, vişne kompostosu, çay vardı. Bu sene ramazan’da, ilk defa tava mayalısı yedim. Bu zevki'de tatmıştım.

Çarşamba günü ilk işim, pazarı dolaşmak oldu. Çarşamba pazarında, bizim çocukluğumuzun kalabalığı yoktu. Sebze pazarını andıran yerde, sebze alış verişi yapılıyor, pazarda iskilip’çe konuşuluyordu. Bu konuşmaları dinlemeye, unuttuğum kelime ve cümleleri duymaya çalıştım.- “ Madenüz alıyonmu? Madenüz yarım lira. Canu isderse al. Sen bülüsün. Fasulye kaç para? İkibuçuk lira. İyi fasulye emme. Kılcuğu yok.” Bunları dinlemek, bana hoş geliyordu.

Gittiğim her şehirin, en çok merak ettiğim ve zevk aldığım yeri, Pazar yeridir. Farklı şeyleri görmek, duymak bana ayrı bir zevk verir.
Kayseri’de, İskilip’li arkadaşlarım ile birlikte kapalı çarşısına gitmiştik. Oradaki ” gadan alam” cümlesi ile başlayan pazarlamacılığı, hiç bir yerde görmedim. Fiyatını sorduğun bir malı, almak istemezsen bile ikna olup alıyorsun.
Dedik ki- ” Kayseri li lik bu demek ki.”

Pazar’dan sonra merhum Valimiz, Zübeyir Kemelek kardeşimizin mezarını ziyarete gittik. Mezarının başında dua ederken, sanki sağmışta, onu görmeye gitmiş gibi haleti ruhiye ye girerek duygulandım. Şerefli, onurlu bir yaşam ve sonuç” akıbet mevt.” Ne mutlu Zübeyir kardeşimize. Allah herkese böyle bir yaşam tarzı nasip etsin.

Daha sonra’da Zübeyir kardeşimin annesini ziyarete gittik. Teyzemiz bizi görünce “ Oğlumun arkadaşları gelmiş.” Diye ağladı. Eşin vefatı, beş ay sonra evlat acısı kolay unutulmuyor. Hele evlat acısı, apayrı bir şey. Allah kimseye evlat acısı tattırmasın.

Saat- 15 civarı idi, İskilip ziyaretim sona erdi. Çocukluk arkadaşım Recep Çiçekci, beni terminale götürüp, Çorum’a yolcu etti.
Sılayı rahmi yapmak, nostaljiyi yaşamak böyle bir şey işte. Allah isteyen herkese böyle tatlar yaşamayı nasip etsin.
Herkese Hayırlı bayramlar diliyorum. Alvarlı efe hazretleri diyor ki.

Nûr-i hidayet dola,
Dilde hidayet bula,
Nâsırın Allah ola,
Bayram o bayram olur.

Mustafa Yolcu
myolcu53@gmail.com


16 Temmuz 2015 Perşembe

UNUTAMADIKLARIMIZ

UNUTAMADIKLARIMIZ

YENİCAMİ


YENİ CAMİ

KEŞKEK FIRINI


KEŞKEK FIRINI